• Sonuç bulunamadı

III. AİLEDE İLİŞKİLER

2. Bağlanma Kuramı

2.3. Anne Çocuk İlişkisinde Bağlanmayı Etkileyen Etmenler

Anne çocuk ilişkisinde bağlanmayı etkileyen etmenleri farklı başlıklar altında incelemek mümkündür. Başlıca etmenler şu şekilde sıralanabilir:

1. Uygun Dönem: Doğum çocuk için psikolojik bir travmadır. Çocuğun anne rahmindeki karanlığı, sıcağı ve ritmi terk ederek yepyeni bir ortama çıkışı hayatın ilk ve en dramatik kopuşu olarak kabul edilir. Bu kopuş anne için de dramatiktir. Çocuğun bedeninden ayrılması ile birlikte kesin sahip oluş duygusu da kaybolacak, çocuk anne bedeninin bir parçası olmaktan çıkıp kendi başına bir varlık olacaktır. Bu nedenle doğumdan sonraki dakikalar hem anne için hem de çocuğun yeni duruma uyumları ve aralarındaki ilişki için önemli sayılmaktadır. Doğumu takiben ilk 60-90 dakikalık dönemin genelde en duyarlı süre olduğu kabul edilmektedir (Can, 2011, s:2).

Hayvanlarla yapılan araştırmalardan ve Kennel’in çalışmasından çıkartılan sonuçlardan, doğumdan sonraki ilk saatlerde ve günlerde bebekle bedensel temasın ilk bağlanmaya çok önemli katkısı olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüş doğal çocuk doğumu yöntemleri lehine çok güçlü kanıttır. Annenin uyuşturulduğu yerde ne anne, ne de bebeği birbirine en iyi tepkiyi verebilir (Gander ve Gardiner, 2010, s:216).

Anne-yavru ilişkisinin gelişmesi ve sosyal davranışa olan etkisi hayvanlarda da araştırılmıştır. Bu araştırmaların en klasik örnekleri Lorenz’in kümes hayvanları ile Harlowe’un yavru maymunlarda sosyal davranış ve sevgi üzerine yaptıkları çalışmalardır. Lorenz (1970) kümes hayvanlarında yumurtadan çıkışı izleyen 48 saat içinde bir aşılanma dönemi olduğunu, yavruların bu dönemde gördükleri hareket

eden bir varlığın peşinden gittiklerini saptamıştır. Eğer bu dönemde yavrular annelerinden uzak kalırlarsa daha sonra anne hayvanı benimsememekte ve yavrular da annenin peşinden gitmemektedir. Yavruların aynı dönemde gördükleri başka bir canlıyı anne olarak benimsemeleri olasıdır. Lorenz bir grup ördek yavrusunun kendisini anne zannederek bir filo halinde arkasından izlemelerini sağlamıştır (Can,2011, ss:1-2).

2. Ten Teması: Anne çocuk ilişkisinde fiziksel temas önemlidir. Bebeklerin olağan hastane koşullarından farklı olarak, her gün sıcak ve rahat bir ortamda çıplak olarak anneleriyle bir saat geçirmeleri sağlandığında; annenlerin, bebeklerine daha çok dokundukları, gözlerinin içine daha sık baktıkları, doktor muayenehanesinde ve beslerken bebeklerini daha çok okşadıkları görülmüştür (Hortaçsu, 2012, s:63).

Yapılan bir gözlemde annelerin (solak annelerin de) bebeklerini genellikle göğüslerinin sol yanında, kalbin bulunduğu bölge üzerinde tuttukları ve böylece ağlayan bebeklerin çoğunun ağlamayı kestiği bir bölümünün uykuya daldığı fark edilmiştir. Bu gözlemden hareket edilerek geliştirilen varsayıma göre bebek, dölyatağındayken titreşimlerini algıladığı annenin kalp atışlarını doğduktan sonra da algılama ihtiyacıdır. Maymunlarla yapılan bir diğer araştırma da oldukça çekicidir, süt çağındaki yavru maymunlar annelerinden ayrılarak cansız maymun modellerinin bulunduğu bir ortama koyuluyor. Model annelerin bir kısmı bezden yapılmış ve göğüslerinden süt geliyor. Diğer modeller ise gerçek maymun derisinden yapılmış ve maymunların doğal beden ısısı verilmiş. Bu koşullarda yavru maymunların acıktıklarında bezden yapılmış maymunlardan süt emdikleri, ama geri kalan zamanı maymun derisinden yapılmış modellerin kucağında geçirdikleri gözlemlenmiş. Beslenme yolu ile doyum sağlama kadar, anneyle temasın önemini göstermesi bakımından da oldukça düşündürücü bir deney olmuştur (Geçtan, 2012, s:33).

Fennel ve arkadaşları(1974) iki anne grubundaki anne davranışlarını incelediler. Birinci gruptakiler yeni doğanların ellerine hemen verildiği ve onlarla doğumdan sonraki ilk üç günde yoğun etkileşime girmelerine izin verilen annelerdi. İkinci gruptakiler, bebeklerine doğumda çok kısa süre bakan ve bir daha ancak kimlik saptama amacıyla saatler sonra bakan, sonra onları ancak dört saatte bir yirmi dakikalık emzirme sırasında görebilen annelerdi. Bir ay ve bir yıl sonra bebekleriyle erkenden uzun süre temas kurmuş anneler onlara daha bağlı görünüyordu.

Çocuklarını onlardan ayrıldıklarında özlediklerini daha sıklıkla bildirmişlerdi. Aynı anneler bebeklerin muayenesinde doktorlara katılmaya, ağladıklarında onları yatıştırmaya ve onlarla konuşmaya eğilim gösterdiler (Gander ve Gardiner, 2010, s:216).

3. Annenin Duyarlılığı: Anne çocuk ilişkisinde sadece ten temas yeterli değildir. Bebekler kendilerine dokunmadan uzaktan gülümseyip, oyunlar oynayan bir yabancıyı, onları sadece kucağında tutan ama yüzlerine bakmayan bir yabancıya tercih etmişlerdir, sağır dilsiz bebekler de kendilerine bakan, yani fiziksel temasları olan kişilere değil, onlara dil öğreten, yani etkileşim içinde bulunan kişilere bağlanmışlardır (Hortaçsu, 2012, s:63).

Anne-çocuk beraberliğinin sürdürülmesindeki en önemli sorun, annenin çocuğu kabul etmemesidir. Annenin okşayarak, besleyerek ve oynayarak çocuğuyla kurduğu diyalog, duygusal doyumun sağlanmasına ve anne-çocuk arasındaki köprünün pekişmesine neden olur, Schaffer, en başarılı anne-çocuk ilişkisinin, bebeğin doğal faaliyetine annenin geliştirdiği cevapla başladığını vurgular (akt: Yavuzer, 2013).

Anne yoksunluğunun etkileriyle ilgili araştırmaları tarayan Rutter, önemli bir kişiyle ilişkinin sona ermesinden çok, bağlılık ilişkisinin sarsılmasının ve zedelenmesinin olumsuz sonuçlara yol açtığı yargısına varmıştır. Herhangi bir nedenle doğal ayrı kalıp, başka bir aile yanına yerleştirilen çocukların, bir yetimhaneye verilenlerden çok daha az sarsıldığı, aile içi huzursuzluk ve uyumsuzluğun ise boşanma kadar etkilediği görülmüştür. Özellikle toplum dışı davranış (hırsızlık, evden kaçma gibi) ve davranış bozukluklarının, ayrılıktan çok, ilişkinin bozulmasından etkilendiği bulunmuştur. Bu nedenle çocuklarına uzunca bir süre güvenli, sıcak bir ilişki sağlayamayacaklarına inanan anne babaların çocuklarını böyle bir ilişkiyi başkaları ile yaşamalarına olanak sağlamaları gerekmektedir (Hortaçsu, 2012, s:69).

Bebek, görünürde sevecen de olsa annesinin kendisine karşı tutumunun içten ya da zorlama olduğunu kolayca algılar (Geçtan, 2012, s:32).

Bebeğini isteyen ve istemeyen annenin beyni farklı çalışmaktadır. Bebeğini isteyen annenin beyni, bu isteğe bağlı olarak, sevgi ve şefkat hormonları (oksitosin, serotonin ve melatonin) salgılar. Kana karışan bu hormonlar annede bebeğine karşı

yoğun bir sevgi ve şefkat hissi uyandırır. Bebeğini istemeyen annenin beyni, bu isteğe bağlı olarak çalışmakta, sevgi ve şefkat hormonları salgılamamaktadır (Saygılı ve Çankırılı, 2013, s:17).

Gebeliğin planlanması, gebeliğin saptanması, gerçekleşmesi ve benimsenmesi, fetusun hareketlerinin anne tarafından algılanması, fetusun bir birey olarak kabul edilmesi, doğumda annenin çocuğu görmesi, duyması, dokunması ve bakımını üstlenmesi yani gebeliğin istenerek gerçekleşmesi, anne çocuk ilişkisinde bir kuraldır (Can, 2011, ss:2-3).

4. Bebeğin Özellikleri: Bebeğin çekici görünmesi, hareketlerinin yetişkine bebeğin çaresiz ve bağımlı olduğu sinyalini vermesi, refleks davranışları, ağlaması, gülümseme ve cıvıldama, bebeğin gelişimsel ilerlemesi, özürlü/sağlıklı olması, günün içinde düzenli aralıklarla uyumaları, acıkmaları, hareketlilik ve durgunluk göstermeleri gibi durumlar bağlanmayı kolaylaştırıcı/zorlaştırıcı unsurlar olarak ifade edilebilir (Gander ve Gardiner, 2010, ss:216-222).

5. Yetişkin Özellikleri: annenin kendi anne babasıyla olan bağlılık ilişkisi, davranışı, tutumları, annenin bebeğe uyum sağlamayı reddi-kabulü, duygusal reddetme, baba bebek bağlanmasına müdahale, cinsiyet kabulü, annenin taklit yeteneği gibi durumlar genellikle anneye ait bağlanmayı etkileyen etmenlerdir (Hortaçsu, 2003, ss: 89-104; Hortaçsu, 2012.s:62; Gander ve Gardiner, ss: 226-233). Özet olarak; bağlanma gerek bebek gerekse ailedeki çeşitli faktörlerden

etkilenebilecek dinamik bir süreçtir. Özellikle prematüre bebekler, çoğul gebelikler, duyu kusuru veya ciddi hastalığı olan bebekler, istismar edilenler ile evlatlık alınan bebeklerde bağlanma sorunları yaşanabilir. Anne babanın da ruhsal veya zihinsel sorunları olması, kötü muameleye maruz kalma öyküsü ile mevcut aile içi stres de bağlanma sorunları ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunun dışında bebeğin mizacı, geçirdiği hastalıklar, anne babanın duygulanım bozuklukları, deneyimsizlik (adölesan anneliği) de bağlanma üzerinde olumsuz rol oynayabilir. Uygun olmayan veya güvensiz bağlanmanın belirtileri; anne babayı ihmal eden veya onlarda rahatlama aramayan içe kapanık bebek, anne babayı özellikle tercih etmeyen ve tüm erişkinlere benzer yakınlık gösteren bebek, iştah problemi (az veya çok yeme) olan bebek, depresif ve içe kapanık anne/baba, aile içi stres, çatışma ve düzensizlik olarak sıralanabilir (Özmert, 2006, s:266).