• Sonuç bulunamadı

BM’nin Kurulması Sonrası Dünya Konjonktürü ve Sömürgelerin

1.2 Kendi Kaderini Tayinin Tarihçesi

1.2.2 II Dünya Savaşı Sonrası Kendi Kaderini Tayin

1.2.2.1 BM’nin Kurulması Sonrası Dünya Konjonktürü ve Sömürgelerin

İkinci aşamada, II. Dünya Savaşı sonrası ve BM’nin kurulması ile kendi kaderini tayin sömürgecilik karşıtı bir anlam kazanır ve imparatorluklar döneminden sonra bu defa da sömürgecilik dönemini kapatma rolünü üstlenir. Kendi kaderini tayinin BM sistemi altında önem kazanmasında savaş sonrasındaki süreçte Asya ve Afrika’daki sömürgeciliğin bitmesi etkili olmuştur. Böylelikle, I. Dünya Savaşı sonrası oluşan kendi kaderini tayin süreci II. Dünya Savaşı sonrasında da tekrarlanmıştır. İki kıtada da yaşanan dekolonizasyon, zincirleme bir reaksiyon şeklinde hareket etmiş ve ülkeler kendi kaderini tayin hakkına dayanarak teker

255

Taşdemir, Fatma, “Ulusal Bağımsızlık Hareketlerinin Güç Kullanmasının Meşruluğu ve Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukuna Etkileri”, Liberal Düşünce, Yıl: 7, Sayı: 29, Kış: 2003, s. 39.

256 Krulic, a.g.e., s. 71. 257 Lauwers/Smis, a.g.e., s. 44. 258

Cassese, a.g.e., s. 44.

teker bağımsızlığını kazanmaya başlamışlardır.260

Özellikle coğrafi olarak uzaktaki bir sömürgeci gücün tahakkümünde olan halklara kendi kaderini tayin hakkı hemen verilir.

Sömürgelerin tasfiyesi adı verilen bu ikinci dönemde, bu hak ırkçı rejimlere maruz kalmış halklara da uygulanacak şekilde geniş tutulur. BMGK’dan çıkan 59/134 sayılı bildiriye göre, “sömürgeden kurtulma sürecinde kendi kaderini tayinden başka bir seçenek yoktur.” BM’nin Sömürgecilik Bildirisi ve Dostça İlişkiler Bildirisi, sömürgeciliğin her şekliyle açıkça hızlı ve koşulsuz sonunu ilan eder. Böylelikle kendi kaderini tayin, sömürgelerin tasfiyesi talepleri için ahlaki ve siyasi zemin oluşturur. Savaş sonrası Afrika ve Asya ülkelerinin sömürgelerin tasfiyesi sürecinde hukuk düzeni net bir biçimde tek taraflı kendi kaderini tayin hakkını tanır. Daha homojen ulus devletler yaratmak için sınırların yeniden çizilmesini öngören Wilson ideolojisi ile karşılaştırıldığında, ikinci dalgada kendi kaderini tayinin daha farklı yorumlandığı açıktır. Wilson’un kendi kaderini tayin yaklaşımı etnik temelli yorumlanmışken, II. Dünya savaşı sonrasındaki kendi kaderini tayin toprağa dayalı bir anlayışa sahiptir.261

Bu ikinci dalgada kendi kaderini tayin sadece sömürgeci Avrupa devletlerinden coğrafi olarak ayrılmış olan sömürgelere uygulanır, Avrupa ya da Kuzey ve Güney Amerika’daki ulusal kendi kaderini tayin talepleri dikkate alınmaz ve ilk döneme nazaran iyice dışlanır.262

II. Dünya Savaşı sonrasında hazırlanan BM Şartı, devletle halk arasındaki kopukluğu dikkate almaz ve “halk” ile çoğunlukla, yakın zamanda devlet haline gelecek olan Üçüncü Dünya Halkları’nı işaret eder (örneğin 73. madde). Ancak, mevcut ülkelerdeki etnik azınlıklar sorununa hiç değinilmez.263

Sömürgecilikten kurtuluş döneminde kendi kaderini tayinle kast edilen dış kendi kaderini tayin olur, iç kendi kaderini tayin ise devre dışı bırakılır. Sömürgecilik Bildirisi’nde, sömürge statüsünden bağımsız devlet statüsüne geçişte hiçbir toprak değişimi kabul edilmez: “bir ülkenin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü kısmen ya da tümden parçalamaya dair her teşebbüs, BM Şartı’nın amaçlarıyla ve ilkeleriyle ters düşer” denilir. Böylelikle sömürgeler, sömürgeci imparatorluklardan hiçbir toprak değişikliği olmadan ayrılır, sömürge dönemindeki topraklarını muhafaza ederler.

İkinci dalganın ilkinden önemli bir diğer farkı, artık insan hakları ve kendi kaderini tayinin, uluslararası hukuk ve uluslararası organizasyonların temelini oluşturur hale

260 Horowitz, a.g.e., s. 3-5. 261

Moore, Margeret, “The Territorial Dimension of Self-Determination”, National Self-Determination and

Secession, Margaret Moore (Der.), Oxford University Press, Oxford: 1998, s. 2-3.

262 İsrail devletinin kurulması ve akabinde yaşanan Filistin sorunu ne imparatorlukların dağılması ne de

sömürgelerin tasfiyesi ile ilgili bir durumdur ve ancak ayrı bir çalışmanın konusu olabilir.

263

Archibugi, Daniele, “A Critical Analysis of the Self-determination of Peoples: A Cosmopolitan Perspective”,

gelmesidir.264 Örneğin, BM Şartı kendi kaderini tayine iki kez atıfta bulunur, ileride bunlara detaylı bir şekilde değinilecektir. BM Şartı’nın 1. maddesi ve diğer uluslararası andlaşmalar artık iki şeyi açıkça içerir: i) içsel kendi kaderini tayin (halkların, sosyal, ekonomik ve kültürel politikalarını belirleme hakkı) ve dışsal kendi kaderini tayin (halkların uluslararası statülerine serbestçe karar verme hakkı). Daha önceden bireysel haklar olarak yorumlanan içsel kendi kaderini tayin artık medeni ve siyasal hakları içerecek şekilde genişletilir.265

Bununla birlikte, Afrika ve Asya’daki bağımsızlık hareketleri tek bir özellik sergilemiştir. Her ne kadar onlar kendi kaderini tayin adı altında hareket etmiş olsalar da, aslında etnik dağılıma göre olmayan, eski koloni güçlerinin egemen olduğu veya yönettiği ve esasen rastgele çizilmiş olan sınırları hesaba katarak siyasi bağımsızlık talep etmişlerdir.266

Ayrıca, sömürge sonrası devletlerde kendi kaderini tayin hakkı insan hakları, siyasi ve yasal haklar ve ahlak kurallarına bağlı olarak yapılan bir teklif görünümünde olmuştur. Yani, buralarda kendi kaderini tayin daha ziyade insan haklarının gelişmesi anlamına gelmiş ve asıl amacından uzak tutulmuştur. Bu durum da, topraksal sınırını tayin etmek, kendi devletini yönetmek, kaynaklarla ilgili özel haklar elde etmek gibi amaçlarla kendi kaderini tayinin kullanılması tezini alt üst etmiştir.267

Üçüncü Dünya devletleri için kendi kaderini tayin, sömürgecilik ve ırkçılığa; bir ülkeyi rızasız olarak işgal eden baskıcı bir devlet hakimiyetine ve yeni sömürgeciliğin268

bütün belirmelerine karşı mücadele, olmak üzere üç tür mücadeleyi içermekteydi.269

Öyle ki, kendi kaderini tayin, örneğin kuvvet kullanmanın yasaklanması ve içişlerine karışmama gibi ilkelere nazaran önceliğe sahipti. İçsel anlamda da çoğunluk yönetimi olarak görülüyordu.270

Nitekim BM, uğraşlarını Afrika milliyetçiliğinin yükseldiği 1950’li 1960’lı yıllarda hızlandırmış, çalışmalarının ağırlığını da sömürgelerde ve vesayet bölgelerinde kendi kaderini tayin hakkının gerçekleşmesine yönelik oluşturmuştur. 1950’lerde BM, Fas, Tunus ve Cezayir’in bağımsızlığı sorunuyla ilgilenmiş, güneyli ülkelerin taleplerine cevaben, halkların kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkını ve kendi kaynakları üzerindeki özdenetimini

264 Bauböck, Rainer “Paradoxes of Self-Determination and the Right to Self-government”, IWE Working Paper,

Austrian Academy of Sciences, Sayı: 42, Ocak: 2004, s. 8.

265 Cassese, a.g.e., s. 122. 266

Connor, a.g.e., s. 5-6.

267 Zhu, Yuchao/Biachford, Dongyan, “Ethnic Disputes in International Politics: Manifestations and

Conceptualizations”, Nationalism and Ethnic Politics, Cilt: 12, Sayı: 1, Yaz: 2006, s. 37-38.

268

ABÖ uygulamasına göre, “yeni sömürgecilik” ekonomik ve kültürel boyunduruk, siyonizm ve bölgesel milliyetçilik yoluyla devletlerin parçalanmasını kapsayan sınırları henüz belli olmayan bir kavramdır. Karaosmanoğlu, Ali, İç Çatışmaların Çözümü ve Uluslararası Örgütler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul: 1981, s. 71.

269

Cassese, a.g.e., s. 45-46.

onaylamış, bu hususta BM, Tunus ve Bangkok Bildirileri’ni kabul etmiştir.271

Ama sömürgecilikten kurtulmada etkili olan kendi kaderini tayin, sonradan Sahra ve Filistin halklarının geleceği konusunda yaşanan krizlerin de gösterdiği gibi, belli engellerle de karşılaşmıştır.272

Üçüncü Dünya’da hem BM hem Arap Birliği hem de ABÖ’nün273 kendi kaderini tayinin hak ve yükümlülük doğuran bir hukuk kuralı olmasında katkısı büyük olmuştur.

Sömürgelerin tasfiyesi döneminin sona ermesiyle beraber, uluslararası toplumda ayrılmanın mazur görülmesi konusunda kullanılan dil değişir ve ülkesel bütünlük daha da önem kazanır.274

İlgili uluslararası belgelerde, beyan edilen kendi kaderini tayin hakkının, bağımsız devletlerin toprak bütünlüğünü bozacak bir fiili onaylamadığı dile getirmeye başlanır.275

Sömürgelerin tasfiyesi döneminin tamamlanması sanki ayrı bir devlet kurma bağlamındaki kendi kaderini tayin hakkının da sonuna işaret eder, kendi devletini kurmak isteyen ulusal grupların bu talepleri sömürge halk olmadıkları gerekçesiyle reddedilmeye başlanır. Bir halkın ya da topluluğun sömürgeleştirilmesi illa ki deniz aşırı güçler tarafından gerçekleştirilmek zorunda değildir, pekala aynı ülke içinde de bir grup öteki grubu tahakkümü altına alabilir ya da sömürgeleştirebilir. Fakat kendi kaderini tayin, artık dışsal içerikten yani bir devletten ayrılarak bağımsız olmaktan, ziyade içsel içeriğe bürünmüştür. Ancak sosyalistler, Lenin’in sömürge karşıtı kendi kaderini tayin tezini esas alarak kavramın özellikle dışsal boyutu üzerinde durmuşlardır. Sosyalist hukukçular, kendi kaderini tayini, esasen bağımsız bir devlet kurmak için ayrılma hakkı anlamında ele almışlar, bu hakkın sömürge egemenliği, ırkçı yönetim ve veya yabancı işgalindeki halkların özgürlüğü anlamına geldiğinin altını çizmişlerdir. Sosyalistler halkların uluslararası konumlarını özgürce seçme hakkına sahip oldukları konusunda ısrarlı olmuşlardır. Bunun yanında, içsel kendi kaderini tayin olan bir halkın özgürce kendi yönetim biçimini seçmesini de desteklemişler, fakat bunun sosyalist bir hükümet şekli seçilmesiyle gerçekleşebileceğini ileri sürmüşlerdir.276

Batılı devletler ise, sosyalistlerden farklı olarak kendi kaderini tayine içsel pencereden bakmayı kendi çıkarlarına uygun bulmuşlardır. Onlara göre kavram hükümetlerin demokratik

271 Özdek, a.g.e., s. 375. 272

Chemillier-Gendreau, Moniqeu, “Uluslararası Hukuk, Devletler Hukuku, Halklar Hukuku”, Uluslar ve

Milliyetçilikler, Jean Leca (Ed.), Metis Yayınları, İstanbul: 1998, s. 131.

273 Addis Ababa Andlaşması’nın Önsöz’ünde, İnsan ve Halklar Haklarına İlişkin Afrika Sözleşmesi’nin 20.

maddesinde kendi kaderini tayin hakkı kabul edilmiştir. Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri (2.

Kitap), Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara: 2013, s. 221. Kendi kaderini tayin konusunda

Arap Birliği ve ABÖ benzer izlenceler uygulamışlardır.

274 Meadwell, Hudson, a.g.e., s. 386. 275

Bkz. 1960 tarihli Sömürgecilik Bildirisi ve 1970 tarihli Dostça İlişkiler Bildirisi.

meşruluğu için esaslı bir ölçüt olup her insanın kişisel ve siyasal haklarının bir harmanı niteliğindeydi.277

Baskıcı yönetimlerce ezilen halkların haklarının tanınmasını ileri süren Batı, kendi kaderini tayin hakkının her durumda temel haklar ve bireysel özgürlükleri içermesi gerektiğini savunmuştur. Bir başka deyişle kendi kaderini tayinle bireysel özgürlükler arasında çok yakın bir ilişki olup bu ilişki kendi kaderini tayinin içeriğini belirler.278

Artık Batı’da grup haklarıyla değil bireysel insan haklarıyla ilişkilendirilir olmuştur.

Üçüncü Dünya’nın milliyetçi hareket ve isteklerinin artması kendi kaderini tayinin bağımsızlıktan ziyade mevcut sınırları koruma şeklinde dönüşümünde önemli bir etmendi. Böylece Batılılar halkları hareketsiz bırakmaya ve statükoyu meşrulaştırmaya çalışmıştır. Keza Soğuk Savaş sürecinde insan haklarını özellikle sosyalist dünyaya karşı bir silah olarak kullanmışlardır. Kendi kaderini tayine ilişkin gelişmeler Sosyalist Blok ve Batı arasında sıkışan küresel iki kutuplu dünya sisteminde bu doğrultuda devam etmiş ve iki taraf arasındaki Soğuk Savaş’ın bitimine kadar bu bağlamın farklı görünümleriyle varlığını devam ettirmiştir.