• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet’in Kuruluşu’ndan 1950’ye Kadar Memurluk

Belgede Toplumsal bir tip: Memur (sayfa 37-53)

1.5. Memurluğun Tarihsel Gelişimi

1.5.2. Cumhuriyet’in Kuruluşu’ndan 1950’ye Kadar Memurluk

Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber gerçekleştirilecek olan reformların devam ettirilmesi ve işlevsel hale getirilmesi görevi memurlara verilmiştir. Bu sebeple Cumhuriyet döneminde liyakat ve kariyer ilkeleri esas alınıp devlet memurluğuna bir yapı ve çerçeve kazandırılmaya çalışılmıştır. Tek Parti döneminde Devlet Personel Rejimini düzenleyen kanunların temelini 1876 Kanuni Esasi ve 1924 Teşkilatı Esasi Kanunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede çeşitli maddelerde düzenlemelere gidilmiştir. Memurların işe alınma ve nitelikleri, istihdamı, derece yükselmesi ve kademe ilerlemesi, sicil, disiplin ve muhakeme usulü, sınıflandırma, ödevler, haklar ve yasaklar, memurluğun sona ermesi, maaş ve diğer ödemeleri, yolluklar, sosyal yardımlar gibi maddelerde düzenlemeler yapılmıştır (Devlet Personel Dairesi, 1982). Bu bağlamda memurluk rejimini düzenleyen ilk temel yasa, 1926 yılında “Memurin Kanunu” adını alarak çıkarılmıştır. Bu yasa ile memurların aylıkları dışında memurluk mesleği güvenceli bir statü elde etmiştir. Memurların aylıklarını belirleyen yasa ise, 1926 yılında çıkarılmıştır (Tutum, 1980: 96).

Tek Parti döneminde Cumhuriyet reformlarını gerçekleştirme görevini üstelenen bürokrasi sosyal, hukuki, mali vb. alanlarda düzenlemeler yapmak için kanunlar çıkartmıştır. Devlet memurları ile ilgili düzenlemeler 1926 yılından başlayarak çeşitli kanunlarla yürürlüğe girmiştir. Bu kanunlar kurumsal bir yapı oluşturmanın yanı sıra memurların düzenli hizmet şartlarını, maaş durumlarını, atanma şartlarını düzenlemeye yönelik olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında bürokrasi reformları gerçekleştirmede ve toplumu yönetmede etkin araç olduğundan ötürü toplumsal statü açısından bürokrasinin “altın dönemi” olarak ifade edilebilir. Bu dönemde bürokratların statüsü ve prestiji toplumsal bir kategori olarak ele alındığında oldukça yüksek olmuştur (Göküş, 2000: 25). Memurluk mesleği Türkiye’de, Osmanlı’dan beri halk nazarında güvenceli bir meslek olarak görülmüş ve değer kazanmıştır. Özellikle tek parti döneminde bu sınıfta yer alma isteği daha da

artmıştır. “Askerde zabit, konakta kâtip. Memur olsun da tozdan topraktan olsun” sözleri bu isteği kanıtlamaktadır (Tortop, 1999: 26).

Cumhuriyetin ilk yıllarında memurlar, reformları gerçekleştirme görevinde etkili rol oynadıklarından ötürü hem statüleri artmış hem de prestijleri yükselmiştir. Bu dönemde memurlar bürokrasinin siyasi iktidar özerkliğini elde tuttuklarından maddi durumlarının iyi oldukları söylenebilir. Bir başka ifadeyle, milli gelirden aldıkları payın tatmin edici ve yüksek düzeyde olduğu söylenebilir (Şaylan, 1974: 85). Ayrıca tek parti döneminden çok partili döneme geçişe kadarki sürede siyasi kadro ile bürokratik yapının iç içe olduğunu söyleyebiliriz. Dahası Cumhuriyetin gerçekleştireceği reformlar bir anlamda yeni bir siyasal, toplumsal, kültürel bir yapının oluşmasını amaçlamıştır. Bu doğrultuda devlet memurları reformları gerçekleştirme görevini üstlenmişlerdir. Buradan hareketle devletin kurumsallaşmasında memurların etkin bir rol oynadığını söyleyebiliriz.

Memurların devrimleri halka benimsetmede önemli görevler üstlenmeleri onlara geniş imkânlar ve hukuksal güvenceler sağlamıştır. Bu dönemde memurların yetkileri attırılmış, maaşları, özlük hakları güvence altına alınmıştır. Bu durum memurların üstün bir sosyal statüye sahip olmalarını da beraberinde getirmiştir. Memurların giyinişi, davranışı, toplum içerisindeki sosyal konumu, mali durumları halk tarafından gıpta edilen bir meslek olarak görülmüştür (Yalçındağ, 1970: 55-56). Bununla beraber hükümetin memurlara zam yapması, gıda, giyim yardımında bulunması gibi tanınan ayrıcalıklar, halkın memurlardan diğer bir ifadeyle devletten uzaklaşmasına yol açmıştır. Devletin bu uygulaması memurlar lehine olurken halk ile memurların iki sınıf şeklinde birbirinden ayrılmasına yol açmıştır. Bu durum memurların halka tepeden bakmasına da yol açmış ve memurlar halka tepeden bakmaya başlamıştır. Devletin memurlara karşı bu tutumu halkın CHP’ni “memur partisi” olarak adlandırmasına neden olmuştur (Us, 1973: 53). CHP’nin bu tutumunun ilerleyen yıllarda çok partili hayata geçişilmesiyle iktidarını kaybetmesine ya da etkinliğinin azalmasına yol açtığını söyleyebiliriz.

Kurtuluş mücadelesinin verilmesiyle bağımsızlığını kazanan Türkiye, o zamanın toplumsal şartlarında az gelişmiş ve ekonomik yönden gelişmemiş bir toplumdu. Buna rağmen memurluk, Osmanlı’dan devralınan bir mirasla prestijli ve itibarlı bir meslek olma özelliğini korumuştur. Garantili, güvenilir bir meslek olması nedeniyle önemli bir geçim kaynağı olarak görülmüştür. Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ülkeye yayılan ekonomik sorunlar memurları da etkilemiştir. Memurlara tanınan ayrıcalıklar azalmış ve memurların ekonomik durumları bozulmaya başlamıştır. Bu durumda CHP, memurlara karşı yardımda bulunmaya başlamıştır. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu durum toplumun ikiye bölünmesine yol açmıştır. Dahası devlet, halk ile memurların birbirinden ayrıldığının farkına varmayıp kısmen de olsa kendi memurunu koruyabilmenin gayreti içerisine girmiştir. Sümerbank’ın memurlara düşük fiyatla ayakkabı ve kumaş vermesi halk ile memurun arasını iyice açmış ve bu durum halkın memurlara karşı tepkisini arttırmıştır (Toker, 1990: 23).

CHP’nin asker ve sivil bürokrat kesime yardım yapmasının temelinde bürokratik yapının Cumhuriyet kurulurken gerçekleştirilen devrimlere karşı gösterdiği bağlılık önemli rol oynamıştır. Bürokrasi de bu bağlılığın ödülünü, II. Dünya Savaşı sırasında çektikleri sıkıntılar karşısında kendilerine yapılan yardımlarda görmüştür (Tuğluoğlu, 2001: 372). Ne var ki bu durum halkın devlete karşı sert bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Yaşanan bu olaylar Demokrat Parti’nin kurulmasıyla birlikte CHP’nin oy kaybetmesine de yol açmıştır. Halk artık CHP’ne karşı cephe oluşturmuş ve iktidardan düşmesi için Demokrat Partiye oy vermiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bürokrasi, yapı ve işlev bakımından yeterli düzeyde gelişmemiştir. Daha çok klasik devlet hizmetlerini yerine getirmekle görevli İçişleri, Dışişleri, Maliye, Adalet gibi bakanlıklar dikkat çekmiştir. Fakat devletin modernleşme ve ekonomik gelişme yönündeki politikaları, kamu bürokrasisinde kısa zamanda büyümeyi sağlamıştır. Bu doğrultuda, 1931 yılında 104.115 olan memur sayısı, 1938 yılında 134.779’a yükselirken 1946’da ise, 222.166’ya yükselmiştir. 1931 yılında memur başına 141.7 nüfus düşerken bu sayı 1946 yılında 85 olarak

gerçekleşmiştir (Eryılmaz, 2010: 138). 1930 ile 1950 yılları arasında on dokuz kamu iktisadi teşebbüsleri kurulması memurların sayısında artışın yaşanmasındaki önemli etkenlerden biridir. Kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulmasıyla geleneksel bürokrasinin yanında iktisadi bürokrasi de yer almaya başlamıştır. Dolayısıyla bürokratlar hem kalkınma konularına daha yakından ilgilenmeye hem de iktisadi alanda tecrübe sahibi olmaya başlamıştır. Bu noktada özel sektöre ait girişimlerin devlet öncülüğünde yapıldığını (Eryılmaz, 2010: 141) söyleyebiliriz. Bu dönemde kamu iktisadi teşebbüslerin kurulmasıyla beraber devletçilik ilkesi bir noktada da olsa geri planda kalmıştır. Bu durum çok partili hayattan sonra özel teşebbüslerin artmasına önayak olmuştur.

1.5.3. 1950’den Günümüze Memurluk

Çok partili hayata geçiş ve sonrasında Demokrat partinin seçimleri kazanması toplumsal tarih açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Hem politik hem siyasal alandan yaşanan gelişmeler önemli sayılabilecek değişimlerin yaşanmasını sağlamıştır. Öncelikle kalkınma politikalarına yer verilmiştir (Şaylan, 1983b: 393). Menderes, daha sonra bürokrasinin özerkliğini yıkmak istemiştir. Bu noktada “iktidarın emri altında olan memur” anlayışının yerine “kanun emrinde ve milletin hizmetinde” olan memur anlayışının getirilmesi amaçlanmıştır (Tutum, 1972: 84). Demokrat partinin seçimleri kazanmasından sonra bürokrasi, siyasi ağırlığı anlamında hem egemen olma hem de maddi bakımdan tatmin olma imkânlarını kaybetmiş ve siyasi iktidara bağımlı hale gelmiştir (Şaylan, 1974: 87-88). Çok geçmeden bürokratlar kendilerini eski nüfuzlarını kaybetmiş olarak hissetmişlerdir (Kabaklı, 2002: 58). Bürokratların bu sorunun yanı sıra mali sorunlarla da karşılaşmışlardır. Demokrat partinin girişimci sınıfı desteklemesi bu sınıfın milli gelirden aldığı payı arttırırken bürokratların payını azaltmıştır.

Girişimci sınıf ile bürokratlar arasında maddi olanaklar açısından büyük farklar ortaya çıkmıştır. Bürokratlar küçümsedikleri girişimcilerin büyük servetler edinmesine, kendilerinin ekonomik açıdan sıkıntı içerisinde bulunmalarına karşı çıkmışlardır (Göküş, 2003: 47). 1950 yılından sonra memurların gelir durumunun

giderek kötüleştiği, tek parti yönetiminde görülen gelir dağılımındaki yerini yavaş yavaş kaybettiği görülmüştür. 1939 yılında çıkarılan Barem Kanunu’nun sağladığı aylıklar bu yıllarda yetersiz kalmıştır. Aylıkların yetersizliği memurların değişen yaşam koşullarına ayak uydurmasını zorlamıştır (Tortop, 1999: 27). Bu dönemde özel girişimlerin artmasıyla memurların milli gelirden aldıkları hisse azalmıştır.

1950 yılında kişi başına düşen milli gelirin dört katından fazlasını alan memurların hissesi 1965 yılına gelindiğinde bu nerdeyse yarı yarıya düşmüştür. Aynı zamanda bu hisse işçi kesiminin aldığı hisseye yaklaşmıştır. Memurlar ile girişimci sınıfın elde ettikleri gelir kıyaslandığında ortaya çıkan durum aradaki farkı daha net bir şekilde göstermektedir. Profesör Enos’un çalışmasına göre, “1960’larda devlet memurları çalışan nüfusun %2.82’sini meydana getirmekte ve milli gelirin %1.5’ne sahip olurken ve bu kesimde fert başına düşen gelir 9.430 TL. iken; girişimcilerin faal nüfusa oranı %0.67 milli gelirden aldıkları pay %24.9 ve girişimci başına düşen gelir yılda 129.900 TL. sini bulmaktadır” (Şaylan, 1974: 85-86). Buradan hareketle bu yıllarda memurlar ile girişimci sınıf arasındaki gelir durumunda, elde ettikleri imkânlar bakımından büyük farklılıkların görüldüğünü söyleyebiliriz. Dahası girişimci sınıfın güçlenmesi memurlar üzerinde iktidar sahibi olmayı beraberinde getirmiştir.

Demokrat Parti döneminde memurlar, özellikle aylıkların yetersizliği, maaş düzeninin bozuk olması, sosyal yardımların yetersizliği gibi mali sorunlarla karşılaşmıştır. Bu dönemde memurlar tek parti yönetiminin son yıllarında olduğu gibi ekonomik sıkıntılar çekmiştir. Çeşitli kanunlarla düzenlemeler yapılsa da önemli gelişmeler kaydedilmemiştir. Aydemir’e göre: Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılının mayıs ayında 900 gr. ekmeğin fiyatı 30 kuruş olurken, 1958 yılının sonunda 508 gr. ekmek 30 kuruş olmuştur. Ekmek fiyatlarında neredeyse %100’lük bir artış olurken memur maaşlarındaki artış bu hayat pahalılığının yükseliş hızına göre çok geride kalmıştır (Aydemir, 2011: 245). Barem kanunu çerçevesinde memurlara iş garantisi ve sosyal haklar konusunda geniş olanaklar sağlanmasına rağmen aldıkları aylıklar düşük kalmıştır. Örneğin, demokrat parti iktidarı öncesinde İçişleri ve Maliye Bakanlığı’nda çalışan memurların 2/3’si 800 tl veya daha az

ücretle çalışırken, Demokrat Parti iktidarı sonrasında İmar İskân Bakanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışan memurların ancak 1/3’i bu ücreti alabilmektedir (Us, 1973: 54-55). Bu sonuçlar, Demokrat Parti döneminde memurların ekonomik sıkıntılar içerisinde olduklarını, iyi bir yaşam düzeyine sahip olmadıklarını göstermektedir. Bu yıllarda kamu bürokrasisinde mali sorunların yanı sıra liyakat, kariyer, hizmet içi eğitim, sosyal yardımlar, emeklilik aylıkları gibi konulara ilişkin sorunlarda yer almıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet daha çok adalet, milli savunma, dış politika, vergi toplama gibi fonksiyonları idame ettirirken 1970’lere gelindiğinde karayolları, enerji, sulama gibi alt yapı kuruluşlarını kurarak bizatihi üretim faaliyetinde bulunmuştur. Yapılan bu yeni çalışmalar devlet memuru tipini de değiştirmiştir. Önceden askeri veya hukuki eğitimden geçmiş bürokrat tipleri yer alırken artık teknik bilgiye sahip bürokrat tipleri yer almaya başlamıştır. Bu değişim, örgüt içerisinde çalışan bürokratların nitelikleri, davranışları, değerleri açısından değişimi de beraberinde getirmiştir. Toplumsal yapıdaki değişime bağlı olarak bürokratlar, ayrıcalıklarının bir bölümünü kaybetmiştir. Bu ayrıcalık kaybı kendisini üç kapsam üzerinden göstermiştir. Birinci kapsam, siyasal nitelikli olup, bürokrasinin siyasi iktidar üzerinde tekelciliğini kaybetmesi şeklinde olmuştur. İkinci kapsam, statüsel olup, bürokrasinin yeni bir sosyal güce tabi hale gelerek özerkliğini kaybetmesidir. Üçüncü kapsam ise, tabakasal olup, bürokratik elitin toplumsal hiyerarşideki yerinde düşme yaşamasıdır (Şaylan, 1974: 88-90). Cumhuriyetin ilk yıllarından 1970’lere kadar olan süreçte bürokrasinin tekelciliğinin azaldığı görülmektedir. Bu yıllarda daha çok girişimci sınıfın çalışmaları ön plana çıkmış ve rekabet görmüştür. Devlet memurluğu mesleği, önceki yıllara göre giderek azalarak prestijini düşürmüştür.

Cumhuriyet döneminde çıkarılan kanunlarla personel sistemi, 1970’li yılların sonuna doğru belli nitelikler kazanmış olup bunlar şöyle sıralanabilir:

1- Memurluk, bir meslek olup, kapalı bir kariyer düşüncesine dayanır. Memurluğa genç yaşta girilmekte ve memurluk ömür boyu sürecek bir meslektir.

2- Memurluğa girişte genel öğrenim esastır. Kamu kurumlarına genel bir meslek için personel alınmaktadır. Dolayısıyla giriş sınavları, genel kültür, okul bilgisi vb. personel alımında önemlidir.

3- Herhangi bir kamu kuruluşu ya da bakanlık alacağı personelin sayısını, niteliğini merkezi bir sınav sistemiyle belirler.

4- Memurların yükselmesinde kıdemi ve öğrenim düzeyi belirleyici bir rol oynamaktadır.

5- Memurların aldıkları aylıklar, ücretler sınıf ve derece esasına göre belirlenir.

6- Memurluk güvenceli bir statüdür. Bir başka ifadeyle memur herhangi bir ceza veya disiplin suçu işlemediği sürece görevine devam eder. Memurların statüleri yasalarla güvence altına alınmıştır.

7- Memurluk gelenekçi ve şekilci bir statüdür. Osmanlı’dan 1950’lere kadar memurluk prestijli, okumuş insanların uğraş alanı olarak görülmüştür.

8- Memurluk rejimi yasalarla düzenlenmektedir. Memurların atanmaları, görev ve sorumlulukları, aylık ve ödenekleri vb. kanunlarla belirlenmiştir (Tutum, 1980: 97- 98).

Memur olabilme süreci bu düzenlemelerle yeniden şekillenmiştir. Ancak 1980’li yıllara gelindiğinde dönemin siyasal koşulları sonucunda kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla gerekenden fazla memur istihdam edilmiş ve memurların sayısı giderek artmıştır (Aykaç, 1997: 172). Bu yıllarda Türkiye’de işsizlik çok büyük bir toplumsal sorun haline gelmiş ve devlet memurluğu bu sorunu hafifletme de sübap görevi üstlenmiştir. Dolayısıyla devlet memurluğunda yer almak isteyen kişilerin sayısı artmıştır. Memurluğa duyulan talebin giderek artması partizanlaşmayı, liyakatın gözetilmemesini ve yarışmayı beraberinde getirmiştir. Bu yıllarda memurların yaşam koşullarının kötüleşmesi, sendika, toplu sözleşme, grev vb. haklardan mahrum olmaları işçilerden daha kötü bir duruma düştükleri görülmüştür (Şaylan, 1983a: 306). Memurların gelir durumu bakımından neredeyse işçiler ile aynı kategoride yer almaya başladığını söyleyebiliriz. Memurların mali

sorunlar yaşaması onları ikinci bir iş aramaya itmiştir ve özellikle büyük şehirlerde ikinci iş geçim kaynağı olmuştur (Eryılmaz, 2010: 160). Bu yıllardan sonra memurluk mesleği sosyal statü ve mali imkânlar bakımından giderek saygınlığını kaybeden bir meslek haline gelmiştir.

Bu yıllarda memurların toplumsal kökenleri ve aile bileşimi bakımından oldukça türdeş bir görünüm içinde olmuşlardır. Memurların % 40’ının babası da memurdur. Çalışma yaşamına girmiş memur çocuklarının % 53’ü devlet memurudur. Memurların kayınbabalarının % 36’sı devlet memurudur. Evli her beş memurdan ikisinin eşi de memurdur. Öte yandan, devlet memurları, toplam nüfusa oranla eğitim düzeyi yüksek bir grup oluşturmaktadır. Devlet memurları toplumsal konumları bakımından ise, kendilerini toplumun yöneticileri şeklinde gören bir algılamaya sahip değildirler (Bozkurt, 1981: 10-12). Toplumun yöneticileri olarak görme durumu daha çok bürokratlarda görülmektedir. Toplumsal konumları bakımından söz gelimi bürokratlar üst düzey yöneticiler olduklarından toplumda daha saygın kişiler olarak görülmektedir. Ancak memurlar, daha çok halkla içli dışlı olma ya da alt düzey kamu görevlerini yürüttüklerinden kimi zaman saygınlığı daha az olmaktadır. Memurların sosyal statülerinin yanı sıra mali durumları da saygınlığı belirleyen etmendir. Bürokratlar üst düzey yönetici olduklarından mali durumları daha iyi olurken memurların mali durumu daha çok orta düzeyde olmaktadır. Buradan hareketle toplumsal hiyerarşik yapıda memurların orta sınıfı oluşturduğunu söyleyebiliriz.

1990’lı yılların sonuna doğru kamu bürokrasisinde aşırı merkezcilik, kırtasiyecilik, şekilcilik, ücret adaletsizliği, olumsuz çalışma ortamı, görevin tam olarak tanımlanmamış olması, dürüst çalışmaya ilişkin taraflı ve olumsuz yargılar, bireyin yaratıcılığının ön plana çıkarılmaması, memurun mesleğiyle ilgili sorunlarının çözülmemiş olması gibi birçok sorun aksamaların yaşanmasına yol açmıştır. Köklü değişimlerin ve personel reformunun yapılamamasında en önemli etken, dönemin siyasi istikrarsızlığıdır. Ayrıca bürokratik yapının kapitalist toplum sürecine ayak uydurmada yetersiz kalması da söylenebilir (Aytaç, 1996: 31-32). 2000’lerde hızlanan kamu yönetiminde stratejik plan, vizyon, misyon, performans

programı, saydamlık, verimlilik, etkinlik, hesap verebilirlik, özelleştirme, halkın memnuniyeti, etik, hizmet standartları gibi kavramlar mevzuatta yer almaya başlamıştır. Kamu personel rejimi hukuken, sınıflandırma, kariyer, liyakat ve tarafsızlık ilkelerine dayanmaktadır (Eryılmaz, 2010a: 95-96). 657 Sayılı DMK’nde bu ilkeler açıkça ifade edilmiştir.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre; sınıflandırma, kamu hizmetlerinde yer alan memurların, görevlerin gerektirdiği niteliklere ve mesleklere göre sınıflara ayrılmasıdır. Kariyer, memurların yaptıkları hizmetler için gereken bilgiler ve yetiştirilme şartları esas alınarak yükselme imkânının sağlanmasıdır. Liyakat, memurluğa girişte ve memuriyette ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona ermesini kapsayan ilkedir (md. 3). Tarafsızlık ise, devlet memurlarının görevlerini yerine getirirken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayrım yapmamalarını ve hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamamaları gerektiğini ifade eder (md. 7). Devlet memurluğuna alınacak kişinin temelde bu ilkelere bağlı kalması gerekmektedir.

Teknolojinin ilerlemesi, dünyada yaşanan hızlı değişim kısaca küreselleşme siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik, dini vb. alanlarda olduğu gibi bürokrasi alanında da değişimlerin yaşanması beraberinde getirmiştir. Bu minvalde AKP döneminde kamu personel sistemini dönüştürmeye yönelik çabalar yaygınlaşmış ve hızlanmıştır. Bu dönüştürme çabaları, “reform ve yeniden yapılandırma çalışmaları, yönetsel güç ve tercihler kullanarak kamu örgütlerinin verimsizleştirilmesi, mevzuat değişiklikleri ve kamu yönetiminin hantal ve verimsiz, kamu personelinin ise, tembel ve yetersiz olduğu şeklindeki toplumsal meşruluk kazanmaya yönelik söylemler eşliğinde yürütülmektedir” (Akgüner, 2016: 30). Aslında bu dönüştürme çalışmaları bu dönemde kamu bürokrasisinde verimsizlik, yetersizlik, liyakat, adam kayırma, yolsuzluk sorunlarının yaşandığını göstermektedir. Özellikle liyakat sorunu önemli yer etmiştir. Zaman zaman akraba, dost, hemşehri gibi kayırmaların yaşanması “işe göre adam” değil de “adama göre iş” anlayışının hâkim olduğu bir istihdam alanı haline gelmiştir (Eryılmaz, 2010: 150). Dolayısıyla memurluk 2000’li yıllarda sosyal statü ve saygınlık bağlamında itibarını kaybeden bir meslek olmuştur. Hatta bu

yıllarda çoğu memur işçilerden daha düşük ücret almıştır. Dahası memurlar ek iş arama yollarına gitmiştir. Memurluk mesleği halk tarafından çoğu kez işsizlik sorununu çözmek için seçilen bir uğraş haline gelmiştir.

Kamu kuruluşlarına alınacak olan memurlar, Başbakanlığa bağlı Devlet Personel Dairesi tarafından alınırken 1999 yılında Devlet Memurları Sınavı (DMS) adı altında ÖSYM tarafından yapılmaya başlamıştır. Bu sınav başlangıçta sadece 657 sayılı devlet memurluğu kanunu alanında gerçekleşirken daha sonra sınavın alanı genişletilerek öğretmenlik, sözleşmeli personel ve kariyer mesleklerini de kapsayan Kurumlar İçin Merkezi Eleman Sınavı (KMS) adı altında 2001 yılında yapılmaya başlamıştır. 2002 yılında KMS’nin adı Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) olarak değiştirilmiş ve 2002 yılından bu yana yılda bir kez yapılmaktadır (URL-7). Kamu kuruluşlarına alınacak olan personelin KPSS’yle seçilmesi bir anlamda ülkede önemli sorun oluşturan liyakat ve tarafsızlık ilkesinin gözetildiğini göstermektedir. Ancak günümüzde memuriyet sürecinde yapılan mülakatlarda liyakatın gözetilmediği, mülakatların tarafsız bir şekilde yürütülmediği sıkça zikredilmekte ve bu durum ne yazık ki adam kayırmanın ya da akraba kayırmanın etkili olduğunu göstermektedir.

Ekonomide devlet etkinliğinin azaltıldığı ve özelleştirmenin yaygınlaştığı 1980’li yılların başında ülkemizde toplam 1.252.847 memur varken 1990’da bu sayı 1.568.885’e, 2000 yılında ise, 2.135.028’e yükselmiştir. 1981-1990 yıllarında memur sayısı yılda ortalama %2.3 oranında artarken, 1991-2000 yıllarında yılda ortalama %3.16 olarak görülmüştür (Eryılmaz, 2010b: 247). Türkiye’de çeşitli birimlerde çalışan memurlar sosyal köken itibariyle elitist bir özellik göstermeyip, orta sınıfa dayanmaktadır (Eryılmaz, 2010a: 96). Günümüzde bir köylünün, çiftçinin, aşçının, esnafın, kapıcının, temizlikçinin ve daha birçoğunun çocukları liyakat, tarafsızlık ilkeleri esas alınarak en üst devlet görevine yükselebilmektedir. Günümüzde kamuda toplam 3.129.304 görevli yer alırken bunun 2.430.101’ini (URL-8) memurlar oluşturmaktadır. Bu sonuçlar memurluk mesleğinin günümüzde rekabet edilen, ideal

Belgede Toplumsal bir tip: Memur (sayfa 37-53)