• Sonuç bulunamadı

Arap Baharı Sürecinde Türkiye İran İlişkileri

2010 yılının sonlarına doğru Kuzey Afrika’da başlayan ve kısa süre içerisinde Ortadoğu ülkelerini de etkileyen toplumsal halk hareketleri genel olarak Arap Baharı olarak adlandırılmıştır. Toplumun büyük kesiminin katıldığı bu halk hareketleri genel olarak baskıcı ve otoriter yönetimlere karşı halkın taleplerinin dile getirilmesi amacıyla düzenlenmiştir. Baskıcı ve otoriter yönetimlere karşı gerçekleştirilen bu tepkiler genel olarak Arap Baharı olarak adlandırılmıştır. Arap Baharı kavramının dışında Arap uyanışı, Arap devrimleri, Arap isyanları kavramları da kullanılmıştır.233

Arap Baharı’nın Suriye ve Bahreyn’e sıçraması ile İran’ın sürece olan ilgisini değiştirmiştir. Nüfusunun büyük çoğunluğu Şii olan Bahreyn yönetiminin Suudi Arabistan’dan askeri destek istemesi ve Libya’da Kadaffi yönetimine karşı NATO’nun askeri operasyon gerçekleştirmesi İran tarafından tepkiyle karşılanmıştır. İran için önemli bir müteffik olan Suriye yönetiminin hedef alınması ile gerçekleştirilecek bir yönetim değişikliği İran’ın çıkarları ve güvenliği açısından

232 Kemal Turan, “İran Nükleer Krizinde Bıçak Sırtında Siyaset”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt:

4, Sayı: 7, s. 48-50.

233 Hüsamettin İnanç, “ Arap Baharı Sürecinde Arap Kimliğinin Değişim ve Dönüşümü”, SDE,

(03.12.2012), http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/arap-bahari-surecinde-arap-kimliginin-degisim-ve- donusumu/3071 (erişim: 24.10.2018).

sorunlar ortaya çıkaracaktır. Lübnan siyasetine ve Hizbullah’a yönelik politikasında Suriye İran için önem arz etmektedir.

2011 yılının mart ayında Arap baharının Tunus, Mısır ve Yemen’den sonraki yeni sıçrama merkezi Suriye olmuştur. Suriye meydana gelen gelişmelere karşın önlemler almaya başlamıştır. Dera kentinde göstericilere yönelik rejimin silahla karşılık vermesi ile gösteriler kısa süre içerisinde tüm ülkeye yayılmıştır. Ülkede gidişatın kötüleşmesi, sivillere yönelik saldırıların artması ile birlikte ülkeye yönelik bölge ülkelerinin özellikle Türkiye, İran ve Rusya’nın da politika geliştirdiği görülmektedir. Bu süreçte rejimin baskısından kaçan ordu mensubu ve muhaliflerden oluşan “Özgür Suriye Ordusu” Türkiye öncülüğünde kurulmuştur. Türkiye’de düzenlenen “Suriye Değişim Konferansları” sonucunda rejime karşı ordu kurulması kararı alınmıştır. Ayrıca bu toplantılarda Suriye rejiminin şiddeti durdurmasını, Arap ülke gözlemcilerinin ülkeye girişinin sağlanması ile diyalog sürecinin başlatılması kararları alınmıştır. Suriye rejiminin de bu kararlara uyması istenilmiştir.234

Arap Baharı sürecinin Tunus ve Mısır ardından diğer ülkelere de yayılması Türkiye’nin sürece olan yaklaşımını artırmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin pozisyonu İran’ı rahatsız etmiştir. Özellikle Mısır’a yönelik Türkiye’nin laiklik çağrısı ve Suriye konusunda Türkiye’nin tutumu ikili ilişkilerde soğukluk meydana getirmiştir. NATO’nun Libya’ya müdahalesi ve Suriye konusunda Türkiye’nin tutumu iki ülkeyi zıt kutuplarda karşı karşıya getirmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Temmuz 2010’de Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaretle İran yönetimi ikna edilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin Suriye konusundaki sertleşen tutumu iki ülke arasındaki görüş ayrılığını daha belirgin hale getirmiştir. Bu süreçte dini liderler ve askeri liderlerden Türkiye’ye yönelik sert ifadeler kullanılmıştır. Özellikle Suriye krizi ile birlikte Türkiye’nin NATO’ya ait Füze Kalkanı Sistemi’ni ev sahipliği yapacağını açıklaması ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuştur.235

234 Emre Bayazıt, İran’ın Yumuşak Güç Geliştirme Gayretleri: İran – Suriye Bölgesel İttifakı ve Arap

Baharı Sürecine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018, s. 106-108.

Suriye ile İran arasındaki ilişkiler 1979 yılında İran’da devrimin gerçekleşmesinden sonra yeni kurulan yönetimin Suriye tarafından tanınmasına kadar gitmektedir. Şah sonrası İran’da kurulan geçici hükümeti ilk tanıyan Arap ülkesi Suriye olmuştur. Bu bakımından iki ülke ilişkileri gelişerek devam etmiştir. 1980-88 Irak –İran Savaşı’nda Arap olan Suriye İran’ı desteklemiştir. İki ülke ilişkilerinin gelişmesinde dış etkenler de etkili olmuştur. Özellikle ABD’nin iki ülkeye yönelik tutumu iki ülkeyi daha yakın iş birliğine taşımıştır. Ortak düşmana karşı 2006 yılında İran ve Suriye arasında Savunma İş birliği Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmanın temel amacı olası bir ABD saldırısı durumunda iki ülkenin birlikte hareket etmesini sağlamak olmuştur. İki ülke ilişkilerinde bir diğer önemli etken İsrail karşıtlığıdır. Suriye ve İran için İsrail ortak düşman olarak görülmektedir. İran’ın olası İsrail’e yönelik saldırısı için Suriye önemli bir konumda bulunmaktadır. İsrail’e karşı daha etkili karşılık verilmesi mümkündür.236

Arap Baharının Suriye sıçramasından sonra İran politikasını net bir şekilde ortaya koymuştur. İran Suriye’de başlayan Arap Baharı sürecini ABD-İsrail tarafından başlatıldığını ve İran-Suriye arasında oluşturulan ittifakın bozulmasını amaçladığını düşünmüştür. Bu bakımdan İran Suriye’ye yönelik politikasını kayıtsız ve şartsız bir şekilde destek vermek üzerine ortaya koymuştur. İran Suriye’nin zayıflaması durumunda İsrail’e karşı politikasında güç kaybedecek, Hizbullah ile olan bağı zayıflayacaktır. İran için ileri bir karakol olan Suriye’nin zayıflaması İran’ı yalnızlaştıracağı gibi İsrail ve ABD’nin kendisine olan baskısını artıracaktır. İran bundan dolayı Suriye rejimini askeri ve ekonomik olarak desteklemiştir. İran devrim muhafızları Suriye’de rejim ile birlikte savaşmaya başlamıştır. İran destekli şii gruplarda Suriye’ye geçerek rejime destek vermeye başlamıştır. İran Suriye’deki gelişmeleri rejime destek vererek takip ederken aynı zamanda krizin son bulması amacıyla diplomatik girişimlerde de bulunmuştur. Bu amaçla 17 Eylül 2012 tarihinde Türkiye, Mısır ve İran dışişleri bakanları Kahire’de bir toplantı gerçekleştirmiştir.237

236 Eray Akdemir, Bir Arap Ülkesinde Bahar: Suriye’de Arap Baharı ve Türkiye’nin Güvenliğine

Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: T.C. Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü, 2014, s. 157.

İran’ın önemli bir endişesi de Suriye rejimine yönelik gerçekleşen olayların İran’da da meydana gelmesidir. Bilindiği üzere çok dili ve etnik yapılı bir ülke olan İran benzer gelişmelerin İran muhaliflerini de harekete geçirmesinden endişe etmiştir. İran’a yönelik İsrail ve ABD’nin tutumu nedeniyle olası bir kalkışma İran rejimi için tehdit olarak görülmektedir.

Suriye’de iç savaşın artarak devam etmesi ve birçok terör örgütünün Suriye’de etkinlik kazanmasından sonra İran ve Rusya doğrudan Suriye rejimine askeri destek vermeye başlamışlardır. Krizin son bulması amacıyla İran, Rusya ve Türkiye dışişleri bakanları 20 Aralık 2016 tarihinde Moskova’da bir araya gelerek bir mutabakata varmışlardır. Bu toplantı sonunda İran, Rusya ve Türkiye’nin Suriye toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve egemenliğine tam saygı gösterdiği ifade edilmiştir. Suriye’de ateşkesin sağlanması amaçlanmıştır.238

Türkiye ile İran’ın Arap Baharı bağlamında ilişkileri özellikle Suriye konusunda farklı olmuştur. Türkiye Suriye rejiminin devrilmesi ve yeni demokratik bir yönetimin başa gelmesini yönünde politika benimsemiştir. Ancak krizin zaman içerisinde farklılaşması Suriye’de DAEŞ ve PKK-PYD-YPG terör örgütleri başta olmak üzere çok farklı sayıda örgütün varlık göstermesi krizi derinleştirmiştir. ABD, İran ve Rusya’nın doğrudan Suriye topraklarında varlığı Türkiye’nin Suriye politikasını zorlamıştır. Türkiye sınırları boyunca terör oluşumunun gerçekleştirilmesi çabaları Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerini gerginleştirmiştir. Türkiye bu süreçte İran ve Rusya ile birtakım çalışmalar yürütmeye başlamıştır. Türkiye için Suriye’nin toprak bütünlüğü öncelik haline gelmiştir. Türkiye sınır hattı boyunca terör oluşumunun önüne geçmek için Fırat Kalkanı ve Afrin Harekâtını gerçekleştirmiştir.

SONUÇ

Ortadoğu bölgesinin önemli ve büyük iki ülkesi olan Türkiye ve İran sahip oldukları coğrafya ve stratejik konumları bakımından tarihin her döneminde göz önünde olmuşlardır. Konumları bakımından önemli geçiş bölgesinde bulunan iki komşu ülke Orta Asya ile Avrupa’yı, Kafkaslar ile Ortadoğu ve Afrika’yı birbirine bağlamaktadır. İki ülkenin çevresinde bulunan denizler bakımından da stratejik konumdadır. Sıcak denizleri birbirine bağlayan iki ülke tarihi ipek yolunun üzerinde bulunması bakımından da her devirde güçlü devletler tarafından dikkatle takip edilmiştir. İki ülkenin coğrafyası üzerinde tarihe damga vuran güçlü devletler kurulmuştur. Bu devletlerin bıraktığı tarihi ve kültürel birikim günümüze kadar etkisini hissettirmiştir. Anadolu topraklarında Hitit, Yunan, Makedon, Bizans devletleri hüküm sürmüş iken İran topraklarında Pers, Sasani imparatorlukları kurulmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Türkler ile İranlılar arasındaki ilişkilerin seyri değişmiştir. İran topraklarında Türkler tarafından kurulan devletler sayesinde kültürel yakınlaşma da artarak devam etmiştir. Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerin son bulmasından sonra 1500 yılları başlarında kurulan Safevi devletinin Şii mezhebini benimsemesinden sonra Osmanlı ile İran arasında rekabet dini alanda da başlamış oldu. Safevi devletinden sonra İran topraklarında kurulan devletler ile Osmanlı arasında rekabet devam etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sürecinde gerek Osmanlı devleti olsun gerekse İran (Kaçar Hanedanlığı) olsun güçlü devletlerin etkisine maruz kalmıştır. İran devleti özellikle Rus ve İngiliz baskısını daha çok hissetmiştir. 1907 yılında İran toprakları İngiliz ve Ruslar tarafından üç bölgeye ayrılarak pay edilmiştir. Ülkenin kuzey toprakları Ruslar tarafından kontrol edilmeye başlanılırken güney ve önemli stratejik konuma sahip Basra bölgesi İngilizler tarafından denetim altına alınmıştır. 1917 yılında Bolşevik Devrimi’nden sonra Osmanlı Rusların boşalttığı Kuzey İran topraklarını denetim altına almışsa da savaş sonrası yapılan antlaşmalar ile savaş öncesi sınırlara çekilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sürecinde özellikle Rus ve İngiliz kuvvetleri bölge aşiretlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da başlayan Milli Mücadele ile işgallere karşı topyekün bir direniş başlatılmıştır. Bu dönemde İran ile en önemli sorunlar sınır bölgelerinde ortaya çıkan

güvenlik ve asayiş sorunları olmuştur. Konargöçer olan bölge aşiretlerinin faaliyetleri Türk-İran ilişkilerini olumsuz etkilemiştir Özellikle bu süreçte Şikak Aşireti ve lideri Simko (İsmail Ağa) Türk-İran ilişkilerinde etkisi çok olmuştur. İki ülke sınırında yaşayan bu aşiret güçlü devletlerin etkisine maruz kalmıştır. Ruslar tarafından Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı’ya karşı baskı altına alınan Simko İran’da çıkan Nasturi İsyanı sürecinde İran tarafından isyanı bastırılması için desteklenmiştir. İsyandan sonra Anadolu’ya sığınan Simko İngilizlere karşı desteklenmiştir. Simko’nun Ankara tarafından desteklenmesi İran ile Anadolu ilişkileri önünde önemli problemlerden biri olmuştur.

1917-2017 Türkiye-İran İlişkileri adlı bu çalışmada iki ülke arasındaki ilişkilere yön veren olaylar ve olgular ortaya konulmuştur. İki ülke ilişkilerini geliştiren ve iki ülke ilişkilerinde sorunların ortaya çıkmasına neden olan etkenler üzerinde durulmuştur. Esasında iki ülke ilişkileri uluslararası ve bölgesel gelişmeler ve iki ülkenin sahip olduğu toplumsal, kültürel ve siyasi özelliklerden etkilenmektedir. Türkiye’de cumhuriyetin kurulmasından sonra İran’da benzer şekilde yeni bir yönetim ortaya çıkmıştır. 1921 yılında bir darbeyle güç kazanan Rıza Han 1925 yılında Şahlığını ilan ederek Pehlevi Hanedanlığını başlatmıştır. Yeni kurulan iki ülke ilişkileri geliştirmek için birtakım diplomatik girişimlerde bulunmuş, bunun sonucunda iki ülke diplomatik temsilcilikler açmıştır. Cumhuriyetin ilk on yılında iki ülke ilişkilerinde en önemli konu güvenlik meselesi olmuştur. İki ülke sınırı boyunca yaşayan aşiretlerin faaliyetleri ilişkilere olumsuz etki etmiştir. 1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı ile başlayan 1927-30 Ağrı İsyanları ile devam eden ayrılıkçı ve bölücü nitelikteki isyanlar Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getiren önemli problem olmuştur. Türkiye özellikle Ağrı isyanlarında İran sınırları içerisinde bulunan aşiretlerin desteğinden şikâyet etmiş, İran yönetiminin isyanlara destek veren bu aşiretlerin önüne geçmesini istemiştir. Türkiye-İran sınır hattının tam kesinleşmemiş olması hasebiyle isyancıların takibi güçleşmiştir. Ağrı Dağının doğu bölgelerinin İran sınırlarında kalması da isyancıların bastırılmasında güçlükler çıkarmıştır. Ağrı Dağı bölgesinin tamamen kontrol altına alınabilmesi için İran sınırları içerisinde dolanmak gerekmektedir. Bu durum Türk güvenlik güçleri için önemli bir problem olmuştur. Türkiye İran’dan isyana destek veren aşiretlerin önüne

geçilmesini ve İran sınırlarını kullanarak isyana müdahale isteğini İran’a iletmiştir. Nihayetinde İran’ın izni ile isyan bastırılmıştır. Türkiye ile İran arasında önemli bir sorun teşkil eden isyanların son bulmasından sonra iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi bakımından iki ülke yöneticileri istekli olmuştur. Özellikle 1932 yılında yapılan antlaşmaların etkisi ilişkilerin geliştirilmesini hızlandırmıştır. Bu gelişmeler Türkiye tarafından İran lideri Şah Rıza Pehlevi’nin Türkiye davet edilmesi sürecini başlatmıştır. 1934 yılında Türkiye’ye karayolu ile bir ziyaret gerçekleştiren Şah birçok kenti ziyaret ederek Türkiye’deki birçok sanayi kuruluşu, askeri tesisi, eğitim kurumu, fabrikayı incelemiştir. Şah Rıza Ankara’da bulunduğu süre içerisinde Atatürk ile görüşme gerçekleştirmiştir. Şahın Türkiye ziyareti ile ilişkilerin geldiği nokta iki ülkeyi dünyada meydana gelen gelişmelere karşı ortak hareket etmeye sevk etmiştir. 1930 yıllarının başından itibaren İtalya’da başlayan yayılmacı yönetim Türkiye ve İran’ı yakınlaşmıştır. Nihayetinde 1937 yılında Türkiye, İran Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı kuruldu. Bölgesel bir niteliği olan bu pakt ile bölgede güvenlik başta olmak üzere ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye, İran ve Irak’ın sahip olduğu Kürt bölgelerinde ayrılıkçı hareketlere karşı ortak tutum ortaya konulmuştur.

İkinci Dünya Savaşı sürecinde Türkiye savaş dışı kalarak tarafsızlığını korumaya çalışmıştır. İran ise her ne kadar savaş dışında kalmaya çalışmışsa da Birinci Dünya Savaşı’na benzer şekilde ülke İngiltere ve Sovyetlerin işgaline uğramıştır. İran’ın işgal edilmesi Türkiye’yi endişeye sevk etmiştir. İkinci Dünya Savaşı boyunca işgal nedeniyle Türkiye İran ilişkileri donma noktasına gelmiştir. 1941 yılında İran’da Şah Rıza Pehlevi baskılar sonucu tahtan çekilerek yerine oğlu Muhammed Rıza başa geçmiştir. Sovyetlerin baskısı nedeniyle İran da Batı’ya yakın durmuştur. 1949 yılında Türkiye ile İran ilişkileri tekrardan canlanmıştır. Muhammed Musaddık’ın 1951-53 yılları arasında İran’da etkinlik kazanması sürecinde Türkiye-İran ilişkileri olumsuz etkilenmiştir. Musadık’ın Sovyetlere yakın durması, petrolü millileştirme politikası nedeniyle İngiltere ve Batı tarafından baskı altına alınmıştır. Türkiye bu süreçte batının yanında almıştır. Musadık’ın devrilmesi ile Türkiye ve İran ilişkileri tekrardan gelişmeye başlamıştır. Sovyet tehdidi iki ülkeyi yakınlaştırdığı gibi iki ülkenin batının desteğine de ihtiyaç duymasına neden

olmuştur. NATO üyesi olan Türkiye bu dönemde Sovyet yayılmacılığına karşı ABD tarafından desteklenen Bağdat Paktına İran, Irak ve Pakistan ile ortaya koymuştur. 1958 yılında Irak’ta meydana gelen darbe sonrası Irak’ın paktan ayrılması ile geleceği tartışılır hale gelmiştir. Irak’ın ayrılmasından sonra Bağdat Paktı isim değiştirerek CENTO adı altında varlığına devam etmiştir.

CENTO çerçevesinde ilişkiler devam etmiş, bunun yanında ilişkilerin ekonomik ve ticari alanda da artırılması amacıyla 1964 yılında RCD –Kalkınma İçin Bölgesel İş birliği Teşkilatı oluşturulmuştur. İran’daki devrime giden süreçte birçok etkenin katkısı olmuştur. 1960ların başlarında İran’da başlatılan Beyaz Devrim istenilen toplumsal dönüşümü sağlayamamış, işsizlik, göç, gecekondulaşma ve gelir adaletsizliğini arttırmıştır. Ülkede artan yabancı etkisi de halkın yönetime karşı tepki göstermesine neden olmuştur. Bu süreçte dini sınıfın da etkisiyle yönetime karşı tepki şiddet olaylarına dönüşmüştür. 1977 de çıkan kanlı gösteriler sonrası 1978 yılında Rex sinemasının yakılması sonrası yönetim için zorlu bir süreç başlatmıştır. Şah Muhammed Rıza Pehlevi tepkilere karşı 16 Ocak 1979 tarihinde ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. 1 Şubat 1979 tarihinde Humeyni’nin ülkeye geri dönmesi ile 53 yıllık Pehlevi hanedanlığı sona ermiştir. İran devriminden sonra CENTO’dan İran’ın ayrılması ile örgüt son bulmuştur. İran’da gerçekleşen darbe sürecinde Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali ile Türkiye’nin endişeleri artmıştır. Batı’dan uzaklaşan İran’ın Sovyetlere yakınlaşması Türkiye’nin Irak ve Suriye’den sonra İran’ın da Sovyet etkisine girmesi ile çevrelenme riski ile karşı karşıya gelmiştir. İran’da yeni rejim yönetime gelmesinden sonra Türkiye tarafından tanınmıştır. Ancak bu arada Türkiye’de gerçekleşen askeri darbe ile ordu yönetime gelmiştir. İran devrimi ile 1990 yılları arasında Türkiye ile İran ilişkilerine etki eden konular, Irak-İran savaşı, güvenlik ve PKK sorunu, Kuzey Irak sorunu, devrim ihracı gibi sorunlar olmuştur. Irak-İran savaşına karşı Türkiye’nin politikası tarafsızlık yönünde olmuştur. Türkiye iki ülke ile ilişkileri geliştirme konusunda çaba göstermiştir. İki ülke ile ekonomik ve ticari alanda ilişkiler geliştirilmiştir. Güvenlik ve PKK sorunu ise iki ülke ilişkilerinde olumsuz etkisi olmuştur. Özellikle bu süreçte PKK’nın artan saldırıları nedeniyle Türk güvenlik güçlerinin gerek ülke içerisinde gerekse de sınır ötesi operasyonları olmuştur. Türkiye’nin PKK’ya yönelik Irak’ın

kuzeyine gerçekleştirdiği operasyonlar İran’ın tepkisine neden olmuştur. İran’ın Irak yönetimine karşı Kürtleri desteklemesi nedeniyle Türkiye’nin operasyonlarının Irak ordusuna destek amacıyla yapıldığı şeklinde algılanmıştır. Türkiye bu süreçte İran’ın PKK’yı desteklediği yönünde tepkilerini dile getirmiştir. Kuzey Irak konusu ise iki ülkenin benzer politika izlediği bir husus olmuştur. Bölünen veya zayıflayan bir merkezi Irak yönetimi sonucunda Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir yapının ortaya çıkması olasılığı iki ülke için tehdit olarak görülmüştür. İki ülke de Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ortak tutum takınmıştır. İran’ın Şii mezhebine dayalı bir yönetim benimsemesi sonrasında komşu ve çevre ülkelerdeki Şiileri etkileme yönünde endişeler ortaya çıkmıştır. Özellikle Irak ve Körfez ülkelerindeki Şiiler İran tarafından etki altına alınmak istenilmiştir. İran’ın İslamcı söylemleri de Türkiye’deki bazı grupları etkileme potansiyeli olması, Türkiye’nin sahip olduğu Alevi yurttaşların İran tarafından etkileme endişesi de önemli sorunlardan olmuştur. İran kendi yönetimine benzer ülkelerin ortaya çıkması bakımından komşu ve çevre ülkelerin rejimlerine muhalif gruplarını destekleme yönünde girişimlerde bulunmuştur. Tüm bunlara rağmen İran ile ekonomik ve ticari alanda ilişkiler geliştirilmesi amacıyla 1985 yılında ECO kurularak 1992 yılında bölgesel nitelikte bir örgüt haline getirilmiştir.

1990-2000 yılları arasında iki ülke ilişkilerine bölgesel sorunlar ve yaşanan iç politik sorunlar etki etmiştir. Körfez Savaşı ile Irak’a karşı gerçekleştirilen hareket Türkiye ve İran’ın endişelendirmiştir. İran, Irak’ın kuzeyine ABD güçlerinin yerleşmesini tehdit olarak görmüştür. 2000-2017 yılları arasında iki ülke ilişkilerinde PKK-PJAK, Irak savaşı, Nükleer program, Arap Baharı ve Suriye krizinin etkileri olmuştur. Irak’a yönelik ABD saldırısından sonra ABD tarafından İran Şer ekseni içerisinde gösterilerek hedef gösterilmiştir. Bu dönemde PKK’nın İran uzantısı olan PJAK saldırılarını artırmaya başlamıştır. Bu gelişmeler iki ülkenin ortak politika benimsemesini sağlamıştır. İki ülke ilişkileri ticari ve ekonomi alanında 2010 yılına kadar artarak devam etmiştir. Türkiye önemli oranda doğalgaz ve petrol alımını