Eylül 1964'te Şiab'in süresinin bitmesinden önce 18 Ağustos 1964’te Charles Hilu cumhurbaşkanlığına seçildi ve görevi 23 Eylül 1964’te devraldı. Hilu, (yayımcı, diplomat, kabinede bakan ve emekli politikacı,) ileri gelen liderler arasında karşılıklı ödünler verilerek seçilen bir Cumhurbaşkanı oldu. Hilu, Arapça’da tatlı demekti. Onun 1964-1967 dönemini gerçekten bu kelime çok iyi ifade etmektedir. Hilu görevi devraldığında, yalnızca Basra Körfezi ülkelerinin şeyhlerinden ede ettiği gelir, 3 milyar doların üzerindeydi. Bütün petrol zengini ülkeler, paralarını Lübnan’da saklıyorlar, kraliyet aileleri ve diğer zengin Araplar, Lübnan’da tatillerini geçiriyor ve alışverişlerini Lübnan’da yapıyorlardı. Çünkü, burada istedikleri her şeyi bulabiliyor ve en önemlisi, buradakiler kendi dilinden konuşuyorlardı. Bunlara ilâve olarak, Lübnan’da istedikleri gibi, Fransız lokantalarında ıstakoz, İskoç salamon balığı, Danimarka salamı, İngiliz eti yiyebiliyorlar, rafları dünyanın en pahalı içkileri ile dolu olan barlarda içki içebiliyorlardı. “The Casino du Liban’da (Lübnan Gazinosu) en seçkin gösterileri izleyebiliyor ve Beyrut’un Borg Central Meydanında batılı kadınları kolaylıkla bulabiliyorlardı. Mağazalar ise ağzına kadar ithal malları ile doluydu. Yeni zengin olmuş Araplarda alışveriş kültürü de tam olarak gelişmediği için, neyin iyi, neyin kötü olduğunu da tam olarak kavrayamadıklarından, tüccarlar satışlardan çok memnundular.211 Fakat bu göz boyayıcı gelişme ve zenginliğin arkasında büyük çarpıklıklar bulunmaktaydı. Dağlık ve kırsal kesimin az gelişmişliği, eğitimdeki yetersizlik ve ekonominin sanayi temelinin bulunmaması Lübnan’ın en büyük güçlüklerindendi. Hilu’da Şiab’ın yolundan giderek, ülkenin altyapısını güçlendirme işine devam etti. Ancak, Hilu’nun döneminin tam ortasına aniden başlayan 1967 Arap – İsrail savaşı nedeniyle bu gayretleri yarıda kaldı. Aslında, Lübnan bu savaşa katılmadı ama, bu savaş, Lübnan’ın 1948’den bu tarihe kadar karşılaştığı en büyük sorun olarak karşısına çıktı.
1.20 1967 Arap – İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı)
5 Haziran 1967, sabah saat 7.30’da, İsrail Jetleri Mısır, Suriye ve Ürdün’ün hava alanlarını ve radar mevziilerini bombalamaya başladılar. Birbiri ardına gelen akınlarla bu üç ülkenin hava gücünü tamamen bertaraf ettiler. Hava gücü kalmayan Arap birlikleri, İsrail tankları ve uçakları karşısında tutunamayıp geri çekilmeye başladılar. İsrail uçakları, bu orduların geri çekilmesine de müsaade etmediler ve altı gün gibi kısa bir zamanda üç ülkenin hem hava gücünü hem de kara birliklerini toptan imha ettiler. Yalnız Sina Cephesinde, Mısır’ın 100.000’den fazla askeri İsrail kuvvetlerine teslim oldu. İsrail, bütün Sina yarımadasını, Suriye Cephesinde, Golan Tepelerini, Ürdün cephesinde ise, Kudüs’ün geri kalan yarısını ve bütün Batı Şeria bölgesini ele geçirdiler. Derhal, Yahudiler için kutsal sayılan, Yahudilerin 2000 yıldır ele geçirmek için dua ettikleri Süleyman Tapınağının kalıntısı olan Ağlama Duvarının etrafındaki bütün binaları ve dükkanları yerle bir ettiler ve böylece 2000 yıllık görev tamamlanmış ve zafer kazanılmıştı. İsraillilerin bu zaferi, Nasırın ve dolayısıyla Arap Birliği (pan-Arabizm) düşüncesinin sonu oldu. İsrailliler, ayrıca Filistin olayının da sonunun geldiğine inanıyorlardı. Ancak Filistin olayı yeni başlıyordu. Çünkü, 500.000’den fazla Filistinli yerlerinden olmuş ve şimdi başka ülkelerde mülteci olarak yaşıyorlardı. Bunların 150.000’de Lübnan’da bulunuyordu.
Raşit Kerami, Altı Gün Savaşında Başbakan olarak bulunuyordu. Orduya İsrail’e karşı savaşa girmesini emretmesine rağmen, Hıristiyan Ordu Komutanı bu isteği reddetti Hıristiyan Ordu Komutanı ile Müslüman Başbakan arasındaki anlaşmazlık kısa sürdü; çünkü savaş çok kısa sürdü. Beyrut’ta batı karşıtı gösteriler bir miktar sürdü ve bu da uzun ömürlü olamadı. Lübnan, tekrar İsrail, batı ülkeleri ve Arap Dünyası arasındaki ince çizgide yaşaması gerektiğini tekrar hatırladı.212 Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi. 1967 Altı Gün Savaşı bölgedeki sınırları, yerleşimleri, rejimleri, inanışları, en önemlisi bölgedeki yaşamı kökünden değiştirmişti. 1967’den sonra, yeni bölgesel düşmanlıklar Lübnan’ın taraf olmadığı mücadelelerini Lübnan’ın etrafında ve içinde devam ettirmişlerdi. Bu durumda, bütün gruplara eşit yaklaşan ve dini ve ailevi sadakatten çok milli bilincin gelişmesine gayret gösteren Şiabizm’in devamına imkân yoktu ve bu
savaş Şiabizim’in sonu oldu. Lübnan’daki sistemin düzelmesi için bir ümitte Lübnan’ın dışındaki bölgesel güçler arasındaki mücadele nedeniyle tükendi. Arap Dünyası ve Filistinliler için bir başka tükenen ümitte Nasır’dı. Nasır, yıllarca radyolardan mülteci kamplarında kalan Filistinlilere İsrail’i mutlaka yeneceklerini ve Filistinlilerin evlerine döneceklerini vaat ediyordu. Bu nedenle Filistinliler 1948-1967 yılları arasında kaybettikleri toprakları yeniden ele geçirebilmek için bütün umutlarını diğer Arap ülkelerine bağlamışlar ve Filistin milliyetçiliği daha geniş kapsamlı Arap milliyetçiliği ile özdeşleşmişti. Bu ümitle yıllarca yaşayan Filistinliler 1967 savaşında Arap ordularının uğradığı yenilgiden sonra, bu ümitlerini de kaybettiler, Filistinliler, aralarında ülkelerinin kurtuluşunun ancak kendi çabaları ile sağlanabileceği kararına vardılar ve kendi işlerini kendileri yapmak üzere harekete geçtiler.213
1964 yılında Kahire’de yapılan Arap Ligi toplantısında, Filistin Kurtuluş Örgütünün kuruluşu kabul edildi. Dağınık bir şekilde bulunan Filistin’in kurtuluşu için çalışan birçok örgüt bir çatı altında toplanmış oldu. Ancak, 1967 Savaşından da önce bazı gruplar, kontrolsüz faaliyet gösteriyorlardı. Bunlardan, Yaser Arafat’ın El-Fetih (Fatah) grubu ile, George Habbaş’ın Filistin’in Kurtuluşu için Halk Cephesi (Popular Front for the Liberation of Palestine, PFLP) en önemlileriydi. El-Fehih grubunun tek amacı atalarının toprağına tekrar dönmekti. PFLP’nin amacı ise Filistin topraklarında Marksist ideolojiye dayanan bir idare kurmaktı. Bu ideoloji nedeniyle, bu grup, Lübnan’daki aşırı uçlardaki gruplarla kolayca irtibat kurdu.
1967 Savaşında, Nasır ezilerek yenilince, Filistinliler, Nasır’ın ortaya attığı ve yürüttüğü Arap Birliği stratejisinden ayrı olarak kendi milli stratejilerini çizdiler. Yaser Arafat bu stratejiyi Savaştan sonra şu şekilde Filistinlilere ulaştırdı.
“Biz Birleşmiş Milletlerden adalet için, bütün dünya devletlerinden adalet için, Birleşmiş Milletlerde toplanan bütün dünya hükümetlerinden adalet için, insanlarımız yıllarca çadırlarda ve mağaralarda acı çekerken, bekledik ve bekledik. Bizim hiçbir ümidimiz gerçekleşmezken, bizim halkımızın dağıtılması ve ezilmesi artırıldı. Biz şimdi inanıyoruz ki bizim evlerimize ve toprağımıza
213 Mansfield, Peter, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, Çev. Salih Yurdakul, Söylem
dönmemiz için tek çıkar yol silâhlı mücadeledir.” Bu konuşmadan sonra, Filistinliler ile İsrail arasında silâhlı mücadele başlamış oldu. Bu sırada Lübnan’da 150.000’den fazla Filistinli Mülteci yaşıyordu. Lübnan mülteci kamplarında yaşayan Filistinliler, fedai grupları veya komando timleri şeklinde teşkilatlandılar. Bu teşkilatı destekleyenler, kamplarda yaşayanların küçük bir kısmıydı. Büyük çoğunluk bunlardan uzak duruyordu. Burada teşkilatlanan ve eğitilen gruplar İsrail içine sızarak faaliyet gösteriyor ve geri dönüyorlardı veya sınırın ötesine topçu ve havan atışları ile İsrail’e zarar verdirmeye çalışıyorlardı. Filistinlilerin mülteci kampları da her Filistin Komando akınından sonra İsrail tarafından bombalanıyordu.
28 Aralık 1968 tarihinde, İsrail komandoları Beyrut Uluslararası Havaalanına bir baskın düzenleyerek Lübnan Havayollarının (Middle East Airways, MEA) on üç uçağını yerde tahrip ettiler. Bu Lübnan’a bir ültimatomdu. Eğer Filistinli gerillalar İsrail’e yaptıkları akınlara devam ederlerse İsrail, bunun öcünü Lübnan’dan alacaktı. Bir anda Lübnan, İsrail ile Filistin gerillaları arasındaki mücadelenin içine çekilmiş oldu. Hilu’nun tatlı dönemi sona ermiş oldu. 214 Başlangıçta, yerlerinden olmuş ve mülteci durumuna düşmüş bu insanlara Lübnan bütün olarak sempati ile baktı. Ancak onların Lübnan içinde mevcudiyetlerinin yarattığı huzursuzluk ve Lübnan’ın dini gruplar arasındaki dengesinin ve birliğinin bozulması tehlikesi ortaya çıkınca, Hıristiyanlardan başlamak üzere bu sempati kayboldu ve gruplar, Filistinlileri ülkeden çıkartmak için bir araya gelmeye başladılar.
Filistin problemi Lübnan için giderek büyüyordu. 1969’dan itibaren caddelerde silâhlarını açıkta taşıyarak dolaşmaya başladılar. Amerikan Üniversitesinde okuyan öğrencilerden ise 20 Lübnan Lirası Filistinlilere yardım parası topluyorlardı. Şehir içinde oturanlar, elektrik, su gibi ücretleri vermedikleri gibi, trafik kaidelerine uymuyorlar, park parası, trafik cezası ödemiyorlar, kısaca şehir yaşamını ve düzenini tehdit ediyorlardı. Lübnan’ın güneyinde yerleşik bulunan fakir Şiilerden de koruma parası adı altında para topluyorlardı. Filistinliler, Lübnan’ın kendilerine barınma sağladığına şükretmek bir yana,
214 Mackey, Sandra, Lebanon Death of a Nation, Anchor Books, New York N.Y., 1991, s.142,
Colleo, Thomas, Lebanon, a Country Study, Library of Congress Reserch Division, Washington D.C.,1989, s.25
Lübnan’ın kendilerine bakmak zorunda olduğunu, Lübnanlıların Arap ve Müslüman bilincini kaybettiklerini ve batılılaştıklarından şikayetçi oluyorlardı.
Eski Cumhurbaşkanı Fuad Şiab bu durumu en iyi olarak şöyle açıklamıştı. “Çok trajik bir durum. Biz onları ezsek zulmeden ülke olacağız. Hiçbir şey yapmazsak, onlar bize zulüm ediyor.” İki tarafı keskin bıçağın üzerinde duran Lübnan, 1969 yılında orduyu kullanarak bunları kontrol altına almak istedi. Ordunun her hareketinden sonra komando hareketleri bütün Lübnan çapında Filistinliler tarafından icra edildi. Sol kanat muhalefet ve öğrencilerin de katılımıyla büyük gösteriler düzenlendi. Maruniler, Filistin mukavemetinin derhal kırılmasını istiyorlardı. Müslüman tarafı ise parçalanmıştı. Kemal Canbolat, Filistin mukavemetinin desteklenmesi gerektiğini düşünüyordu. Filistinlilerin varlığı ve faaliyetleri çevre ülkelerini de Lübnan içine çekiyordu. İsrail zaten Filistinli komandoların akınalarına cevap vermek için her zaman Lübnan’ın içindeydi. Şimdi bir de Suriye çıktı. Suriye, “Arafat Yolu” adı verilen bir yolla Lübnan içindeki Filistinlileri ikmal maddesi ve maddi yönünden destekliyordu. Yani Lübnan her yönden, hem içeriden, hem de dışarıdan taarruz altındaydı.
1.21 Lübnan Ordusunun Filistinli Gerillalara Karşı Harekatı ve Kahire