• Sonuç bulunamadı

ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNDE ALTERNATİF

BİR KALKINMA MODELİ

ÖNERİSİ OLARAK “MİLLET

İKTİSADI” VE “KÖYCÜLÜK”

122

Bir başka yazısında Şevket Raşit, “Ziraat, haddı zatında millet iktisadının bir ‘cüzütamı’dır.

Fakat o, kendi aleminde başlı başına bir bünyedir. Bu bünye, ayrı ayrı birer vahdet olan rükünlerden terekküp etmiştir” (Hatipoğlu, 1932b: 6) diyerek bu cümlelerine açıklık kazandırmaktadır. Millet iktisadı şeklinde formüle edilen Anadoluculuğun ekonomi alanındaki görüşleri de tarım, köy, ilim, ulaştırma gibi birçok konuya değinmektedir. Sistematik bir biçimde bunların birbirleriyle karşılıklı ilişkileri ortaya konarak bir ekonomik görüş oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Şevket Raşit’in de temsilcisi olduğu Anadolucular genel esaslarını oluşturan kavramları açıklarken, merkeze hep coğrafyayı yani Anadolu’yu almışlardır. Ekonomik ve toplumsal konuları ortaya koyarken de bundan farklı bir yaklaşım benimsemedikleri görülmektedir.

Nitekim gerek tarım gerek ekonomi gerek ise ilim anlamında Anadolu’ya merkezi önem atfeden bu düşünürlerin, yönünü Batı’ya dönen resmi ideolojiden de birçok yönüyle farklılaştığı ortadadır.

Şevket Raşit’e göre şimdiye kadar ziraat ile ilgili yapılan düzenlemeler, hep Batı örnek alınarak, Batı’nın kendi ihtiyaçları ve sorunlarına çözüm olarak ortaya koyduğu politikaların taklitleri niteliğindeki düzenlemelerdir. Oysa ona göre ilim de ziraat da Anadolu’ya göre olmalı, Anadolu’nun kendi tarihsel şartları içerisinde gelişen sorunlara çözüm üretebilmelidir. Bu noktada Şevket Raşit düşüncelerini şöyle aktarmaktadır:

“Dünden bu güne intikal eden bu eserlerin çoğunda Avrupa memleketlerinin ilmi teressübatı var. Fakat haddi zatında bir metot, bir sistem olan ilmin kendisi yoktur. Eğer hakikaten vaktile ziraatimizde ciddi bir suretle ilim tekerrür etmiş olsaydı, o eserlerde Türkiyenin tabietini, Anadolu’nun hayatını, insani ve unsurlarile işlenmiş olarak günümüzde bulacaktık…

…İlimcilik temayülümüzün tezahürlerine diğer bir zaviyeden bakıldığında, onda bir nevi istical göze çarpıyor. Çoğumuz ilmin hemen akşamdan sabaha kuruluvermesini isteyor. Doğmasını demiyoruz kurulu vermesini deyoruz. Çünki çoğumuz bir hamlede ilmin inşa edilebileceğini sanıyor. Onun içindir ki dünyanın her köşesinden malzeme toplamağa çıkıyoruz. Bu, ihtimal, bugün üzerinde bulunduğumuz inkışaf seviyesinin bir neticesidir. Geriliğimizin yakazası canımızı mütemadiyen acıttığı için, bu kadar acele ediyoruz.” (Hatipoğlu, 1932c: 3).

Şevket Raşit resmi ideolojinin ve üstü örtülü olarak “Kadroculuğun” eleştirildiği bu yazısına, bilime bakışıyla devam etmektedir. Ona göre bilim, bir sistem ve disiplin işidir. Tepeden inme bir bilim anlayışı mümkün değildir. Bilimin halktan kopuk olması, bir diğer ifade ile kaynağını halktan almaması ve sonuçlarının halka yansımaması tam bir faciadır:

“Biz deyoruz ki, ilim “malumat” değildir. İlim bir sistemdir, bir disiplindir. Buda ancak zaman içinde taazuv eder. Çünki ilmin her yerden toplanan materyal ile inşa edilebileceğini sanmayoruz. Onun say(emek çalışma) içinde doğduğunu, say ile beslendiğini söyleyoruz…

…En çok korktuğumuz mücerret ilimdir kendi dünyasında, kendisi için yaşayan ilim tehlikelidir.

Biz bulunduğu muhitin hayatı içine taşan, bütün mevzuunu ve materyalini etrafında çırpınan hayattan alan ilim arzuluyoruz…Anadolu ziraatı kendi hayatını sistematize edecek, kendi hayatı formüle edecek bir ilim isteyor. Onun için Türkiye ziraatında memleketçi bir ilim lazımdır. Böyle bir ilmi, ancak Anadolu’nun içinde çırpındığı müthiş zarurete dayanan bir ‘ilim çığırı’ yapabilir. Bu zarureti de ‘cihan gafleti’ ‘cihan korkusu’ içinde bucalayan insan tipi değil,

‘cihan hasreti’ çeken böyük iradeli, derin ihtiraslı insanlar duyar ve yaşar.” (Hatipoğlu, 1932c:

4-5).

Şevket Raşit’in şu ana kadar bahsedilen görüşleri doğrultusunda bir analiz yapılacak olursa, yazarın resmi ideolojiye karşı tarım, ekonomi ve bilimle ilgili bu düşüncelerinde muhafazakar bir duruş göze çarpmaktadır. Bununla bağlantılı olarak yazarın, tedrici değişimi öngören, coğrafyaya ve tarihe dayalı bir anlayışının olduğu söylenebilir. Şevket Raşit’in millet iktisadı şeklinde formüle ettiği ekonomi görüşlerinin, devletçi bir karakter sergilediğinden de bahsetmek faydalı olabilir. Türkiye’de tarımın geri kalmasında etkili olan bir faktör olarak, ulaştırmanın yetersizliğini tartıştığı “Türkiyede Ziraat ve Münakalat” başlıklı yazısının sonuç bölümünde Şevket Raşit şu cümlelere yer vermektedir:

“Bugün bizde devlet elinde bulunan münakalat tessisatı da hususi iktisat prensipleri ile işlemektedir; yani doğrudan doğruya ‘kazanç’ esasları üzerinden yörümektedir. Halbuki Türkiye gibi yeni inkışaf eylemekte bulunulan bir memlekette ‘münakalat’ millet iktisadı prensipleri ile hareket etmek mecburiyetindedir.” (Hatipoğlu, 1932d: 9).

ERKEN CUMHURİYET

DÖNEMİNDE ALTERNATİF

BİR KALKINMA MODELİ

ÖNERİSİ OLARAK “MİLLET

İKTİSADI” VE “KÖYCÜLÜK”

123 Fakat şunu belirtmekte fayda vardır ki Şevket Raşit’in bir diğer ifade ile Anadoluculuğun

devletçi ekonomik sistem anlayışı, resmi ideolojiden oldukça farklıdır. Şevket Raşit’in fikirlerini derinleştirdiği ve detaylandırdığı bir yazısına örnek olarak “Böyük Sermaye Temellüklerimi Yoksa Böyük Sermaye Terakümleri mi?” başlıklı yazısı dikkat çekicidir. Türkiye’deki ekonomik sistem, kapitalizm, işçi ve işveren arasındaki çeşitli ilişkilerden bahsetmektedir. Kapitalist iktisat teorisi üzerinden yaptığı bu okumada, aslında isim vermeden Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan ekonomi politikalarını eleştirmektedir:

“Şayet bugün kapitalizmin olgunluğuna erdiği memleketlerde böyük sermaye temellüklerinin inkişaf tarihi gözden geçirilirse orada devletin bu işte nekadar müessir olduğu görülür.

Bu memleketlerde başlangıçta millet iktisadının kuvvetlendirilmesi için, büyük sermaye terakümlerine doğru hızlı bir temayül hüküm sürmüştür. Çünkü kuvvetli bir millet iktisadı için milli sermaye terakümleri bir zaruret sayılmıştır. Bunun için devlet, elindeki amme kuvvetlerini millet iktisadının emrine vermiştir. İşte amme kuvvetlerinin bu suretle kullanılışı o memleketlerde çok hatalı olmuştur.” (Hatipoğlu, 1933a: 3).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan bu politikalar, Şevket Raşit’e göre, devlet desteğiyle oluşmuş olan sermaye temellüklerinin milli karakterlerini yitirebileceği gerekçesiyle son derece hatalıdır. Zira onlar, vatanlarını çabucak unutup kolaylıkla beynelmilel olma eğilimindedirler.

Halbuki milli sermaye terakümlerinin karakteri asla buna benzememektedir. Dolayısıyla Şevket Raşit, Türkiye’de büyük sermaye terakümlerinin, şahsi büyük sermaye temellüklerine değil de milli sermaye terakümlerine doğru gitmesi gerektiğini söylemektedir. Bir diğer ifade ile devletin şahısları destekleyerek bir burjuvazi oluşturmasının yanlış olduğu söylenerek bir başka yol önerilmektedir. Bu yol ise milletin de paydaşı olduğu kooperatiflerdir:

“Türkiyede sıhatlı bir millet iktisadı ancak bir örnek sermaye temellükleri ile kurulabilir, bu bir örneklik ferdin yaradılış kabiliyetleri, böyük enerjileri yüzünden bir farklılık göstermeğe başlarsa belki zararsızdır, fakat bu farklılık amme kuvvetlerile sun’i suretle yapılırsa böyük bir haksızlık olur. Bu itibarla amme kuvvetleri ancak milli sermaye terakümleri için kullanılabilir.

Sayılı şahısların böyük sermaye temellükleri için ona el vurulmaz.

…Böyük ve şahsi sermaye temellüklerine meydan vermeden, böyük sermaye terekümleri yapan diğer bir iktisat mekanizması vardır, bu da kooperatiftir. Filhakika kooperatif, böyük sermaye terakümleri yapabilecek bir kuruluşta ve fonksiyondadır. Fakat kooperatifin tabiatı, böyük sermaye terakümlerinin böyük ve şahsi sermaye temellüklerine çevrilmesine manidir.

Şu halde kooperatif mekanizması ile böyük sermayeler bir araya toplanabilecek bu suretle ileri iktisat tekniğinin şartı hasıl olacaktır. Diğer taraftan kooperatif böyük sermaye temellüklerinin de önüne geçtiğinden servet bir örnek dağılacak ve cemiyet sağlam esaslara dayanacaktır…

kooperatifin asıl üstünlüğü, amme kuvvetlerini yine amme menfaatları için kullandıran bir mekanizma oluşundadır. Devlet amme kuvvetlerini kooperatifin emrine amade kılmakla ammeye yardım etmiş ve millet iktisadının hayrına hareket eylemiş olacaktır. Onun için Türkiyede böyük sermaye terakümleri için kooperatifin kullanılmasını ve devlet yardımlarının onun içine akmasını biz daha doğru buluruz.” (Hatipoğlu, 1933a: 3-5).

Zira, Şevket Raşit bir başka yazısında ölçüsüz desteklenen sanayileşmenin ve devlet eliyle oluşturulmaya çalışılan burjuvazinin zararlarından bahsetmekte, bunun ortaya tecrübe, teknik, ve sermayesi olmayan maceraperest müteşebbisler çıkardığını dile getirmektedir. Bu maceraperest kişilerin ise amaçlarının yalnızca kamu kuvvetini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak olduğunu eklemektedir. Resmi ideolojinin eleştirisi niteliğinde olan yazısının devamında Şevket Raşit su cümlelere yer vermektedir:

“Türkiye, ne mahdut bir sınıf insanı, amme zararına zengin edecek derecede kuvvetlidir, ne de milli gayelerimizin istihsali için birkaç ferdin sermaye şişkinliğine mazhariyetini isteriz.

Türkiyedeki cemiyetin sağlamlığı ancak servetin muvazeneli bir surette dağılmasındadır.”

(Hatipoğlu, 1932e: 6).

Şevket Raşit tarafından formüle edilen millet iktisadı Dönüm Dergisi 5. sayıya geldiğinde

“Dönüm” imzası ile bir özet niteliğinde anlatılmaya çalışılmıştır. Buna göre organik bir şekilde ele alınan ve adeta canlı bir varlık olduğu düşünülen iktisadın ziraat, sanayi, ulaştırma ve ticaret gibi uzuvları bulunmaktadır. Bu organik bakış açısıyla iktisat, bir memleketin tabiatında biten, içinde bulunduğu cemiyetin atmosferinde büyüyen, yapay olmayan, kendiliğinden gelişen bir olgudur (Dönüm, 1932: 1). Anadolucu bu bakış açısıyla, iktisadın tepeden inme bir şekilde kurulabilmesi mümkün değildir. O, bahsedilen şartlar altında kendiliğinden gelişmektedir:

“Diğer taraftan ‘Dönüm’ millet ökonomisini bir mekanizma değil, bir organizma olarak telekki eder: bir organizma telekki ettiği millet ökonomisinin büyüdüğünü, böylece de bütünleşdiğini

ERKEN CUMHURİYET

DÖNEMİNDE ALTERNATİF

BİR KALKINMA MODELİ

ÖNERİSİ OLARAK “MİLLET

İKTİSADI” VE “KÖYCÜLÜK”

124

düşünür; yani millet ökonomisinin bütünleşmesini bir ‘kuruluş’ değil bir ‘oluş’ sayar. Bilhassa Türkiye millet iktisadının bütünleşmesinde konstrüktif yolu değil, organik yönü daha hayırlı bulur.

‘Dönüm’ millet ökonomisini bir organizma saymakla beraber bu organizmanın tarih içinde taazuv ettiğine ve onun bir tarih mahsulü olduğuna kanidir; binaenaleyh bu millet ökonomisinin halinin, mensup olduğu milletin tarihi kaderile sıkı sıkıya münasebetleri bulunduğunu kabul eder. Bundan ötürü de araştırmalarında tarihi görüşü kullanmaya didinir.” (Hatipoğlu, 1936: 4).

Millet iktisadının bir diğer boyutu ve resmi ideolojiden onu farklılaştıran şey, gelişmişliğin sanayileşme demek olmadığıdır. Şevket Raşit, tek başına sanayileşmenin aşırı gelişmesinin, toplumsal yapı üzerinde olumsuz etkilere yol açabileceğini dile getirmektedir. Öyle ki bu, toplumsal yapısı tarıma ve köye dayalı bir toplumda, organik anlayışın bozulmasıyla sonuçlanabilir. Ona göre sanayileşme iktisadın bir parçası, bir uzvu olmakla birlikte, tek başına hiç bir şey ifade etmemekte ve sanayinin aşırı gelişmesi dengeleri bozmaktadır:

“Sıhatli bir ‘millet iktisadı’nda her uzvun yeri tabii ve içtimai şartlara uygundur. Bunların bir birile münasebetleri ölçülü ve nizamlıdır. Binaenaleyh bu ‘millet iktisadı’ müvazeneli bir bünyeye maliktir. Buna mukabil bir uzvu lüzumundan fazla gelişmiş ve derinleşmiş bir ‘millet iktisadı’nın dengi bozuktur. Hele siyasi amillerle, herhangi bir uzuv, bünyede suni bir taraflı bir ihtimama tabi tutulursa, o uzuv gayrı tabii bir surette şişer. Buna bünyenin her tarafı da ayak uyduramadığından, genişleme, bütün bünyenin böyümesiyle değil fakat diğer uzuvların zararına olur. Bu takdirde o ‘millet iktisadı’ hastadır. Böyle endüstri şişkinliğinden hastalanmış millet iktisatları şimdi dünyada çoktur.” (Dönüm, 1932: 1).

Bundan dolayıdır ki Şevket Raşit ve temsilcisi olduğu Anadolucu akım, bu noktada resmi ideolojiden farklılaşmakta, devletin yalnızca sanayiye yatırım yapması ve sanayileşmeyi teşvik etmesine karşı bir duruş sergilemektedirler. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu aşırı sanayici yönelimi eleştiren Anadolucular, bunun yerine iktisadın tüm unsurlarına eşit, dengeli ve bu topraklara uygun bir kalkınma modelini önermektedir. Bu kalkınma modeli ise daha önce de belirtildiği üzere, şahısları değil kolektif yapıları yani kooperatifleri öneren taşra temelli kolektif bir kalkınma modelidir.

3-Köycülük

Anadolucuların iktisat görüşü dahilinde ele alınan “millet iktisadı” ekonomik alanın yanı sıra Anadoluculuğun toplumsal konularla ilgili görüşlerini de etkilemektedir. Zira Şevket Raşit’e göre “ziraat telakkisi, iktisat hayatının aslını oluştururken, cemiyet hayatının da hemen hemen tamamen kendisini oluşturmaktadır (Hatipoğlu, 1933b: 2). Dolayısıyla bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, millet iktisadının temel dayanak noktalarından birinin köy ve tarım olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Şevket Raşit’in iktisat görüşleri ile Anadoluculuk akımına yaptığı katkının bir benzerini de Remzi Oğuz köycülük noktasında yapmaktadır.

Anadolucu akım içerisinde köy oldukça önemlidir. Çünkü köy, dejenere olmamış Müslüman Anadolu Türk kültürünün temsilcisi ve taşıyıcısı olarak görülmektedir. Köy, bu özelliğiyle aynı zamanda etnik çekirdeğin zemini olan bir toplumsal olgu olarak da ele alınabilir.

Remzi Oğuz’un “Bizde Köy” başlıklı yazısının giriş bölümünde yer alan ifadeler, bunun kanıtı olarak gösterilebilir:

“memur, tüccar, fabrikacı, işçi gibi tesadüflerin geçici veya derecesi değişik ihtiyaçların topladığı kütleler büyük küçük şehirlerin dalgalı nüfusunu meydana getirir. Kökleri böyük bir ekseriyetle, vatanın kurulduğu devirlere inen, bulunduğu yere köme halinde gelmiş yahut tek asıldan, çiftlikten böyüyerek mütecanis bir köme meydana getirmiş, köme halinde kalmış,

‘ethnique’ siması hemen hemen bozulmamış, ömrünü toprağı işlemekle veya toprağı sual-cevaptan geçirmekle yıpratmış kütleler ise köydedir.” (Arık, 1933: 29).

1931 Türkiye’sinde nüfusun yaklaşık %75’ini oluşturan köyün Anadolucular açısından bu denli önemli olması, onun etnik çekirdek olarak görülmesiyle birlikte özellikle Osmanlı Dönemi’nde sürekli “ezilen”, “eziyet edilen” ve “mağdur edildiği” düşünülen bir sosyolojik yapıyı temsil etmesiyle alakalıdır.

Remzi Oğuz yukarıda da bir kısmı paylaşılan yazısının sonunda, cevabı Anadoluculuğu resmi ideolojiden ayıran nokta olan bir soruyla sonlandırmaktadır:

“Türkiyede varlığını kabule mecbur olduğumuz köyü, varlığını kabule mecbur olduğumuz şehre mi benzetelim? Yoksa, onu, kendi kendine yeten alemi içinde, organik bir inkişafa kavuşturmak üzere köy olarak mı bırakalım?” (Arık, 1933: 31).

ERKEN CUMHURİYET

DÖNEMİNDE ALTERNATİF

BİR KALKINMA MODELİ

ÖNERİSİ OLARAK “MİLLET

İKTİSADI” VE “KÖYCÜLÜK”

125 Benzer görüşleri paylaşan Mehmet Sadi ise “Köy Nasıl Kurtulacak…” başlıklı yazısında resmi

ideolojinin köy algısını ve politikasını eleştirmektedir. Köy sorununun çözümü noktasında, yeterince bilimsel araştırma yapılmadığını dile getiren Sadi, yazısının sonunda bu sorunun çözümü için bir anlamda kendilerinin de içinde bulundukları taşralı elitleri-münevverleri işaret etmektedir:

“Hükümet merkezinin Ankaraya geçmesine rağmen, “münevver” denilen kütlenin “köy”

telakkisi, hala romantik olmaktan kurtulamadı. Köyü, şehrin küçülmüşü sananlar, köyle şehir arasındaki farkı, Avrupa mıkyasile ölçenler bizde hala ekseriyettedir.

Bir fırsat bulup şehre on kilometrelik bir köyde beş-on dakika mola veren bir seyyahın hikayelerinden veya bir meraklının yaptığı bir resim üzerinden, yahutta bir tren uğrağından aldığı bilgi ile hayatının sonuna kadar köyden bahsedenlere her yerde rastlıyoruz…muhakkak ki, köy şehirden, köylü de şehirliden ayrı bir şeydir. O, köylü, köyüyle başlı başına bir alemdir.

Bu alemin hüviyetini bilmek istiyoruz. Onun ilmi yapılmadan onun kurtulabileceğine inananlardan değiliz…

…Bizde köyü ancak köylü münevverler kurtaracaktır.” (Sadi, 1932: 28-29).

Bu konudaki ikinci yazısında ise Remzi Oğuz aslında yukarıdaki sorunun cevabını vermektedir. Ona göre köyün şehirleştirilmesi “ihramın kaidesinin yıkılması” şeklinde yorumlanmaktadır.

Anadolucuların bu görüşü, dönemin resmi ideolojisinin savunucusu olan “Ülkü” ve bu ideolojiye yön vermeye çalışan Kadro Dergisi’nin görüşlerinden ayrılmaktadır4. Nitekim köy, resmi ideoloji ile Anadoluculuğun ayrıştığı temel hususlardan birini oluşturmaktadır. Resmi ideolojiye göre köy, inşacı bir yaklaşımla, kentleştirilmesi gereken bir olgu olarak görülürken;

Anadoluculuğun köycülük anlayışında köy, kendine yeten organik bir yapı olarak kalmalı ve olduğu şekilde kalkınmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, resmi milliyetçilik köyü kentleştirmeye çalışırken, Anadolucular bu bağlamda köyü, kültürünü ve yapısını koruyarak geliştirmeyi hedeflemektedir. Nitekim bu etnik çekirdek ve milli öz olarak görülen köylünün bozulmamasıyla da yakından alakalıdır. Remzi Oğuz’un cümleleri bu konuda açıklayıcı olabilir:

“Milli benliğin saf kalan özü yahut milli benliğin hazırlanması için alınan bütün tedbirlerin kaynağı denilen köylümüzün ve köylerimizin iç, ruh muvazenesini muhafaza etmesi veya bulması, köyün köy kalması ile mümkündür. Onunçundur ki, köyü kendi çevresi dışına taşırtmak isteyen her teşebbüs, her telakki, her nazariye, her telakkinin memleketin %75 ini ‘banqueronte5’ halinde bırakacağına inanıyoruz. Bununla beraber, köy kendi kendine yetecek, köy kalacak, demek köy artmayacak, böyümeyecek demek değildir. ‘şehri besleyen nüfus, şehirleri tazeleyen enerji, şehri yaşatan asıl servet köydedir’ derken burasının artan, böyüyecek olan bir (organizme) olduğuna, kendisinin fazla her unsurunu şehre vereceğine zaten inanıyoruz.” (Arık, 1934: 29).

Remzi Oğuz’a göre köy, köy olarak, kasaba kasaba olarak, şehir ise şehir olarak kendi şartları içerisinde değerlendirilmeli ve bunlara yönelik ayrı ayrı politikalar geliştirilmelidir. Tıpkı şehirlerin olduğu gibi köy de başlı başına bir tefekkür, bir hareket prensibi olabilir. Nasıl ki bir ülkedeki bütün okullar ilkokul olacak demek yanlışsa, Türkiye baştanbaşa köy veya şehir demek ve tek yönlü bir politika geliştirmek de bir o kadar yanlıştır. Yazara göre, resmi ideolojinin hayalindeki inşa edilmiş köyler, elektrik ocağının başında radyosunu Hamburg piyasasına göre ayar eden bir köy iken, sonuç hiç de böyle olmamıştır. Nihayetinde bu politikalar İstanbul ve Ankara’da yaşayan şehir çocuklarının, köyle ilgili, köyün ne kadar geri ve perişan olduğunu yazan kitaplar yayınlamasından bir adım daha öteye gidememiştir. Bu da asırlardır süren inkar ve gafletin devamına yol açmaktadır (Arık, 1934: 28).

4-Sonuç

Hatipoğlu’nun millet iktisadı ve Arık’ın köycülüğü incelendiğinde bir yanı sosyolojik diğer yanı ise iktisadi, bir birine bağlı ve birbirini tamamlayan iki olgu ile karşılaşıldığı söylenebilir.

Bir diğer ifade Hatipoğlu ve Arık’ın bu düşünceleri aslında birbirinin mütemmim cüzü olarak Anadolucu akımın sosyolojik ve iktisadi temellerini oluşturmuştur. Fikirleri incelendiğinde, 4 Ülkü Mecmuası’nın 6. Sayısı’nda yayınlanan bir makalede şu ifadeler kullanılmaktadır; “Köylümüz açtır, susuzdur, fikir, bedii, içtimai seviyesi çok aşağıdadır. Yeme, içme, geyme, barınma ihtiyaçlarını ne suretle temin edeceğini,istihsali nasıl çoğaltıp ihraç edeceğini bilmez. Köylülerimizin gözü pek kapalıdır; köylerine hiç te hizmet edemiyorlar, muasır değil teceddüt içinde değil, hele muasır medeniyetin icaplarına göre yaşamak akıllarında bile değil”. Kadro’nun köy ile ilgili görüşü ise inşacı bir yaklaşımla köy hocasının yerini köy terbiyecisi alması ve köyün asrileştirilmesine yönelik tedbirler alınması ile ilgili denilebilir.

5 Remzi Oğuz tarafından orijinal metinde “banqueronte” olarak yazılan kelime Fransızca “banqueroute” olan kelimenin yanlış yazımıdır “banqueroute” Türkçeye iflas olarak tercüme edilebilir.

ERKEN CUMHURİYET

DÖNEMİNDE ALTERNATİF

BİR KALKINMA MODELİ

ÖNERİSİ OLARAK “MİLLET

İKTİSADI” VE “KÖYCÜLÜK”

126

yazarların, organik ve homojen bir toplumsal yapı önerdiği görülmektedir. Onlara göre toplumsal gelişme muhafazakar bir pencereden okunmuş, bu bağlamda fikirlerinde kültüre büyük önem verdikleri, gelenek, örf ve adetlerin son derece önemli olduğu göze çarpmıştır. Bir anlamda liberal ve muhafazakar milliyetçilik yaklaşımlarının ortak özelliği olan “organik toplum”

yapısı bu yazarlar özelinde Anadoluculuğa yansımıştır.

Dönemin Türkiye’si göz önünde bulundurulduğunda “millet iktisadı” olarak formüle edilen ekonomi yaklaşımının, nüfusun %75’ini oluşturan sosyolojik gerçeklikle örtüştüğü söylenebilir. Resmi ideolojiden farklı olarak toplumu ve ekonomiyi canlı birer organizma olarak gören yazarlara göre inşacılık kaçınılması gereken bir yöntemdir. Bu yönüyle erken cumhuriyet döneminde uygulanan politikalardan net bir şekilde ayrılan yazarlar dönemin siyasal gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda bu eleştiri ve fikirleri tek parti yönetiminin şimşeklerini üstlerine çekmeden üslubunca, ölçülü bir şekilde dile getirmeye çalışmış, görüş ve düşünceleriyle yönetimi etkilemek istemişlerdir.

Her ne kadar kurdukları veya yazarı oldukları dergiler üzerinden bu girişimlerini sergileseler de bahsi geçen yazarların fikirlerini popülerleştiremedikleri ortadadır. Dar bir çevreyle sınırlı kalmalarından ötürü popülerleşemeyen bu fikirler entelektüel çevrelerce tartışılan

Her ne kadar kurdukları veya yazarı oldukları dergiler üzerinden bu girişimlerini sergileseler de bahsi geçen yazarların fikirlerini popülerleştiremedikleri ortadadır. Dar bir çevreyle sınırlı kalmalarından ötürü popülerleşemeyen bu fikirler entelektüel çevrelerce tartışılan