• Sonuç bulunamadı

3.1. Avrupa Birliği-Türkiye iliĢkisi

3.1.1. Avrupa Birliği-Türkiye ĠliĢkisinin Tarihçesi

Ġkinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra, dünya barıĢını yeniden tehlikeye sokmayacak bir Avrupa oluĢturulması düĢüncesi bağlamında, silah sanayinin hammaddesini oluĢturan kömür ve çelik üretiminin kontrolünü devletlerin üzerinde bir (Supranational) uluslararası kuruluĢa devreden Paris AntlaĢması‘yla Almanya, Fransa, Ġtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, 1951 yılında AB‘nin temeli olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu‘nu oluĢturdular (Ökmen ve Canan, 2009: 141). 2 Mart 1957 tarihinde imzalanan Roma AnlaĢması ile Avrupa Ekonomi Topluluğu‘nun (AET) kurulmasının hemen ardından 23 Temmuz 1959‘da Türkiye, Topluluğa ortak üyelik baĢvurusunda bulunmuĢtur (Gökdemir ve Karaman, 2008: 278). Türkiye 1959 yılında ortak üye olduktan sonra tam üyelik aĢamasına bir türü geçilememiĢtir ve sürekli yeni istekler eklenerek tam üyelikten uzaklaĢtırılmıĢtır.

Avrupa Birliği serüveni 1959‘da baĢlayan Türkiye, yaĢadığı siyasi ve ekonomik bunalımların ardından 1980‘lerin ikinci yarısından itibaren Birlik ile olan iliĢkilerine hız vermiĢ ve tam üye olma yolunda kararlı adımlar atmıĢtır. 1999 Helsinki Zirvesiyle adaylığı resmiyet kazanan Türkiye, hazırladığı Uyum Paketleriyle ve yasal değiĢikliklerle üye devlet sıfatını kazanması için gerekli olan Kopenhag kriterlerini ve Avrupa Birliği müktesebatını (kazanımlarını) yerine getirmeye çalıĢmaktadır (Çabuk,

72

2013: 26-27). Avrupa Birliği ve Türkiye arasında hazırlanan belgeler, uluslararası iliĢkiler gibi konularda da Avrupa Birliği‘nin sunduğu çerçeve de ilerlenmektedir.

Türkiye‘nin isteği doğrultusunda, bir Gümrük Birliği oluĢturmak üzere, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara AntlaĢması imzalanmıĢtır. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki görüĢmeler zor bir süreç sonunda sonuçlanmıĢ ve 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ― ortaklık ― kuran Ankara AntlaĢması, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanarak, Topluluk üyesi ülkeler ile TBMM.‘de onaylandıktan sonra 1 Aralık 1964 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiĢtir. Ankara AntlaĢması, Esas AntlaĢma (33 Madde), Geçici Protokol (11 Madde), Mali Protokol (9 Madde), Son Senet ve is gücü konusunda taraflar arasında teati eden mektuplardan oluĢmaktadır. Ayrıca, Ankara AntlaĢmasına, bir adet Niyet Bildirisi, iki adet Yorum Bildirisi ve Federal Almanya Hükümetine ait iki Bildiri eklenmiĢtir (Kılıç, 2006: 16- 17).

Türkiye-AET arasındaki ortaklık iliĢkisi; taraflar arasında ekonomik iliĢkilerin artırılarak, ekonomik bütünleĢmenin sağlanması ve ardından siyasi bütünleĢmeye giden bir süreç olarak düĢünülmüĢtür. Bu çerçevede Ankara AntlaĢması‘nın 28. maddesi, Türkiye için tam üyelik perspektifi de vermiĢtir. Ankara AntlaĢması; Hazırlık, GeçiĢ ve Son Dönem olmak üzere üç dönem olarak planlanmıĢtır. Ankara AntlaĢması‘na göre GeçiĢ Dönemi, tarafların karĢılıklı ve dengeli yükümlülükler altına girdiği bir dönemdir. 1 Ocak 1973 Tarihinde Katma Protokol‘ün yürürlüğe girmesi ile geçiĢ dönemi baĢlamıĢtır. Katma Protokol, esas olarak Türkiye- AET arasında Gümrük Birliği kurulması için gerekli düzenlemeler ile takvimleri öngörmektedir. Ankara AnlaĢması‘nın ayrılmaz bir parçası olan Katma Protokol, ekonomik, sosyal ve siyasi niteliği açısından esas itibari ile Ankara AntlaĢması ile paralellik göstermektedir. Katma Protokol, Ankara AntlaĢması ile yaratılan hukuki temel üzerinde geçiĢ döneminin ayrıntıları ve özelliklede kurulacak Gümrük Birliği‘nin ilke ve usulleri esaslı bir biçimde düzenlenmiĢ olduğundan Ankara AntlaĢması‘na paralel ama daha kapsamlı ve ayrıntılı düzenlemeler içermektedir. 1970‘li yıllardan 1980‘li yılların ortasına kadar olan dönemde Türkiye ile Topluluk arasındaki iliĢkiler dalgalı bir seyir izlemiĢtir (Ökmen ve Canan, 2009: 141-142). Dalgalanmalar sürerken Türkiye‘de de ekonomik ve sosyal krizler meydana gelmiĢtir. Bunlardan birisi de 1980 sonrası askeri alanda ortaya çıkan sıkıntılardır.

73

Türkiye'de 1980 sonrası askeri rejimin sona ermesi ile birlikte Özal hükümetleri serbest pazar ekonomisine geçiĢ için önemli adımlar atmıĢtır. Bu dönemde yüksek ekonomik büyüme oranları yakalanmıĢ ve Türkiye ekonomisi belirli sektörlerde rekabet gücünü ciddi anlamda artırmıĢtır. Ocak 1987'de Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'ne (AHM) bireysel baĢvuru hakkını tanımıĢ olma gibi siyasal geliĢmeler ile ekonomik alanlarda meydana gelen geliĢmeler, Türkiye'yi tam üyeliğe baĢvurma konusunda cesaretlendirmiĢtir. Dönemin hükümeti 14 Nisan 1987 tarihinde Devlet Bakanı Ali Bozer aracılığı ile Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Roma AntlaĢmasının iki yüz otuz yedinci ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AntlaĢmasının doksan sekiz ve EURATOM AntlaĢmasının iki yüz besinci maddelerine istinaden tam üyelik baĢvurusu yapmıĢtır (Kılıç, 2006: 26-27). Buna rağmen Avrupa Birliği tam üyeliğe aday ülkelerden genel olarak üç maddeyi gerçekleĢtirmelerini istemektedir.

AB‘ye potansiyel bir aday ülkenin, 1993‘de Avrupa Konseyinin Kopenhang‘da tanımladığı genel Ģartlardan üçünü yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar (Bilgili, 2006: 62-63);

 Ekonomik Kriterler: ĠĢleyen bir piyasa ekonomisine ve AB içinde piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karĢı koyabilme kapasitesine sahip olma;

 Siyasi Kriterler: Demokratik bir siyasi sistem, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı ve korunmasının güvence altına alındığı bir kurumsal yapıya sahip olma (politik Ģartlar) ve

 Topluluk Müktesebatının Kabulü: Birliğin siyasi, ekonomik ve parasal hedeflerine bağlılık dahil olmak üzere, AB mevzuatını üstlenebilme ve uygulayabilme kapasitesine sahip olmaktır.

6 Mart 1995 tarihinde Brüksel‘de gerçekleĢtirilen 36. Dönem Ortaklık Konseyi toplantısı özel bir önem taĢımaktadır. Zira bu toplantıda ortaklık iliĢkisinin çerçevesini çizen Ankara AntlaĢması ve Katma Protokol‘den kaynaklanana bir yükümlülük olan gümrük birliğine varılmasında ve bunun iĢbirliğinin sağlanmasında gereken yöntem sürelerini belirleyen bir Gümrük Birliği kararı çıkmıĢtır. Söz konusu karara iki yıl sürdürülen teknik ve siyasi müzakerelerin sonucunda ulaĢılmıĢtır. ġunu da vurgulamak gerekirse Ankara AntlaĢması‘nın ilkelerine, Topluluk ve Türkiye arasındaki mevcut anlaĢma ve protokolleri tadil etmemekte, bu metinleri uygulama usulleri açısından

74

tamamlayıcı bir nitelik taĢımaktadır. Her Ģeyden önce gümrük birliği ileri bir entegrasyon modelidir. Bu nedenle Ortaklık Konseyi önce ortaklığın diğer alanlarda da geliĢtirilmesine yönelik bir nitelik taĢımaktadır (Tigrel, 1995: 5).

Lüksemburg (1997), Cardiff (1998), Viyana (1998) ve Köln (1999) zirvelerinin ardından AB, Türkiye‘ye aday ülke statüsünü 11-12 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleĢtirilen Helsinki Zirvesi‘nde tanımıĢtır. Zirve Sonuç Bildirisi‘nde, üyelik için gerekli olan reformların gerçekleĢtirilmesine rehberlik etmesi için Türkiye için bir ―Katılım Öncesi Strateji‖ geliĢtirileceği; katılım sürecinde Türkiye‘nin de Topluluk Programları‘ndan faydalandırılacağı ve AB ile diğer aday üye ülkeler arasında yapılacak toplantılara dahil edileceği belirtilmiĢtir. Türkiye‘nin AB‘ye katılımında, müktesebatın üstlenilmesine iliĢkin bir ulusal program hazırlaması ön görülerek Türk mevzuatının AB müktesebatıyla uyumlaĢtırılması amacıyla Komisyondan müktesebatın analitik incelenmesi sürecini hazırlaması ve katılım öncesi sağlanacak olan tüm mali yardımların koordinasyonuna iliĢkin bir çerçeve oluĢturması istenmiĢtir (Çabuk, 2013: 30). OluĢturulacak olan bu mali yardım koordinasyon çerçevesi Avrupa Birliği‘nin ülkemize bakıĢ açısını belirlemiĢ olacaktır. AB‘nin kendi içerisinde oluĢturduğu konferanslarında da Türkiye‘nin üyeliği üzerinde durulmaktadır.

5 Ekim 2004 tarihinde düzenlenen Avrupa Kiliseleri Konferansında (Conference of European Churches (CEC) Türkiye'nin AB Üyeliğinin çok önemli olduğu Ģu cümleyle vurgulanmaktadır: ―Türkiye'nin muhtemel AB üyeliği sadece AB'nin politik

düzenini ve bütün Avrupa'yı değil aynı zamanda kıtada yaşayan AB vatandaşlarının ve tüm insanların yaşam koşullarını da etkileyecektir‖. Söz konusu konferansta

Türkiye'nin farklı bir dine sahip olmasının Türkiye ile AB iliĢkilerinin geliĢtirilmesi ya da Türkiye'nin AB'ye üyeliği açısından bir sorun oluĢturmadığı deklare edilmiĢtir. Ayrıca bu bildirgede AB'nin içerisinde Hıristiyan, Müslüman, Yahudi ve diğer dinleri barındıran çok kültürlü bir topluluk olduğu vurgulanmaktadır ve AB Anayasasında yukarıda belirtilen Birliğin değerlerine atıfta bulunulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında dinin temel olarak belirleyici bir faktör olmadığı düĢünülebilir. Ancak, AB'de Türkiye konusunda zaman zaman kendi değerleriyle çeliĢen önyargılı tavırlar söz konusu olmaktadır. Oysaki bugünkü AB'nin yücelttiği değerler sistemine Türklerin de önemli katkıları olmuĢtur (Dağcı, 2008: 10).

75

Bu kadar olumlu geliĢmelere rağmen; Avrupa'da "Türk ya da Türkler" kavramının yabancı belleklerde somutlaĢtırdığı görüntü ya da çıktı bir bakıma tarihsel birikimin sembolize ettiği, çizdiği bir resmi ortaya koymaktadır. Türkiye- AB iliĢkilerinde bu algılama günümüze kadar önemli bir yer tutmuĢtur. Açıkça ifade edilmese de kimileri üstü kapalı olarak Türkiye ile AB'nin farklı değerlere sahip olduğunu ve birbirleri ile bağdaĢamayacağını, kültürel olarak AB'nin batılı Türkiye'nin ise doğulu, AB'nin Hıristiyan Türkiye'nin ise Müslüman olduğunu öne sürmektedir. Kimileri de Türkiye'nin insan hakları açısından zayıf, sosyal ve politik bir otokrasiye sahip olmasını kültürel ve dini geleneklerine bağlamaktadır. Türkiye'de ise bazı elitler AB'yi Hıristiyan kulübü olarak görmekte ve Ġslam'a karĢı bir önyargının olduğunu savunarak Türkiye'nin üyeliği konusunda AB'nin heyecan duymamasını buna bağlamaktadır (Dağcı, 2008: 9). Her ne kadar din konusunda bu denli tartıĢmalar olsa da genel itibariyle Türkiye‘nin Avrupa Birliğine giriĢi iki taraf için büyük avantajlar sağlamaktadır. Ġki taraf arasında karĢılıklı anlaĢmaları sağlamak amaçlı hazırlanan belgeler ise incelenmektedir.