• Sonuç bulunamadı

3 1960-1971 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL, EKONOMİK YAPISIYLA İLGİLİ KORKULAR

Türkiye’nin 1960 askeri müdahale döneminden 1971 askeri muhtıra dönemine kadar olan kısmı içeren bu bölümde korkular siyasal, ekonomik ve sosyo kültürel yapılar başlıkları altında incelenmektedir.

3.1. Siyasal Korkular

1960 yılına gelindiğinde karşılıklı suçlamaların üst düzeye çıktığı gergin siyasal ortamın beraberinde askeri müdahaleyi getirdiği görülmektedir. Darbe öncesinde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü meclis kürsüsünden “Böyle devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam” (Goloğlu, 2012, ss.572-573) demektedir. Nitekim 27 Mayıs 1960 tarihinde Menderes’in politikalarını şekillendiren en büyük korkusu askeri darbe gerçekleşir ve DP hükümeti iktidardan düşer. 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe ile DP Hükümeti devrilirken çok sayıda kişi gözaltına alınmış ve Yassıada’da kurulan bir özel mahkemede yargılanmıştır. Bunlardan çoğu hapis cezasına çarptırılırken Adnan Menderes, dışişleri eski bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve maliye eski bakanı Hasan Polatkan idam cezasına çarptırılır (Karpat, 2007, s.293). Gerçekleşen idam cezaları Türk demokrasisi adına kara leke olarak tarihteki yerini alırken, 1960 askeri darbesi Türkiye’nin siyasi yaşamı açısından sonraki yıllarda yaşanan asker korkusu için milat oluşturur.

94

1961’de yapılan genel seçimlere kadar 1960 darbesinden sonra cuntanın oluşturduğu Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) gerçekleştirdiği eylemlerin başında DP’lilerin yargılanması, ordu ve üniversitelerde yapılan tasfiyelerin yanı sıra, Doğu Anadolu bölgesinde 55 kişinin memleketlerinden alınarak yurt içinde başka yerlere sürülmesi gelmektedir. Öte yandan tembel, yeteneksiz ve reform düşkünü oldukları gerekçesiyle 147 öğretim üyesi görevlerinden alınırken çok sayıda rektör MBK’nın tasfiye kararını istifa ederek protesto etmiştir. Orduda bozulmuş olan hiyerarşi piramidini düzenlemek amacıyla yapılan tasfiyelerde 235 general, 500’e yakın subay silahlı kuvvetler bünyesinden çıkarılmıştır (Özdemir, 2005, s.234). Bu anamda ele alındığında, siyasal ve toplumsal düzeni sağlamak adına MBK gerçekleştirdiği eylemlerin tamamının toplumsal kontrolü sağlamak adına korku üretimi odaklı olduğu sonucuna ulaşılabilir.

MBK, bir grup akademisyen ile komisyon oluşturarak yeni bir anayasa oluşturması 27 Mayıs Hareketi’nin niteliğini tamamen değiştirir ve onu sıradan bir hükümet darbesinden kurumsal bir devrime dönüştürür (Ahmad, 2002, s.148). Bu

dönemde gerçekleştirilen 1961 Anayasası ile sosyal devlet kuramı

anayasallaştırılırken özgürlükler yelpazesi genişletilerek güvenceye kavuşturulur (Karpat, 2007, ss.61-62). Fakat toplumun üzerinde kısıtlamaları kaldıran, hak ve özgürlükleri güvence altına alan anayasanın varlığı bazı çevrelerin varlığını tehdit ederken, bu çevrelerin çıkarları adına korku duymalarına da kaynaklık etmektedir. 1961 demokrasisine bakıldığında, kimi zaman hükümetleri zor duruma düşürebilecek şekilde direniş ve eylemlerin gerçekleştiren iki dinamik gücün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Açıkça ifade edilmese de aslında rahatsızlık ve korku uyandıran bu güçlerden birincisi öğrenci eylemleri, ikincisi ise işçi eylemleridir. Öğrenci eylemleri 27 Mayıs darbesi öncesi DP iktidarına karşı mücadele verirken sonraki yıllarda ordunun ve aydınların yanında etkin güç olmaya aday olarak kendini gösterir. İşçiler ise ekonomik ve sendikal haklarını elde etmek ya da korumak için 1961 Anayasası’nın sağladığı imkânlarla yaptıkları yürüyüş ve grevler ile toplum hayatının her alanında etkili bir baskı grubu olma arayışı içinde olurlar (Özdemir, 2005, s.259). Dolayısıyla bu dönemde yaşanan korkuların başında öğrenci ve işçi eylemlerinin geldiği söylenebilir.

95

Bu dönemde siyasilerin ve toplumun yaşadığı en başlıca korkulardan biri de ideolojik temelli terör eylemleridir. Ortaylı (2012) Türkiye siyasetinde demokratik düzenin 1965 yılında şekil olarak tamamlandığını ifade etmektedir. Çünkü 1946’da ve 1950’de tek partinin içinden çıkan kimseler komünizm ve irticaya karşı birleşirken, 1960 sonrasında TBMM’ne Marksist-Sosyalist Parti (TİP) girmiştir (s.187). Bu dönemde solun yükselişi sağ kesimin birleşmesi ve komünizme karşı mücadeleye geçişini hazırlaması (Ahmad, 2002, s.166) açısından önem taşır. Sağ kanattan gelen tepkiler bir süre sonra yerini şiddet eylemlerine bırakır. Mayıs 1967’de Türkiye İşçi Partisi’nin Kayseri şubesi saldırıya uğrar, ardından partinin milletvekilleri AP milletvekilleri tarafından dövülür. 1968 yılı boyunca dinci gerici grupların düzenledikleri komünizme karşı toplu namazlar bu şiddet eylemlerini destekler niteliktedir (Kongar, 1998, s.167).

CHP tarafından hoşgörüyle karşılanan öğrenci hareketleri, iktidar partisi olan AP’nin genel başkanı Demirel tarafından “yollar yürümekle aşınmaz” diye anlayışla karşılanıyor gibi görünse de aslında gerçeği yansıtmamaktadır. 1965 seçimlerinde komünizm propagandası yaparak iktidara gelen AP, el altından sağcı milisleri güvenlik kuvvetlerinin yardımcısı durumuna getirenleri kollar ve onları öğrenci, işçi topluluklarına karşı kullanır (Özdemir, 2005, s.253). Bu perspektifte ele alındığında komünizm korkusunun Demirel’in siyasetinde önemli yer tuttuğu söylenebilir. Yine bu dönemde yaşanan komünizm korkusu paralelinde hükümetin sol fikirli olduğu bilinen sanatçılara karşı başlattığı işten çıkarma eylemlerinin yanı sıra Genel Kurmay Başkanlığı’nın da komünizm ile mücadele metotlarının askeri okullarda ders olarak okutulmasını kararlaştırması (Tercüman Gazetesi’nden aktaran: Goloğlu, 2012, s.589) Türk siyasal yaşamındaki kızıl korkunun varlığının göstergelerinden biridir.

Sonuç olarak 1960’lı yıllarda önce CHP önderliğindeki koalisyon partileri, ardından 1965-1969 döneminin iktidar partisi olan AP’li yıllardaki Türk siyasal yaşamına bakıldığında politikalara yön veren korkuların başında komünizm korkusunun geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu korkunun uzantısı olarak öğrenci ve işçi hareketlerinin yanı sıra sağ ve sol görüşlülerin çatışmaları sıkça siyasal yaşamı gergin kılan olaylar arasında yer alır.

96

3.2. Sosyo-Kültürel Korkular

1960’larda siyasetin bir önceki on yılın tam tersi özellikler göstermesinde 1961 Anayasası’nın topluma sağladığı hak ve özgürlükler etkili rol oynamaktadır. Hak ve özgürlüklerin bilincinde olan toplumun farklı kesimlerinin taleplerini dile getirmek için sıkça gösteri ve yürüyüşler düzenlemesi 1960 Türkiye’sinin siyasal otoritesinin yanı sıra pek çok sermaye grubunu da rahatsız ettiği gibi kendi çıkarları için korku duymalarına da neden olmuştur (Ahmad, 2002, s.166).

1960 sonrası dönemin en belirgin sosyal niteliği 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik ortamda aydınların sola açılması, sosyalizmin önce aydınlarca benimsenmesi ve giderek emekçilere kadar uzanmasıdır. Gerçekten de 1960 sonrası dönemde sosyal uyanış geçmişe oranla büyük bir hız ve yaygınlık gösterir. Bu uyanış içinde işçi sınıfı başta olmak üzere çeşitli emekçi kesimleri ekonomik ve demokratik istemleri için harekete geçer (Tanilli, 2001, ss.62-63). Toplumsal hareketliliğin içinde öğrenci eylemleri de önemli yer tutmaktadır. Öğrenciler arasındaki gruplaşmaların iktidar ve muhalefet partileri çevresinde odaklaşmanın ötesinde düzen yanlısı sağ ve düzen karşıtı sol şeklinde geliştiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta yetersiz eğitim sistemine tepki olarak gelişen ve özellikle ana muhalefet partisi CHP tarafından hoşgörüyle karşılanan öğrenci hareketi iç ve dış siyasal gelişmelerin etkisiyle 1968’den itibaren üniversite ve eğitim alanı dışında Türkiye’nin bağımsızlığı ve kalkınma modeli gibi mücadele alanlarına kaymıştır (Özdemir, 2005, s.260).

Bu iki gücün gerçekleştirdiği toplumsal olayların kimi zaman hat safhaya ulaşması sadece hükümet değil, gündelik yaşamını sürdürmeye çalışan sıradan insanların da korkulu anlar yaşamasına neden olur. Büyük şehirlerdeki fabrikalarda işçiler ücret ve sosyal imkânların iyileştirilmesi için grev yaparken polisle ve askerle karşı karşıya kalırken, can kaybının arttığı çatışmalar üniversite öğrencilerinin de tepkisini çeker (Goloğlu, 2012, 606). Siyasetçilere göre toplumda bu gerginliğin oluşmasındaki en büyük etken 1960 Anayasa’sının bireylere tanıdığı hak ve özgürlüklerdir. Nitekim Demirel toplumsal olayların açmazı karşısında yaşananlar karşısında sık sık bu kadar liberal ve gevşek bir anayasayla ülkeyi yönetmenin imkânsızlığından şikâyet etmektedir (Ahmad, 2002, s.174). 1965 ve 1969

97

seçimlerinde iktidar partisi olarak çıkan AP’sinin kurduğu hükümetin üniversite işgalleri, boykotlar ve solun yükselişle birlikte artan şiddet eylemleri gibi çeşitli yasa dışı eylemlerde yetersiz kalır (Karpat, 2007, s.297). Nitekim Taksim Meydanı’nda sağ ve sol çatışmaları yaşanırken, sağ görüşlüler hükümetten komünizm ile ilgili soruşturma yapmasını istemekte, sol görüşlü öğrenciler ise İstanbul’a gelen 6. Filoya karşı gösteri yapmaktadır (Cumhuriyet Gazetesi’nden alıntı yapan: Goloğlu, 2012, s.589). Öte yandan Demirel’ hükümetinin belirli bir işyerinde çalışanların en az üçte birini temsil etmeyen sendikaların faaliyetlerini yasaklama kararını almasının ardından işçiler 15-16 Haziran 1970 tarihinde düzenledikleri gösteriyle İstanbul ve Marmara’yı felç etmeyi başarırlar. Hükümet düzeni askeri güç kullanarak ve kentin bütün ulaşım yollarını keserek sağlayabilirken, bu olay gösteriyi devrim provası olarak betimleyen rejim için bardağı taşıran son damla olur (Ahmad, 2002, s.175).

1971 yılına gelindiğinde, Türkiye’nin artık bir kaosun içinde olduğu bütün çevrelerce kabul edilmektedir. Üniversiteler işlevlerini kaybetmiş, Latin Amerika şehir gerillalarını taklit eden öğrenciler tarafından bankalar soyulmakta, ABD görevlilerini kaçırılmakta, hükümeti eleştiren öğretim görevlileri neofaşist örgütlerce bombalanmakta, fabrikalar greve gitmektedir (Ahmad, 2002, s.175). Sonuç olarak bu dönemde sol ve sağ görüşlülerin çatışmalarından doğan terör faaliyetlerin oluşturduğu korkunun tüm toplumu sardığı anlaşılır. Yaşanan bu kaos ortamında askerin müdahalesi kaçınılmaz olarak kendini gösterecektir. Bu dönemde yaşanan bir başka toplumsal korkunun ise göç sorunundan kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Çalışmak için yurtdışına giden ya da iş ve daha iyi yaşam koşulları için köyden kente göçen insanların alışık olmadıkları yeni koşullara uyum sürecinde yaşadığı korkuların yanı sıra toplumsal düzenin değişmesinin yarattığı korkular bu dönemde önemli yer tutar. Nitekim kırdan kente göç hem köylerde hem de kentlerde yaşanan en sarsıcı toplumsal ve kültürel değişimin kaynağını oluşturur (Karpat, 2007, s.305).

1960 ile 1970 yılları arasında gerçekleşen yüksek orandaki köyden kente göç sebebiyle İstanbul ve İzmir’de değişik ve sapmalı bir şehirleşme yaratır (Ortaylı, 2012, s.219). Toplumsal bir grup olarak kentlilerin gözünde gecekondu sakinleri görece toplum dışı insanlar olarak kalmıştır. Doğal köy ortamından ve kültüründen kopartılmış kent yaşamıyla bütünleşemeyen bu kitle yetersiz ekonomik koşullar

98

nedeniyle eğitim alamamış ve toplumda yükselme olanağından yoksun olarak sosyapolitik sistemden ve kültürden soğuyarak uzaklaşmıştır (Karpat, 2007, s.306). Dolayısıyla köyden kente göç ile yaşanan toplumsal gelişimler sadece göç eden kesim değil, şehirliler ve siyasetçiler için de yepyeni korkulara kapı açmıştır. Öyle ki, bu şehirleşmenin ortasında şüphelerden doğan varoş sosyal yapı korkunç boyutlara ulaşır (Ortaylı, 2012, s.219). Gecekondulaşmada oluşan yeni sosyal ortam sonraki yıllarda politik kışkırtmalara açık bir özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, gecekondularda yaşayan topluma yabancılaşmış gençler tüm militan, radikal ve terörist gruplar için askeri havuz oluşturur (Karpat, 2007, s.307).

Sonuç olarak 1960’lı yıllar ideolojik temelli düşüncelerin özgürce savunulduğu bir dönemi içerir. Fakat sol ve sağ görüşlülerin gerçekleştirdiği toplumsal çatışmaların yanı sıra işçi ve öğrencilerin gerçekleştirdiği eylemlerin terör boyutuna ulaşması toplumsal yaşamı etkilemesi açısından derin korkuların oluşumuna neden olur. Bu dönemde yaşanan en etkili toplumsal korkulardan biri de göç olgusudur. Kırsal kesimden kentlere göç eden kitlelerin yeni yaşama uyum sürecinde yaşadıkları sorunların yanı sıra, çarpık yapılaşma 1960’lı yıllarda Türkiye’nin yaşadığı başlıca toplumsal korkuların kaynağını oluşturur.

3.3. Ekonomik Korkular

Toplumda yaşanan ekonomik korkular aslında yaşanan askeri darbelerin önemli gerekçelerinden birini oluşturmaktadır. Nitekim 1960 darbesi Türkiye’de maaşlı sınıfın hayatından memnun olmamasının bir sonucu (Ortaylı, 2012, s.195) olarak gerçekleşir. Askeri darbe öncesinde kalabalık ailelerini geçindirmenin ağır yükü altında ezilen bazı subaylar otobüs şoförlüğü gibi işlerde çalışmak zorunda kalmış, bazıları ise daha önce yüksek saygı gösterilen bu mesleğin artık gözden düştüğünü görerek istifa etmiştir (Karpat, 2007, s.171). 1960’lı yıllar Türkiye’sindeki ekonomik atmosfere bakıldığında iş sahalarında bir artış gözlenmediği gibi mevcutların daha verimli çalıştığını gösteren herhangi bir bilginin olmadığı anlaşılır.

Büyük şehirlerdeki fabrikalarda da işçiler ücret ve sosyal imkânların iyileştirilmesi için grev yaparken artık polisle ve askerle karşı karşıya kalmaktadır (Goloğlu, 2012, 606). Bu dönem Türkiyesi’nin iktisadi yapısındaki kargaşadan

99

kaynaklanan korkuların ülkenin genel yapısına yansırken, 1960’lı yıllarda sanayileşmenin arttığı ve tekelci bir sermayenin oluşumu dikkat çekicidir. İşçi sınıfının ekonomik talepleri için mücadelelerini arttırdıkları bu dönemde tekelci sermaye işçi sınıfının mücadelesini durdurmak, köylünün ve küçük üreticinin ekonomik istemlerini karşılamamak, memurların örgütlenmelerini engellemek ve küçük sermayeyi ortadan kaldırmayı hedeflemiştir (Tanilli, 2003, ss.63-64). Bu ekonomik gelişmeler gelişmelerin paralelinde AP Hükümeti döneminde toplumsal sıkıntıların hat safhaya ulaştığı söylenebilir.

Çalışan toplumun her kesiminin daha iyi şartların sağlanması beklentisini açıkça dile getirmeye başladığı bu dönemde, Türk-İş’in yayınladığı bir inceleme sosyal patlamaların kaçınılmazlığına sebep olarak gelir dağılımındaki adaletsizliği göstermekte ve nüfusun yüzde 20’sinin milli gelirin yüzde 70’ini aldığına (Goloğlu, 2012, s.598) dikkat çekmektedir. Türkiye’de toplam nüfusun yüzde 1’i, çalışan nüfusun yüzde 2’si 1961- 1969 yılları arasında yurtdışına gitmiştir. Gittikleri yerde uyum problemi dolayısıyla çok sıkıntı çeken bu insanların gönderdikleri döviz miktarı Türkiye’nin 1969 ithalatının yüzde 70’ini karşılamaktadır (Goloğlu, 2012, s.606). Yaşanan bu iktisadi kaosa büyük sermaye ve küçük sermaye arasındaki çatışmada eklenince, egemen sınıfların iktisadi çıkmazı politikaya yansır ve AP yönetimindeki siyasi iktidar zayıflamaya başlar. Tanilli, ülkede yaşanılan bunalımın aslında egemen sınıfların bunalımı ve çözümsüzlüğü olduğuna dikkat çekmektedir (Tanilli, 2003, ss.63-64). Bu kapsamda ele alındığında 12 Mart Muhtırası aslında bu çözümsüzlüğü ortadan kaldırmak için gerçekleştirilir. O halde başta da belirtildiği üzere 1960 askeri darbesinde olduğu gibi 12 Mart muhtırasının verilmesinde de ekonomik korkuların önemli yer tuttuğu söylenebilir.

4. 1971-1980 ARASINDA TÜRKİYE’NİN SİYASAL, SOSYO-KÜLTÜREL,