• Sonuç bulunamadı

KÜRESEL ISINMA VE SUYUN KOBİLER İLE EKONOMİ POLİTİĞE ETKİLERİ

DEĞERLENDİRMELER

“Tarım Emperyalizmi ve Toprak Araklama”

Yeni Dünya Düzeni’nin temel yönetim araçlarından biri su ve gıdadır. Gelişmiş ve kalkınmakta olan bazı ülkelerin gözü, büyük tarım arazilerinde. Mali açıdan güçlü, kalabalık nüfusa sahip fakat su kaynakları bakımından fakir olan ülkeler, gelişmenin eşiğindeki ülkelerde hızla toprağa yatırım yapıyor. Almanya, İngiltere, İsrail, Çin, Güney Kore, Körfez ülkeleri ya da Hindistan gibi ülkelerden kamu ya da özel yatırımcılar, kalkınmakta olan ülkelerde satın alma ya da kira anlaşmalarıyla dev tarım arazilerini kendilerine bağlıyor. Buralarda üretilen gıda maddeleri sadece yatırım yapan ülkeye ihraç edilebiliyor. Dev arazilerde yerli halk yerlerinden sürülüyor, en büyük zararı kalkınmakta olan ülkelerdeki halk görüyor.19

Küresel gıda piyasasında fiyat patlamasının nereye varacağını hiç kimse bilmiyor. Ancak küresel gıda pazarının yeniden yapılandırılması gerektiği konusunda bir grup spekülatör hariç herkes hemfikir. Dünya nüfusunun Ekim 2011’de 7 milyarı geçmiş olması, gerek nüfus artışı gerek insan ömründeki uzama ile birlikte talepteki artış yanında, iklim değişikliklerinin sebep olduğu –buğday, mısır, soya fasulyesi, pirinç başta olmak üzere- rekolte düşüşü bölgesel ve küresel krizlere davetiye çıkarıyor. Yeryüzünün muhtelif bölgelerinde açlık krizinin yeniden gündeme geldiği görülüyor. Et tüketimindeki artış, biyoyakıt talebindeki olağanüstü artış gıda maddesi üretilen tarımlık arazilerin sanayi tarımcılığına ayrılmasına sebep oluyor. “Buna bir de borsalarda dönen dolaplar ekleniyor. Emtia borsalarındaki spekülasyon fiyatları şişiriyor. G-20’ler grubu tarım bakanları işte bu çarpıklıkları nasıl giderilebileceğini ve küresel gıda maddesi ikmalinin teminat altına alınabileceğini görüşmek üzere Fransa’nın başkenti Paris’te bir araya geldiler.”20 OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) G- 20’ler bir araya gelmeden önce bazı önerilerde bulundu. BM Gıda ve Tarım Örgütü ile ortaklaşa hazırladığı raporda, piyasa mekanizmalarında gerekli düzeltme yapılmadığı ve tarıma daha fazla yatırım yapılmadığı takdirde dünyanın çeşitli bölgelerinde AÇLIK AYAKLANMALARI patlamasının kuvvetle muhtemel olduğu ikazını yaptı.

Gerek BM, gerekse de OECD, gıda maddeleriyle spekülatif borsa işlemleri yapılmasının önüne geçilmesini sağlayacak mekanizmaların kurulmasının şart olduğunu belirtiyorlar. Bu arada Bonn Üniversitesi Kalkınma Araştırmaları Merkezi’nden Joachem Von Braun küresel gıda güvenliğinin ön şartı olan sürdürülebilir tarımcılığın ihmal edilmesi sebebiyle verimli toprakların tükenmek üzere olduğuna dikkati çekerek şunları ifade etti: “Karşı karşıya olduğumuz en önemli problem tarımlık arazinin tüketilmesi, ihmal edilmesi, hasta edilmesidir. Bence toprak en fazla üvey evlat muamelesi gören tabii kaynaktır.”

Madagaskar hükümeti, ülkenin tarım arazilerinin dörtte birini, 2008’de Güney Koreli Daewoo şirketine satmak istedi. Ancak şiddetli protestolardan sonra 2009 yılının ilkbaharında öfkeli çiftçiler Madagaskar hükümetinin devrilmesine sebep oldular. Gelişmiş ülkeler bu yöntemle kalkınmakta olan veya geri kalmış ülkelerde çok geniş araziler satın alıyorlar ya da kiralıyorlar. Üstelik araziler için ödenen milyarlar esas toprağın sahibi fakir halka değil hükümet mensuplarının cebine giriyor. Katolik yardım teşkilatı “Misereor”un yöneticilerinden Martin Bröckelmann Simon, “Geleneksel ekim sistemleri

18 Ercan Bayraktar, Milliyet-Cadde 34, 22 Ekim 2012. 19

Turquie Diplomatique’den “AYDIN” – İstanbul Aydın Üniversitesi Yayını, Eylül-Ekim 2011.

20

toprağın kullanılmıyor gibi kabul edilmesine ve üzerinde binlerce çiftçi ailesi yaşamasına rağmen, görevdeki hükümetler tarafından satılmasına yol açıyor. Bu insanların kısa bir müddet içinde topraklarını terk etmek mecburiyetinde kaldıklarına sıkça şahit oluyoruz” diyor. Simon’a göre bu tür yatırım operasyonlarına hedef olan ülkelerin gıda bağımsızlığı, büyük ölçüde tehlikeye giriyor ve böylece açlık, şehirleşme ve fakirlik gibi konularda meseleler artıyor.

Sanayileşmiş ve kalkınmış ülkenin geri kalmış ve/veya kalkınmakta olan ülkelerden arazi satın alma işi çoğunlukla gizli yapıldığından boyutu ile alakalı kesin rakamlar verilmiyor/bilinmiyor. Mesela 2003-2012 yılları arasında İsrail’in Türkiye’nin GAP bölgesinden örtülü operasyonlarla 400 bin dönümden daha fazla toprak satın aldığı, istihbarat raporlarına bile konu olduğu basına yansıdı. Araştırmalar yapılarak konuyla ilgili makaleler ve kitaplar yayınlandı.21 Öte yandan BM Gıda ve Tarım Teşkilatı’nın tahminlerine göre 2006-2009 yılları arasında sanayileşmiş ve kalkınmış ülkeler az gelişmiş ülkelerden 33 milyon hektarlık (330 milyon dönüm) arazi satın aldı. Bu neredeyse Almanya’nın yüzölçümüne yakın bir toprak ölçeğinde.

Washington’daki Milletlerarası Gıda Politikası Enstitüsü, toprak satın almaların tutarının 30 milyar doları geçtiğini tahmin ediyor. Yardım teşkilatı “Oxfam”ın Almanya kolundan Marita Wiggersale 2008’de patlak veren finans krizinden sonra toprak satın alımlarının hızla arttığına dikkat çekiyor ve şu görüşü ileri sürüyor: “2008’den bu yana gıda fiyatları çok arttı ve bu dönemde gelişmekte olan ülkelerden toprak satın alma eğilimi de güçlendi. Tabii olarak tarım arazileri, çekici bir yatırım aracı haline geldi. Bu dönemde spekülatif arazi satışları gündeme geldi. Bu anlamda Batı Avrupalı şirketler Romanya’nın yüz binlerce dönüm arazisini kelepir fiyata satın alarak kapattılar. Özellikle de Alman şirketleri Romanya’dan en fazla tarım arazisi alanlar.

Gıda fiyatlarındaki son artış öncesinde de bir milyar insan müzmin seyirli açlıktan mustaripti. Yeterli beslenemeyen iki milyar insanla birlikte bu sayı üç milyara ulaşarak dünya nüfusunun yarısının gıda tehlikesi altında olduğunu gösteriyor.

“Kenya’da yaşanan yıkıcı bir kuraklık ve sel döngüsü, iklim değişikliğinin yaratabileceği en korkunç sonuçları yansıtıyor ve ülkenin en fakir ve en büyük risk altındaki sakinlerinin sağlığını ve hayatını tehdit ediyor. Hükümetin tarımsal ve kırsal kalkınma projelerine, çevre programlarına fon sağlayarak milletin gıda üretimini iyileştirmeye çalışmasına karşın, para ve Batı tarımına dayalı tarım teknikleri doğru cevap olmayabilir.”22 Dünya Bankası’nın tahminlerine göre, “Tarımdan kaynaklanan gayri safi yurt içi hâsıla, fakirliği azaltma açısından, diğer sektörlerdeki kalkınmanın en az iki katı etkili.”23

1980’den günümüze tarımsal gıda yardımlarında yarıdan fazla azalma görüldü. Aynı dönemde Dünya Bankası da 1980’de 7.7 milyar dolar tarım kredisi vermiş iken 2004 yılında bu rakam 2.2 milyar dolara düştü. Bunun yanında tahıl verimliliğini artırmak için zaruri olan tarım araştırma ve geliştirme programları da gelişmekte olan ülkelerin hepsinde azaldı.

Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü, tarım ticaretindeki liberalleşmenin orta vadedeki en iyi çare olduğunu savunuyor. Her iki kurumun bu dayatması gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler için ölüm fermanı anlamına geldiğini belirterek Türkiye’den bir misal verelim. 24 Ocak 1980 Kararları ile cumhuriyet Türkiye’sinde uygulamaya konan neoliberal –pek çok ülkede olduğu gibi- iktisat politikaları Türk tarım ve hayvancılığına büyük darbe indirdi. Dünyanın kendi kendine yetebilen yedi ülkesinden biri olan ülkemiz artık gıda ürünleri ve meyve ithalatçısı. Üstelik Türkiye 30 yıldır uygulanan neoliberal

21

Hasan Taşkın, “İstihbarat Arşivlerindeki Gizli GAP Raporu”, Neden Yayınları, İstanbul, 2007.

22 Jeanne Roberts, “Yerli Gıdalar ve İklim Değişikliği” Dünyanın Durumu 2011, Worldwatch Enstitüsü, İş Bankası Yayınları, İstanbul

Kasım 2011, s. 52.

23

politikalarla hane halkı bazında 250 milyar TL kamu ve özel sektör bazında 580 milyar dolarlık iç ve dış borç stoku ile karşı karşıya.

1978 Washington Konsensüsü ile başlatılan küreselleşme ve neoliberalizm politikaları İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere –IMF, WB, WTO gibi uluslararası kurumlarla veya doğrudan- baskı yaparak onların pirinç, mısır vb. gibi geleneksel ürünler yetiştirmelerini engelledi. Söz konusu ülkeler genetiği ile oynanmış mısır başta olmak üzere ucuz tarım ürünleriyle fiyat rekabetine dayanamadılar. Neticede gelişmekte olan ve/veya fakir ülkeler önceden ürettiği miktar kendisine yeterken ithalatçı olmuşlardı. Gıda fiyatlarındaki artış ile bir kez daha darbe yediler. Fakir insanlar için çifte kavrulmuş durumu ortaya çıktı.

“Su meselesi” de Dünya Su Konseyi vasıtasıyla bütün neoliberal reçetelerde olduğu gibi işin

FİKRİYATI Dünya Bankası’na devredilmiştir.24 Dünya Su Konseyi 300 üyeli bir milletlerarası

kuruluştur. Ve ana programının oluşmasında SU SANAYİ diye anılan ulus ötesi şirketler ile Dünya Bankası’nın görüşleri ağır basar. Dördüncü Dünya Su Formu 16-22 Mart 2006’da Meksika’da, Beşinci Dünya Su Furmu da 2009 yılında İstanbul’da gerçekleştirildi. Küresel “su oyunlarının” , “özel sektör” ayağını Bechtel, Suez ve Vivendi gibi ulus ötesi şirketler oluşturuyor.

Gıda krizinin bir başka önemli faktörü küresel iklim değişikliği. Hasat ekosistemine göre sıcaklardaki her bir derecelik artış elde edilen tahılda % 10’luk bir rekolte kaybına sebep oluyor. 2010 yılının yaz aylarında sıcaklıkların mevsim normallerinin üstünde seyrettiği Rusya’da buna şahit olduk.

Toprak erozyonu, yeraltı su havzalarının tükenmiş olması, suyun şehirlere yönlendirilmesi, kuraklık gibi sebeplerle de gıda zincirinin denkleminde arz tarafı talebi karşılamakta yetersiz kalıyor.

Dünyanın ortalama nüfus artışı 1970’de yıllık yüzde iki iken 2010 yılında yüzde 1.2’ye düşmüş olmasına rağmen nüfus artış hızı gelişmiş ülkelerde daha düşük, geri kalmış ülkelerde daha yüksektir. Dünya nüfusu her yıl 86 milyon kişi artıyor. Tahıla olan talepte iki kat artış görülürken dünyamızdaki tarım alanlarının üçte birinin humusunu kaybettiği ve böylece bu toprakların verimliliğini yitirdiği tahmin ediliyor. Sulak araziler Ortadoğu’da yok olmaya başlarken Çin ve Hindistan ile ABD’nin güney tarafı susuzluk çekiyor.

Son 10 senede bir husus ortaya çıktı. Artık tarımsal verim artışında teknoloji işe yaramıyor. Gelişmiş tarım ülkelerinde ürün elde edebilmek için çiftçiler mevcut bütün teknolojiyi kullanıyor. Tarım verimliliğinde dönüm başına sürdürebilir bir artış sağlayan ilk ülke olan Japonya’da bile 1960’dan beri pirinç üretiminde bir artış görülmemektedir. Almanya, Fransa ve İngiltere dünya buğday hasadının sekizde birini yapar iken artık artış göstermiyor.

Grönland ve Batı Antarktika’daki eriyen buz tabakalarıyla birlikte bu yüzyılda deniz seviyesi 5- 10 metre yükselirse Asya kıtasındaki toplam 19 pirinç deltasının büyük zarar göreceği tahmin ediliyor.

Hâsılı artık küresel rekabette sadece ağır silahlar değil, besin ve su krizi de belirleyici. Üstelik daha şimdiden TARIM EMPERYALİZMİ deyimi literatüre girdi ve gelişmiş ülkeler muhtelif alavere- dalaverelerle fakir ülkelerden “toprak araklıyor”.

İleride çıkabilecek bir kıtlık veya gıda mahsulleri fiyatlarındaki artışlara karşı korunmak gayesiyle milletlerarası –ulus ötesi- şirketler ve ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkeler ile geri kalmış ülkelerden yapılan toprak satın almalarına İngilizcede “land grabbing” adı veriliyor.25 Oxfam gibi

yardım örgütleri bu uygulamanın fakirlik ve açlığı artırdığına dikkat çekiyor. Sonuçta savaş ve kıtlık olmamasına rağmen açlık ve fakirlik sürekli artıyor. Oxfam’ın Uganda’da belgelediği bir vakaya göre İngiliz bir yatırımcının Ugandalı yetkililer ile yaptığı anlaşma sebebiyle, dev bir çam ve okaliptüs

24

Korkut Boratav, “Su Kavgaları: Sıra Türkiye’de mi?”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2006.

25

plantasyonuna yer açmak için 22.500 kişi yaşadıkları yerleri terk etmek mecburiyetinde kalmış. Bu çiftçilere sorulmadığı gibi tazminat da ödenmemiş.

Alman Federal Tarım ve Tüketiciyi Koruma Bakanı Ilse Aigner, son yıllarda fakir ve gelişmekte olan ülkelerde 50 ila 80 milyon hektar (800 milyon dönüm-Türkiye kadar) toprak satın aldığını belirtiyor. Diğer taraftan Oxfam yardım teşkilatının tahminlerine göre 2001 yılından bu tarafa sanayileşmiş ve kalkınmanın eşiğindeki ülkeler fakir ve kalkınmakta olan ülkelerde 227 milyon hektarlık (2270 milyon dönüm-Batı Avrupa kadar) toprak satın aldı. Tarım alanlarının yabancı yatırımcılara satılması veya kiralanması Afrika boynuzunda yaşanan kıtlığın sebeplerinden biri olarak görülüyor. Bunun en bariz örnekleri Etiyopya, Somali, Kenya ve Cibutu. Etiyopya Tarım Bakanlığı’nın eski çalışanı Dawit Tesfaye, Afrika hükümetleri tarım politikalarını değiştirmezse gelecek senelerde durumun daha da kötüleşeceğini söylüyor. Tesfaye, tarım topraklarının yabancı yatırımcılara 80-90 yıl gibi oldukça uzun bir dönem için kiralandığına dikkat çekiyor. Tarım Gelecek Vakfı’ndan Benedikt Haerlin, kitleleri doyurabilmek için yeni teknolojiler yoluyla gıda üretiminin mümkün olduğunca artırılmasının –mesela genetikle oynama, GDO’su ile oynanma- ölümcül sonuçlara yol açabileceği uyarısında bulundu. Haerlin, endüstriyel tarım teknolojisinin açlık meselesini çözmekten ziyade daha da kötüleştirdiğine dikkat çekiyor ve şunları söylüyor: “sanayi ülkelerindeki beslenme modelinin aşırı şişmanlamaya yol açtığı artık açıkça görülüyor. Dünyada aşırı şişmanların sayısı aşırı zayıfları geçmiş durumda. Yanlış beslenmenin önümüzdeki en büyük sağlık meselesi olduğu da aşikâr. Yani mevcut beslenme modeli, açlığın üstesinden gelebileceğimiz bir araç olamaz.”

Dünyada büyük yankı yapan 2008 yılındaki Dünya Tarım Raporu, Dünya Bankası, Dünya Sağlık Teşkilatı ve Dünya Gıda Teşkilatı tarafından yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştı. Rapor endüstriyel tarıma karşı açıkça cephe alıyor, organik tarım ve küçük çiftçilerin desteklenmesini talep ediyor, yeşil gen teknolojisi, kimyasal tarım ve tohumların patentlenmesine savaş açıyor.

BM Kalkınma Programı’nın raporuna göre dünya nüfusunun % 25’i dünyadaki toplam servetin % 80’ine sahip. Yüz milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşarken zengin ve yoksul arasındaki makas giderek açılıyor. “Kamerun’dan Almanya’ya, Hindistan’dan Brezilya’ya kadar dünyanın her ülkesinde gelir dağılımındaki dengesizlik artıyor. BM Kalkınma Programı’nın hazırladığı bir rapor bu olumsuz gelişmenin özellikle son 20 yılda giderek hızlandığını gösteriyor. Zengin ve fakir arasındaki uçurum, kalkınmakta olan ülkelerde daha fazla açılıyor. Ancak sanayi toplumlarında da durum bugüne kadar sanılandan daha vahim. ABD Başkanı Barack Obama’nın hazırladığı istihdam paketi bile, zengin ülkelerin dengeli bir gelir dağılımından ne kadar uzak olduğunun göstergesi. İnsanların gelirleri geçinmeye yetmiyor. Hem zengin ve hem de fakir ülkelerde geçim masrafları bütün dünyada artarken, maaşlar yerinde sayıyor. Sağlık ve eğitime ayrılan para azalırken, sosyal güvenlik alanı da sürekli kısıntılara maruz kalıyor.”26

“Paylaşabilmek için önce bir zenginlik yaratmamız gerekir. Zenginlerin daha da zenginleştirilmesiyle fakir insanlar da uzun vadede zenginleşebilir.” Damlama ekonomisi olarak bilinen yukarıdaki fikir, ilk engeline takıldı. “Büyümeyi kolaylaştırıcı zengin yanlısı politika” arasındaki olağan ikileme rağmen, zengin yanlısı politikalar son 30 yılda büyümeyi hızlandıramadı. Bu nedenle bu fikrin ilk adımı, başka bir deyişle zenginlere daha büyük bir dilim ayırmanın pastanın büyümesini sağlayacağı görüşü artık geçerli değil. İkinci adımda en üst seviyede yaratılan zenginliğin damlaya damlaya fakirlere ulaşacağı görüşü de geçerli değil. Damlama gerçekleşiyor ama piyasaya bırakırsak etkisi çok yetersiz kalıyor.”27

26

Tilmann Kleinjung-Chi Viet Giang, Aydın, Kasım-Aralık 2011.

27

Neoliberal küreselleşmenin fakirlik tuzağı iki yönlü çalışıyor:

1- Fakir ülkelerden zengin ülkelere etkisi bugün tam olarak anlaşılamayan kaynak transferi oluyor. Böylelikle fakir ülke daha çok fakirleşiyor. Zengin ülke daha çok zenginleşiyor.

2- Aynı ülke içinde zengin-fakir farkı artıyor. Bunun içindir ki, Türkiye’deki milyarder sayısı Japonya’dan daha çoktur.

Tunus’ta ve Mısır’daki halk isyanı bu sürecin getirdiği bir sondur. Dikta rejimler veya devşirilmiş hükümler Batı’nın önde gelen ülkeleriyle işbirliği yapıyor. Gizli gizli kendi halkını soyuyor. Varlıklarını, kârlı işletmelerini yabancıya satıyor. Sonunda fakirlik ve işsizlik artıyor ve patlıyor.28 Diğer

taraftan ABD Nüfus Bürosu’ndan yapılan açıklamaya göre ABD’de yoksulluk sınırı olan 10830 doların altındaki gelir sahiplerinin sayısı son 15 yılın (1995-2010) zirvesine çıkarak yoksulluk oranı % 14.3’e çıktı. Bu arada ülkedeki sigortasızların sayısı 2008’de 46.3 milyon iken 2009’da 50.7 milyona çıktı. Üstelik bu durumdan en çok Latinler ve siyahlar etkilendi.29 2008 krizi kısıtlanmayan finans piyasalarının

felakete yol açtığını kesin şekilde ortaya koydu. Yine bu kriz sayesinde, devletin müdahalesi olmadan neoliberal kapitalizmin işlemesinin neredeyse imkânsız olduğu da açıkça gösterilmiş oldu. Aslında neoliberal kapitalizmin güdümlü bir kapitalizm olduğu görülür.30

BM bünyesinde uzun yıllardır açıkça mücadele eden İsviçreli bilim insanı Jean Ziegler’in yayınlanan kitabının adı “Kitle İmha Silahı”. Kitabın yazarı Ziegler, “Açlıktan ölen her çocuk tasarlanmış bir cinayettir” diyor.

Uzmanların hesaplamalarına göre dünyamız mevcut durumuyla 12 milyar insanı besleyebilecek durumda diyor Ziegler. Buna rağmen her saniyede olmak üzere günde 37 bin insan açlıktan ölüyor. Bunun esas sebebi özellikle fakir ülkelerin “rezerv gıda stoklarından mahrum bırakılmasıdır. Bunu yapan zengin ülkelerdir.

Ayrıca çoğu fakir olan söz konusu ülkelerin gıda spekülatörlerinin doymak bilmeyen kâr iştahıyla doruklara ulaşan gıda fiyatlarına kolay kolay ulaşması mümkün değildir. 2008-2009 krizlerinde borsalarda büyük paralar kaybeden bankalar ve büyük finans devleri, kısa zamanda çok kâr getiren gıda spekülasyonlarına girmişler, böylece aç ülkeler sağlanan yardımlarla yeteri kadar hububat almayı gerçekleştirememişlerdir. Dünya Gıda Programı (PAM) dünya çapında sağlanan senelik 6 milyar dolarlık yardımı 2.8 milyar dolara düşürmek mecburiyetinde kalmıştır. Çünkü zengin ülkeler taahhütlerini yerine getirmemektedir. Şu saçmalığa bakar mısınız? Avrupalı ülkeler Yunanistan’ın borçlarını ödemekte zorlanan bankalara 162 milyar Avro sağlarken Kenya’da dünyanın en büyük sığınma kampı Dadaab’da ölmek üzere de olsa açları kabul edememiştir. Ziegler’in sözüne bir söz ilaveye gerek var mı?

Bu arada “şeytan” olarak tanımlanan GDO’lu ürünlerden ABD’nin GDO(genetiği değiştirilmiş organizma) içeren mısırlarının meme kanseri riskini artırdığı ve organlara zarar verdiğini ortaya koyan bir bilimsel araştırmanın yayınlanmasından sonra Rusya ABD’den mısır ithalatını yasakladı. Fransız Caen Üniversitesi’nin iki yıl boyunca GDO’lu mısırla deneye tabi tuttuğu farelerin meme kanseri ile karaciğer ve böbrek hasarı riskinin arttığı açıklanmıştı.31

Bu arada bir hususu belirtelim. Tabiatın ilk kitlesel soykırımı Vietnam’da ABD ordusu tarafından Turuncu Ajan bombasıyla yapılmıştı. Savaş biteli on yıllar oldu.(1995) Ölüler gömüldü ama

28

Esfender Korkmaz, “Küreselleşme Fakirliği Artırdı”, Türkiye’de Yeniçağ, 9 Şubat 2011.

29

Hürriyet, 18 Eylül 2010.

30 Costas Lapavitsas, “Finansallaşmış Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere”, Ed. Costas Lapavitsas, “Finansallaşma ve

Kapitalizmin Krizi”, İçinde, Türkçesi: Tuncay Öncel, Yordam Kitap, İstanbul 2009, s. 14.

31

yoğunlaştırılmış tarım ilacının yüz binlerce Vietnamlının bedenleri ve ruhları üzerindeki ürkütücü etkisi sürüyor. Turuncu Ajan’ı üreten “Monsanto” şirketi ise artık GDO ürünleri satıyor.32

Zengin veya gelişmekte olan ülkeler özellikle 1978 Washington Konsensüsüyle dayatılan neoliberalizm ile bir avuç seçkini daha zengin eden politikaları son 30 yıldır insafsızca uyguladılar. Çünkü IMF, WB, WTO gibi milletlerarası kuruluşlar eliyle neoliberal iktisat politikaları gerek askeri darbeler gerekse psikolojik harp metotlarıyla söz konusu ülkelere dayatıldı. Georges Bernados’un deyimiyle “Tanrı’nın bizimkilerden başka elleri yoktur”. Yeryüzünde olup bitenler insan eliyle gerçekleştiriliyor. Günümüzde dünyadaki en zengin 225 kişinin varlığı, alt gelir düzeyindeki 2.5 milyar insanın varlıklarının toplamından daha fazladır. Açıkçası seçkinler cennetini bu dünyada kurarken neoliberalizmin çarpık, yozlaşmış sosyo-ekonomik düzeninde fakirler “öte dünya cenneti” düşleriyle oyalanmaktadır.

Neoliberalizmin dünyasında gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerin büyük bölümü işbirlikçi, kurnaz ve zorba “kleptokratlar” yani hırsız yönetimler tarafından idare edilmektedir.

Türkiye ve GDO’lu ürünler meselesi ise tam bir muamma. ABD’nin GDO lobisinin Türkiye’deki “bilinçlendirme” çalışmaları Wikileaks’e yansıdı. Lobinin Türk hükümetini nasıl etkilediğini orada bulabilirsiniz. Buna mukabil AB ülkeleri GDO ürünleri karşısında oldukça sert tutum sergiliyorlar.

Türkiye’de GDO lobisinin/ABD’nin baskısıyla 31 Ekim 2006’da “Tohumculuk Kanunu”