• Sonuç bulunamadı

AGİK Çerçevesinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı

2.1 Kendi Kaderini Tayin Hakkının Hukuki Kapsamı

2.1.2 AGİK Çerçevesinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK)417

, 1970 yılların başında Soğuk Savaş koşullarındaki Avrupa’nın parçalamış siyasi bütünlüğünün tekrar sağlanması, güvenlik ve istikrarın temini ve katılan devletler arasında bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi fikriyle kurulmuştur.

AGİK’in görevi, doğu ile batı arasında çok taraflı bir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİK, yeni yükümlülüklerin ele alındığı ve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılar şeklinde varlığını sürdürmüştür.418

AGİK, faaliyetleri çerçevesinde kendi kaderini tayin kavramına önem vermiş ve kavram AGİK şemsiyesi altında kabul edilen -bağlayıcılıkları olmasa da siyasi ve ahlaki değere sahip- çeşitli belgelerde yer almıştır.

415 Arsava, “Azınlıklar ...”, s. 34. 416 Aral, a.g.e., s. 111.

417 AGİK, 4 Aralık 1994’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ismini almıştır. 418

Sapiro, Miriam, “The OSCE: An Essential Component of European Security”,

2.1.2.1 Helsinki Nihai Senedi

3 Temmuz 1973 tarihinde Helsinki’de başlayan ve Cenevre’de devam eden AGİK sürecinin temel belgelerinden ilki olarak 35 devlet tarafından419

1 Ağustos 1975 yılında Helsinki’de imzalanmış ve AGİT’in de kurulması yolunda ilk adımı atmış olan senettir. 10 bölümden oluşan Helsinki Nihai Senedi’nin 8. bölümü kendi kaderini tayin hakkına ilişkindir. “Halkların Eşit Hakları ve Kendi Kaderini Tayini” başlığı altında kendi kaderini tayin hakkı şu şekilde düzenlenmiştir:

“Katılan devletler, her zaman BM Şartı’nın amaçlarına ve ilkelerine ve devletlerin toprak bütünlüğü de dahil uluslararası hukukun ilgili kurallarına uyarak, halkların hak eşitliğine ve onların kendi geleceklerini serbestçe belirleme haklarına saygı gösterirler.

Halkların hak eşitliği ve kendi kaderlerini serbestçe tayin hakları uyarınca, bütün halklar, dışarıdan bir karışma olmaksızın, istedikleri zaman ve istedikleri biçimde, iç ve dış siyasal statülerini özgür olarak saptama ve siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini diledikleri gibi sürdürme hakkına her zaman sahiptirler. Katılan devletler, gerek kendi aralarında, gerek bütün devletlerle dostluk ilişkilerinin gelişmesi için, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini serbestçe belirleme ilkesinin evrensel anlamına saygının ve bu ilkeyi etkin bir biçimde kullanmalarının önemini bir kez daha doğrularlar. Katılan devletler, bu ilkeye, herhangi bir biçimde, aykırı davranışların ortadan kaldırılmasının önemini anımsarlar.”420

Avrupa devletleri arasındaki işbirliği ve güvenliği güçlendirmek amacıyla imzalanan Sened’in 8. bölümü büyük ölçüde BM kararlarını pekiştirmekten öteye gidemediği söylenebilir. Ancak, kendi kaderini tayin hakkının içsel boyutuna ilk kez bu derinlikte yer verilmiştir.421

Halkların sadece dış müdahaleden değil, otoriter bir hükümetin baskısından da kurtulmak için bu hakkı kullanabileceğinden bahsedilmektedir.422

Bu anlamda, başlıca yeniliklerinden birinin içsel kendi kaderini tayin hakkına dair yaptığı demokratik hamle olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Çoğulcu demokratik bir toplum modeli için özel bir kriterin

419 33 Avrupa ulkesi, ABD ve Kanada. Türkiye 18-19 Kasım 1999’daki AGİT istanbul zirvesinde imzalamıştır.

Senedi imzalayan 35 ülke arasında SSCB dikkat çekmektedir. Zira kaderin bir cilvesi olarak, SSCB’nin dağılma sürecinde Senet büyük bir etken olarak gösterilmektedir. Diğer yandan Yugoslavya temsilcileri de belgeyiimzalamış olsalar da Yugoslavya ‘nın dağılma süreci pek kolay olmamıştır ve kimse bu dağılma sürecinde Helsinki Nihai Senedi’nden bahsetmemiştir.

420 Gündüz, a.g.e., s. 707. Ayrıca tam metin için bkz. s. 704-708. 421

Cassese, a.g.e., s. 285.

gelişimine yardım etmiştir. Buna göre, her devlet tüm nüfusu ile, özgür ve fiili seçimler vasıtasıyla yöneticilerini seçme hakkına sahip olacak, bu hak bir defalık değil devamlı olacaktır. Ancak böyle bir genel kuralın oluşumu için bazı yeni mekanizmaların -örneğin BMGK’nın seçimleri gözlemlemesi gibi- buna eşlik etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde oluşum halinde olan (in statu nascendi) böyle bir kural uygulamadan yoksun, manipulasyonlara açık, hukuken değersiz, sadece siyasi ve felsefi değeri olan bir kural mahiyeti taşıyacaktır.

Senet, kendi kaderini tayin hakkını geniş anlamda yorumlamış, sömürge, yabancı hakimiyeti ya da ırkçı bir rejim altında yaşayan halklara atıf yapmadan, bu hakkın tüm halklara ait olduğunu ilan etmiştir. Bu, Avrupa yaklaşımını yansıtmakla birlikte, artık vrensel düşüncenin de bu yönde olduğunu teyid etmiştir. Fakat bu hususun uygulamada dikkate alınmaması ihtimalinden dolayı, Doğulu ülkeler Batılı ülkeler bu yönde davranmaya zorlamaktadır.423

Senet’te devletlerin egemenliği, ülkesel bütünlük, sınırların değişmezliği gibi kendi kaderini tayin hakkı ile zıt gibi görünen ilkeler de kabul edilmiştir. Dolayısıyla Senet’in özünde, yine önceki belgelerde olduğu gibi, devletin çıkarı önceliklidir. Bu anlamda Senet, kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili önemli bir yenilik getirmemiştir.424

Ayrıca bu tutumla kendi kaderini tayinin bağımsızlık, güç kullanarak hakkı elde etme gibi, devrimci potansiyeli törpülenmiştir.425

Senet’te anılan halklar her imzacı devletin tüm nüfusu için geçerli olup herhangi etnik grup ya da azınlığa kendi kaderini tayin hakkı verilmemiş, ülkesel bütünlüğe verilen önem gereği ayrılmaya yönelik hiçbir hak tanınmamıştır. Bu veriler ışığında (her imzacı devletin tüm nüfusuna verilen kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde) bir devletin merkezi otoritesince bu devletin tüm nüfusunun isteğine aykırı hiçbir ülkesel ya da başkaca değişimler yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.426

Bu konuya ilişkin olarak meydana gelen iki olayı anımsamak faydalı olacaktır. İki Almanya'nın birleşmesinde tüm ülke nüfusunun isteğini almak gerekirken Doğu Almanya'da meydana gelen ani ve çarpıcı gelişmeler, Alman halklarının isteklerini bir referandum vasıtasıyla belirtmelerini gerekli kılmamıştır. Yine Çekoslovakya'nın 25 Kasım 1992'de Çek ve Slovak Cumhuriyetleri’ne ayrılması konusunda da bir referandum ya da plebisit yapılmamıştır. Ancak bu olay kendi kaderini tayin hakkının tek yanlı bir uygulamasından ziyade tarafların anlaşmasına dayanmıştır. Çünkü Çek ve Slovak 423 Koskenniemi, a.g.e., s. 288. 424 Cassese, a.g.e., s. 288. 425 Koskenniemi, a.g.e., s. 288. 426 Cassese, a.g.e., s. 287.

Cumhuriyetleri’nin ayrı varlıkları anayasal olarak tanınmış ve mevcut şartlar altında ayrılmalarında herhangi bir sakınca görülmemiştir.

Helsinki Nihai Senedi’nin diğer önemli bir özelliği de kendi kaderini tayin hakkı ve insan hakları arasındaki bağı uygun bir perspektife koymasıdır. Bu belge, öncelikle taraf devletlere insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermeleri talebinde bulunmaktadır. Bunun yanında kendi kaderini tayin hakkını devletler arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi bakımından önemli bir araç olarak görür.427

Kendi kaderini tayin hakkı ile insan hakları ilişkisine özen gösterilmiştir. “Serbestçe”, “özgürce” gibi ifadeler sık olarak her fıkrada kullanılmıştır. Bu kullanımla, halklara hem iç hem de dış herhangi bir müdahale olmaması kast edilmiştir. Devletlere de gönderme yapan bu yaklaşım, kendi kaderini tayin hakkının iç müdahale ve baskıya maruz kalmadan uygulanmasını öngörmektedir.428

Böylece içsel kendi kaderini tayin hakkına, yani demokratik düzene yönelik esaslı bir duruş sergilemiştir.

2.1.2.2 Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı

Batılı devletler öncülüğünde 1990’larda AGİK kapsamında kabul edilen Kopenhag429

ve Paris belgelerinde içsel kendi kaderini tayin hakkı yer almıştır.430 “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı” bunlar içinde en göze çarpandır. 19-21 Kasım 1990’da Paris’te kabul edilen bu belgede, ülkesel bütünlük üstün tutulmakla beraber, kendi kaderini tayin hakkının yine bu ilkeye aykırı olmadığı sürece uygulanması benimsenmiştir.431

İlgili düzenleme şöyledir:

“... Halkların eşit haklara sahip olduklarını ve BM Şartı ile uluslararası hukukun, devletlerin toprak bütünlüklerini konu alanlar dahil, ilgili normlarına uygun olarak, kendi kaderlerini tayin hakkına sahip bulunduklarını tekrar teyit ederiz.”432

Kendi kaderini tayin hakkına, 1989 Viyana Belgesi ve 3 Ekim 1991 Moskova Belgesi de ülke bütünlüğünün korunmasını gözeterek yer vermiştir.433

427 Cassese, a.g.e., s. 289. 428

Taşdemir, “Yeni Dünya ...”, s. 33.

429 “AGİK İnsani Boyut Konferansı Kopenhag Toplantısı Belgesi” metni için bkz. Gündüz, a.g.e., s. 727. 430 Aral,a.g.e., s. 115.

431 Cassese, a.g.e., s. 293. 432

Gündüz, a.g.e., s. 710. Tam metin için bkz. s. 708-716.

2.1.2.3 Viyana Bildirisi

Kendi kaderini tayin hakkının kullanımına açıklık getiren son belge, 25 Haziran 1993 tarihli Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisi’dir.

“... Eşit haklar ve halkların kendi kaderini tayinine uygun hareket eden ve o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir yönetime sahip bulunan egemen ve bağımsız devletlerin, ülkesel bütünlüğünü ya da siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek ya da tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak biçiminde yorumlanamaz.”434

Bildiri’de BM Şartı m. 55’e atıf yapılarak, kendi kaderini tayin hakkının varlığı ve bu hakkın ihlal edilemeyeceği kabul edilmiştir. Ancak hakkın kullanımına yine sınırlamalar getirilmiştir. Hak, ülkesel bütünlüğü bozucu şekilde kullanılamayacaktır ve hakkın kullanımıyla ilgili belirtilen ölçütler nazara alınacaktır. Viyana Bildirisi ve Eylem Programı II. Bölüm I. Paragraf Eki’ne göre hak üç tür halka tanınmıştır: Yabancı işgali altındaki, baskıcı/ırkçı rejimlerdeki ve sömürge altındaki halklar. Bildiri’de üzerinde durulması gereken en önemli husus, BM’nin daha önceki karar ve bildirilerinde, “yasal mücadele” olarak geçen kendi kaderini tayin hakkı kavramının “yasal eylem” biçiminde değiştirilmesi olmuştur. Bu değişikliğin nedeni ise, mücadele kavramının geniş manada terörizmi de kapsaması ve bunun sonucu olarak yasal gibi gösterilmek istenen tedhişçi faaliyetlerin uluslararası arenada önlenmeye ve ortadan kaldırılmaya ve bunun bir hak olarak nitelendirilemeyeceğinin izah edilmeye çalışılmasıdır.435

Soğuk Savaş döneminde hem Avrupa hem de küresel ölçekte toprak işgalleri ve ülke kazanımları asgari seviyede olduğu için bağımsızlık anlamında görülen dışsal kendi kaderini tayin hakkı da uzunca bir süre uykuda kalmıştır. Ancak Doğu Bloku’nun çöküşü ile kavram yeniden uyanışa geçmiştir.436 Fakat bu uyanış, her ne kadar yeni bağımsız devletler ortaya çıkarmışsa da, kendi kaderini tayin hakkının rotasının içsel yöne dönüşme sürecinde bir sapma olmamıştır. Dostça İlişkiler Bildirisi ile belirgin olarak başlayan demokratikleşme süreci, 20. yüzyılın sonlarında da hızla devam etmiştir. Toplumun tüm kesimlerine eşit şekilde davranılması, her grubun devlet kademelerinde yer alması ve seçimlerle özgür iradeli yansıtabilmeleri gibi araçları içeren içsel kendi kaderini tayin hakkına büyük önem

434 Oran, a.g.e., s. 115. 435

Toklu, Vefa, Uluslararası İlişkiler, Genişletilmiş 2. Baskı, İmaj Yayınevi, Ankara: 2004, s. 80-81.

atfedilmiştir. Ayrıca, BMGK ve AGİT gibi örgütlerin seçimleri takibi gibi yeni kriterler de kavramın unsurları haline gelmiştir.