• Sonuç bulunamadı

2 1946-1960 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO KÜLTÜREL VE EKONOMİK YAPISIYLA İLGİLİ KORKULAR

Çok partili döneme geçiş olan 1946 yılından 1960 askeri darbesine kadar olan dönemi içeren bu bölümde korkular siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan incelenmektedir.

2.1. Siyasal Korkular

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin olgunlaşamayan koşulları nedeniyle çok partili sisteme geçme çabaları başarıya ulaşamamıştır. 1945 tarihine gelindiğinde artık muhalefet partilerinin varlığı ihtiyaç olarak hissedilmeye başlanır. Bu dönemde siyasal anlamda duyulan korkuların başında Sovyetler Birliği’nin Boğazlar ve Kuzey Anadolu’dan toprak talebine bağlı olarak gelişen tehdidin yanı sıra ideolojik anlamda komünizm korkusu ve DP hükümetinin darbe yapma ihtimaline karşı ordudan duyduğu korkunun siyasal yaşamın şekillenmesinde önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır.

1946 yılı Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihinde hem siyasi, hem iktisadi bakımdan yeni bir dönüm noktası oluşturur. 5 Eylül 1945’te Milli Kalkınma Partisi’nin, 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kuruluşları ile başlayan süreç, 21 Temmuz 1946’da seçim ile sonuçlanır (Boratav, 2005, s.339). 14 Mayıs 1950 yılında ise yapılan seçimlerde DP iktidara geçmesiyle CHP’nin 27 yıl sürdürdüğü tek parti dönemi sona erer. Ahmad (2002) her iki partinin de aslında aynı hedeflerinin olduğunu fakat bu hedeflere ulaşmaya çalışırken kullanılacak yöntemler arasında farklılık olduğunu belirtir. Nitekim 1945 tarihinden sonra solcular acımasızca ezilirken 1960’ların başına kadar faaliyet göstermelerine izin verilmez (s.133). Gerçekten tarihe dönülüp bakıldığında, 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri öncesinde Nihat Erim başkanlığındaki CHP hükümetinin dini konulardaki düşünce, pratik ve örgütlenmelerde liberal yaklaşımlaı ile ön plana çıkarken, yeni hükümetin de sol düşünceye ve örgütlenmeye karşı baskı faaliyetlerini arttırdığı görülmektedir (Faroz’dan aktaran: Goloğlu, 2012, s.544).

Bu dönemde CHP ve DP’nin belki de anlaştığı tek konu komünizm karşısında devletin alması gereken olumsuz tutumla ilgilidir. Nitekim bu korkunun izinde,

88

komünist düşünceleri içinde barındırdığı gerekçesiyle CHP iktidarının son döneminde başlatılan Köy Enstitüleri’ni yıkma etkinliği DP iktidarı tarafından sürdürülür (Akşin, 2005, s.215). Bu dönemde toplumda oluşturulmaya çalışılan komünizm korkusuyla ilgili olarak Ortaylı (2012), Menderes dönemde solcu ve komünist avının başladığını ifade ederken, Rusya tehlikesinin sembollerle abartılmasının CHP’den kaynaklı bir zihniyet olduğuna işaret etmektedir (s.178). Nitekim birçok tarih kitabında CHP ve DP’nin komünizm konusunda ortak siyasi görüşe (Ahmad, 2002, s.153) sahip olduğu yönündedir (Ahmad, 2002, s.153). Menderes Hükümeti’nin İsmet İnönü’ye karşı duyduğu fobi ise ordunun darbe yapabileceği korkusunun temelinde şekillenmektedir. 1957’den sonra iktidar ile muhalefet arasındaki çekişme gittikçe şiddetlenerek meydan savaşına dönüşür. Başbakan Adnan Menderes CHP’nin mitinglerini ve yürüyüşlerini durdurmak için çoğu zaman ordunun yardımına başvurur (Karpat, 2007, s.173).

1954 seçimlerini de parlak bir zaferle almasına rağmen DP iktidarının duyduğu bu korku sadece CHP’nin muhalefetine değil, basından gelen eleştirilere de tahammülsüzlüğü beraberinde getirmiştir. Örneğin 1954 seçimlerine yaklaşırken hükümet basından gelen eleştirilere karşı ağır cezalar getiren yasalar çıkarırken, mahkemeye çıkarılan gazetecilerin iddialarını ispat etmek hakkından da yoksun bırakıldığı anlaşılmaktadır. Öyle ki bu haksızlık birçok DP milletvekilini bile isyan ettirirken 19 milletvekilinin “ispat hakkı” uğrunda verdikleri savaşım Menderes tarafında alaya alınıp sonuçsuz kalınca DP’den ayrılmak zorunda kalırlar (Akşin, 2005, s.215). DP döneminde CHP’nin yanı sıra üniversite ve basın gibi kurumlarla

ilgili antidemokratik yasaların çıkarılması liberal aydınların hükümete

yabancılaşmasına neden olur. Gerçekten de zaten ağır olan ceza yasalarını daha da ağırlaştırması, basına karşı alınan önlemler, muhalefetin varlıklarına el konulması ve üniversite özerkliğine saldırılması, DP’nin Türkiye’yi daha özgür ve demokratik bir ülke haline getirme vaatlerinden vazgeçildiğini göstergeleridir (Ahmad, 2002, ss.136-137).

Birçok kaynağa göre Irak Devrimi DP iktidarında darbe ya da devrim korkularını başlattığı ya da arttırdığı ileri sürülmektedir. Nitekim komünizme karşı Türkiye, Pakistan, İran ve Irak ile kurulan Bağdat Paktı ve Amerika arasında

89

karşılıklı işbirliği imzalanmıştır. Buna göre Türkiye’de bir saldırı ya da dolaylı bir saldırı olursa Türk Hükümeti’nin isteği üzerine ABD silahlı birlikler gönderebilecektir. DP’nin bu girişiminin ardında CHP’nin Irak Devrimiyle ilgili olumlu açıklamaları yer alırken, bu açıklama Irak’ta gerçekleştirilen darbenin benzerinin kendi hükümetlerine karşı da yaşanabileceği korkularını beraberinde getirmiştir (Akşin, 2005, s.219). Her ne kadar Ahmad’a göre (2002) Menderes’in “Subaylar gerektiği gibi davranmazsa orduyu yedek subaylarla yöneteceğim” sözlerinin altında artık ordudan korkmadığı mesajı (ss.136-137) yatsa da DP Hükümeti’nin Irak’ta gerçekleşen darbenin ardından aynı korku ve kaygıları daha yoğun şekilde yaşadığı söylenebilir. DP’nin bu dönemde muhalefetin yanı sıra basının, üniversitelerin ve yargının da baskı altına alınma çabaları bu korkunun farklı boyutlardaki yansımaları olarak kendini göstermektedir.

Bu gelişmelerin beraberinde Menderes’in kin ve husumet cephesine karşı bir vatan cephesi kurulması çağrısında bulunmuştur. Vatan cephesi örgütüne üye olanlar aslında DP üyesi olurken, isimlerinin radyodan anons edilmesi toplumu kutuplaşmaya sürüklemiş ve siyasal gerilimi arttırmıştır (Akşin, 2005, ss.220-221). Komisyon siyasi partilerin toplantılarına izin vermeme hakkı da dâhil olmak üzere olağanüstü yetkilerle donatılırken, tüm bu gelişmeler Heper’e (2011) göre, DP’nin CHP’yi kapatma niyeti olduğu tahminlerini beraberinde getirir (s.195). Siyasal gerilim öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, açık hava toplantılarında İnönü DP’liler tarafından saldırılara maruz kalmıştır. Örneğin İnönü’nün Akhisar ve Manisa gezileri protestolara neden olurken, Balıkesir’in girişinde İnönü’yü karşılayan Vali, kente girerlerse ciddi olayların çıkacağı ve İnönü’yü koruyamayacağı yönünde uyarı bulununca İnönü ve heyeti şehre girmekten vazgeçmiştir. İzmir de de benzer olaylar yaşanırken, tüm bu olayların basında yer alması DP Hükümeti tarafından engellenmiş ve gazeteler beyaz sütunlarla çıkmıştır (Akşin, 2005, ss.220-221).

Bu dönemde duyulan bir diğer siyasal korku ise Sovyetler Birliği kaynaklıdır. 1945-1946 döneminde Sovyetler’in Boğazlar’da üs ve Kuzey Anadolu’da toprak talep etmeleri ve daha önce imzalanmış olan anlaşmaları yok saymaları Türk- Sovyet ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nin tehdit olarak görülmesi Türkiye’yi Batı ile ittifak arayışına itmiştir (Karpat, 2007, s.240). Sovyetler’in

90

tehdidi karşısında NATO’ya üye olmak isteyen Türkiye’nin 1949’da gerçekleştirdiği müracaat kabul edilmezken, Kore Savaşı’na katılan Türk Tugayı yarattığı ilgi ve takdir sayesinde 1952 yılında NATO’ya kabul edilir (Karpat, 2010, s.170). Böylece DP Hükümeti Sovyetler’den gelebilecek tehdidin yarattığı korkuyu NATO bünyesine katılarak kontrol altına alırken, ordunun yarattığı iç tehdit karşısında duyduğu korku ile başa çıkma yöntemi olarak basın, yargı ve muhalefet üzerinde baskı politikalarına dayalı bir yaklaşım içine girdiği varayılabilir.

2.2. Sosyo-Kültürel Korkular

Bu dönemde ABD ve Rusya arasında yaşanan Soğuk Savaş tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına almıştır. DP Hükümeti komünizmin toplumu saracağı korkusunu dini kullanarak gidermeye çalışırken, dinin siyasallaşma sürecinin önünü açarak hız kazanmasına neden olur (Anzerlioğlu, 2007, s.87). 21 Ekim 1950’de okullarda din dersi almak mecburiyeti getirilirken (Goloğlu, 2012, s.557) ezanın Arapça okunmasına geri dönülmüş, Osmanlı devlet adamlarının türbelerinin halka açılmasının yanı sıra, din eğitimine dayalı imam hatip liseleri kurulmuştur (Karpat, 2010, s.171). Bu doğrultuda ele alındığında, dinin siyasallaşma sürecinde Cumhuriyet’in ilan edildiği günden beri var olan irtica korkusunun, özellikle toplumun Atatürkçü-laik kesiminde yoğun bir şekilde yaşanmasına neden olduğu söylenebilir.

Kongar’a göre, bu sayede tarikatlar ve cemaatler ile gecekondulaşmanın beraberinde yaşanan arabesk kültür arasında tam bir bütünleşme ve etkileşim ortaya çıkar (Kongar, 1998, s.152). Sonuç olarak siyasette komünizm ve din üzerinden kurulan korku içerikli siyasal söylemlerin kullanılması Türk toplumun aşırı kutuplaşmaya yöneltir. Kutuplaşmaların yansımaları bazı toplumsal olaylarda kendini açık şekilde gösterirken, yaşanan bu olaylar toplumun değişik kesimlerinin sahip olduğu korkuları daha da arttırır. Öyle ki, bu tür olaylar bazen CHP ve DP arasındaki gerginliğin yumuşamasını bile sağlar. Örneğin Mareşal Fevzi Çakmak’ın vefatı sonrasında yaşanan gerginlikler siyasal çevrelerce rejim adına ciddi korkuların yaşanmasına neden olmuştur. Dinde aşırıya kaçanların Çakmak için modern bir cenaze töreni yapılmasına itiraz etmesiyle tırmanan olaylar zamanında kontrol altına alınmasıyla bastırılmıştır (Karpat, 2010, s.324).

91

DP döneminde demokratik hürriyetin bir parçası sayılan din hürriyeti adına yürürlüğe konan kanunlar aşırı dincilere cesaret vererek bu kişilerin Atatürk aleyhtarlığı yapmalarına sebep olmuştur (Karpat, 2013, s.171). 1954 seçimlerinden önce gerçekleştirilen propagandalar sırasında yapılan dini istismarların etkilerinin seçimden sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır. Atatürk’ün heykellerine yapılan saldırılara ilaveten DP’nin il örgütlerinde Atatürk İnkılâpları’ndan geri dönüş isteklerinin dile getirilmesi gibi tezahürler muhalefet tarafından iktidarın müsamahası olarak tenkit edilmiştir. Rejim ile ilgili korkuların farkında olan DP Hükümeti, irticanın başını kaldırması durumunda ezileceğini söylerken, heykellerin korunmasını tebliğ etmiş ve dini siyasete alet etmekle suçlanan Büyük Doğu, Sebilürreşad, İslamiyet gibi dergilere soruşturma açmıştır (Goloğlu, 2012, s.553). Bu anlamda ele alındığında 1950’den beri iktidarda olan DP’nin laikliği bir hayli liberal şekilde yorumladığı halde irticanın reformları silip süpürmesine müsaade etmediği şeklinde yorumlanabilir (Karpat, 2013, s.366).

Bu dönemde toplumda yaşanan irtica ve komünizm korkusunun insanları kutuplaştırırken, yabancı uyrukluların varlığını tehdit eden başka korkuların da yaşandığı anlaşılmaktadır. 1954 yılında Yunanistan İngiltere’nin sömürgesi olan Kıbrıs Adası’nın kendisine verilmesi yönündeki talebi Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştır. İstanbul’daki bir gazetenin Yunanlıların Atatürk’ün evine bomba atıldığı yönündeki haberi o akşam bütün İstanbul’da Rumlara ait binlerce ev ve işyerlerinin, kiliselerin ve mezarlıkların saldırıya uğramasına, yağma ve tahrip edilmesine yol açmıştır. Ordu tarafından bastırılan olayların ardından sıkıyönetim ilan edilirken, olayın komünistlerin komplosu olduğu düşüncesiyle çok sayıda solcu tutuklanmış ancak aylarca hapis yattıktan sonra aklanabilmişlerdir (Akşin, 2005, s.217).

1954 yılından itibaren ekonominin bozulmasının yanı sıra artan siyasal gerilimler yavaş yavaş ülkeyi kaosa doğru sürüklemeye başlamıştır (Anzerlioğlu, 2004, s.86). DP’nin ikinci döneminde eleştirilere tahammülsüzlüğünün arttığı ve bu doğrultuda siyasal iktidara dayanan gücünü kullanarak muhalefetin yanı sıra basını susturmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Öte yandan muhalefetin yarattığı kin ve husumet cephesine karşı Menderes tarafından “Vatan Cephesinin” kurulması ve

92

devlet radyosunun her akşam cepheye üye olan kişilerin isimlerinin okunması (Çavdar’dan alıntı yapan: Heper, 2011, s.195) toplumdaki kutuplaşmayı daha da derinleştirir (Kongar, 1998, s.154). Bu doğrultuda ele alındığında, yaşanan toplumsal korkuların siyasal yaşamdaki korkuların yansımaları olarak kendini gösterdiği sonucuna ulaşılabilir.

2.3. Ekonomik Korkular

Bu dönemin ekonomik yapısına bakıldığında 1946-1953 yılları arasının hızlı bir büyüme sürecini kapsadığı için bütün sosyal grup ve tabakaların reel gelir düzeylerinin yükselmesine imkân veren nesnel koşulları içerdiği anlaşılmaktadır. Savaş yıllarında mutlak hayat standartları belirgin bir biçimde düşen emekçi grupların 1950 yılına gelindiğinde savaş öncesinin reel gelir düzeylerini aşmaları nedeniyle geniş halk yığınlarının bilinçlerinde refah artışı ve bolluk dönemi olarak yaşanır (Boratav, 2005, s.345). DP’nin iktidara geldiği ikinci dönemde ise 1950 yılından itibaren izlenen ekonomik politikalar Türkiye’nin dışa bağımlılığını arttırmış ve toplumsal dokuda ciddi değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Örneğin, DP zamanında traktör sayısındaki artış çok sayıda köylünün işini ve toprağını kaybetmesi nedeniyle kentlere doğru başlayan bilinçsiz göçe yol açar (Anzerlioğlu, 2004, s.86).

DP’nin ikinci döneminde insanlar hayat pahalılığı karşısında ezilir, öyle ki bu dönemde gerçekleştirilen BM istatistiklerine göre Türkiye hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünyada ikinci sırada gelmektedir (Goloğlu, 2012, s.570). Birçoğu siyaset amaçlı rastgele yapılan yatırımlar ve dağıtılan kredilerin sonucu yaşanan enflasyon, döviz dar boğazı ve mal kıtlığına sebep olur (Akşin, 2005, s.216). Menderes Hükümeti’nin 1956 tarihinde çıkardığı Ulusal Korunma Kanunu’na rağmen demokratlar ekonomide istikrara ve güveni sağlayamaz. Ucuz tarım kredisi siyasetleri, tarımsal ürünlere uygulanan dev teşvikler ve çiftçilerin vergiden muaf tutulmaları zengin bir çiftçiler sınıfını yaratırken, tüketimi hızlandırmış ve ekonominin karşılayamayacağı bir talep yaratmıştır (Ahmad, 2002, s.142). Bunun sonucunda kahveden, otomobil lastiğine kadar pek çok tüketim maddesi ancak karaborsada bulunabilir hale gelmiştir (Kongar, 1998, s.154).

93

Gıda maddesi fiyatlarındaki keskin yükseliş bütün ekonomiyi sarsan bir enflasyon trendini oluştururken gelişme nüfusun neredeyse bütün kesimini özellikle memurları, subayları ve işçileri kapsayan sabit maaşlıları etkilemiştir (Ahmad, 2002, s.142). 1958 tarihinde iktisadi bunalımın çözümsüzlüğü karşısında Türk hükümeti İMF ve Dünya Bankası’nın dayatmasını kabul etmek zorunda kalır. Öte yandan istikrar önlemleri ve ağır devalüasyon fiyatlarının fırlaması halkı perişan ederken, tüm bu gelişmeler 1957 seçimlerinde CHP’nin oy yükselişine geçişinin DP Hükümeti’nin iktidarını kaybetme korkusunu tetikler. Ekonomik darboğazın yaşandığı bu dönemde DP Hükümeti’nin şiddetli bir baskı dönemine girmesi (Akşin, 2005, s.218) ise konunun bir başka boyutunu oluşturmaktadır.

3. 1960-1971 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL,