• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: HAYREDDİN HIZIR ATÛFÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

2.1. Atûfî’nin Yaşadığı Dönem

Atûfî’nin yaşadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu, tarihininin en geniş sınırlarına ulaşmış ve dünyanın en güçlü imparatorluklarından biri haline gelmiştir. Her âlimin yaşadığı çağın ve toplumun bir ürünü olduğunu düşündüğümüzde, yaşadığı dönemdeki siyasi ve sosyal hayattan kısaca bahsedilmesi, Atûfî ve eserinin daha iyi tanınmasına katkı sağlayacaktır.

2.1.1. Siyasi Durum

Atûfî’nin doğum tarihi hakkında bir bilgiye ulaşamadığımızdan, vefat tarihi olan 948/1541 yılını ve ikinci Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman’a ithâfen yazdığı eserleri dikkate alarak on beşinci yüzyılın son çeyreği ile on altıncı yüzyılın ortalarına kadar olan dönemden bahsedilmesi yararlı olacaktır. 1481 yılında Fatih Sultan Mehmet’in (1444-1446/1451-1481) yerine geçen büyük oğlu ikinci Bayezid 1512’ye kadar tahtta kalmış, 1512-1520 yılları arasında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığından sonra 1566 yılına kadar Kanûnî ile Osmanlı devleti zirve dönemini yaşamıştır.

İkinci Bayezid tahta çıkar çıkmaz kardeşi Cem’in muhalefeti ile karşılaşmış, bu durumu kullanan Avrupalılar’da İstanbul’u geri alma umudu doğmuştu. Bu olayın bir sonucu olarak İtalya’daki Otranto elden çıkmıştı. Bu dönemin dış siyasette diğer önemli olayları Venedik ve Memlüklüler’le yapılan savaşlardır. Bayezid’in barışçı ve çekingen tutumu Safevîler’le olan ilişkilerin de Osmanlılar’ın aleyhine sonuçlanmasına neden olmuştur. İçeride ise Şahkulu isyanı ve Şehzade Selim’le yaşanan taht kavgaları önemli hadîselerdir.84

Bu çekişme sonunda İkinci Bayezid, oğlu Selim lehine tahttan çekilmek zorunda kaldı. Yavuz Sultan Selim kardeşleri ile yaptığı mücadeleyi kazanarak tahtını sağlama aldı. Öncelikle Safevîler’i Çaldıran’da mağlup etti. Daha sonra Mercidâbık ve Ridâniye savaşları ile Sultan Selim doğuda büyük başarılar kazandı.

84Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, İstanbul: Ötüken, 1990, s. 171-175, 313, 579; Şerafettin Turan, “Bayezid II”, İstanbul: DİA, 1992, V, 234-238.

Yavuz Sultan Selim’in vefatından sonra yerine geçen oğlu Süleyman, Batı’ya karşı devam eden gazâ ruhunu canlandırırken, orta Avrupa’nın kilidi durumunda olan Belgrad ve Akdeniz hâkimiyeti için önemli bir konuma sahip olan Rodos’un fethini gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Bu iki sefer başarıyla sonuçlandı. Padişah İstanbul’da bir müddet dinlendikten sonra Macar seferine çıktı, Budin’i fethetti. Bu arada Safevî’lerin kışkırtmalarıyla Anadolu’da çıkarılan ayaklanmalar güçlükle bastırıldı; ancak Budin elde tutulamadı. Padişah tekrar Macar seferine çıktı, Budin alındı. Viyana kuşatıldı. On yedi gün süren kuşatma kötü hava şartlarının da etkisi ile padişah tarafından kaldırıldı. Bundan sonra Safevî tehlikesini bertaraf etmek üzere doğu seferine yöneldi. Ancak arzulanan başarı elde edilemedi. Başarısızlıktan İbrâhim Paşa sorumlu tutularak idam edildi. Aile içi çekişmeler dolayısı ile Kanûnî giderek sertleşirken, Hürrem Sultan’ın da iyice etkisine girmişti. İtalya’nın fethine bir hazırlık mahiyetinde Korfu seferine çıktı ise de başarılı olamadı. Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, Preveze’de Haçlı donanması komutanı Andrea Doria’yı yenilgiye uğratmıştı. Batı’daki bu gelişmelerden sonra Kanûnî tekrar doğu seferine çıkmaya karar verdiyse de bu seferden de bir sonuç alamadı. İdam ettirdiği oğlu Şehzade Mustafa’dan sonra Hürrem Sultan’ın ölümü de onu çok etkiledi. Bundan sonra oğulları arasındaki çekişmede tarafsız kalmayı tercih etti. Ancak gelişen olaylar Kanûnî’yi Şehzade Selimin tarafını tutmaya yöneltti. 1565’te yaşanan Malta bozgunu Batı’daki Osmanlı imajını sarsmıştı. Padişah dışarıda ve içerideki bu olumsuzlukların izini silmek amacıyla çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan’ında teşviki ile yeni bir sefere karar verdi. Hedef, Sigetvar ve Eğri kaleleri idi. Padişah ilerlemiş yaşına ve hasta olmasına rağmen Sigetvar kalesi önlerine kadar geldi ve otağını hâkim bir tepede kurdu. Ancak kalenin fethini göremeden vefat etti. (6-7 Eylül 1566) Atûfî saraya yakın bir isim olmasına rağmen kaynaklarda siyasi herhangi bir olayla anılmamaktadır. Saray hocalığını bırakıp vaizlik mesleğine intisab eden Atûfî’nin, daha sonra bu görevinden de ayrılarak inzivaya çekilmesi ve eser telifiyle meşgul olması, siyasete ilgi duyan bir kişiliğe sahip olmadığı kanaatini uyandırmaktadır. 2.1.2. Sosyal Hayat

İstanbul’un fethiyle devletten imparatorluğa geçiş sürecinde Osmanlı toplumu çok kültürlü bir yapıya dönüşmüştür. Toplumun çoğunluğu geçimini tarımdan sağlarken devlet gelirlerinin çoğu da bu tarım ürünlerinden alınan vergilere dayanıyordu.

Nüfusun bir bölümü de yerleşik hayat sürmeyen, daha çok hayvancılıkla meşgul olan konargöçer unsurlardı. 85 XV. yüzyılın sonları ile XVI. yüzyılın başlarında Anadolu'dan İran'a yoğun bir göç hadîsesi yaşanmış, Anadolu'nun içlerinde de Safeviyye tarikatı'nın öğretileri Türkmen oymakları arasında alabildiğine yayılmıştı.86

Vergi yükü, yöneticilerin uygulamaları, salgın hastalıklar, iş arama, dağlardan ovalara yerleşme, kıtlık ve zirai alan yetersizliği gibi nedenler de XVI. yüzyılda Osmanlı toplumunda göç hareketinde etkili olan sebepler arasında sayılmaktadır.87 Osmanlı toplumunu oluşturan unsurların asker ve reâyâ olmak üzere iki; ya da asker, ulemâ, esnaf-tüccar, reâyâ olmak üzere dört ana sınıftan oluştuğuna dair düşüncelerin itibarî olarak doğru olduğu söylenebilir.88

2.1.2.1. Dinî Hayat

Osmanlılar’da devletle toplum arasında güçlü bir bağ oluşturulmasında İslamiyetin büyük rolü olmuştur.Toplumda Sünnî anlayış hâkim olmuş ve devlet kurumsal yapısını buna göre şekillendirmiştir. Mahkeme uygulamaları, medrese müfredatı ve dini kurumlar ağırlıklı biçimde Sünnî-Hanefî anlayışına göre düzenlenmiştir.89

Padişaha vekâleten İslam’ı ve Müslümanları temsil eden en yüksek makam şeyhülislâmlıktır. Şeyhülislâmlık, din hizmetlerini yürütmenin yanı sıra XVI. yüzyıldan itibaren idarî ve adlî işlerden sorumlu tutulmuştur.90 Camiler dinî hayatın merkezinde yer almıştır. Camilerle birlikte toplumun dinî hayatına yön veren mekânlardan tekke ve zaviyeler vakıfların mütevellileri tarafından yönetilmiştir. Bu dönemde halkın din anlayışının şekillenmesinde Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin (ö. 373/983) Tenbîhü’l-gâfilîn, Süleyman Çelebi’nin (ö. 825/1422)

Vesîletü’n-necât/Mevlid, Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin (ö. 855/1451) Muhammediyye,

85Mehmet Öz, “Osmanlılar”, DİA, XXXIII, 532.

86Mustafa Ekinci, “XIV-XV. Asırlarda Anadolu ve İran'da Siyasi, Sosyal ve Dini Hayat”, Anadolu’da Aleviliğin

Dünü Bugünü, Editör: Halil İbrahim Bulut, 2010, s.131. 87

Hüseyin Arslan, 16.yy. Osmanlı Toplumunda yönetim, nüfus, iskân, göç ve sürgün, İstanbul: Kaknüs, 2001, s.207-222.

88Öz, “Osmanlılar”, DİA, 33, 532. Ayrıca bk. Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, İstanbul: Bilge, 2003, s. 21-83.

89Tahsin Özcan, “Osmanlılar”, DİA, XXXIII, 540-541.

90

Şeyhülislâm’ın görevleri ile ilgili bk. Murat Akgündüz, Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık, İstanbul: Beyan Y. 2001, 219-314; M. Salih Arı, “Osmanlılar’da Şeyhülislâmlık Müessesesi”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat

Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî’nin (ö. 870/1465) Delâilü’l-hayrât, Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan’ın (ö. 870/1466’dan sonra) Envârü’l-âşıkîn, Eşrefoğlu Rûmî’nin (ö. 874/1469 - 70 [?]) Müzekki’n-nüfûs, Abdurrahman b. Yûsuf Aksarâyî’nin (ö. 950/1543’ten sonra) İmâdü’l-İslâm, Birgivî’nin (ö. 981/1573) Vasiyetnâme ve

et-Tarîkatü’l-Muhammediyye adlı eserleri önemli tesirler icra etmiştir. Halkın din

kültürünün oluşmasında şifahî kültürün ve sohbetlerin de önemli bir yeri vardır. Özellikle kış gecelerinde ve Ramazan aylarında terâvihten sonra yapılan sohbetlerde

Sahîh-i Buhârî, Kısas-ı Enbiyâ, Mesnevî şerhleri, evliya menkıbeleri, cenk

hikâyeleri, çeşitli tarih kitapları yanında mev‘iza ve ilmihal kitapları okunurdu. Cami ve mescidlerin dışında dinin sosyal hayata aktarılması daha çok tasavvuf, tarikat, tekke ekseninde gerçekleşmiştir. Devlet merkezinde ve şehirlerde ulemânın etkisiyle Sünnî eğilimdeki tarikatlar yaygınlık kazanırken kırsal kesimde ve göçebe unsurlar arasında sünnî olmayan akımlar etkili olmuş, bu durum zaman zaman içtimaî ve siyasî hadîselere yol açmıştır.91

Atûfî’nin kendilerine ithafen eserler kaleme aldığı II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın tasavvufla yakından ilgilendikleri bilinmektedir. Nitekim II. Bayezid’e “velî”, “sofu” gibi vasıflar nispet edilmiştir. Bayezid’in Amasya’da vali iken Çelebî Halife diye bilinen Cemâl Halvetî’ye (ö. 899/1493-94) intisap ettiği nakledilmektedir.92

Atûfî’nin aynı dönemde Amasya’da yaşadığını ve II. Bayezid ile iyi münasebetler içinde olduğunu düşündüğümüzde “sûfî” nisbesiyle anılmasını anlayabiliriz. Yavuz Sultan Selim’in,

“Padişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş, Bir veliye bende olmak cümleden a‘la imiş”93

şeklinde duygularını ifade etmesi, Şeyhülislam Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi’nin (şeyhülislâmlık dönemi: 1539-1542) Mevlâna’nın (ö. 672/1273) kâfir olduğuna dair bir fetva yazıp kendisine gönderdiğinde bu fetvaya çok üzülüp:

91Hatice Kelpetin Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, İstanbul: İFAV, 2001, s. 23, 59-60; Özcan, “Osmanlılar”, DİA, XXXIII, 540. Ayrıca bk. Mustafa Kara, “XIV. ve XV. Yüzyıllarda Osmanlı Toplumunu Besleyen Türkçe Kitaplar”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1999, cilt: VIII, sayı: 8, s. 29-58.

92Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, Anadolu’da Sûfiler, Devlet ve Ulemâ, (XVI. Yüzyıl), İstanbul: İz Yayıncılık, 2003, s. 246.

93

“Âşığa ta‘n eylemezdi müftî-i bisyâr-fen, Fenni sırr-ı aşktan bilseydi bir mikdâr fen, Şeyhülislâmım diyen, bir tıfl-ı ebcedhân olur, Mekteb-i aşkında ol yar, idicek izhar-fen”

diyerek Çivizâde’yi tenkit etmesi ve daha sonra da onu görevinden azletmesi94 bu dönemde padişah meşayih ilişkileri hakkında yeterli kanaat oluşturmaktadır.

2.1.2.2. Eğitim

Osmanlı devletinde sarayda yapılan eğitimin dışında örgün eğitimin ilk basamağı sıbyan mektepleridir. Bu mekteplerin ilk yazılı ders programı II. Bayezid’in vakfiyesinde görülmektedir. Sıbyan Mektepleri programında başlangıçta sadece Kur’an okutmak ve namazla ilgili gerekli bilgiler öğretmek bulunuyordu. Sonraki dönemlerde hat dersleri de programa konulmuştur.95

Sıbyan mekteplerinden sonra gelen eğitim kurumları medreselerdi. Osmanlı medrselerinde XVI. yüzyılın ortalarına kadar müderrisin merkezde olduğu bir eğitim-öğretim sistemi egemen idi. Sınıf geçme yerine kitap geçme usulü uygulanmakta idi. Derslerin takrir metodu ile işlendiği96

medreselerde okutulan dersler ve ders kitapları, medrese vakfiyelerinden, o dönemde verilen icazetnamelerden ve müderrislerin biyografilerinden öğrenilmektedir. 97

Süleymaniye vakfiyesindeki listede hadîsle ilgili

Mişkâtü’l-Mesâbîh, el-Kâşif ‘an hakâiki’s-sünen (Şerhu/Hâşiyetü Mişkâti’l-Mesâbîh), Meşâriku’l-envâr, Tuhfetü’l- ebrâr, Mebâriku’l-ezhâr, Süneni Ebî Dâvûd gibi

eserlerin yanında Keşfü’l- Meşârik’ın da ismi geçmektedir.98

Atûfî’nin yaşadığı XV ve XVI. yüzyıllarda Amasya, İstanbul, Birgi, Edirne, İznik, İştip gibi yerlerde yirmiden fazla dârülhadîs kurulmuştur.99

Selçuklulardan itibaren

94Öngören, s.252.

95Fahrettin Bozdağ, “Sıbyan Mektepleri ve Eyüp'teki Sıbyan Mektepleri”, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla VIII.

Eyüpsultan Sempozyumu: Tebliğler (7-9 Mayıs 2004), 2004, s. 122-133.

96Mefail Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, 2008, cilt: XVII, sayı: 1, s. 28.

97Salih Karacabey, “Hadîs Öğretiminde Medrese ve Daru’l-Hadîslerin Yeri”, Uluslararası Katılımlı Sempozyum:

Anadolu’da Hadîs Geleneği ve Daru’l-Hadîsler, Çankırı, 2011, s. 227.

98Kemal Edip Kürkçüoğlu, Süleymaniye Vakfiyesi, Ankara: Resimli Posta Matbaası Ltd. Şirketi, 1962, s. 212; Yasin Yılmaz, Kanûnî Vakfiyesi Süleymaniye Külliyesi, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yay. 2008, s. 210.

bir ilim ve kültür merkezi olan Amasya’yı 1861 yılında ziyaret eden Fransız G. Perrot Amasya’daki ilmi seviyenin ulaştığı noktayı şu şekilde anlatmıştır: “Amasya Anadolu’nun Oxford’udur. 25.000 kişilk nüfusunun 2000’i talebe olup, 18 medreseye tevzi edilmiş bulunuyorlardı.”100