• Sonuç bulunamadı

4 1971-1980 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL, EKONOMİK YAPISIYLA İLGİLİ KORKULAR

Türkiye’nin 1971 askeri muhtıra döneminden 1980 askeri müdahele dönemine kadar olan kısmı içeren bölümde korkular siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan incelenmektedir.

100

4.1. Siyasal Korkular

1971 yılında gerçekleşen askeri müdahalenin altında komünizm korkusu önemli yer tutar. Ortaylı (2012) bu konuyla ilgili olarak sol ve sağ eğilim arasındaki gerilimin sokaktan çok orduda olduğuna dikkat çekerken, 12 Mart 1971’deki muhtıranın tamamen orduya komünizmin girme endişesinden kaynaklandığını ifade etmektedir. Öyle ki askeri mektepteki akşam yoklamasında sol ellerin havaya kalkması üst kademe komutalarında bardağı taşıran son damla olduğu belirtilir (s.193). Nitekim muhtıracı komutanların ilk yaptıkları eylem ordu içinde “sol” darbe hazırlığı içinde oldukları iddia edilen beş general, bir amiral ve otuzbeş albay silahlı kuvvetlerden çıkarırlar (Özdemir, 2005, s.261).

1971 askeri muhtırasının ardından Nihat Erim Hükümeti’nin sıkıyönetimin ilk günlerinde aldığı kararla meclis dışında siyasi faaliyetleri durdurma yoluna gitmiştir. Siyasi gençlik örgütleri kapatılırken sendika toplantıları ve seminerler yasaklanmıştır. Gazetelere kısa süreli kapatma cezaları uygulanırken, aşırı uç propaganda yaptığı düşünülen dergiler kapatılmış, grev ve lokavt yasağı getirilerek işçiler ve sendikalar susturulmuştur (Goloğlu, 2012, s.612). 17 Mayıs 1971 tarihinde İsrail İstanbul Başkonsolosu’nun THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) mensuplarınca kaçırılması gerekçe gösterilerek AP Hükümeti’ne muhalefetleriyle tanınan kişiler gözaltına alınır (Özdemir, 2005, s.261). Böylece 1961 Anayasası ile halkın siyasete katılmasını sağlayan ve garanti altına alan hak ve özgürlükler devletin bütünlüğü ve güvenliği açısından engellenir (Ahmad, 2002, s.181). Bu doğrultuda ele alındığında rejimin koruyuculuğunu üstlenen kesimin yaşadığı komünizm korkusunun sol görüşü benimseyen kesim üzerinde baskı ve ceza yöntemlerini kullanarak korku üretmeyi hedeflediği sonucuna ulaşılabilir. Öte yandan 12 Mart muhtırasıyla iktidara gelen siyasal otoritenin toplumsal düzeni sağlamak adına ceza ve baskı yöntemleriyle korku üretme çabalarının ardında ABD ve NATO güçlerinin önemli rol oynar. Çünkü bu dönemde askeri mahkemelerinde alınan ağır hapis cezası ve ölüm cezası kararlarının gerekçelerinde yapılan gösterilerde ABD ve NATO aleyhtarı sözler suç delili olarak sunulduğu anlaşılmaktadır (Özdemir, 2005, s.263).

12 Mart dönemindeki sıkıyönetimin ardından 1973 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde CHP birinci parti olarak çıksa da parlamentoda yeterli çoğunluğu

101

sağlamaması nedeniyle Milli Selamet Partisi (MSP) ile hükümet kurma yoluna gider (Tanilli, 2003, s.67). Ecevit 1971 yönetimince yasaklanan haşhaş ekimini cesur bir tutum ile izin vermesi üzerine ABD askeri yardımı keserek ambargo kararı alması 1968’deki gibi ABD aleyhtarı bir dalganın yayılmasına yol açmıştır. Öte yandan aşırı sağcı Rum milislerinin Kıbrıs Adası’ndaki Türklere yönelik saldırısını önlemek amacıyla 20-22 Temmuz ve 14-16 Ağustos 1974 tarihinde Ada’nın kuzeyine havadan ve denizden büyük çapta iki askeri harekât gerçekleştirmiştir ( Özdemir, 2005, s.275). Tüm bu gelişmeler Türkiye ve Yunanistan’ın yanı sıra bölgede istikrar sağlamaya çalışan ABD arasında ciddi gerilimlerin oluşmasına sebep olurken savaş korkusunu da peşi sıra getirir.

AP-CGP-MSP-MHP otaklığında kurulan Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde toplumda tüm antiemperyalist, ilerici, demokrat ve devrimci güçlere karşı düşmanlık üzerine kurulu bir milliyetçilik politikasının güdüldüğü anlaşılmaktadır (Tanilli, 2003, ss.67-68). İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde ise terör eylemlerinin hat safhaya ulaştığı, halkın can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle hem yönetenler hem de yönetilenler açısından ciddi korkuların yaşandığı bir dönemi içerir (Goloğlu, 2012, s.625). Bir yandan terör bir yandan ekonomik yıkım ikinci MC Hükümeti’nin de sonunu getirirken, iktidara gelen CHP’nin genel başkanı Bülent Ecevit ülkedeki terörist şiddetle başa çıkamayacağını anlayınca hükümetin yasa ve düzenini sağlamak için “Mavi Bereliler” denilen jandarma komandolarını kullanmaya karar verir (Ahmad, 2002, s.203).

Ülkedeki sağ sol çatışması hızını arttırdığı 1978 yılının ilk onbeş gününde siyasi çatışmalar sonucu hayatını kaybeden kişilerin sayısı 30’u bulurken, bu dönemde terörün üniversite öğretim üyeleri ve saygın gazeteciler hedeflemeye başlar (Goloğlu, 2012, s.625). Belirli kişileri başkalarını uyarmak için hedef alan terör mensupları 11 Temmuz 1978 tarihinde Profesör Bedrettin Cömert’i, 1 Şubat 1979’da Milliyet Gazetesi başyazarı Çetin Emeç öldürülür. Siyasal amaçlarla işlenen cinayetlerin çoğunda polisin kimseyi tutuklamaması, tutuklasa bile teröristlerin devletin ne kadar yetersiz olduğunu gösterircesine cezaevlerinden kaçması (Ahmad, 2002, s.203) olayların ne kadar ürkütücü boyutlara ulaştığına işaret etmektedir. Burada ilginç olan nokta ise terörün giderilmesinde CHP’nin yetersiz kaldığı

102

gerçeğinin yanında muhalefetteki AP’nin terör karşısında olumsuz bir tavır takınmamasıdır. Bunun sebebini Tanilli (2003) AP’nin en başta terörün varlığına dayanarak hükümeti devirme taktiğini izlemesine bağlamaktadır (s.70). Bu anlamda ele alındığında toplumdaki terör korkusunun yoğunluğu CHP’nin iktidarını sona erdirirken, AP’nin de 1979 seçimlerinde iktidar partisi olarak çıkmasını sağladığı değerlendirmesi yapılabilir. Ekonomik krizlerin beraberinde gelen enflasyon artışları, gittikçe yoğunlaşan cinayetler, soygunlar ve kitlesel katliamlar ülkeyi iç savaşa doğru sürükler (Kongar, 1998, s.185). Aşırı sağ ve sol terör eylemlerinin yaşandığı ülkede kardeşin kardeşi tanımadığı, can ve mal güvenliğinin olmadığı korku ortamındaki halk olumsuz yaşam koşulları altında ezilir. Terör önceki yılların aksine toplumun önde gelenlerini hedeflemeye başlarken, kitlesel katliamların yaşanması korkunun ülkede daha yoğun yaşanmasına zemin hazırlar. Tüm bu olumsuzluklar karşısında siyasetçilerin yetersiz kaldığını düşünen ordu bir kez daha darbe yaparak siyasal yaşama müdahale eder.

4.2. Sosyo-Kültürel Korkular

1970’li yıllarda Türk toplumunun sosyal yapısına bakıldığında köyden kente gerçekleşen göç dalgasının etkilerini içinde barındırdığı anlaşılmaktadır. Çarpık yapılaşmanın oluşturduğu gecekondu yaşamında daha iyi bir yaşam için köyünden kopup gelen ve büyük şehrin karmaşasında kaybolmaktan korkan insanların büyük bölümü siyasal olayların dışında kalmaya çalışsa da birçok kişi radikal militanların egemenliği altına girmiştir (Karpat, 2007, s.307). Dolayısıyla kendilerine gecekondu bölgesinden çok sayıda militan bulabilen radikal gruplar güçlenirken terörün şiddeti ve toplumda korku salmak amacıyla uyguladığı yöntemler değişir.

Nitekim veriler şiddet olaylarında ölenlerin sayısının 1971’de 22, 1972’de 22, 1973’te 15, 1974 yılında 37 kişi olduğunu göstermekle birlikte, “Cephe Hükümetleri” döneminde ölenlerin sayıları yüzleri, binleri bulmuştur (Tanilli, 2003, ss.69-70). Bu yıllarda bitmek bilmeyen terörün oluşturduğu kaos ortamında insanlar can ve mal güvenlikleri olmadıkları için sürekli bir korku içinde yaşamaktadır. Bu korkuların beraberinde yaşanan toplumsal karamsarlık 1976 Kasım ayında üniversitelerin açılmasıyla yaşanan şiddet olaylarının hız kazanması ve ekonomik sıkıntıların artması (Goloğlu, 2012, s.623) nedeniyle hat safhaya ulaşır. Tanilli’nin

103

(2003) ifadesiyle bireylerin en önemli doğal haklarının başında gelen can güvenliği artık yalnızca kâğıt üzerinde kalmıştır (Tanilli, 2003, s.69).

1970’li yıllarda yaşanan terör olayları beraberinde toplumu kutuplaşmaya iten bölücülük olgusunu da beraberinde getirir. Kürtler ve Kürt olmayanlar, Aleviler ve Sünniler arasındaki etnik ve dinsel farklılıklar politize edilirken, hem sağcılar hem de solcular tarafından çoğu zaman karşı karşıya getirilir (Karpat, 2007, s.307). Bu sayede gerçekleştirilen ötekileştirme çabaları “bizden olan” ve “bizden olmayanlar” ayrımıyla farklı toplumsal kesimlerin birbirlerinin varlığını tehdit olarak algılamaları beraberinde düşmanlığı getiren derin korkulara yol açmıştır. Bölücülük ve ötekileştirmeyle beraber tarafların birbirinden duydukları derin korku bu dönemde yaşanan terör olaylarını kitlesel nitelik kazanmasına neden olmuştur. Nitekim DİSK’in Taksim’de organize ettiği 1 Mayıs toplantısına silahlı kişilerin müdahalesi sonucu yaratılan arbede de 34 kişinin hayatını kaybetmesi toplumu dehşete düşüren bir olay olarak tarihteki yerini alır (Cumhuriyet Gazetesi’nden alıntı yapan: Goloğlu, 2012, s.624).

Sünni çoğunluğun arasında yaşayan Aleviler CHP’ye oy verdikleri için bozkurtların hedefi haline gelir. Komünist damgasını yiyen Alevilere karşı ilk büyük saldırı 18-19 Nisan günü Malatya’da gerçekleşirken bunu 1978’de Sivas, ardından Bingöl’de Alevi cemaatlerine karşı saldırılar izler. Dinamit, molotof kokteyli, el yapımı bombalar kullanılarak gerçekleştirilen saldırılarda 100 dükkân tahrip edilirken, Kahramanmaraş ve Çorum’da meydana gelen katliamlar ile olaylar doruk noktasına ulaşır. 100’den fazla ölü ve 100 civarında yaralının olduğu olaylar ancak zırhlı birlikler devreye sokularak durdurulabilmiştir (Cumhuriyet ve Tercüman Gazeteleri’nden alıntı yapan: Goloğlu, 2012, s.625). Tüm bu yaşanan kitlesel terörün kökeninde ise yukarıda da bahsedildiği gibi gecekondular da yaşanan politik kışkırtmalar bulunmaktadır. Bu dönemde toplumda korku salmak amaçlı gerçekleştirilen terör eylemlerinin diğer bir özelliği ise toplumun önde gelen aydınlarını hedef alıyor olmasıdır. Buna göre 11 Temmuz 1978 tarihinde Profesör Bedrettin Cömert, 1 Şubat 1979’da Milliyet Gazetesi başyazarı Çetin Emeç öldürülür. Siyasal amaçlarla işlenen cinayetlerin çoğunda polisin kimseyi tutuklamaması, tutuklasa bile teröristlerin devletin ne kadar yetersiz olduğunu

104

gösterircesine cezaevlerinden kaçması (Ahmad, 2002, s.203), yaşanan korkuların daha da yoğunlaşarak toplumu karamsarlığa sürüklemesine neden olmuştur. Bu açıdanele alındığında 1970’li yıllarda yaşanan korkuların terör kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Gecekondu bölgelerinde radikal gruplarca bölücülüğün teşvik edilmesi ve bu sayede toplumda yaşanan kutuplaşmalar terörün kitlesel boyutlarda yaşanmasının etkenleri arasında gösterilebilir.

4.3. Ekonomik Korkular

1970’li yıllarda terörün oluşturduğu kaos ortamında ekonomik krizler ve onun beraberinde getirdiği korkular önemli bir yer tutmaktadır. 1973’ten sonraki yıllar Türkiye’nin yönünü bulamayan zayıf ve kararsız hükümetler tarafından yönetildiği en kötü dönemlerden birini yaşamıştır. 1974 sonrasındaki petrol fiyatlarındaki sıçramaya paralel olarak dünya ekonomisinin sürüklendiği durgunluk halini planlı ve rasyonel anti kriz önlemleriyle hafif atlatan ülke ekonomisi üç yıl sonra daha şiddetli bir krizi yaşamak zorunda kalır (Boratav, 2003, s. 141).

Avrupa’nın 1960’larda yaşadığı ekonomik mucize işçi tasarrufları aracılığıyla sermaye sağlamak ve işgücü ihracatı sayesinde işsizliği azaltmak suretiyle Türkiye ekonomisine destek olmaktadır, fakat Avrupa’nın Türk işçisi talebinin sona ermesiyle bu avantajını kaybeder (Ahmad, 2002, ss.208-209). Özellikle Milli Cephe Hükümetleri döneminde ekonomi hiç iyiye gitmezken, dünya petrol bunalımın etkilediği fiyat artışları 1976’da enflasyonu yüzde 20-30’lara, 1977 yılında ise yüzde 40-50 düzeyine çıkarır (Özdemir, 2005, s.275). Tanilli (2003), 1970’li yıllarda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik dar boğazı “devletin içeriye ve dışarıya olan borçları korkunçtur; paranın değeri büyük bir hızla düşmekte ve fiyatlar alabildiğine yükselmektedir; yaşam pahalılığı ise halk kitlelerini kıvrandırıp durmaktadır” diye anlatmaktadır (s.69). Bu nedenle 1977’deki ekonomik kriz sırasında iktidara gelen Ecevit iki yıl boyunca önceki iktidarın ağır ekonomik mirasıyla uğraşmak zorunda kalır.

Ecevit’in aldığı önlemler krizin etkilerini azaltmadığı gibi yemeklik yağlardan, benzine kadar uzanan bir dizi temel malda kuyruklar, karaborsaların oluşması, genel fiyat düzeyinin 1978’de yüzde 53, 1979’da yüzde 63 oranlarına

105

artmasına neden olur. Devalüasyon 1977’den itibaren her yıl gerekirse birkaç kez başvurulabilecek olağan bir ayarlama haline gelir (Boratav, 2003, s.141). Bu dönemde yükselen petrol fiyatları, ekonomik faaliyetlerin durması ve yükselen borç oranları nedeniyle yeni kaynakların arayışına girişilmiştir. Nitekim Turgut Özal başkanlığında alınan 24 Ocak Kararları Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı aşmak üzere düşünülmüş bir eylem planı olarak uygulamaya alınır (Öztürk, Nas, Kon, 2008, s.19). Türk tarihinde ilk kez ekonomik hayatta vurgu özel teşebbüs, ihracata dayalı üretim, tasarruf ve benzeri programlara doğru kaymaya başlar (Karpat, 2013, s.209). Özal başkanlığında neo liberal politikaların yaşama geçirildiği 24 Ocak kararları 1977’deki ekonomik krize her ne kadar istikrar vaat etse de 1994, 1999 ve 2001 tarihinde yaşanan ekonomik krizlerin oluşumuna yol açması nedeniyle yeni handikaplara ve ekonomik korkuların oluşumuna zemin hazırlaması açısından eleştirilir (Öztürk ve diğerleri, 2008, s.19).

5. 1980-1990 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL,