• Sonuç bulunamadı

Bilgilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi

3. BÖLÜM

3.3. Bilgilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi

Toplanan kaynakların çözümlenmesine öncelikle her literatürün kendi içinde sınıflandırılmasıyla başlanmıştır. Kurumlar sosyolojisi, kaos, gündelik hayat ve sosyolojik tartışmalar şeklinde klasörleme yapılarak, ilgili literatürün bilgisine hızlı bir şekilde ulaşma imkanı sağlanmıştır. Her bir klasör için ilgili literatürle doğrudan ilgili olan yazılı-görsel kaynaklar taranarak, özetlenerek ve şekillendirilerek derlenmiştir.

Kurumlar sosyolojisine ilişkin yazılı kaynaklardan “kurum, kurumsallaşma, kurumların temel özellikleri, toplumsal kurumlar” vb. gibi başlıklar özetlenip bir havuzda toplanmış ve konun anlaşılmasını kolaylaştırmak açısından çizelge ve şemalarla desteklenmiştir. Kaos ile ilgili öncelikle matematik ve fizik bilimini işleyen kaynaklardan kavramın ne olduğuna ilişkin bilgi alınarak yararlanılmıştır. Sonrasında kavramı sosyal bilimlerde işleyen başlıca yazarların kaynakları çalışma planına dâhil edilmiştir. Gündelik hayat kavramı konusunda da aynı şekilde öncelikle birincil metinler seçilmiş sonrasında kavramı dolaylı yönden işleyen çalışmalara yer verilmiştir. Son olarak da çağdaş sosyolojinin sorunlarını tartışan kaynaklar belirlenmiş ve sıralı bir okuma planı sayesinde bu kaynaklar değerlendirilebilmiştir.

Araştırma sürecinde tüm kaynaklar kategorilendirilip, her bir literatür kendi içinde ayrıştırılarak, karşılaştırmalı bir analiz sürecine tabi tutulmuştur.

33

4. BÖLÜM

SOSYOLOJİK ANLAMDA KURUM VE KURUMSALLAŞMA

Sosyoloji, Aydınlanma düşüncesinin fraksiyonlarından etkilenerek 17. yüzyıldan itibaren düşünsel köklerini sosyal felsefe olarak salan ve 18. yy’dan itibaren de diğer sosyal bilim dalları gibi karakteristiğini oluşturacak ve onu kendisine has bir konuma yerleştirecek olan açıklama biçimleri için çaba sarf eden ve nihayet 19. yy ile formel bir sosyal bilim dalı niteliği kazanan, Batı dünyasında Avrupa’nın Fransa, Almanya ve İngiltere gibi endüstriyel kentlerinde kendini göstermiş genç bir bilim dalıdır. Genç olmasının nedeni kavramsal ve sistematik bir gövdeye sahip olmasıdır. Çünkü düşünce tarihindeki ilk düşünürlerin dahi “sosyal olan” üzerine görüş bildirdiği bilinmektedir. Antikçağ düşünürlerinin birçoğu, içinde bulundukları toplumsal yapının çözümlemesini yaparak –sosyolojik açıdan- sistematik olmayan, bir sosyal felsefe sürecine imza atmışlardır. Felsefe, ahlaki değerler, ekonomi, din, hukuk, siyaset, eğitim gibi birçok sosyal bilimsel kategori düşünürlerin çalışma materyali olmuştur. 18. yy’da sosyolojinin daha doğrusu diğer sosyal bilimlerin dahi adları yoktur, sadece ekonomiye, siyasete, antropoloji vb. gibi alanlara odaklanan çalışma alanları oluşmaya ve ayrışmaya başlamıştır. Sosyoloji de bu koşullarda ortaya çıkmaya başlamıştır.

İlk dönem sosyolojide klasik düşünürler “toplumun nasıl bir şey” olduğuna ilişkin bilgi üretme çabası içine girmişlerdir. Auguste Comte sosyolojiyi “sosyal fizik” olarak tanımlayarak, sosyolojiye döneminde nominal bir değer kazandırmıştır. Toplumların üçlü (teolojik-metafizik-pozitivist) bir tarihsel deneyimden geçerek mevcut halini aldığını öne sürmüş ve bu konuda doğa bilimlerinin yasalarının yöntemini sosyal olana uygulayarak günümüzde birçok düşünür tarafından eleştirilen

34

pozitivist sosyolojinin kuruculuğunu yapmıştır. Herbert Spencer biyolojik evrim ile toplumsal sistem arasında karşılaştırmalı çalışmalara odaklanmış ve biyo-evrimsel bakış açısını sosyoloji literatürüne yerleştirmiştir. Emile Durkheim ise klasik dönemin en önemli isimlerinden biri olarak “sosyolojik düşünmenin metotlarını” oluşturmuştur. Toplumsal olguların “şeyler” olarak ele alınması gerektiğini savunmuştur. Toplumların organik ve mekanik olarak ayrışmasını ve bu ayrışmanın ortaya çıkardığı olguları vurgulamış; bu şekilde sosyolojik teorideki ilk sistemli metodolojik çalışmalara imzasını atmıştır. Karl Marx tanıklık ettiği endüstriyel (vahşi) kapitalizmin yükselişinin yaratmış olduğu gerilimi iliklerine kadar hissetmiş ve bu doğrultuda felsefe-ekonomi-sosyoloji ekseninde toplumsal gerçekliği çözümlemeye çalışarak tarihsel ve sınıfsal analizlerde bulunmuştur. Özellikle ekonominin toplumsal sistemlerin oluşumunda başat karakterde olduğunu ve toplumsal yapıya alt-üst ayrımını dayatarak sosyal eşitsizliklere (proleterya/işçi- burjuva) neden olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Max Weber kendinden öncekilerin çalışmalarını göz önünde bulundurarak sosyolojinin metodolojik olarak seyrini değiştirecek çalışmalara yönelmiştir. Makro ölçekli toplumu açıklama biçimlerinin yerine Weber, anlama (verstehen) üzerine kurduğu, bireysel düşüncenin toplum gibi üst bir formu etkileyebileceği görüşünü öne sürmüştür. Weber, eleştirel bir bakış açısıyla indirgemeci görüşlerin aksine zihinsel anlamların gücüne inanarak, kapitalizmin neden Batı’da ortaya çıktığını Protestan ahlakı üzerinden açıklamaya çalışmıştır. Salt sosyolojik bir düşünceye odaklanmamış olsa dahi, bürokrasi kavramını işlemesi ve toplumsal tipleri sunmasıyla sosyolojik teoride yerini almıştır.

Sosyolojik teorinin oluşum süreci çok daha geriye götürülebilir. Klasik düşünürler ve görüşleri çoğaltılabilir. Bu konuda geniş çaplı bir literatür hali hazırda bulunmaktadır (Bottomore & Nisbet, 2010). “Gündelik Hayatta Kaotik Kurumsallaşmalar” başlıklı çalışma açısından sosyolojik teorinin bu kısmının yeterli olacağı düşünülmektedir.

Sosyolojik teorinin başlangıç koşullarından bilindiği üzere, düşünürler sürekli bir üst toplum angajmanı kurgulamışlardır. Yani insanların üstünde kendiliğinden var olan, nesnel bir toplumsal sistem mevcuttur. Nasıl ki aydınlanma düşüncesi dinin insanlar üzerindeki yetkisini kaybetmesine neden olduysa, ortaya çıkan yeni

35

toplumsal ilişki formları da o şekilde yeni toplum tasarımlarına yönelmeye başlamıştır. Ütopyalar bu noktada iyi birer örnek teşkil edebilirler. Mevcut olan baskıcı karakter olarak olumsuzlanmakta iken, buna karşılık yeni-dünya istendik ve sistematik bir form olarak kurgulanmıştır. Yeni-dünya tasarımlarına dikkatlice bakıldığında ilişkileri makinaya benzer bir şekilde organize eden yapıyla karşılaşılmaktadır. Modern dünyanın oluşumuna ilişkin tasarımların artmasını yükselen endüstriyel devrim izlemiştir. Sonuçta sosyal yaşam eskiden olmadığı kadar karmaşık ve imkânların arttığı bir dünya haline gelmiştir. Toplumsal gerçekliğin üst bir yapı olarak algılanması aslında bu dönemlerde karşılık bulmaktadır. Kırsal

yaşantının ve geleneksel örüntülerin yaratmış olduğu cosmos5’un yerine daha

organize, karmaşık, modern bir cosmos geçmiştir. Toplumsal değişimin radikal sonuçlar doğurduğu bir dönemde vazgeçilmeyen sayıltılardan birisi de toplumun bir gerçeklik olarak var olduğu düşüncesidir. Sosyolojide birçok klasik ve çağdaş

düşünür toplumun sui generis6

bir gerçekliğe sahip olduğunu düşünerek toplumu açıklama çabası içinde olmuştur. Sonuç olarak sosyolojideki toplumsal sisteme vurgu yapan ve bu toplumsal sistemin bireylerin toplamından farklı bir gerçeklik olduğunu öne süren makro ölçekli teoriler ortaya çıkmıştır.

Sosyolojide makro ölçekli açıklama biçimlerinin başında işlevselcilik gelmektedir. İşlevselci teorinin önemli bir argümanı toplumda her birimin bir işlevi/görevi olduğudur ve toplumsal yapının sürekliliği için her birimin üzerine düşen işlevi/görevi yerine getirmesi aksi takdirde ortadan kalkması gerekmektedir. Bu şekilde toplumun birbirine kenetlenmiş birimlerden oluşan bir yapı olduğu düşünülürse, yapının gövdesini kurumların oluşturduğu görülebilmektedir. Peki, “toplumsal yapının temelini oluşturan kurum kavramı ne anlama gelmektedir, kurumlar nasıl oluşmaktadır, kurumların karakteristik özellikleri nelerdir” bu ve benzeri soruların yanıtlanması gerekmektedir.

5 İngilizce karşılığı “kainat, düzen, evren” olan cosmos’u (kozmos) anlatımı derinleştirmek

için kullanıyorum. Salt geleneksel dünya demek fiziksel bir anlatımı ifade ederken, cosmos bağlı bulunan düşünsel örüntüler dışında tarihsel bir bilgi deneyimini de ifade etmektedir.

36