• Sonuç bulunamadı

DERECEDEKĐ KADINLAR Cennet

SODOM VE GOMORE

DEKORATĐF KONUMDAKĐ KADINLAR Leylâ’nın Annes

III. DERECEDEKĐ KADINLAR Cennet

Ahmet Celâl’in gözlemlerinde şu cümlelerle tanıtılır:

“Cennet, levent, gelgelli, kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarına rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde, hattâ benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolaşır. Tarlada çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.” (s. 68)

Süslüdür. “Kulaklarında küpeleri vardır. Boynunda küçük Mahmudiye

altınları dizi dizi parlıyordur.” (s. 70)

Ahmet Celâl, onu Đncil’de bahsi geçen Samireli kadına benzetir. (s. 70) Eşini adam yerine koymayan, hırpalayıp, inciten ve gözleri başka erkeklerde olan bir kadındır.

Civar köylerin birinden gelin getirilmiş, temiz çıkmamıştır. Başkasıyla yakalansa da eşini ihanet etmediği konusunda ikna ettikten sonra “köyün içinde bir

nevi kuvvetin, bir nevi hâkimiyetin timsali” (s. 68) olur.

Nihayetinde Cennet’in kocasını aldattığı tespit edilir. Şeriata göre Cennet ve kocası Süleyman boşanmış olurlar. Cennet, âşığıyla köyü terkeder.

Ancak Süleyman, onun peşini bırakmaz. Bulduğundaysa Cennet boşanıp, tekrar evlenmelerini ister. Boşanırlar, ancak yeniden evlenebilmeleri için “hülle” yapmak gereklidir. Cennet, Süleyman’la alay etmiş, onu oyuna getirmiştir. (s. 109)

Süleyman, yine de Cennet’ten umudunu kesmemiştir.

Süleyman’ın sağlık sorunu vardır. Yüreği tıkanmaktadır. Ahmet Celâl’e göre, belki de Cennet bu yüzden Süleyman’ı istememektedir. (s. 114)

Sonuçta Cennet, âşığından ayrılmış, kötü yola düşmüştür. Bir gün pişman olup gelse, Süleyman, onu kabul edip etmeme konusunda kararsızdır.

Cennet, oynak, utanmaz, çirkef, ahlâksız bir kadındır. Eşinin rahatsızlığı, tavırlarına etki etse de, mayası bozuktur.

Emine’nin Halası

Emine’nin, evlenmeden önce yanında kaldığı, çekindiği bir kadındır.

Emine’nin halası, Ahmet Celâl’in bakış açısı, hayal gücü ile bizlere tanıtılmıştır.

Ahmet Celâl, ondan Emine’yi istediğini hayal ettiğinde, durumunu anlattığı zaman kadın önce bu teklife inanmayıp şaşıracak, Ahmet Celâl’in aklını oynattığını sanacaktır. Maddî yönden sıkıntı çekmiyorsa, Ahmet Celâl’in neden Đstanbul’dan köye geldiğini soracaktır.

Daha doğrusu, düşündüklerini söylemeyecek, fakat Ahmet Celâl bunları gözlerinden, yüzünden, hâlinden anlayacak ve kendi hikâyesini ona aktaracaktır. (s. 120)

Lâkin, Emine’nin halasının, dar, sert ve realist bir köylü mantığıyla, Ahmet Celâl’i kavrayamama ihtimali çok yüksektir.

Muhtarın Karısı

Kötürümdür. Hastalığı sekiz yıldan beri sürmektedir. Mehmet Ali’nin Ahmet Celâl’e söylediğine göre:

“Muhtarın karısını, adı bilinmeyen bir illet sekiz yıldan beri öyle bir evirip kıvırmış, o kadar karmakarışık bir hale sokmuş ki, bacaklarını kollarından, kollarını bacaklarından ayırmanın imkânı yokmuş. Bütün vücudunda canlı yalnız bir yeri kalmış. O da gözleri imiş.” (s. 35)

Muhtarın da ölmesini istediği kadın, yangında evinin içinde kalmıştır.

Bekir Çavuşun Karısı

Ahmet Celâl için, Emine’yi gidip görmüş; ancak Emine’nin Ahmet Celâl’le evlenmek istemediği haberiyle dönmüştür.

Zehra

Bekir Çavuşun kızıdır. On iki, on üç yaşındadır. Kördür. Saçları uzun ve parlaktır. Çok zayıftır.

Salih Ağanın kambur oğlu ona sataşmaktadır. Ahmet Celâl bu gözlemini şu satırlarla aktarır:

“Hayatımda hiç bu kadar iğrenç derecede gülünç bir manzara görmedim. Bu alelade bir yaramaz erkek çocuğun bir uslu kız çocuğa musallat oluşu gibi değil, çok daha canavarca bir şey... Denilebilir ki, bir yılan bir kurbağayı yutmağa çalışıyor. Denilebilir ki, dev kadar kocaman bir örümcek bir pervanenin etrafında ağını örüyor.” (s. 89)

Salih Ağanın oğlu, kızı kirletmiştir ve almaya da yanaşmamaktadır. Kız vaatlerle kandırılmış, kullanılmıştır.

Ailesi durumu çok geç öğrenmiştir.

Mehmet Ali’nin Karısı

Ahmet Celâl’den kaçan, çekinen insanlardandır. Kocasının hâkimiyeti altındadır.

Oğlunu doğururken çektiği sıkıntılarla, romanda küçük bir rol alarak, o zamanlarda köy kadınlarının mustarip olduğu büyük bir yarayı gözler önüne serer. Bu yara ebesiz, doktorsuz doğurmadır.

Çalışkandır.

Düşman işgali esnasında toplanan köy halkı arasındadır.

Mehmet Ali’nin Kız Kardeşleri

Ahmet Celâl’den kaçan, çekinen insanlar arasındadırlar.

Đki kız kardeşten birini düşman zaptetmiştir. Düşmanın topladığı köy halkı arasından, düşmanın seçtiği kurbandır.

Düşmanlar, ondan sonra, diğer kıza sataşmaya başlarlar. Đsterse, onu da kardeşinin yanına götüreceklerdir.

DEKORATĐF KONUMDAKĐ KADINLAR

Ahmet Celâl’in Çocukluğundaki Bir Kadın ve Kızı

Đhtiyar olan kadının kızı, Ahmet Celâl’in babasının emir eri çavuşuna kaçmıştır.

Kadın, çok üzgündür.

Ahmet Celâl’in Annesi

Ahmet Celâl’in, dara düştüğü her vakitte andığı kadındır.

Lâkin köyde, onun hayalini olsun evine getirmek, orada barındırmak istemez. Çünkü oralar annesine lâyık değildir.

“Niçin, şu dakikada gene onu hatırladım? Ey beyaz hayalet; senin burada ne işin var? Bu çakılların üzerinde yürüyemezsin. Bu rendelenmemiş tahta kapıya elini dokunduramazsın. Bu taştan sert kerevette oturamazsın. Burası, pis ve lizol kokuludur. Ocağın içinde gördüğün bu kara yığınlar, adını yalnız darbı mesellerde işittiğin ‘tezek’ denilen bir şeyin külleridir. Sana kıyamam, benim daima temiz, titiz ve sabun kokan beyaz anneciğim! Seni burada bir saniye alıkoyamam.” (s. 119)

Đhtiyar Kadın ve Kızı

Cephedeki çözülmeden dolayı, insanlar kafile kafile göçmektedirler. Bunların çoğu kadınlardan, ihtiyarlardan ve çocuklardan oluşmaktadır.

Bunlardan bir ihtiyar kadın, yolun kenarına bırakılmıştır. Onu bulan Ahmet Celâl’in gözlemleri şöyledir:

“Bir gün de, yolun kenarında, bir eski heybe gibi bırakılmış bir ihtiyar kadın buldum. Kupkuru, kapkara bir kocakarı... Üstü başı o kadar parça parça idi ki, ilk görüşte yere bir tarla korkuluğu yuvarlanmış sandım. Kadın kıvrılıp yatmıştı. Üzerine doğru eğildim:

- Nine, nine hasta mısın?

- Hasta mı? Ne hastası? Bana yiyecek vermediler. Bana içecek vermediler. Beni yedi gün, yedi gece yürüttüler. O kızım (s. 148) olacak

karıya: ‘Beni biraz sırtına al!’ dedim. Kabahatim işte o. Beni şuracığa atıp gidiverdiler. ‘Sen şuracıkta biraz bekle. Biz seni gelir alırız’ dediler. Yalan, yalan, yalan... Ben yalan olduğunu bilirdim, emme ne ideceksin, bey!” s. (149)

Kadının sesi sivrisinek vızıltısına benzemektedir. Dişsizdir. Ağzını açıp kaparken çenesinin ucu burnuna değmektedir.

Ahmet Celâl, onu kaldığı köye götürmek istese de, kadın razı olmaz. Kendini alacaklarına dair taşıdığı umudu, tam olarak kaybetmemiştir.

Emine’nin Babaannesi

Şerif’in annesi, Emine’nin babaannesi köyde oturur.

Emine’nin Annesi

Ahmet Celâl, Emine’nin babasını Odise kahramanı Ülis olarak nitelendirir. Onun iffetli ve sabırlı karısı, Pénelope, hiç kimseyle evlenmemiş, onu evinde beklemiştir. Oysa Anadolu Ülis’inin karısı ise, çoktan başka bir adama varmıştır. (s. 157)

Pénelope

Ahmet Celâl, Emine’nin babasını Odise kahramanı Ülis olarak nitelendirmiştir. Ülis’in eşi Pénelope sadık ve sabırlıyken, Emine’nin annesi başka bir adama varmıştır.

Dulcine

Benzetme unsuru olarak romanda adı geçer. Ahmet Celâl, Emine’yi Don Kişot’un Dulcine’si olarak düşünmüştür.

Samireli Kadın

Benzetme unsuru olarak romanda adı geçer. Ahmet Celâl Cennet’i Đncil’de bahsi geçen Samireli kadına benzetir. (s. 70)

Shakespeare’in Cadıları

Benzetme unsuru olarak romanda yer alırlar. Ahmet Celâl, Emeti Kadını Shakespeare’in cadılarından birine benzetir. (s. 209)

Köy Kadınları ve Kızları

Yine Ahmet Celâl’in gözlemleriyle bilgi ediniriz. Ahmet Celâl, köyde kadın ve kız denilmeye lâyık bir varlık göremez:

“Đşte, köy kadınlarının, köy kızlarının hepsi gözümün önündedir ve hepsi de yeni, süslü düğünlük esvaplarını giymişlerdir. Dizi dizi altınları başlıklarının etrafında kırk zil parçaları gibi birbirine çarpıyor. Çoğu biçimsiz, bücür, yusyuvarlak veya lüzumundan fazla iri olmakla beraber aralarında kat kat kumaş yığınlarına rağmen, insana narin, körpe ve tombul hissini veren vücutlar da yok değil. Fakat, bunların ellerine, ayaklarına bakılınca o hafif tatlı his hemen dağılıveriyor.” (s. 51)

Đşlerle meşgul olan bu insanlar şuhluktan, naz ve işveden yoksundurlar. Üstelik pistirler, kokarlar.

Ahmet Celâl’den de sürekli kaçarlar.

Aralarında az çok gruplaşma, bağlılık, yardımlaşma vardır. Çalışıp çabalamaktan, konuşmaya pek fırsat bulamazlar.

Çalışırken hareketleri çok ahenklidir. Ahmet Celâl bu ahengi şöyle aktarır:

“Bu kadınları, ben, düğünlerde raksederken de görmüştüm. Hareketleri, hiç bu kadar ahenkli değildi. Dibek başında bu kol sallayışlar, yalak kenarında bu eğilip kalkışlar, yük altında bu iki büklüm oluşlar benim üzerimde, eski Mısır ve Yunan taşlarında gördüğüm ritmik pozlar derecesinde bir etki yapıyor.” (s. 107)

Şeyh Yusuf’a çok değer verirler.

Düşmanlar, köyü yaktıklarında, eşyaları kurtarmaya çalışırlar. Lâkin maldan önce canları, namusları tehlikededir. Düşmanın sataşmaları onları çok korkutur. Düşmanın dille sarkıntılıkları, el ve ayak sarkıntılıklarına dönüşür. Kadın ve kızlar, çareyi birbirlerine sokulmakta bulurlar. Birinin acısı, hepsinin acısıdır.

Anadolu Kadınları, Kızları

Ahmet Celâl, köye gelmeden önce Anadolu’daki bütün kadınların ana, bütün kızların kardeş olduklarını düşünmüştür.

Oysa içlerinde, “asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınlar” (s. 129) da vardır.

Her yerde iyi ve kötü mevcuttur.

Đstanbul Kızları

I. DERECEDEKĐ KADINLAR

Selma Hanım

II. DERECEDEKĐ KADINLAR

Yıldız Hanım

III. DERECEDEKĐ KADINLAR

Hatice Hanım Halime Hanım Ömer Efendinin Annesi Sabire Hanım Murat Beyin Karısı Cemile Hanım Murat Beyin Annesi

DEKORATĐF KONUMDAKI KADINLAR