• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ÇEVİRİ SOSYOLOJİSİNE ETKİ EDEN SOSYOLOJİ KURAMLARI

2.2. Niklas Luhmann’ın Sistem Kuramı

2.2.5. Birinci Gözlem ve İkinci Gözlem Türü

Gözlem basitçe ayırdetme ve işaretlemek anlamına gelmektedir. Gözlem kavramıyla “ayırdetmenin ve işaretlemenin” tek bir işlem olduğuna dikkat çekilmiştir, çünkü ayırd edilmeden işaretlenme yapılamaz, ayırd etmede bir tarafı işaretleyerek anlam kazanmaktadır. Geleneksel mantık terminolojisinde ayırd etme tarafların ilişkisinde dışlanmış/çıkarılmış/ayrılan olan üçüncüdür. Böylelikle gözlemde, gözlemini yaparken dışlanan üçüncü olmaktadır. Gözlemin autopoietik bir sistemin gerçekleştirmesi gereken bir operasyon olduğunu da dikkate alırsak ve sistemin burada gözlemci işlevini yerine getirdiğini varsayarsak, o takdirde gözlemcinin gözlemi dışlanan üçüncüdür. “Der Beobachter ist das ausgeschlossene Dritte seines Beobachtens” (Luhmann, 1998: 69). Gözlemci kendini gözlem yaparken göremez. Michel Sherr gözlemcinin gözlenemeyeceğini belirtmiştir. Gözlemci ayırd etmeyi her iki taraftan birini işaretlemek için kullanır, görmenin görülmeyen şartıdır ve “kör nokta” olarak tanımlanmaktadır. İster psişik ya da sosyal olsun, ister bilinç süreci ya da iletişim olsun bu gözlemin her türü için geçerlidir (Luhmann, 1998: 70).

En önemli çelişkilerden biri birinci ve ikinci gözlem türünün ayır edilmesiyle bertaraf edilmiştir. Bir araştırmacı diğer araştırmacıların ne gözlemlediğini gözlemler. Modern sanat ancak sanatçıların araçlarını nasıl kullandığını göstermesiyle anlam kazanır, yani nasıl gözlem yaptıklarını ve ne yaptıklarını. Tüm bu durumlarda neyi gözlemlediklerini gözlemlemek önemlidir ve çoğu durumda da neyi gözlemlemediklerini gözlemlemeyi de dahil etmektedir (Luhmann, 1998: 374-375).

Kendini tanımlamalar da gözlemlerdir ve gözlem olarak kalacaklardır. Gözlem bir şeyi ayırd ederken işaretlemedir. İşaretlenen ile birlikte aynı zamanda işaretlenmemiş bir alan da üretilmektedir ve gözlem işlemi (ve böylece gözlemciyi) gözlemlenenden uzaklaştırmaktadır (Luhmann, 1998: 882-883).

Toplumun kendi kendini gözlemlemesi ve kendini tanımlaması iletişimsel operasyonlardır ve sistemin olay bağlamında var olmaktadırlar. Sistemin önceden var olduğu şartından yola çıkmaktadırlar ve yapıcı değil, hep daha sonra gerçekleşen yüksek seviyede biçimlenmiş bir hafızayla işlem yapan operasyonlardır (Luhmann, 1998: 883). Kendi kendini gözlemlemenin ve kendini kendini tanımlamaların bilgi değeri vardır, bunun sebebi de sistemin kendisinin şeffaf olmamasından kaynaklanmaktadır (Luhmann, 1998: 885-886).

Sistemin kendini tanımladığı iletişimler de iletişimdir ve gözlemlenebilen ayrıcı olaylardır. Sadece gözlemleme olanı “dijitalleştirmektedir”, ve sadece bu bir ayrımı diğerlerinden öne çıkarmaktadır (Luhmann, 1998: 886-887).

Luhmann (1998: 887) kendi kendi gözlemleme altında her zaman sadece bir ve sistem içinde sisteme yönelik bir operasyonun anlaşılması gerektiğini ve kendi kendini tanımlama altında ise uygun bir metinin hazırlanmasının anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.

Tüm kendi kendini gözlemlemede ve kendi kendini tanımlamada edimsel-iletişimsel gözlemlenebilirliliğin ve tanımlanabilirliliğin icrası var olmaktadır. Başka türlü sistem gerçek anlamda işlem gerçekleştirememektedir. Her bir kendi kendi gözlemleme ve kendi kendini tanımlama kaçınılmaz olarak gözleme ve tanımlamaya maruz kalmaktadır. Her bir iletişim kendi açısından iletişimin konusu olabilmektedir. Ancak bu iletişim olumlu veya olumsuz yorumlanabilir, kabul edilebilir ya da red edilebilir (Luhmann, 1998: 888).

Modern bireyden kendi gözlemini gözlemleyen bir gözlemci olması beklenmektedir ve aynı zamanda ikinci türden gözlemin gözlemcisi olması beklenmektedir (Luhmann, 1998: 1026-1027).

Şairlerin kastettiği hatta söylediği gibi gözlemci susmaya mahkum edilmemiştir. Ancak kabul etmek gerekir ki, bir gözlemcinin görmediğini görmesi ve özellikle kendini görmesi mümkün değildir (Luhmann, 1998: 1061).

Sosyal boyutta toplumun ego ve alter ayrımı doğrultusunda bir bütün olarak nasıl ortaya konduğu söz konusu edilmektedir. Birinci türden gözlemci insanların ve kaderlerinin

farkını görmekte ve adaleti sorgulamaktadır. “Güneşin doğduğunu görürüz, ancak bunun bir yanılgı olduğunu biliriz ve başka türlü bunu göremeyiz. “Birinci türden gözlemlemede gerçeklik ve gerçeklik illüzyonu arasında bir ayrım yapılamaz” (Luhmann, 1998: 93). İkinci türden gözlemde toplumun kendini nasıl düzenlediği, kişilere hangi konumları verdiği ve bunu nasıl gerekçelendirdiğini gözlemlenebilmekte ve tanımlanabilmektedir (Luhmann, 1998: 1075).

Geçiş semantiğini oluşturan tüm bu karmaşık biçimlerden gözlemcinin kim olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Luhmann bu sorunun sorulamayacağını ve dolayısıyla cevaplanamayacağını ifade etmiştir. Gözlemcinin geleneksel anlamda “özne” olarak karakterize edilmesi sosyal boyut sorununu “özneler arası” sorunu olarak tanımlamayı mümkün kılmaktadır (Luhmann, 1998: 1081).

Luhmann yaptığı analizlerden modern toplumun gözlemlenemez gözlem tekniğiyle gözlemci çelişkisini dahil edilen dışlanan üçüncüyü anlayabilmeyi tavsiye etmektedir. Buradan çıkarılacak sonuç, gözlemcinin gözlemlenemeyen olduğudur. Ancak bu ümitsizliğe düşürmemelidir, çünkü autopoietik sistemlerde ne başlangış vardır ne de bir son, her bir son bir başlangıçtır. Çelişki burada zamanla çözülmektedir. Sistem nesne olarak gözlemlenemeyeni operasyona dahil etmektedir. Bu olduğu takdirde ve bu tarz gözlem operasyonları kendi sonuçlarına sürekli olarak uygulandığında belki de dayanıklı kendi değerini sonuçta elde edebilecektir (Luhmann, 1998: 1081-1082). Gözlemleme ayırd eden tanımlamadır (Luhmann, 1998: 1113).

İkinci türden gözlemci diğer bir gözlemciyi, onun aracılığıyla dünyayı gözlemleyebilmek için, nesne olarak seçeceğinden dolayı ikinci türden gözlemci de her zaman için birinci türden gözlemcidir (Luhmann, 1998: 1117).

Gözlemci artık aşkın olarak gerekçelendirilmiş özel yetkilere sahip koruma altında olan bir özne değildir artık, gözlemci tanımladığı dünyaya teslim olmuştur. Gözlemciye artık muafiyet tanınmamaktadır. Gözlemci formun ya iç yüzüne ya da dış yüzüne konumlamak zorundadır. Spencer Brown’un ifade ettiği gibi artık kendisi “işaretlenmiştir”. Çünkü her bir dünya gözlemi dünyada gerçekleşmektedir, her bir toplum gözlemi iletişim olarak toplumda gerçekleşmektedir (Luhmann, 1998: 1118).

Normal toplumsal iletişim olarak birinci türden gözlemci, Maturana’nın deyimiyle “bir oyuktan” dünyayı gözlemler ve gözlemci için dünya varlıksaldır ve felsefesi varlıkbilimdir. Buna karşın ikinci türden gözlemci sistem/çevre ilişkisini tanıyabilmektedir. Birinci türden gözlemcinin gördüğü ve görmediği ikinci türden gözlemci için gözlemin hangi ayrımlara dayandığına bağlıdır, ayrıca bu ayrımlar her zaman başka ayrımlarda olabilmektedir (Luhmann, 1998: 1120-1121).

Bu her bir gözlem için geçerlidir ve aynı zamanda ikinci gözlem türü içinde geçerlidir. Her bir gözlem bir şeyi tanımlamak için operatif olarak kullanılan kör nokta olan ayırd etmeyi kullanmaktadır, eğer bunu kullanmazsa herhangi birşeyi alıp tanımlayamazdı. Bu gözlemleyebilmek için gözlemciyi seçen ikinci gözlemleme türü için de geçerlidir (Luhmann, 1998: 1121-1122).

Luhmann günümüz bağlamında ifade edilen ayırd etmenin genel anlamda değer kavramıyla tartışıldığını belirtmiştir. Hiçbir bilimin değersiz bir iletişim üretmeyeceğini ve bir bilimin değerden yoksun olamayacağını ifade eden Luhmann, ancak değer kavramıyla tam olarak neyin kastedildiğini anlayabilmek için birinci ve ikinci gözlem türlerinin ayırd edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Birinci türden gözlemci değerler yardımıyla gözlem yapmaktadır. İlgili değerleri ayırd etmesini sağlamaktadır ve bu ayırd etmelerde fark edebilmesini ve eylemini yönlendirmektedir. İkinci türden gözlemci değerlerin mantığını iletişimdeki kullanımına bağlamaktadır (Luhmann, 1998: 1122-1123).

Birinci türden gözlemci doğru ya da yanlış olarak tanımlanabilen, belirli özellikleri olan düzenli bir dünyanın var olduğunu farz ederken, ikinci türden gözlemci bu mantıksal-ontolojik varsayımlardan vazgeçmektedir. İkinci türden gözlemci dünyanın çeşitli gözlemleri kabul ettiğini varsaymaktadır ve ayırd edileni her zaman yanlış bir gözlemin sonucu olarak değerlendirip elememektedir (Luhmann, 1998: 1124-1125). Gözlemcinin gözlemcisi daha iyi bir gözlemci değildir, sadece başka bir gözlemcidir (Luhmann, 1998: 1142).

Krause (2005: 95), Luhmann’ın sosyal sistem kuramında ele aldığı gözlem türlerini şu şekilde ayırmıştır; birinci türden gözlem ne sorusuna cevap vermektedir, ikinci türden gözlem nasıl sorusuna cevap vermektedir.

Luhmann (1992: 76), bu kavramın salt akla dayalı idrak kuramlarından farklı olarak, empirik gözlemleme işlemi olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu kuram, insan tecrübelerine bağlı olarak kurulmaktadır. Luhmann, gözlem kavramını, George Spencer Brown’ın genel gözlem kuramının operatif mantığı temelinde formüle etmiştir. Luhmann gözlem kavramını, Spencer Brown’un “draw a distinction” kelimesinden hareket ederek bir ayrımın tanımlanması olarak betimler. Sosyal sistem ve psikolojik sistemlerin bir işlem biçimi olan gözlem, bir işlem olarak ayrım ve tanımlamadan (distinction, indication) meydana gelir. Gözlem, tanımlama – ayrım farkının ünitesidir (Yoldaş, 2007: 72).

Luhmann (1992: 77), gözlem kavramının anlaşılması için işlem ve gözlem kavramlarını birbirinden ayırmak gerektiğinin altını çizer. Nedensellik açısından bakıldığında, işlem neden- gözlem işleminin sonucudur. Gözlem kavramı nitel olarak ele alınmalıdır. Bir gözlemin anlaşılması için gözlem esnasında meydana gelen şeyler, kolay bir gözlemle sembollerin değişiminin gözlemiyle ve fiziksel tarzdaki işaretlerin saptanmasıyla ve tanımlanmasıyla yapılabilir (Yoldaş, 2007: 72).