• Sonuç bulunamadı

Bozmaya Uyma Karar› Verildikten Sonra Bundan Dönülerek Direnme Karar› Verilemez – Usuli Kazan›lm›fl Hak

ÖZET: Kural olarak hakim ara kararlarından dönebilir ise de bozmaya uyulması-na ilişkin karar, bunun istisuyulması-nalarından biridir. Yargıtay bozma kararıuyulması-na uyan mahkeme, bozma doğrultusunda işlem yapmak ve hüküm kurmak zo-rundadır. Mahkeme uyma kararını kaldırarak direnme kararı veremeyece-ği gibi bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşen bölümler hakkında da yeni bir hüküm kuramaz. Bozmaya uyulmakla bozma lehine olan taraf ya-rarına usuli kazanılmış hak doğar. Usuli kazanılmış hak kamu düzeninden olup Yargıtay tarafından re’sen dikkate alınması gerekir. Açıklanan ilkeler dikkate alınmaksızın bozmaya uyma kararından dönülerek direnme kararı verilmesi hatalıdır.

➣ 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 429.

T

araflar arasındaki “ihbar, kıdem ve işe başlatmama tazminatı ve ücret alacağı”

davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çerkezköy 1. Asliye Hukuk (İş Mah. Sıfatıyla) Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 09.05.2007 gün ve 2006/256 E. - 2007/197 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından is-tenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 27.4.2009 gün ve 2008/6 E., 2009/11636 K. sayılı ilamıyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden ya-pılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edil-diği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ihbar, kıdem, işe başlatmama tazminatı ve ücret alacaklarının tahsili is-temine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üze-rine özel dairece bozulmuştur.

Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sırasında 28.09.2009 tarihli oturum-da taraf vekillerinin beyanları alındıktan sonra verilen ara kararı ile, “Yargıtay 9.

Hukuk Dairesi’nin bozma ilamına uyuldu, tefhimle açık yargılamaya devam olun-du.” denildikten ve bu şekilde açıkça bozma ilamına uyulup, karar tefhim edildik-ten sonra yargılamaya son verilmiş; ne var ki, oluşturulan kısa kararda ve buna uy-gun yazılan gerekçeli kararda az önce verilen uyma kararından dönülerek, “önceki kararda direnilerek, davanın kabulüne” şeklinde hüküm oluşturulmuştur.

Burada tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece, “Yargıtay özel daire bozma ilamına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, aynı oturum-da bu kararoturum-dan dönülerek açıklanan bu hukuki sonucun tam aksine bir karar veril-mesine (direnilveril-mesine) hukuken olanak bulunup bulunmadığı üzerinde durulması gerekmektedir.

Öncelikle belirtelim ki, vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtay’ın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan yerel mahkeme, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm kurmak zorundadır. Mahkeme uyma kararını kaldırarak, direnme kararı veremeyeceği gibi, hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hak-kında da yeni bir hüküm kuramaz. Bozmaya uyulmakla bozma lehine olan taraf ya-rarına usuli kazanılmış hak doğmuş olur.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak”

kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamala-rı ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilke-lerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da taraf-ların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Belirtilmelidir ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesi’nce verilen bozma kararı-na uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme

yükümlü-lüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmü-ne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Y.İ.B.K.).

Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz (Aynı yönde H.G.K.’nun 26.02.1986 gün ve 1986/1-50 E. - 174 K.; 11.05.1994 gün ve 1994/8-252 E. - 314 K.; 01.12.1999 gün ve 1999/18-1041 E. - 1006 K.; 11.05.2005 gün ve 2005/2-315 E. - 333 K.; 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 E. - 573 K. sayılı ilamları).

Kural olarak, hakim ara kararından dönebilirse de, bozmaya uyulmasına ilişkin karar, bunun istisnalarındandır. İster aynı oturumda, ister daha sonraki oturumlarda olsun bundan dönerek eski hükmünde ısrar edemez. Hakim değişikliği olsa dahi, bozmaya uymaya ilişkin ara kararından dönülemez ve direnme kararı verilemez.

Verilirse bu bir direnme kararı değil, yeni bir karar niteliğindedir (H.G.K.’nun 15.10.2008 gün ve 2008/19-624 E. - 632 K.).

Kazanılmış haklar, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli un-surlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yo-rumlar Anayasa’nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hu-kuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, huhu-kuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ki, bu kabul edilemez.

Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına da karar veril-dikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usule ilişkin kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur. Mahkemece uyma yönünde verilen karardan dönülerek önceki kararda direnilmesi usulen ola-naklı değildir (H.G.K. 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 E. - 573 K.; 15.10.2008 gün ve 2008/19-624 E. - 632 K.).

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava-lı yanın temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı ve yerel mahkemenin bu ka-rara uyması ile davalı yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Bu ilke, yukarıda da belirtildiği gibi, kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir.

Açıklanan nedenlerle, mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usule iliş-kin kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine ge-tirilmesi gerekirken, uyma kararından dönülüp direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yu-karıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince

BO-ZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesi-ne yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesiincelenmesi-ne 17.02.2010 gününde, oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 10.02.2010 Esas: 2010/13-26 Karar: 2010/73

Delil Tespiti ‹steme Koflullar› – Karfl› Tarafa Tebli¤ Edilmeyen veya Tebli¤ Edilip ‹tiraza U¤rayan Delil Tespiti Tutana¤› ve Bilirkifli Raporu Delil Olarak Esas Al›namaz

ÖZET: Delil tespiti talebinde bulunulabilmesi için öncelikle, henüz açılmamış fa-kat açılması düşünülen bir davada delil olarak ileri sürülebilecek bir vakıa olmalıdır. Sonradan açılması düşünülen dava ile hiçbir ilgisi bulunmayan bir vakıanın tespiti istenemez. Delil tespiti talebinde bulunulabilmesi için hukuki yarar bulunması gerekir. Şimdiden tespit edilmemesi halinde ileride kaybolacağı veya gösterilmesi çok güç olacağı tahmin edilen delillerin ön-ceden tespit edilmesinde hukuki yarar vardır. Delil tespiti tek başına dava olmadığından bu talebe üçüncü kişiler müdahale edemez ve karşı dava da açamaz. Kural olarak delil tespiti, karşı taraf da hazır olmak üzere her iki tarafın huzurunda yapılır. Karşı tarafa tebiğ edilmeyen veya tebliğ edilip itiraz uğrayan delil tespit tutanağı ve bilirkişi raporu delil olarak kullanı-lamaz.

➣ 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 368, 369, 372.

T

araflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yar-gılama sonunda; Didim Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulü-ne dair verilen 07.05.2007 gün ve 1998/294 E., 2007/234 sayılı kararın incelenme-sinin davacı vekili ile davalı Hamide ve dahili davalı Emin vekili tarafından istenil-mesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 27.05.2008 gün ve 2008/1575-7344 sayılı ilamı ile;

(“…Davacı, davalılardan Hamide’nin taşınmaz sahibi, diğer davalı Nurettin’in de emlakçı olduğunu, davalıların 20 numaralı parsel üzerinde olduğunu söyledikleri ve gösterdikleri kaba inşaat halindeki 7 numaralı daireyi kendisine tapuda sattıkları-nı, bu dairedeki tüm eksiklikleri tamamlayıp oturmaya başladığısattıkları-nı, kendisine

göste-●

rilen dairenin gerçekte 19 parsel üzerinde olduğunu ve dava dışı Ömer mirasçılarına ait bulunduğunu, bu şahısların kendisine karşı müdahalenin meni davası açıp, tahli-yesini sağladıklarını, tapuda kat irtifakı kurulmuş olarak gözüken ve kendisine satı-lan 20 parsel numaralı arsa üzerinde inşaat bulunmadığını, davalıların kendisine ger-çekte arsa satmak suretiyle dolandırdıklarını, aldığı tespit raporuna göre arsa payı çıktıktan sonra dairenin raiç değerinin 2.850.000.000.-TL olduğunu, bu paradan da-valıların sorumlu oldukları gibi 89.584.000.-TL elektrik ve su aboneliği ile ÇTV masrafından da sorumlu olduklarını, ayrıca binbir güçlükle tamamladığı dairenin elinden alınması ve sokağa atılması nedeniyle manevi açıdan çöküntüye uğradığını ileri sürerek toplam 2.939.584.000.-TL maddi ve 15.000.000.000.-TL manevi tazmi-natın tahsiline karar verilmesini istemiş, sonradan verdiği dahili dava dilekçesi ile de bu zararından dahili davalılar Emin ve Coşkun’un da zararından sorumlu oldukların-dan bahisle bu miktar tazminatın onlaroldukların-dan da tahsilini istemiştir.

Davalılar davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davacının tamamladığı dairedeki eksik işler bedelini dava dışı Ömer mirasçılarından tahsil ettiği bu bedeli isteyemeyeceği ancak kendisine kaba inşaat halinde daire gösterilip arsa satılması nedeniyle aradaki farkı oluşturan 1.939,58.-YTL parayı akidi olan davalılardan Hamide’den isteyebileceği gerekçe gösterilerek bu paranın ve 1.500.-YTL manevi tazminatın Hamide’den tahsiline, di-ğer davalı hakkındaki davanın reddine, davaya dahil edilenler hakkında karar ittiha-zına yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, davalı Hamide, dahili davalı Emin ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davacı her ne kadar davalılardan Hamide’nin temyizi üzerine mahkeme ka-rarını her iki davalı yönünden yasal 10 günlük temyize cevap süresi içerisinde tem-yiz etmiş ise de, davalılardan Nurettin’in temtem-yiz talebi yoktur ve mahkeme kararı davacıya 06.07.2007 gününde tebliğ edilmiş; davacı da HUMK’nun 432/1. madde-sinde öngörülen 15 günlük temyiz süresini geçirdikten sonra davalılardan Nurettin yönünden de 12.09.2007 günlü temyiz dilekçesiyle talepte bulunmuş olduğundan bu davalı yönünden süresinden sonra verilen temyiz dilekçesinin reddine karar ver-mek gerekmiştir.

2- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici ne-denlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre dava-cının tüm, davalılardan Hamide’nin diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.

3- Davacı bu davasında diğer talepleri yanında 23.09.1998 tarihli tespit raporu-na dayaraporu-narak davaya konu (7) numaralı konutun tamamlanmış raiç değeri olan 3.000.000.000.-TL’den arsa bedeli olan 150.000.000.-TL’nin mahsubundan sonra bakiye 2.850.000.-TL’nin tahsilini istemiştir. Davacının kaba inşaat aşamasından sonra yaptığı imalat bedelini dava dışı Ömer mirasçılarından tahsil ettiği

mahkeme-nin de kabulündedir. Diğer taraftan anılan tespit raporunda dairemahkeme-nin kaba inşaat aşa-masındaki değerinin arsa bedeli çıktıktan sonra 1.850.000.000.-TL olduğu anlaşıl-maktadır. Didim Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1998/69 D.İş sayılı tespit dosyasının incelenmesinden anılan tespitin aleyhine hüküm kurulan davalılardan Hamide aley-hine yapılmadığı gibi Hamide, cevap dilekçesinde bu rapora itiraz etmiştir. Bu du-rumda bu rapora itibar edilemeyeceği gibi tespit raporunda kaba inşaat aşaması 1.850.000.000.-TL olarak belirlenen daire değerinin talep aşılmak suretiyle 1.939.580.000.-TL olarak kabul edilmesi ve bu miktarın da tahsiline karar verilmiş olması doğru değildir. Hal böyle olunca tespit tarihi itibariyle anılan dairenin kaba inşaat aşamasındaki raiç değeri konusunda uzman bilirkişi veya kurul aracılığıyla belirlenmeli taleple de bağlı kalınmak suretiyle sonucuna uygun bir karar verilme-lidir. Bu yönlerin göz ardı edilerek nasıl bir hesaplama yöntemiyle bulunduğu anla-şılmayan ve talepte aşılmak suretiyle 1.939.58.-YTL’na hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

4- B.K. 49. maddesi hükmünce kişisel menfaatleri halele uğratılan kişinin ma-nevi tazminat isteyeceği öngörülmüştür. Kişilik hakları kişinin kendi hür ve bağım-sız varlığının bütünlüğünü sağlar. Bu hak, insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliği-ne bağlı bir haktır. Hayat, beden ve ruh tamlığı vicdan, din, düşünce ve ekonomik uğraşılar özgürlüğü, şeref, haysiyet, isim, resim, sırlar hep kişisel varlıklardır. Kişi-lik hakları mutlak niteKişi-likteki haklardandır. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için sözü edilen kişilik haklarına, hukuka aykırı ve ağır bir şekilde saldırı bulunması gerekir. Kişinin malvarlığına yönelik saldırı kişisel değerlere yönelik bir saldırı olarak kabul edilemez. Mahkemenin bu yönleri göz ardı ederek manevi tazminat is-teminin kısmen kabulüne karar vermiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

5- Davacı, eldeki davanın açılmasından sonra verdiği dahili dava dilekçesiyle dahili davalılardan Emin’in de zarardan sorumlu olduğundan bahisle talepte bulun-muştur. Emin’in de davada kendisini vekil ile temsil ettirmiştir. Bu durumda Emin yararına ayrıca vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, bu yönün gözetilmemiş olması doğru değildir. Bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenle davacının davalılardan Nu-rettin yönünden temyiz dilekçesinin reddine, ikinci bentte açıklanan nedenle dava-cının tüm, davalılardan Hamide’nin diğer temyiz itirazlarının reddine, üçüncü ve dördüncü bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalı Hamide yararı-na, beşinci bentte açıklanan nedenle de dahili davalı Emin yararına…”) gerekçesiy-le bozularak dosya yerine geri çevrilmekgerekçesiy-le, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı Hamide vekili.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edil-diği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Özel dairece, karar yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, ön-ceki hükümde direnilmiş; karar davalı Hamide vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davalı Nurettin ve dahili davalı Coşkun hakkındaki karar özel daire tarafından bozma nedeni yapılmadığından, dahili davalı Emin lehine vekalet ücreti verilmesi-ne ilişkin bozma ilamına da mahkemece uyulduğundan, kararın adı geçen davalıla-ra ilişkin kısmı kesinleşmiştir.

Davalı Hamide’ye ilişkin karar yönünden uyuşmazlık bulunmaktadır.

Açıklanan maddi olgu, iddia ve savunma ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; maddi tazmi-nat yönünden mahkemece yapılan incelemenin ve davadan önce alınan tek taraflı tesbit raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı; dava konusu dairede yeni-den keşif yapılıp bilirkişi raporu alınmasının gerekip gerekmediği ve ayrıca davacı lehine manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği; noktalarında toplanmak-tadır.

1- Davalı vekilinin maddi tazminata ilişkin temyiz itirazları yönünden;

Davacı, yaptırdığı delil tespitinde alınan 23.09.1998 tarihli tespit raporuna da-yanarak davaya konu konutun tamamlanmış rayiç değeri ile elektrik, su aboneliği, sigorta ve çevre temizlik vergisi masraflarından oluşan maddi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davacının davasının dayanağını yaptırdığı delil tespiti nedeniyle düzenlenen bilirkişi raporu oluşturmaktadır.

Bu nedenle; öncelikle, bu konuya ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde durulma-lıdır;

Bir davanın açılıp, yargılamanın başlamasından sonra belirli usuli aşamalardan geçilerek kanıtların incelenmesine geçilir. Bu bazen uzun bir süre gerektirir ve de-lillerin bu sürede değil elde tutulması, korunması olanaksız olabilir. Bu nedenle yar-gılama aşamaları beklenilmeksizin delillerin toplanması ve güvence altına alınması ihtiyacı, gecikmesi halinde kayıp ihtimalinden doğan bir gereksinmenin sonucu ola-rak ortaya çıkar.

Delil tespiti, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, “Delillerin Tespiti” başlıklı, 368. maddesinde; “İki taraftan her biri, derdesti rüyet bulunan da-vada henüz tahkik ve tetkikine sıra gelmemiş bulunan veyahut ileride ikame

edece-ği davada dermeyan edilecek olan hususun şahit, keşif, ehlihibre veya diğer deliller ile tespitini talep edebilir” şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı kanunun 369. maddesi, delillerin tespiti için gerekli şartları ortaya koy-maktadır. Bu madde içeriğinde aynen; “Kanunu Medeni hükmü mahfuz kalmak şar-tiyle ancak şimdiden zabıt ve tesbit olunmazsa ileride zayi olacağı veya ikamesin-de çok müşkülat çıkacağı melhuz olan ikamesin-deliller bu fasıl hükmüne tevfikan tesbit olu-nabilir” denilmektedir.

Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere, delil tespitinde bulunulabilmesi için:

Öncelikle, henüz ikame olunmamış ve fakat ikame olunması düşünülen bir da-vada delil olarak ileri sürülecek bir vakıa bulunmalıdır. Sonradan ikame edilecek olan dava ile hiçbir alaka ve ilişkisi bulunmayan bir vakıa tespit ettirilemeyeceği gi-bi, ayrıca tespiti talep olunan delillerin hemen tespitine gidilmediği takdirde delil-lerin kaybolacağından ciddi bir surette endişe edilmesi gerekmektedir.

Diğer yandan, ancak inceleme sırası gelmemiş olan delillerin tespiti istenebilir.

Daha önceden tespit edilmiş olan bir hususun yeniden tespiti talep olunamayacağı gibi, ayrıca delil tespiti istenilen vakıanın mevcudiyeti açıkça belli ve inkar edile-meyecek bir vakıaya yönelik ise, yine tespiti istenemez.

Delil tespiti isteme de hukuki yarar bulunmalıdır; şimdiden tespit edilme-mesi halinde ilerde kaybolacağı (yok olacağı) veya gösteriledilme-mesi çok güç olacağı tahmin edilen delillerin, önceden tespit edilmesinde hukuki yarar varlığı kabul edil-mektedir.

Delil tespiti tek başına bir dava olmadığından, aynı kanunun 185. maddesinde sayılan sonuçları doğurmayacağı gibi, bu talebe karşı üçüncü kişiler müdahale ede-mez ve karşı dava da açılamaz.

Kural olarak, delil tespiti karşı taraf da hazır olmak üzere (her iki tarafın huzu-runda) yapılır. Fakat, karşı taraf, usulüne uygun biçimde davet edildiği halde, gel-mezse delil tespiti gıyabında yapılır. Mahkeme, delil tespitinin karşı tarafın yoklu-ğunda yapılmasına da karar verebilir. Delil tespitinin karşı tarafın yokluyoklu-ğunda ya-pılmış olması halinde, mahkeme, dilekçeyi ve delil tespiti tutanağı ile varsa bilirki-şi raporunun bir suretini derhal karşı tarafa tebliğ etmek zorundadır (m. 372/I-II).

Aksi halde, karşı tarafa tebliğ edilmemiş olan delil tespiti tutanağı, davada delil ola-rak kullanılamaz.

Delil tespiti kararı, nihai bir karar olmadığından temyiz edilemez. Fakat karşı taraf, delil tespiti kararı icra edilinceye (delil tespiti yapılıncaya) kadar delil tespiti kararına itiraz edebilir. Delil tespiti kararı icra edildikten sonra, hem delil tespiti ka-rarına hem de delil tespiti işlemine itiraz edilebilir (m. 373 c. 1).

İtiraz, delil tespitini yapmış olan mahkemeye yapılır. Delil tespitine itiraz bir süreye bağlı değildir. Delil tespitine itirazdan önce dava açılmış ise, bu itiraz, dava-nın açılmış olduğu mahkemeye yapılır ve o mahkeme tarafından incelenir.

Karşı taraf, delil tespiti yolu ile alınmış olan bilirkişi raporuna itiraz ederse, delil tespitini yapmış olan mahkemenin, aynı bilirkişiden ek rapor istemesi gerekir. Aksi halde, itiraza uğramış olan bilirkişi raporu, davada delil olarak kulla-nılamaz.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun, 15.04.1964 gün ve 4/98-324 sayılı;

27.11.1971 gün ve 1971/9-690 sayılı; 24.06.1978 gün ve 1978/14-348 sayılı;

25.04.1979 gün ve 1979/11-401 sayılı; 11.12.1991 gün ve 1/506-635 sayılı kararla-rında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.

Somut olaya gelince; davalı tarafından, davacıya, gerçekte 208 ada 19 nolu par-sel üzerinde bulunan inşaat halindeki 7 nolu bağımsız bölüm satıldığı halde, satılan yer 20 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 7 nolu bağımsız bölümmüş gibi gösterildi-ği; sonuçta davacıya 20 parsel 7 nolu bağımsız bölümün satılıp, teslim edildigösterildi-ği; da-vacının bu bağımsız bölümü inşaat halinde satın aldıktan sonra, kendi evi olduğu inancı ile tamamladığı, ancak daha sonra inşaat halinde kendisine gösterilen ve

Somut olaya gelince; davalı tarafından, davacıya, gerçekte 208 ada 19 nolu par-sel üzerinde bulunan inşaat halindeki 7 nolu bağımsız bölüm satıldığı halde, satılan yer 20 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 7 nolu bağımsız bölümmüş gibi gösterildi-ği; sonuçta davacıya 20 parsel 7 nolu bağımsız bölümün satılıp, teslim edildigösterildi-ği; da-vacının bu bağımsız bölümü inşaat halinde satın aldıktan sonra, kendi evi olduğu inancı ile tamamladığı, ancak daha sonra inşaat halinde kendisine gösterilen ve

Outline

Benzer Belgeler