• Sonuç bulunamadı

1. GIRIŞ

2.15. Antik Çağın Sanat Felsefesi

2.15.1. Platon’da “Güzel”

Platon-öncesi felsefenin konusu, ilkin doğa sonra da insan olmuştu. İlk kez Platon, sanat ve güzel sorununa felsefî ve fizik- ötesi bir yaklaşımla yaklaşarak «Güzel nedir?» (Ti esti to kalon) sorusunu sormaktadır. Ancak, Platon uzun yaşamı süresince düşüncelerini durmadan geliştirmiş, yeni boyutlar kazanmış bir düşünürdür. Bu bakımdan yaşadığı her düşünme döneminde güzel nedir? sorusunu yeniden ele alıp yorumladığı görülmektedir (Arat, 1987: 42).

Kavram olarak Güzel’in ne olduğunu varlık ve bilgi görüşüyle ilgi içinde ele alarak sistemli bir biçimde araştıran ilk filozof Platon’dur (Yetişken,1998: 12). Platon, güzellik üzerindeki düşüncelerini, Büyük Hippias, Şölen ve Phaidros başlıklı diyaloglarında bir araya toplamıştır. Ama başka diyaloglarında da serpiştirilmiş olan bu konudaki düşüncelerine rastlanmaktadır ( Yetkin, 2007: 2).

Platon’un bu diyaloglarında güzel meydana gelmemiş, yok olmayacak bir ideadır ve bir nesnede bulunabileceği gibi, ideanın taklidinin taklidi olarak bir sanat eserinde de bulunabilir. Bu durumda bir eserin güzel olması da, onun uyumlu ve simetrik olmasıyla sınırlıdır çünkü güzel, kendini uyum ve simetride yansıtmaktadır. İşte, sanat eserinin uyumu içinde ışıyacak olan güzeldir. Bu ideanın ışımasını insan duyular yoluyla kavrayabilir yani “güzel” duyularla ilgisinden ele alınmıştır (Eren, 2006: 9).

Platon, Sokrates’in etkisinde kaldığı Sokratik Dönem diye de adlandırabileceği- miz gençlik döneminde güzeli kavram olarak belirlemeye çalışmıştır. Güzelin tanımını yapmaya çalışarak, olgunluk döneminde Platon, güzel idea’snı bir töz olarak belirlemek ister (Arat, 1987: 43). Yaşlılık döneminde ise, aynı belirlenimi matematik olarak yapmak istemektedir.

Platon’da sıralı bir biçimde düzenlenmiş üç tip “güzellik” vardır, bunlar: Aşağı düzeydeki güzelliğe bağlı bedenlerin güzelliği (sağlık, güçlülük, zenginlik); bu duyulur alana ilişkin güzelliktir. İkinci güzellik türü ise, ruhların güzelliğidir (erdem, hakiki, güzellik). Üçüncü güzellik tipi de, bilgelere özgü olan kendinde güzelliktir: “Güzellik esas olarak ruhlarda yerleşmiştir”. Güzellik hakkında Platon şunları söyler: “Gerçekten de her şeyin güzel olmasını sağlayan bir güzellik vardır. Her şeyde ölçü ve oran, erdem gibi güzelliği de oluşturur. Kendinde güzel, ne bir obje ne de herhangi başka bir şeydir,

ama kendine özgü niteliğini ileten bir şeydir. Şeylere, görünen ya da görünmeyen, gerçek güzelliği veren ne ise işte onu tanımlamamız gerekir. Filozof güzel şeyleri hiçbir zaman güzelin kendisi olarak almaz. Bir diğer deyişle, Platon’a göre güzellik, kaynağını işitme ve görmede bulan hoş olanın bir kısmıdır (Bozkurt, 1992: 69).

Platon’un en değerli bulduğu güzellik olan ve yalnızca filozofun tadabildiği, kaynağa ulaşmanın verdiği güzelliğe ulaşmak için çeşitli kademeler vardır. Bu kademeler içerisinde maddesel hazzı esas alan bedensel aşk en alt tabakayı ve güzelliğe ulaşmanın ilk basamağını oluşturur.

Ona göre Güzel Idea’sı önce bir insan bedenine duyulan aşk ile başlar. Bu aşk, bedensel ve formel olmak üzere iki türlüdür. Estetik aşk, duyusal ve zihinsel olarak iki yanlıdır; entellektüel aşk ise göreli ve saltık olmak üzere ikiye ayrılır. İşte insanlar eğer buna ulaşabilirse bu saltık aşk ile güzelliğe ulaşabilir ve böylelikle güzellik tanınır. Mutlak aşk, kendinde ve kendi içindir, evrensel ve aşkındır; o bir tür modellerin modeli, Idea’ların İdea’sıdır. Platon Phaidon’da ve Büyük Hippias gibi diyaloglarında bunu şöyle açıklar: “Her güzelliğin kaynağında, bizim güzel dediğimiz nesneleri, varlığının iletimiyle gerçekten güzel kılan bir ilk güzelliğin bulunması gerekir; Güzel binbir nesneye özgü bir nitelik değildir; kuşkusuz insanlar, atlar, giysiler, bir kız çocuğu; ama bütün bunların üstünde güzelliğin kendisi vardır.” (Bozkurt, 1992: 73).

Platon’un en erdemli güzellik olarak tabir ettiği ve yalnızca ‘idea’ya ulaşarak tadılabilecek, saltık güzelliğe erişmenin kademeleri ilk olarak maddesel hazzın egemenliğiyle başlamaktadır. Bu da form olarak tabiatını sürdüren, kadın-erkek gibi, canlının birbirine duyduğu aşkta gizli olan güzelliktir. Maddesel güzelliği atlatan kişi ahlaki bir erdemi tadarak ikinci bir güzellik kademesini oluşturur ve bedensel hazzın güzelliğini aşarak ruhsal bir güzellik arayışı ve anlayışına ulaşır. Maddenin ve ruhun güzelliğini tatmış olan birey artık bunların hazzıyla tatmin olamayıp bilginin güzelliğine ulaşmak ister. Bu durum ise güzelliğe ulaşmanın üçüncü kademesini oluşturur.

Platon’un yaşadığı çağda, aslında sanat eserinin bir estetik zevk uyandırması düşüncesi henüz gelişmemiştir. O zamanlar sanatların temelinde fayda ve iş yatıyordu denebilir (San,2008: 43).

2.15.2. Aristoteles’te “Güzel”

“Sanat nedir?” sorusu var olalı, bu soruya verilecek yanıt, sanatı doğadan ve yapıp etmeden (eylemden) ayırmayı sağlamaktadır. Sanat, akıl tarafından belirlenen amaçların, ereklerin gerçekleşmesini, varlığa gelmesini sağlayan bir yapma- yaratma yetisidir. Sanatsal yapmada ise, doğa ve sanat aracılığı ile zihinde canlandırma, imgelem gibi edimler üzerinde durulur ve bunların gerçeklik alanına sokulması yolları araştırılır ve gösterilir (Bozkurt, 1992: 83).

Aristoteles’in sanat felsefesi kuşkusuz onun bu konuda tek ve en etkili yapıtı olan Poetika ile gün ışığına çıkmıştır. Aristoteles’insanat anlayışına bakıldığında, sanatı “mimesis”, yani taklit olarak kabul ettiği görülür. Güzelliği, sanat yapıtının ya da doğa nesnesinin bir özelliği olarak ele almaktadır. Aristoteles’de sanat, taklit(mimesis) ile başlar, arınma (katharsis) ile son bulur; mimesis’de sanatçı ve nesne, katharsis’de ise alımlayıcı ve sanat yapıtı arasında bir iletişim ve etkileşim söz konusudur. Bu bağlamda da form güzelliği, nesne güzelliğinden başka bir şeydir. Diğer bir deyişle doğa ve sanat yasaları farklılık gösterirler; nesnedeki ve sanattaki güzel farklıdır. Başka bir deyişle, güzel ideası diye bir şey kabul etmez. Sanat eserleri bu ideadan dolayı güzel olmaz. Sanat eserleri var oldukları için bu güzellik kavramından söz edilebilir. Tunalı bu konuyu “ Aristoteles’in çıkış noktası metafizik, aşkın bir güzellik ideası değil daha çok bir “forma-materia kompositum”u olan tek tek sanat eseridir.” sözüyle ifade etmektedir (Eren, 2006: 9).

Aristoteles’e göre sanat genelde değerlidir; çünkü doğadaki eksiklikleri giderir, toplumdaki kusurları onarır; bu yüzden de özellikle trajik drama haklı ve doğru gösterilebilir, bu durumda tragedyanın ahlâksal bir katkısının olduğu söylenebilir (Bozkurt, 1992: 84).

Ona göre, sanat, tinsel alandan duyusal alana uzanır. Aristoteles’in sanat anlayışı zihinle bağ kurma açısından rasyonalisttir (Bozkurt, 1992: 86). O da güzeli matematik olarak belirlemeye çalışmaktadır: «Bundan başka güzel, ister canlı bir varlık, isterse belli parçalardan oluşmuş bir nesne olsun, yalnızca içine aldığı parçaların uygun bir düzenini göstermez. Aynı zamanda Onun gelişigüzel olmayan bir büyüklüğü de vardır; çünkü güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Bundan ötürü, ne çok küçük bir şey güzel olabilir, zira kavrayışımız, algılanamayacak kadar küçük olanın sınırlarında dağılır; ne de çok büyük bir şey, güzel olabilir, çünkü o bir defada kavranamaz ve bakanda birliği

ve büyüklüğü yiter.»Buna göre Aristoteles'in güzelin büyüklükle ilgisini açıklarken, kavrama gücünü aşan şeylerin güzel olamayacağını söylediği görülmektedir (Arat, 1987: 52; Yetkin, 2007: 8; Tunalı, 1993: 27-28).

Aristoteles, metafiziğinde “formel güzel” için şunları söyler: “Güzelin en üstün formları yasalara uygunluk, simetri ve belirlenimdir; matematiklerde de bulunan bu formlar pek çok nesnenin nedeni gibi göründükleri için, matematikler de güzelliğin kendisi olan bir nedeni bir ölçüde izlerler.” Aristoteles ardından “kendinde büyüklüğün”, “güzelliğin” şu üç matematik kategorisiyle ortaya çıktığını söyler: İlk olarak, Yasalara uygunluk; burada bir yasallık söz konusudur; güzellik, keyfe bağlı, ihtiyari, zorunsuz ve usdışı değildir. Güzellik, yasalardaki usdur. Estetik duygu ise, Aristoteles’e göre, soyut, mantıksal, ıssal ve matematiksel yasalara uygunluk olup, önceden görülemeyen, mantık dışı, gizil ve usdışı olamaz (Bozkurt, 1992: 89). Bir diğer maddeyi şöyle ekler; Simetri; “ölçü” ve “uygunluğun” bileşimidir; yetkin olanın simgesidir. Aristoteles, fiziğinde şöyle der: “Erkek, kadından daha güzeldir, çünkü o daha fazla bir büyüklüğe sahiptir… Simetrik olmayan kadın vefasızdır.” ve son olarak;

Düzen; Matematik güzel, temelden sonlu bir güzeldir, pozitif bir güzeldir. İyi, ereklerle,

güzel, ereksel olmayanla ilgilidir (Bozkurt, 1992: 90).

Antik dönemin fikir temellerini sağlayan Quadrivium (matematik, geometri,astronomi ve müzik) düşüncesiyle benzerlik gösteren Aristoteles’in güzellik felsefesi tıpkı bu bilimlerin temeli olan matematik gibi, güzelin de temelinin matematik olduğunu savunmuştur. O’na göre güzel olanın ahlaksal olma gibi bir fonksiyonu yoktur, çünkü güzel estetiksel anlamda haz veren ve bu estetiksel alt yapısını da matematiksel uyum ve düzeninden alandır. Yani Aristoteles’e güzel için metafiziksel doyumdan çok, maddesel düzen ve uyum önemlidir. Uyumu sağlaması açısından bir estetik obje ‘sınırlı’ olmalı ve ‘düzen’li olmalıdır. Aristotales bu durumu derecelendirmiştir. ‘Zarif’ olarak değerlendirdiği ilk basamağı düzen ve uyum durumuna göre isimlendirmiştir. Orta dereceyi ‘güzel’, estetiksel tamama ulaşmış olanı ise ‘yüce’ olarak belirlemiştir.

Aristoteles, güzelliğin olgunlukla ilişkili olduğuna işaret etmektedir (Yetkin, 2007: 9). Ruhu ezici üzüntülerden, çeşitli iç baskılardan kurtarmak gibi büyük bir görevi vardır. Bu Aritoteles’in Katharsis yani tutkulardan arınma diye adlandırdığı bir kavramdır. İnsan şiddetli heyecanlar duymak ihtiyacındadır. Oysa sosyal hayat, normal olarak bu heyecanları duymak için yeterli vesileler vermez. Verse de tehlikeli olabilir.

İşte tragedya, bu şiddetli heyecanları duymak ihtiyacını tehlikesiz imgelerle sağlar ve insanda korku, merhamet ve aşk gibi duygular uyandırır. Bu gibi sanat eserlerinin, kurtarıcı bir görevi vardır (Yetkin, 2007: 11). Ayrıca Aristoteles, sanatı eğitime ve ahlâka bağlı tutmaktadır. Platon için olduğu gibi Aristoteles için de sanatın amacı kendi değildir, eğitimde veya siyasettedir. Musiki ve daha çok şiir, en etkili eğitim araçlarıdır (Yetkin, 2007: 11).

2.15.3. Plotinos’da “Güzel”

Plotinos’a gelinceye kadar Roma İmparatorluğunun filozofları güzelliği ahlâkla olan ilişkileriyle incelemişlerdir. Oysa Plotinos, özellikle güzelliği, psikolojik ve metafizik yönlerden incelemektedir (Yetkin, 2007: 13). O, güzellikle ilgili araştırmasına dönemine özgü uzlaşımsal bir düşünceyle başlamaktadır. Ona göre, güzellik, genellikle kendini görme ve duyma alanlarında, sözcüklerin birbirine katılmasında ve müziğin tüm türlerinde gösterir, aynı zamanda her türden davranış ve özyapıyı da içermektedir. Plotinos, güzellik sözcüğünün böylece neleri kapsadığını söyledikten sonra, güzelliğin özünün ne olduğunu sorgulayarak şu düşünceyi savunur; «Aynı bedenlerin bize bazen güzel göründüklerini bazen de güzel görünmediklerini görüyoruz. Öyleyse beden olmakla güzel olmak arasında bir ayrılık vardır»(Arat, 1987: 55).

Güzellik algısında, duyularla ilişkili önemli bir nokta var ki, Plotinos’un dikkatinden kaçmamıştır. Bu da “güzelliğin ancak bazı duyularla algılanabildiği”dir. Plotinos’a göre “Güzel”, yararlı değildir; “Güzel” şeyin güzelliği kendindedir. Gerek bizimle, gerekse başka şeylerle ilişkili olmayarak hoşa giden, bizi çeken şey “Güzel”dir. Güzellik ancak bazı duyularla algılanabilir. Güzel bir şeyin seyri ile onun hayali arasında etki bakımından hiçbir farkı yoktur; ikisi de bize estetik zevk vermektedir (Bozkurt, 1992:105, Yetkin, 2007: 20).

2.16. Antik Çağda Etik ve Estetik Değerler Arasındaki İlgi Sorunu“Güzel –