• Sonuç bulunamadı

5 1980-1990 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL, EKONOMİK YAPISIYLA İLGİLİ KORKULAR

Türkiye’nin 1980 askeri müdale sonrasında başlayan dönemi 1990 yılına kadar siyasal, sosyo kültürel ve ekonomik açıdan incelenmektedir.

5.1. Siyasal Korkular

1980-1990 yılları arasındaki Türkiye’nin siyasal yaşamına komünizm ve irtica korkusunun yanı sıra Kürt sorunu ve PKK teröründen kaynaklı bölücülük korkularının şekillendirdiği varsayılabilir. Nitekim bu döneme damgasını vuran 12 Eylül 1980 darbesinin kökeninde irtica ve komünizm korkuları yer alır. 12 Eylül darbesi öncesinde Necmettin Erbakan’ın başkanlığını yaptığı Milli Selamet Partisi’nin (MSP) Konya’da gerçekleştirdiği gösterilerde aşırı dinci sloganların kullanılması (Karpat, 2013, s.210) anarşi ve terördeki artış, siyasi liderlerin yetersiz kaldığı kaos ortamında askeri harekete geçiren etkenler arasında yer alır. Nitekim askeri cuntanın yaptığı açıklamada darbenin gerekçeleri arasında her ne kadar anarşi ve terörün yükselişiyle ülkenin iç savaşın eşiğine gelmesi yer alsa da bu sorun devletin iç belgelerine “komünist ayaklanma” olarak geçer (Özkazanç, 2012, s.87).

106

Bu eksende ele alındığında ABD’nin “bizim çocuklar” (Kunt, 2011, s.133) diye ifade ettiği ve Kenan Evren’in başını çektiği askeri cuntanın gerçekleştirdiği darbedeki dış dinamiklerin etkisi göz ardı edilmemelidir. Soğuk Savaş’ın sonuna doğru yaklaşılan bir dönemde Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki ilişkilerin Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle yeniden gerilir. Bu gelişmeler çerçevesinde ele alındığında Türkiye’de yaşanan komünizm korkusunun aslında ABD ve Sovyetler Birliği’nin birbirlerinden duydukları yoğun korkunun bölgede yansıması olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla bu korku 12 Eylül 1980 tarihinde Kenan Evren önderliğinde gerçekleştirilen askeri darbenin oluşumuna zemin hazırlayan en önemli etkenlerin başında gelir.

Askeri müdahaleyi halkın gözünde meşru zemine oturtmaya çalışan askeri cuntanın demokrasi düzenini yeniden kurmak adına gerçekleştirdiği eylemler kısa süre sonra devlet terörüne dönüşür (Tanilli, 2003, s.71). Başlıca kaygısı ülkenin siyasal ve kurumsal olarak yeniden yapılandırılması olan cunta öncelikle 1960’lardan beri önemli rol oynayan kent gençliğini siyasetten arındırmaya çalışır. Bu arındırma işleminde devrimciler, sosyal demokratlar, sendikacılar ve derneklerin de içinde yer aldığı soldan gelebilecek her türlü muhalefet yok edilmek istenir (Ahmad, 2002, s.218). Siyasetten arındırma eylemlerinde, başta öğretmen ve üniversite öğretim üyeleri olmak üzere binlerce kamu çalışanı işinden olurken, yüzbinlerce kişi fişlenir, gözaltına alınır ve tutuklanır. Askeri mahkemelerin gerçekleştirdiği yargılamalarda binlerce kişi uzun süreli mahkûmiyetlere çarptırılır ve elli kişi idam edilir (Kunt, 2011, s.135). Halk 12 Eylül’de müdahaleye kısa süre destek verse de sonra askeri idarenin uzun dönem devam etmesine veya hürriyetleri kaldırmasına sessizce direnmeye başlar. Bu direnmeyi siyasi partilerin desteğine bağlayan MGK 12 Haziran 1981 tarihinde siyasi partileri kapatma kararı alır (Karpat, 2007, s.215).

Çalışmanın başında askeri darbenin nedenleri arasında komünizm korkusunun yanı sıra laiklik karşıtı eylemlerin yarattığı korkuların yer aldığı varsayımı öne sürülmüştü. Nitekim sadece 1980 askeri darbesi değil, 1960 ve 1971 darbelerinin ortak noktasını komünizmin yanı sıra laikliği korumak gerekçelerinin oluşturduğu anlaşılır (Karpat, 2007, s.217). Fakat 1980 askeri darbesinin ardından yaşanan dönemde ABD’nin yönlendirmesiyle komünizmin en iyi ilacının İslamiyet olduğu

107

düşüncesi benimsenmiş ve dini cemaatlere yakınlık gösterilmiştir (Kunt, 2011, s.135). Aslında 1960’larda sosyalist ve demokratik güçlerin artan tehdidi karşısında endişeye kapılan çevreler dini, ideolojik bir karşı güç olarak kullanmaya başlamıştır (Ahmad, 2011, s.135). Devletin toplumu dinselleştirme çabaları sonucunda 1983’ten sonra iç ve dış etkenlerinin yardımıyla laiklik karşıtı akımlar hızlı bir siyasallaşma süreci yaşanır (Akşin, 2005, s.255). Asker eliyle desteklenen toplumu dindarlaştırma çabaları yıllar sonra kontrol edilemeyecek boyutlara ulaştığında ise bu kez ordu Türkiye Cumhuriyeti’nin önündeki en büyük tehditlerden birinin irtica olduğu uyarısında bulunacaktır. Nitekim 1987 yılında Milli Güvenlik Kurulu Türkiye’de İslami uyanış tehlikesi hakkında hükümeti uyardığı zaman, Özal bunun mevcut bir tehlike değil sadece bir olasılık olduğu için abartılmaması gerektiği ifade eder (Heper, 2011, s.223). Bu eksende ele alındığında bu dönemde tüm dünyayı etkisi altına alan komünizm korkusunun, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal evriminde önemli bir role sahip olan irtica korkusunun çok önüne geçtiği sonucuna ulaşılabilir.

1980 askeri darbesinin ardından toplumda korku yaratarak denetim sağlama çabalarının temelinde komünizm korkusunun yanı sıra 1960’lı yıllarda başlayan fakat 1970’li yıllarda ciddi bir tehdit olarak baş göstermeye başlayan Kürtçülük hareketinin beraberinde bölücülük korkusunun yer aldığı anlaşılmaktadır. Örneğin işçi sınıfının iktisadi, siyasal ve sosyal istemleriyle örgütlenme girişimleri her zaman komünizm suçlamasıyla, Kürt halkının ulusal demokratik istemleri bölücülük suçlamasıyla engellenmiştir. Aynı şekilde TİP, yöneticileri komünist oldukları ve bölücülük yaptıkları gerekçesiyle kapatılmıştır (Tanilli, 2003, ss.190-191). 1980 askeri darbesiyle başlayan yeni dönemde siyasal yaşamda duyulan en önemli korkulardan biri de PKK terörüdür.

1960’lı yılların başına kadar uzanan Kürt hareketinin aydınları eşitlik ve kültürel özerklik ve Doğu illerinin ekonomik kalkınma talebiyle sola katılır. Hareket 1960’ların sonunda militanlaştıkça daha büyük bir devlet baskısıyla karşı karşıya gelir (Ahmad, 2002, s.255). Özellikle 1970’lerin sonunda Güneydoğu’da ayrılıkçı Kürt hareketlerinin güçlenmesiyle oluşan bölücülük ülkenin başlıca önemli sorunlarından biri haline gelir. (Özkazanç, 2012, s.87). 12 Eylül 1980 sonrasında Kürt dilinin yasaklanması, yerleşim yerlerinin isimlerinin Türkçeleştirilmesi,

108

çocuklara Kürtçe isim koyulmasının engellenmesi, bölücü teröristler olarak isimlendirilen etnik teröristlerin ve sempatizanların işkence görmesi gibi eylemler etnik farklılık ve bölünmeyi belirginleştirir (Çevik, 2007, s.54). 1980-1983 dönemindeki siyasal iktidar Kürt sorunun öteki sorunlar gibi zor kullanarak çözmeye çalışırken, Kürtlerin PKK’nın arkasına geçerek daha örgütlü bir şekilde mücadele etmesi korkuları daha da büyütür.

1983 yılında siyasal iktidara gelen ANAP’ın genel başkanı olan Turgut Özal, 1987 seçimlerinden önce Ecevit ve Demirel ile öteki siyasi parti başkanlarına getirilen siyasi yasakların kaldırılmak istenmesine şiddetle karşı çıkmasının (Tanilli, 2003, s.75) altında yatan etken siyasal iktidarını kaybetme korkusu olarak yorumlanabilir. Öte yandan kendisini rejimi sivilleştiren politikacı olarak takdim eden Özal, “Polis Vazife ve Selahiyet Yasası” ile “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Yasası” ile ülkede sadece siyasal yaşam değil, basın yaşamına da yeni sınırlamalar ve kısıtlamalar getirir. Buna göre ANAP iktidarı döneminde 3 bine yakın gazeteci, yazar ve çevirmen yargılanmış, 500’e yakın yayın organı toplatılma kararı alınmış, 39 ton yayın imha edilmiş, gazetecilere toplam 2000 yıl dolayında hapis cezası verilmiş ve 13 gazete hakkında 303 dava açılmıştır (Cemal’den aktaran: Kongar, 1998, s. 221).

Özal döneminde rejim sivilleşse de halk üzerinde baskı ve kontrol mekanizmaları yasalar yoluyla sağlanmaya devam eder. 1980 askeri darbesi irtica ve komünizm korkularıyla hayata geçirilirken, darbe sonrasında yasal düzenin sağlanması açısından uygulanan baskı ve şiddet yöntemleriyle özellikle aydınların başını çektiği kesimde korku yaratılarak siyasetten uzaklaşmaları sağlanmıştır. Toplumun depolitizasyonun sağlanmak istendiği bu dönemde 1960’larda kendini göstermeye başlayan ve 1970’lerde varoşlarda yaşanan radikal örgütlerin bölücülük çalışmaları sonrasında Kürt hareketinin yükselişe geçtiği anlaşılmaktadır. Kürt hereketinin 1980’li yıllarda PKK terör örgütü arkasında faaliyet göstermesine karşı İslami siyasetin önünün açılması sonucunda tırmanışa geçen İslami terörün bu dönemde oluşan diğer korkulardan biri olarak gösterilebilir.

109

5.2. Sosyo-Kültürel Korkular

1980 askeri müdahalesinin amacını kurulan geçici hükümetler eliyle Türkiye’de yeniden akılcı demokrasi kurma çabası oluşturmaktadır (Heper, 2011, s.139). Fakat darbe sonrasından 1983 yılına kadar siyasal iktidarı elinde tutan askeri cuntanın toplumsal düzeni yeniden sağlamak adına gerçekleştirdiği baskıya, zora ve şiddete dayalı eylemleri Tanilli’nin (2003) ifadesiyle devlet terörünün yaşanmasına neden olmuştur (s.71). Demirel, 1961 Anayasası’nın ülkenin seçimle işbaşına gelen kurumunun (parlamento), seçimle gelmeyen kurumları (Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurumu ve benzeri kurumlar) tarafından kuşatıldığı için ülkenin yönetilemeyeceğini ifade ederek 1961 Anayasası’na açıkça muhalefet etmiştir (Heper, 2011, s.141). Bu düşünce ekseninde hareket eden 1980 askeri darbesini gerçekleştirenlerin icraatlarının başında 1961 Anayasası’nın topluma tanıdığı kişi, hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmak gelir. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, dernek kurma, sendikal faaliyetler partisel özgürlükler konusunda getirilen sayısız yasaklamalar bunlara örnek olarak verilebilir. Öte yandan insanların bir araya gelmesinden duyulan korku o derece ileri varmıştır ki dernek, sendika, vakıf, parti gibi kuruluşların aralarındaki ortak çalışmalar dahi yasaklanır (Tanör, 2005, s.52). Bireylerin ya da sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek hak ve özgürlükler konusunda harekete geçmesinden korkan askeri cunta yönetimindeki siyasal iktidar, yasalar yoluyla toplumda cezalandırılma korkusunu aşırı boyutlarda kullanır. Nitekim 12 Eylül mahkemeleri ve hapishaneleri ordunun o dönemdeki toplumsal oluşumlara duyduğu şiddetli öfkeyi ve nefreti yansıtmaktadır (Kahraman, 2008, s.223).

12 Eylül askeri rejimi geri çekilirken arkasında insan hakları açısından savaş meydanı benzeri bir tablo bırakmıştır. Bu dönemde 7 bin kişiye idam cezası istenirken, 517 kişiye bu ceza verilmiş ve bunların 49’u idam edilmiştir. 300 kişi kuşkulu bir biçimde ölürken, 171 kişinin işkenceyle öldüğü kesinleşmiştir. Öte yandan 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmaktan yargılanmış, 1 milyon 638 kişi fişlenmiş, 388 bin kişiye pasaport verilmezken, 30 bin kişi sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten atılmış ve yine aynı sayıda insan siyasal sığınmacı olarak yurtdışına gitmiştir (Tanör, 2005, s.96). Bu dönemde ilk ve orta eğitim ile YÖK denetimi altındaki yüksek eğitim, genç kuşakların “antikomünist”, “milli bütünlük”

110

ve “ülkeyi parçalamak isteyen zararlı ve yıkıcı ideolojiler” gibi korku üreten temalar aracılığıyla tekdüze biçimde yetişmesi sağlanır (Boratav, 2003, s.157). Toplumun depolitizasyonu için gerçekleştirilen eylemlerin ürettiği korku ortamı açısından ele alındığında, askeri darbenin gerekçesini oluşturan bozulan demokrasinin yeniden yoluna koyulması amacının sözde kaldığı söylenebilir. Kısacası Heper’in (2011) ifadesiyle 1971 ve 1980 sonrası düzenlemeler demokrasiyi kurtarmaktan çok ortadan kaldırma girişimi olarak algılanmasına neden olur (s.146).

1980’li yıllarda devlet eliyle yaratılan korkuların yanı sıra 1950’li yıllardan beri modernleşme süreciyle başlayan iç göçlerin (Tekelioğlu, 2006, s.22) yoğun bir şekilde yaşanıyor olmasından kaynaklanan korkuların varlığından söz edilebilir. 1980 yılına kadar gerçekleşen göçlerde kırsal kesimin kültürüne sahip olan insanlar kentsel yaşama uyum sağlamışlardır. Fakat 1980’li yıllara gelindiğinde içgöçlerin yarattığı etki kendini siyasal, sosyal ve kültürel alanda göstermeye başlar. Diğer bir ifadeyle o güne kadar modern yaşamın kıyısında kalan insanlar artık korkularını yenecekleri ve kendi yaşam alanlarını şekillendirecekleri bir dönem içine girer. 1970’lerde ortaya çıkan arabesk bu konuda ilk ciddi uyarı niteliğindedir ve sonuçları itibariyle sonraki yıllarda popüler kültürün yükselişini engelleyebilmenin pek de mümkün olmadığının ilginç bir kanıtıdır (Tekelioğlu, 2006, s.37). Örneğin 1970’lerde Orhan Gencebay popüler olan şarkılarıyla şehrin yaşamına uyum sağlamakta zorlanan göç insanlarının dünya nimetleriyle aralarında neden kapatılmaz bir mesafe olduğunu anlamlandırmak için onlara dinsel söylemin; adanmışlığın tahammülün, tevekkülün sözcüklerini önerir (Gürbilek, 2004, s.13). 1980’li yıllarda başlayan popüler kültür toplumu daha önce alışılmışın dışında bambaşka bir ortama taşırken yeni korkuları da beraberinde getirir. Örneğin popüler kültürün şekillendirdiği yeni toplumsal yapıda tüketim arzusu hat safhalara ulaşırken insanların arzularını, beklentilerini ve hayallerini gerçektiremeyecekleri korkuları yaşamlarına egemen olur. Bu yeni toplumsal yapıda Özal’ın “benim memurum işini bilir”, “ben Müslümanların zenginin severim” gibi popülist söylemlerinin yarattığı siyasal yozlaşma etkilerini toplum bazında da gösterir. Buna göre yeni yükselen değerlerin merkezinde işini bilirlik, kısa yoldan köşeyi dönmecilik gibi anlayışlar vardır. Kongar bozulan bu toplumsal ortamda gecekonduda yaşayanların yasalara saygılı ve hakkına razı olmanın değil, tam tersine yasa dışı davranmanın ve daima

111

daha fazlasını istemek yoluyla kentlerde tutunabildiklerini ifade eder (s.574). 12 Eylül darbesinin ardından aşırı sağ ve sol ideolojinin yanı sıra PKK ayrılıkçılığı karşısında din silahından yararlanma yoluna gidilmiştir. Kenan Evren’in dinsel kaynaklara dayalı konuşmaları, doğu illerinde halka dayatılan dinsel metinler ve mesajların yanı sıra devlet eliyle toplumu dinselleştirme çabalarının en belirgin örnekleridir (Tanör, 2005, s.104).

Sonuç olarak siyasal iktidarın devletin bölünmez bütünlüğü için tehlike olarak gördüğü aşırı sağ ve sol örgütlerinin yanı sıra PKK’ya karşı dinin panzehir olarak kullanılma politikası sonrasında oluşan sosyo kültürel atmosferde Türk İslam sentezi toplum yaşamında önemli bir yer edinir. Sol siyasi akımların susturulduğu, örgütlü ve sendikal mücadelenin felce uğratıldığı ve kentli işçi sınıfı kültürünün hızla aşınmaya başladığı yıllarda toplumda bireyselleşme, dine sarılma, toplumsal yaşam odağının işyerinden ve üretimden mahalleye, semte, semt takımlarına, aile içine kayması gibi toplumsal değişimleri (Boratav, 2003, s.158) beraberinde getirir. Bu toplumsal oluşumların beraberinde getirdiği korkuların etkileri sonraki yıllarda gerçekleşen sosyal, siyasal ve ekonomik olayların oluşumunda önemli yer tutacaktır.

5.3. Ekonomik Korkular

1980’li yıllarda 24 Ocak kararları ile uygulamaya konan yeni yaptırımlar devamlı artan hayat pahalılığı karşısında paranın değersizleşmesi ve yaşanan yüksek enflasyonun oluşturduğu ekonomik darboğaz Türk toplumunda yoğun korkuların oluşumuna neden olmuştur. 1970’li yıllarda yaşanan her iki krizin etkileri Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çalışan Türk işçilerin gönderdiği gelirler sayesinde döviz sıkıntısı kısmen rahatlatılarak azaltılmıştır. Fakat Avrupa’nın yabancı işçileri geri göndermeye başlaması, artan hayat pahalılığı, can ve mal emniyetinin ortadan kalkması ve yeni iş sahalarının yaratılamamasından kaynaklanan sorunlar Türk ekonomisini çaresizliğe sürükler. Ekonominin kötü gidişatı Kıbrıs harekâtından sonra başlayan Amerikan ambargosunun yanı sıra kötüleşen dış ekonomik ilişkilerden dolayı dış yardım ve kredi olanaklarının kesilmesi ekonominin ve siyasetin çöküşünü beraberinde getirir (Goloğlu, 2012, s.622).

112

12 Eylül 1980 askeri darbesinin bu iktisadi çıkmazın sonucu olduğuna dair kuvvetli görüşler vardır. Aynı yıl darbeden aylar önce Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan ve 24 Ocak kararları olarak bilinen iktisat politikası programı darbenin sivil insiyatifi ve kurumlarını ortadan kaldırmasıyla uygulamaya konmuştur (Bahçe ve Eres, 2012, ss.50-51). Türk ekonomisine istikrar getirmeyi amaçlayan 24 Ocak kararları (Tanilli, 2003, s.73) ile başlayan bu yeni dönem askeri darbeyle birlikte işlerlik kazanır. Özal’ın önderliğinde gerçekleştirilen ekonomik programda ihracata birinci derecede önem verilmesinin sonuçlarından biri olarak Türk lirasının değerinin düşmesi ve yüksek enflasyon gösterilebilir (Karpat, 2013, s.221). Bu dönemde hükümetin enflasyon oranlarının düşürülmesindeki yetersizliği ücretlerin düşmesinin yanı sıra zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına neden olmuştur (Heper, 2011, s.208). Her ne kadar serbest ekonomik piyasa kuralları uygulanıyor olsa da yüksek faiz ve döviz kuruna uyum sağlayamayan sermayenin bir kısmının tasfiye olmasıyla sermayede tekelleşmeyi de beraberinde getirir (Atılgan, 2012, s.353).

Liberal iktisat politikalarının ilk olumsuz sonucu bankerlerin batmaya başlamasıyla yaşanır. Küçük bankaların ve mantar gibi çoğalan bankerlerin başlattığı faiz yarışı, 1982 yılında ülkede büyük bir finansal krizin yaşanmasına neden olur (Boratav, 2003, s.151). 1980 öncesindeki siyasal krizlerin baş nedeni olarak ekonomik yetersizlikleri gören Özal, demokrasinin temellerini sağlamlaştırmak ve büyük bir Türkiye yaratmak için gerekli olan ekonomik gücü oluşturmak için kendi dönemini bir geçiş dönemi olarak görmektedir. 1980’ler Türkiye’sinde 24 Ocak Kararları ile yürürlüğe giren anlayışın “iş bitiricilik” ve “köşeyi dönme” çabasını kutsal bir inanca dönüştürür (Tanilli, 2003, s.73). Bu ortamda devletin sırtından para kazanmaya alışmış sanayici işadamları, sistemin açıklarından faydalanan kaçakçı, kara borsacılar ve vurguncular türerken, verimsiz ekonominin bir sonucu olan enflasyon altında ezilen orta direk oluşur (Özkazanç, 2012, s.90). 1980’li yıllarda gerçekleştirilen serbest ekonominin yol açtığı sonuçlar gelir dağılımdaki aşırı dengesizliğin yanı sıra, geliştirilen kısa yoldan köşeyi dönmecilik anlayışı beraberinde yolsuzluk ve rüşveti getirirken, siyasetteki oluşan popülist söylem ile toplumsal yaşamın her alanında kültürel yozlaşmayı ve korkuları beraberinde getirir.

113

6. 1990-2002 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL,