• Sonuç bulunamadı

Denize Kıyısı Olmayan Devletlere İlişkin Sınıflandırma

B- Coğrafî Açıdan Elverişsiz Devletlere İlişkin Resmî Olmayan Sınıflandırma

II- Denize Kıyısı Olmayan Devletlere İlişkin Sınıflandırma

Uluslararası hukukun mekânsal kuralları çerçevesinde değerlendirilen deniz hukuku konusuna ilişkin bir çalışma yapılırken, öncelikle “deniz”in tanımlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Hangi su kütlelerinin deniz, hangilerinin ise deniz olmadığı, tezimizdeki devletlerin statülerini değiştirecektir. Bu bağlamda, “deniz”i tanımlamak suretiyle bu karışıklığı bir ölçüde önlemek gerekmektedir. Esasen bu karışıklık, bazı su kütlelerinin göl veya deniz olmasının karıştırılmasından kaynaklanmaktadır.

Uluslararası deniz hukukuna (international law of the sea) ilişkin kitaplar incelendiğinde31, konulara, doğrudan denizin önemi ve denizin tarihçesi verilmek suretiyle başlanıldığı, sonrasında ise deniz alanları ve bunlara bağlı konularla devam edildiği görülmektedir. Artık, günümüzde çevre hukuku da önem kazandığı için, bu kitapların içeriklerinde deniz çevresine ilişkin açıklamalar da yer almaktadır. Buna karşılık, bu kitaplardan hiçbirinde “deniz” kavramını tanımlamaya gerek duyulmamıştır. Bunun gibi, uluslararası antlaşmalarda da, başta BMDHS, onun öncesinde de 1958 tarihli Cenevre Sözleşmelerinde herhangi bir “deniz” tanımına yer verilmemiştir. Oysa, “deniz” tanımının, yukarıda da belirttiğimiz gibi, büyük önemi vardır; çünkü ilgili kuralların nerede, daha açık belirtmek gerekirse, hangi su alanlarında uygulanacağının belirlenmesi, “deniz”in tanımına bağlıdır. Bunun dışında, “deniz” tanımına göre, hangi devletlerin kıyı devleti, hangi devletlerin ise denize kıyısı olmayan devletler kategorisinde yer alacakları gibi hususlar da daha belirgin hâle gelecektir.

Öncellikle belirtmek gerekir ki, uluslararası sözleşmelerde “deniz” kavramına doğrudan yer verilmemiştir. Özellikle, doktrinde32 özenli düzenlemeler getirmediği düşünülen ve bu bağlamda akıllarda düzenlediği pek çok konuda33 soru işaretleri bırakan ve belirsizliklere yol açan BMDHS’de “deniz” kavramına ilişkin bir tanıma yer

31 Örneğin; Churchill & Lowe (1983 & 1999), Brown (1994), Sohn & Gustafson (1984), Bowett (1967), Sørensen (1958), McDougal & Burke (1962), Colombos (1967), Fulton (1911), Özman (2006), Kuran (2006) gibi.

32 CHURCHILL & LOWE, The Law of the Sea, 3rd edition, Manchester, 1999, s. 50, 118-125 vb.; CLINGAN A.T.Jr., The Law of the Sea: Ocean Law and Policy, Maryland, 1992, s. 42 vb.

33 Örneğin; ileride görüleceği üzere “coğrafî açıdan elverişsiz devlet” kavramı, adalara ilişkin düzenlemeler içeren m.121/3’de yer verilmiş olan “kayalık” kavramı, kapalı ve yarı-kapalı deniz kavramlarına ilişkin olan m.122. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Öte yandan, daha çok yeni bir sözleşme olan BMDHS’nin düzenlemelerinin çok çabuk değişikliğe uğradığı veya eklemeler yapıldığı da gözden kaçmaması gereken bir husustur. Bu duruma ilişkin, 1994 tarihli XI. bölümün tadiline ilişkin antlaşma ile 1995 tarihli Birleşmiş Milletler Balıkçılık Sözleşmesi sayılabilir.

verilmemesi büyük eksikliktir, çünkü bu duruma bağlı olarak, Sözleşmenin hangi alanlarda uygulanıp uygulanamayacağı tartışmalara yol açabilecektir.

Pek çok yazar, “deniz” kavramına açık bir şekilde tanımlama getirmemiş olsa da, yine de doğrudan denizi tanımlayan hukukçular olduğu gibi, esas amacı “deniz”i açıklamak olmasa da bir şekilde “deniz”e ilişkin tanımlamada yardımcı olabilecek bir özellik belirten veya “deniz”i anlatan yazarlar da vardır. Öncelikle, denizin belirleyici özelliğini/özelliklerini belirten yazarlara, daha sonra ise doğrudan denizi tanımlayan yazarların tanımlarına değinilmek suretiyle, tezimiz açısından, “deniz” kavramı tanımlanmış olacaktır.

A- Deniz Tanımına Doğrudan Yer Vermeyen Yazarların Görüşleri

Genelde, uluslararası deniz hukukuyla ilgilenen yazarlar, tıpkı BMDHS’de olduğu gibi, denizi tanımlamaya gerek duymamışlardır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, denizin herkes tarafından bilinen, böylelikle tanımlanmaya ihtiyaç göstermeyen bir kavram olduğu düşüncesi olarak gösterilebilir. Öte yandan, bazı yazarlar, denizi doğrudan tanımlamasalar da, denizin bazı unsurlarına yer vermişlerdir. Bu unsurlar, bizi tanıma daha yaklaştırmaktadır.

Örneğin bir yazar, deniz hukukuna ilişkin önemli konulara giriş yaparken, denizi sürekli bir şekilde akan sıvı kütle olarak nitelemiştir.34 Sonuçta, denizin devinimli bir kütle olması gerektiği belirtilmektedir.

Bir başka değerlendirmede ise, denizlerin dünya okyanuslarının bir parçası olması durumuna yer verilmiştir.35 Bu değerlendirmeyle, denizler arasında bağlantı olması gerektiği ortaya konulmuştur.

Bir diğer yazar, günümüzde üç büyük okyanusun var olduğunu, diğer tüm su kütlelerinin marjinal (marginal)—kapalı veya yarı-kapalı- denizler olduğunu ve de bu su kütlelerinin üç büyük okyanusa bağlı olduklarını veya onların bir kolu olarak farz

34 CLINGAN, s. 3.

35 VINOGRADOV S. & WOUTERS P., The Caspian Sea: Quest for a New Legal Regime, LJIL, vol. 9, 1996, s. 90.

edildiklerini belirtmiştir.36 Bir başka deyişle, yazar, denizler arasında bir bağlantı olduğunu açıkça vurgulamaktadır.

Dupuy ise, sınırlandırmalara ilişkin yaptığı açıklamalarda, denizin, genellikle, fizikî ve ekolojik bir birim olduğunun kabul edildiğini belirtmektedir.37 Yazarın bu belirlemesi, bizi denizlerin tekliği ve bütünlüğü fikrine götürmektedir. Yine, aynı yazar, jeo-politika uzmanlarına, özellikle de Siegfried’e yaptığı atıfla, denizi, bir geçiş yolu (passage way) olarak belirtmektedir.38 Bu belirleme, bizi, denizlerin birbirleriyle bağlantılı olması gerektiği gerçeğine götürmektedir.

Toluner, devletin deniz ülkesini anlatırken şu ifadeyi kullanmıştır: “devletin

deniz ülkesi, coğrafî bakımından bir bütün olan denizin kıyıya bitişik bir kesimidir.”39 Bu ifadede, deniz tanımı açısından önemli olan bölüm, “…coğrafî bakımdan bir bütün olan deniz…” ibaresidir. Bu ibareyle Toluner, denizin, bir bütün olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Zaten, ilerleyen bölümlerde “…coğrafî bakımdan

bir bütün olan deniz…” ibaresine de açıkça yer vermiştir.40

Oppenheim ise, her ne kadar denizin tanımını doğrudan yapma gereği duymamış olsa da, açık denizi (open sea) tanımlarken41, genel olarak, deniz tanımı hakkında da bilgi vermiş olmaktadır. Oppenheim’e göre, açık deniz, denizin bir parçası olan ve fakat açık deniz olmayan (addedilmeyen) karasuları, ülkesel boğazlar, koylar ve körfezler istisna olmak üzere, dünyanın büyük bölümünde yer alan tuzlu su kütlesidir.42 Ayrıca, bu konuda, yazar şu önemli ve açıklayıcı hususları da eklemektedir; dünyada nerede bir tuzlu su alanı varsa, tüm dünyaya yayılan genel tuzlu su kütlesinden izole olmamak, fakat ona bağlı olmak şartıyla ve tüm ulusların gemilerine açık olmak ve seyrüsefere de müsait olmak şartlarıyla, açık

36 WANG J.C.F., Handbook on Ocean Politics and Law, Westport, 1992, s. 1. 37 DUPUY R.J., The Law of the Sea: Current Problems, Leiden, 1974, s. 61. 38 DUPUY, s. 9.

39 TOLUNER S., Milletlerarası Hukuk Dersleri: Devletin Yetkisi, gözden geçirilmiş 4üncü bası, İstanbul, 1996, s. 55.

40 TOLUNER, s. 56.

41 “Açık deniz”e ilişkin tanım, gerek 1958 tarihli CADS’de, gerekse BMDHS’de yer almakla birlikte, bu tanımlar, bizi, “deniz” tanımına götürecek nitelikte değildir:

1958 tarihli CADS m.1: “Bir devletin iç sularında ve karasularında yer almayan tüm deniz alanları” BMDHS m.86: “bir devletin münhasır ekonomik bölgesinde, karasularında veya iç sularında veya bir

takımada devletinin takımada sularında yer almayan tüm deniz alanları”.

denizin bir parçasıdır.43 Oppenheim’ın bu açıklamalarında da görülmektedir ki, denizler bir bütündür.

Oluşturulacak deniz tanımına ilişkin yardım alabileceğimiz diğer bir tanım Schwarzenberger tarafından yapılmıştır: “Ulusal sulardan ve karasularından farklı

olarak açık denizler, karasularının deniz tarafında yer alan birbiriyle bağlantılı okyanus zincirinin bir parçasıdır.”44 Yapılan bu tanımda da görüldüğü gibi,

Schwarzenberger, her ne kadar denizleri değil de, onun sadece bir parçası olan açık denizlerin tanımını yapıyor olsa da, yapmış olduğu açıklamalar, denizlerin bir bütün olduğunu ve birbirleriyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

B- Deniz Tanımına Doğrudan Yer Veren Yazarların Görüşleri

Doğrudan denizi tanımlayan yazarlar da mevcuttur. Bu yazarlardan Pazarcı, denizi tanımlarken şu unsurlara yer verilmesi gerektiğini belirtmektedir: i) tuzlu su

alanı olma; ii) tüm dünya üzerinde doğal bir ulaşım-iletişim alanı oluşturma.45

Deniz tanımına yer veren diğer bir yazar Sur ise, şu şekilde bir tanıma yer vermektedir: “Deniz, yeryüzünde birbiriyle doğal bağlantı içinde olan tuzlu su alanları

olarak tanımlanır.”46

Türk hukukçular tarafından eserlerinde yer verilen “deniz” tanımı haricinde, Anglo-Sakson dünyada çok ender rastlanan deniz tanımı Mary Ellen O’Connell tarafından şu şekilde yapılmıştır: “Deniz, Karadeniz ve onun Akdeniz’e çıkışı gibi

diğer büyük bir su kütlesine çıkışı olan büyük bir su kütlesi olarak tanımlanır.”47

43 OPPENHEIM, 1912, s. 321.

44 SCHWARZENBERGER G., The Fundamental Principles of International Law”, RCADI, vol. 87, 1955-II, 1955, s. 358.

45 PAZARCI, II. Kitap, s. 306. 46 SUR, s. 291.

47 “A sea is defined as ‘a major body of water with an outlet to another major body of water,’ such as Black Sea and its outlet to the Mediterranean”O’Connell’ın bu tanımı verdiği esere ulaşılamamıştır. Bu tanım aynen Folger tarafından aktarılmıştır. Bkz. FOLGER J.M., A Proposal to End the Stalemate in the Caspian Sea Negotiations, OSJDR, vol. 18/2, 2003, s. 539 dipnot: 45 (Mary Ellen O’Connell’ın atıf yapılan eserinin künyesi ise şu şekildedir: O’CONNELL M.E., The Application of International Law to the Contemporary Security Agenda, Occasional Paper International Relations Seminar Series, Bologna Center no: 2, 1997, s. 30).

Bu yazarların tanımlarının dışında, ilginç bir gelişme ise, Amerika Birleşik Devletlerin de yaşanmıştır. 2001 yılında başlayan bir çalışma çerçevesinde, BMDHS’nin içinde yer alan ve fakat BMDHS’de açıklanmamış olan kavramlar açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmaların dâhilinde BMDHS tarafından açıklanmamış bir kavram olan “deniz” kavramının da yer aldığı görülmektedir. Bu çalışmada yer alan “deniz” veya “okyanus alanı” (ocean space) ikili kavram olarak ele alınarak tanımlanmaya çalışılmıştır.

Buna göre, bu çalışmalarda okyanus alanı veya deniz şu şekilde tanımlanmıştır:

“BMDHS’de ‘okyanus alanı’ veya ‘deniz’, su yüzeyini ve su sütununu da içeren, Sözleşme hükümlerince düzenlenen su alanları anlamına gelir. Belirli bir okyanus alanına veya deniz sahasına dayalı olarak, okyanus alanını veya denizi, deniz yatağını da içerir. Okyanus alanı veya deniz, Sözleşme tarafından yönetilen belirli okyanus veya deniz alanlarının su yüzeyinin üzerindeki hava sütununu da kapsar; bu okyanus alanlarının veya deniz sahalarının üzerindeki hava sütunu hukukunun belli kısmı Sözleşmece, belli kısmı hava hukuku gibi diğer hukuklarca yönetilir.”48

Bu tanımdan da açıkça anlaşılacağı üzere, bizim amaçladığımızın dışında, daha geniş bir tanıma yer verilmiştir. Bu tanımda, bizim vermeye çalıştığımız tanım bağlamında önemi olan “…‘okyanus alanı’ veya ‘deniz’ …Sözleşme hükümlerince

düzenlenen su alanları anlamına gelir.” ibaresidir. Bu ibare, denizlerin; iç sularını,

karasularını, boğazları, takımada sularını, bitişik bölgeyi, münhasır ekonomik bölgeyi ve açık denizleri kapsadığını göstermektedir. Yani bu ibare, denizlerin, sınırlama olmaksızın bir bütün olarak ele alındığını ve Sözleşmede sayılan tüm deniz alanlarını içine aldığını göstermektedir. Öte yandan, kanımızca, iç suları kavramının da BMDHS’de tam olarak açıklanmamasından ötürü, daha belirleyici bir tanıma yer verilmesi düşünülebilirdi.

48 WALKER G.K. & NOYES J.E., Definitions for the 1982 Law of the Sea Convention, CWIJL, vol. 32, 2002, s. 359; WALKER G.K. & NOYES J.E., Definitions for the 1982 Law of the Sea Convention—Part II, CWILJ, vol. 33, 2003, s. 210-211.

C- Deniz Tanımına İlişkin Ulaşılan Sonuç

Sonuç olarak, denizin tanımı ele alındığında; gerek doğrudan denizin tanımını veren hukukçular, gerekse dolaylı yoldan ve çoğunlukla da sadece belli bir özelliğe ilişkin ifadede bulunan hukukçuların bu anlatılarına bakıldığında, bazı ortak özelliklerin olduğu görülecektir.

Öncelikle, denizin bir bütün teşkil etmesi gerekmektedir; bir başka deyişle deniz olarak nitelenen su kütleleri arasında doğrudan bir bağlantı olması gerekmektedir. Bu özellikten, hem denizleri oluşturan su kütlelerinin tekliği sonucu ortaya çıkmaktadır, hem bunlar arasındaki doğrudan bağlantının doğal olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Yani, nehirler ve kanallar ile kapalı bir havzanın (kapalı su kütlesi-göl) denizlere bağlı olması, onun deniz olarak kabul edilmesini gerektirmemektedir. Bu çerçevede, Lane, zaten birçok gölün denize çıkışı olduğunu belirtmektedir.49

Diğer bir özellik, denizlerin tuzlu olmasıdır. Her ne kadar bazı göller de tuzlu suya sahip olsalar da50; bu, denizlerin ortak özelliğini etkilemez. Tuzluluk, denizler için genel bir durumdur; oysa tuzlu suya sahip olan göller istisnaî sayılmalıdır. Denizlerin tuzlu sular olduğu şeklindeki genel kanıya rağmen, bu durumun aksini savunan görüşler51 de söz konusudur. Bu bağlamda, tuzluluğun, denizlerin tanımında yer almasının gerekmediği, çünkü denizlerin bazı alanlarının tatlı sulardan (fresh waters) oluşabileceği belirtilmektedir.52 Bu görüşü savunanların iddia ettiğinin aksine, çok dar denizle bağlantılı bazı su kütlelerinin tatlı su olmasının genel anlayışı değiştirmeyeceği kanısındayız. Sonuç olarak, denizlerin tuzlu olmasının, onların diğer bir ortak özelliğini oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bir başka özellik ise, denizlerin büyük su kütleleri olmasıdır. Yine, bazı göller, bazı denizlerden daha büyük olmalarına veya en azından onlara denk olmalarına rağmen53, bu durum bir istisnadır. Denizler, birbirileriyle bağlı, “geniş” su kütleleridir.

49 LANE F.C., The World’s Great Lakes, New York, 1948, s. 3. 50 Örneğin, Hazar Denizi (Gölü), bkz. LANE, s. 3.

51 Örneğin, Walker, Noyes gibi.

52 WALKER & NOYES, 2002, s. 359; WALKER & NOYES, 2003, s. 210.

53 Örneğin, Hazar Denizi (Gölü). Bkz. OXMAN B.H., Caspian Sea or Lake: What Difference does It Make?, Caspian Crossroads Magazine, vol. 1/4, 1996, dipnot: 24, http://ourworld.compuserve.org/homepages/usazerb/141.htm (ziyaret tarihi: 20/04/2005).

Sonuç olarak, Sur’un kitabında yer vermiş olduğu tanım, denizin anlatılan özelliklerine en yakın tanımdır. Bu yüzden, bu tanımın, genel olarak, deniz tanımı için kullanılmasını benimsemenin yanlış olmayacağı kanısındayız. Bu bağlamda, tekrar etmek gerekirse; deniz, yeryüzünde birbiriyle doğal bağlantı içinde olan,

(geniş)54, tuzlu su alanları olarak tanımlanabilir.

“Deniz” tanımı bu şekilde ortaya konulduktan sonra, Hazar Denizinin, her ne kadar Karadeniz ve Baltık Deniziyle kanallar sayesinde bağı kurulmuş olsa da, deniz olarak kabul edilmemesi gerektiği ve dolayısıyla sadece Hazar Denizine kıyısı olan devletlerin denize kıyısı olmayan devletler olarak kabul edilmeleri gerektiği vurgulanmalıdır.

D- Kapalı veya Yarı-Kapalı Denizler

1- Genel Olarak

BMDHS’de, her ne kadar deniz kavramının tanımına yer verilmemiş olsa da, denizlere ilişkin bir belirlemeye veya daha doğru bir anlatımla, bir ayrıma gidilmiştir: kapalı veya yarı-kapalı denizler. Bu kavram(lar), hazırlanan tez açısından da ön plândadır. Tezin konusunu oluşturan temel kavramlardan “coğrafî açıdan elverişsiz

devletler” kavramı tanımlanırken aranan unsurlardan biri de, ilgili devletlerin kapalı

veya yarı-kapalı denizlere kıyıları olmasıdır. Bu açılardan, söz konusu kavramın açıklanmasına gerek duyulmuştur. Bu kavramlar denizlere ilişkin olduğu için de, deniz kavramının ele alındığı bu alt başlıkta incelenmesi daha uygun olacaktır. Dünyanın %70’ini kaplayan denizlerin üç büyük okyanusun dışında kalan önemli bir bölümü, günümüzde kapalı veya yarı-kapalı denizler olarak mütalâa edilen su alanlarıdır. Fakat, kapalı veya yarı-kapalı deniz alanları %70’lik oranın sadece 1/10’unu, bir başka deyişle dünyanın %7’sini teşkil etmektedir.55 Bununla

54 “Geniş” kelimesi tarafımızdan eklenmiştir.

55 Esasen, %7’lik bu belirleme sadece 26 yarı-kapalı denizin işgâl ettiği alanı ifade etmektedir. Bunlar dışında da, ayrıca kapalı denizler mevcuttur (hattâ yarı-kapalı denizlerin varlığı bile ileri sürülebilir). Ama, sonuç olarak, bunlar da belirlenen bu %7’lik rakamda fazla bir değişikliğe yol açmayacaktır. Yapılan %7’lik belirleme için bkz. ALEXANDER L.M., Special Circumstances: Semienclosed Seas, in Law of the Sea: Emerging Regime of the Oceans, edited by Gamble & Pontecorvo, Massachuetts, 1973, s. 202. Bu makalede adı geçen denizler şu şekilde sıralanmıştır: Aden Körfezi, Andaman

beraber, denize kıyısı olan birçok devletin sadece kapalı veya yarı-kapalı denizlere kıyısı vardır.

“Kapalı veya yarı-kapalı deniz” genelde coğrafî bir kavram olsa da, günümüzde uluslararası deniz hukuku alanında da kullanılan bir kavramdır. Birçok coğrafî kavramda olduğu gibi56, “kapalı veya yarı-kapalı deniz” kavramının uluslararası hukuktaki anlamıyla coğrafî anlamı arasında fark bulunmaktadır.

2- Kavrama İlişkin Hukuk Dışındaki Branşların Tanımları

BMDHS’de yer verilen tanım incelenmeden evvel, kapalı veya yarı-kapalı denizlere ilişkin coğrafî tanımlara yer verilmelidir.

Öncelikle, belirtmek gerekir ki, coğrafî olarak her iki tanım ayrı olarak ele alınmaktadır. Buna göre, kapalı deniz kavramı, etrafı %95 karayla çevrili denizleri ifade ederken; yarı-kapalı deniz kavramı ise, etrafı %50 karayla çevrili denizleri ifade etmektedir.57 Oysa, BMDHS m.122 ve m.123 çerçevesinde ele alınan kapalı ve yarı kapalı denizler, ilgili maddelerdeki düzenlemede tek bir kavram olarak kabul edilerek ele alınmıştır.

Öte yandan, Alexander ise, yarı-kapalı denizleri tanımlayabilmek için birtakım unsurlar önermiştir. Buna göre, bir denizin yarı-kapalı bir deniz olarak nitelendirilebilmesi için gereken unsurlar şunlardır: deniz alanı en az elli bin deniz mili kare olmalı, ana deniz olmalı—yani, daha genişçe bir yarı-kapalı denizin kolu

Denizi, Baffin Körfezi ve Davis Boğazı, Baltık Denizi, Bering Denizi, Bismark Denizi, Karadeniz, Kaliforniya Körfezi, Karayib Denizi, Selebes Denizi, Doğu Çin veya Sarı Deniz, Hudson Körfezi, Japon Denizi, Cava/Flores/Banda Denizleri, Kara Denizi, Akdeniz, Meksika Körfezi, Kuzey Denizi, Ohotsk Denizi, Basra Körfezi, Kızıldeniz, St. Lawrence Körfezi, Solomon Denizi, Güney Çin Denizi, Sulu Denizi, Timor Denizi veya Arafura. Bkz. s. 204-207. Bununla beraber, adı geçen yazar, daha sonraki bir tarihte yayınlanan konuya ilişkin bir makalesinde ise, bu kavramlara ilişkin resmî bir tanımın oluşturulmasını da göz önüne alarak, belirlemiş olduğu “yirmi altı” deniz sayısını “yirmi dörde” düşürmüştür. Bkz. ALEXANDER L.M., Regional Arrangements in the Oceans, AJIL, vol. 71/1, 1977, s. 90. Sayfa 90’da yer alan listede bazı denizler bu kapsamdan çıkartılırken, bazılarının da eklendiği görülmektedir. Her hâlükârda, Alexander, bu kavram altında incelenen deniz sayısında azaltmaya gitmiştir ve listeyi şu şekilde oluşturmuştur: Aden Körfezi, Arap Denizi, Andaman Denizi, Baffin Körfezi ve Davis Boğazı, Baltık Denizi, Bengal Körfezi, Bering Denizi, Karadeniz, Karayip Denizi, Celebes Denizi, Doğu Çin-Sarı Deniz, Gine Körfezi, Japon Denizi, Akdeniz, Meksika Körfezi, Kuzey Denizi, Ohotsk Denizi, Umman Körfezi, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Solomon Denizi, Güney Çin Denizi, Sulu Denizi ve Timor Denizi/Arafura.

56 Örneğin, kıta sahanlığı.

57 VALLEGA A., The Regional Approach to the Ocean, the Ocean Regions, and Ocean Reginalizasition—A Post-Modern Dilemma, OCM, vol. 45/11&12, 2002, s. 727.

niteliğinde olmamalı58, deniz alanının çevresinin en az %50’si kara ile kapalı olmalı ve son olarak, bu denizi açık denizlere bağlayan çıkış, denizin toplam çevresinin %20’sinden fazla olmamalı.59 Aynı yazar sonraki tarihli bir makalesinde elli bin deniz mil karelik yüzey alanı, ana deniz olması ve etrafının en az %50’sinin karalarla kaplı olması şeklinde ifade ettiği bu kriterlerin değiştirilemeyecek sınırlamalardan ziyade, referans kriterler olduğunu belirtmiş ve bu denizlerin en azından iki devletle çevrili olması gerektiği şartıyla, kriterleri pekiştirmiştir.60

Yarı-kapalı denizler konusunu ele alan bir başka yazar olan Miller ise, yarı- kapalı denizlerin tespitinde göz önünde tutulması gereken bazı hususları belirtmektedir. Buna göre, bir denizin yarı-kapalı bir deniz olması için, her şeyden evvel büyük okyanusların-denizlerin ve küçük haliçlerin dışlanması gerektiğini; aynı şekilde, büyük bir deniz sisteminin ayrılmaz (integral) bir parçası olan körfezlerin, girintilerin ve koyların da dışlanması gerektiğini ve son olarak, eğer geniş haliçler olarak kabul edileceklerse sığ denizlerin de dışlanması gerektiğini belirtmiştir.61 Yazar, sayılan bu kriterlerle, kategoriye girebilecek denizlerin azaltılmasının sağlandığını, ama yine de ayrımın çok da kolay olmadığını vurgulamıştır.62

Her ne kadar bir hukukçu olsa da Anand, eserinde, coğrafî ve jeolojik olarak “kapalı denizler”i (enclosed seas) değerlendirmiştir.63 Bu bağlamda, kıtaların kenarları boyunca, okyanus havzalarından daha sığ ve az veya çok okyanuslardan ayrılabilen, kırk-elli civarında, küçük, genelde yarı-kapalı veya hemen hemen etrafı