• Sonuç bulunamadı

1.6. Dünya’da ve Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizlerin Kısa Tarihi

1.6.1. Dünyada Yaşanan Finansal Krizlerin Kısa Tarihi

Finansal liberalizasyon süreci ile beraber finansal krizlerin yaygınlaştığı ve giderek daha da küresel bir hal aldığı bilinmektedir. Bununla beraber kapitalizmin gelişme süreci içerisinde yaşanan en büyük kriz olan 1929 Ekonomik Burhan’ının ardından geçen yaklaşık yarım asırlık süreç içerisinde sonuçları itibariyle büyük ve küresel sayılabilecek bir krize rastlanmamaktadır. 1990’lı yıllarla beraber, ekonomilerin önemli ölçüde dışa açılmış buna bağlı olarak finansal krizlerin ortaya çıkma frekansı artmış ve yayılma etkisi de giderek güçlenmiştir.

1.6.1.1. Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (ERM) Krizi

Gelişmekte olan ülkelerde 1990’lı yıllardan itibaren şiddetli ve sonucunda kapsamlı restorasyon gerektiren finansal krizler yaşanmıştır. Bunlardan ilki finansal serbestleşme sonrasında 1992-1993 yıllarında Avrupa Birliği ülkelerinde ortaya çıkan Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (ERM) krizidir. Bu kriz, yaygınlık açısından uluslararası temelli ilk büyük krizdir.

ERM krizinin çıkmasından özellikle ABD faiz oranlarına göre yüksek olan Avrupa ülkeleri faiz oranlarının yabancı sermayeyi bu istikrarlı bölgeye çekmesi, ülke paralarının aşırı değerlenmesi ve cari açıkların artması en önemli faktördür (Fratzscher, 2002: s.15). Bununla birlikte krizden önce Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanan gevşek maliye politikaları ile sıkı para politikalarının da krizi tetiklediği bilinmektedir. Uygulanan sıkı para politikaları neticesinde yüksek tutulan faiz oranları ile yabancı sermayenin cari açığın finanse etmesi hedeflenmişse de, bu durum sabit sermaye yatırımlarından daha çok sıcak paranın girişine dönüşmüştür. Bu tutarsız politika da resesyonla neticelenmiştir.

Bütün bu faktörlere bağlı olarak ERM Krizi, sabitlenmiş döviz kurunun, aşırı değerli paraların, finansal liberalizasyonun, çelişkili politikaların ve uluslararası sermaye piyasalarındaki spekülatif davranışların bir sonucu olarak oluşan bir para krizidir (Yay vd., 2001: s.32). Krizi önlemek adına yapılan müdahalelerin sadece döviz kuru üzerinden olması ve döviz rezervlerine duyulan güven üzerinden yapılması da krizi önlemeye yetmemiştir.

1.6.1.2. Meksika Krizi (1994-1995)

ERM Krizini takip eden dönemde yaşanan en önemli ve karakteristik krizlerden bir tanesi de Meksika’da baş gösteren finansal krizdir. Esasen Meksika’da yaşanan krizin temel sebebi başlarda çekici olan sıcak paranın giderek risk haline gelmesidir. Meksika’daki sıcak para; siyasi istikrarsızlığa bağlı olarak ülke parasının ani değer artışı, cari açığın finanse edilemez artışı ve tasarrufların giderek artması nedeniyle ülkeden ani çıkışı krize neden olmuştur.

Yanı sıra, bankacılık sektöründeki yaşanan sorunlar ve kamu borç yükünün de krizin başlamasına etki ettiği bilinmektedir.

1990-1993 arası dönemde ülkeye özel yabancı sermaye girişi 72,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. 1994 yılına girildiğinde kimse bir kriz öngörmemiştir. Aksine 1993 sonunda NAFTA’ya girişin Amerikan Kongresi’nde onaylanması ile birlikte yabancı sermaye ile ilgili beklentiler daha fazla artmıştır. Ancak 1994’ün sonuna doğru oluşan panik havası ile ülke döviz rezervleri 26 milyar dolardan 6 milyar dolara gerilemiştir. Bu olayı 20 Aralık 1994 tarihinde büyük bir devalüasyonun takip etmesi ise finansal krize ortam oluşturmuştur (Dorukkaya ve Yılmaz, 1999: s.122).

1.6.1.3. Güneydoğu Asya Finansal Krizi (1997)

Güneydoğu Asya Krizi’ni de tetikleyen mekanizma tıpkı Meksika’da olduğu gibi paranın aşırı değerlendirmesini bertaraf etmek için Tayland para biriminin yüzde 40 oranın da devalüe edilmesidir. Tayland da yaşanan bu beklenmeyen gelişme bir anda bölgesel bir nitelik kazanarak bölgedeki yabancı sermayenin güveninin

azalmasına neden oldu. Kısa sürede özellikle Güney Kore ve Endonezya’ya yayılan ve Hong-Kong, Malezya, Filipinler ve Singapur’da kriz bölgenin yatırım güvenliğinin yeniden sorgulanmasına neden oldu. Bölgede daha önceden yabancılar tarafından yapılan, hisse senedi, hazine bonosu ve devlet tahvili gibi yatırım araçlarına yapılan yatırımın bir anda elden çıkarılıp dolara çevrilmesi de krizi derinleştirmiştir.

IMF (2002), Asya Krizi’nin kökeninde, özel sektör dengesizliğinin yattığını belirtmektedir. Asya Krizine nedenlerinden birisi olan cari işlemler açığı ile ölçülen dış dengesizliğin nedeni sürdürülemeyen yatırım genişlemesidir.

Asya Krizi’ni açılmaya yönelik ilk yaklaşımlar, Asya Krizi’nde bölge ülkelerindeki yapısal ve politik bozulmalara dikkatleri çekmektedir. Güney Kore, Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland, Singapur, Hong Kong, Çin ve Tayvan’da makroekonomik dengesizliğin kaynağı yapısal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler; cari hesap açıklarında, yurt dışı borçlanmalarda, büyüme ve enflasyon oranlarında, tasarruf ve yatırım oranlarında, bütçe açıklarında, reel döviz kurlarında, yabancı rezerv miktarında, borç ve karlılık oranlarında, bütçe açıklarında, bankaların aşırı borç vermelerinde, kredi genişlemelerinde, finansal kırılganlıklarda, sermaye giriş ve çıkışlarında ve politik istikrarda görülen olumsuzluklardır (Corsetti vd., 1998: s.1). Buna ilaveten krize, bankacılık sektörünün ani ataklarının da piyasalarda paniğe neden olduğu ve kriz öncesinde piyasalarda gözle görünen makroekonomik bir sıkıntı olmamasına rağmen yaşanan kötümser beklentilerin neden olduğu da belirtilmektedir.

1.6.1.4. Rusya Finansal Krizi (1998)

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından belki de en çok etkilenen alanlardan bir tanesi ekonomi olmuştur. Sosyalist ekonominin getirdiği hantal yapıdan kurtulabilmek adına Rusya’da pek çok ekonomik reform yapılmaya başlanmıştır. Her ne kadar yapılan reform uygulamaları Rusya ekonomisinin iyileşmesinde belirli bir fayda sağlasa da bu reformlar ekonominin temelindeki yapısal kırılganlıkları gidermeye yetmemiştir. Bu kırılganlıklar ülkenin ekonomik

yapısını krize meyilli hale getirirken öte yandan Güneydoğu Asya’da baş gösteren kriz de kırılganlıkların artmasına neden olmuştur.

Yapısal reformlara rağmen Rusya, ekonomik istikrarı sağlamada ve ekonomik dengeleri kurmada başarılı olamamıştır. Bu süreçte Rusya; GSYİH’da ve üretimde düşüşler, sürekli ve yüksek oranlı enflasyon, mali gelirlerde görülen gerileme, uygun kur politikalarının uygulanamaması, dış mali yardım sorunları, finansal sektör reformunda karşılaşılan güçlükler, özelleştirme ve işletmelerin yeniden yapılandırılması, hükümet harcamalarının sağlıksız durumu, reel ücretlerde yaşanan düşüş, kişi basına doğrudan yatırımlarım seviyesinin düşük kalması gibi sorunlarla karşılaşmıştır (Malkoç, 1998: s.5).

Her ne kadar piyasalardaki güven kayıpları ve finansal sistemin yetersizliği de krizin nedenleri arasında yer alsa da, Rusya krizinin temel nedenli olarak bütçe açıkları gösterilmektedir. Rusya’nın maaş ve ücretleri dahi ödeyememesine neden olan kriz şu şekilde gelişmiştir:

1997 Kasım ayında Doğu Asya Krizi’nin başlaması ile birlikte Ruble spekülatif atağa maruz kalmıştır. Rusya Merkez Bankası parayı savunma amacıyla yaklaşık 6 milyar Dolar rezerv kaybına uğramıştır. Mart ayının sonlarına doğru politik ve ekonomik durum daha kötü hale gelmiştir. ABD’deki ve Almanya’daki yüksek faiz oranları, yatırımcıların ihtiyatlı davranmasına neden olmuş ve hükümet üzerindeki gerilimi artırmıştır. 1998 Nisan ayında Ruble üzerine başka bir spekülatif atak gerçekleşmiştir. Mayıs ayında Rusya Merkez Bankası başkanı Dubin’in borç krizi konusunda hükümeti uyarması, devalüasyon kararı alınacağı yönünde algılanmıştır. Devlet başkanının, vergi gelirlerinin amaçlanan hedeften %26 oranında aşağıda gerçekleştiği ve hükümetin “çok fakir” olduğu açıklaması, insanlarda Ruble’nin devalüe edileceği beklentisini artırmıştır. 19 Mayıs’ta Rusya Merkez Bankası, ödünç oranlarını %30’dan %50’ye yükseltmiş ve Ruble’yi 1milyar ABD Doları ile savunmuştur. 27 Mayıs’ta Rusya Merkez Bankası ödünç oranını %150’ye artırmıştır. 1998 Mayıs’ta Rus tahvil ve hisse senedi piyasalarında %39 değer kaybı yaşanmıştır. Faiz oranları yükselişi ilk olarak, Rusya’nın gelirler problemini artırmış ve faiz borçlarının hızlı bir şekilde artmasına neden olmuştur. Bu ise, yatırımcılarda

borçların finansmanı için hükümetin devalüasyona gideceği korkusu yaratarak döviz kuru üzerinde baskı yaratmıştır. İkinci olarak yüksek hükümet borcu, firmaların yeni sermaye için ödünç elde etmelerini engellemiştir (Chiodo; Owyang, 2002: s.9).

Krizin etkilerinden kurtulmak için Rusya’nın aldığı önlemler yetersiz olmuş ve 1998 yazına gelindiğinde piyasalar çökmüş ve iflas etmiştir. Elindeki tüm yabancı rezervi kullanarak etkilerini hafifletmeye çalıştığı kriz neticesinde çaresiz kalan Rusya Ağustos ayının ortalarında Ruble’yi devalüe etmek zorunda kalarak pes etmiştir.

1.6.1.5. Arjantin Krizi (2001)

Arjantin ekonomisi büyük yıkıma neden olan 2001 yılında yaşadığı krizden önceki 20 yıllık zaman dilimini başarısız olmuş istikrar programları, yapısal yüksek enflasyon ve yoğun dolarizasyon üçgeni içinde geçirmiştir. Kamunun sürekli artan borcu ve bir türlü dışa açılımın sağlanamaması da ülke içerisindeki kullanılabilir kredi miktarının sürekli düşük seviyede kalmasına neden olmuştur. Tüm bu olumsuzluklarla uğraşan Arjantin 1994 yılında Meksika’da başlayan ve Tekila etkisiyle Latin Amerika’ya yayılan krizden en çok etkilenen ülke olmuştur.

Meksika Bankası yerine İngiltere’nin uyguladığı gibi uygulanan kur rejimi, yani pezonun birebir dolara bağlanması ve dolar girişi olmadan pezo arz edemeyen bir para kurulunun mevcudiyeti ile Meksika Krizi’nden etkilenmeyeceğini düşünen Arjantin’de; uygulanan yüksek faiz oranları üretimde düşüşlere neden olmuştur. Yabancı sermaye ülkeden çıkmaya başlamış ve ayrıca Amerikan dolarının Avrupa paraları ve Japon yeni karşısında değer kazanması ülkenin ihracatını da sıkıntıya sokmuştur. Bu nedenle de üretimde yaşanan düşüşün yanı sıra gelirlerde de düşüş yaşanmıştır (Akdiş, 2000: s.63).

Bu olumsuzluklarla mücadele etmek adına Arjantin, iç talebi kamu alımları ile artırmak gibi bir politika seçmiş ancak bunun karşılığında gerekli olan finansmanı ise dış borç ile sağlamaya çalışmıştır. Kısa vadede ekonomik büyüme sağlayan bu sistemin devamlılığı açısından özellikle bankalar üzerindeki denetimin ihmal edildiği ya da bilerek yapılmadığı dönem, alınan dış borçların ödenmesinin zora girdiği ana

kadar devam etmiştir. Dolayısıyla 2001 yılında baş gösteren krize, yüksek kamu açıkları ve bankacılık sistemindeki denetimsiz yapı neden olmuştur.

Kasım 2001’de başlayan finansal kriz önemli ölçüde geçmiş on yılda kamu maliyesi ve finansal sistemde biriktirilen sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bununla beraber, sorunun sadece ekonomik gerekçelerden kaynaklanmamakta, sosyal ve siyasi boyutlara da dayanmaktadır (Taylor, 1997: s.153).