• Sonuç bulunamadı

Aile, hem kavram olarak hem de kurum olarak insanlık tarihi kadar eskidir. Bu nedenle insanlık tarihindeki gelişmelere paralel olarak, hatta toplumların kendi tarihi gelişme seyirleri içinde bile aile kurumu da değişmiş, farklılaşmış ve değişmelere göre de farklı şekillerde tanımlanmıştır. Toplumların değişme süreci içinde, ilkel toplumlardan başlayarak, yerleşik tarım toplumuna, ondan sonra da ticaret ve sanayi toplumuna gelinceye kadar aile kavramı farklı anlam ve içerikler kazanmıştır (Erkan, 2010, s:5).

Günümüzdeki ilke ve kuramları belirlenmiş “evlilik” temeline dayanan “aile kurumunun, yaklaşık 4000 yıllık geçmişi vardır. M.Ö. 2000 yıllarında Mısır’da başlayan evlilik kurumu, toplum düzenini, kültür ve geleneklerin sürekliliğini, yeni nesillerin bakım ve eğitimini sağlayan bir kurum olarak süre gelmiş toplum, dini kurumlar ve devlet tarafından da desteklenmiştir. İnsanlık tarihinde aile kavramının kökeni ve gelişimi üzerinde pek çok inceleme yapılmış ve değişik fikirler öne sürülmüştür. Ailenin gelişimi üzerindeki ilk bilimsel araştırmalar XIX. yüzyıl sonlarında başlamıştır. Var olma mücadelesinin ağır bastığı insanlığın başlangıç dönemlerinde, aile, aile kavramının temel işlevlerinden biri olan “birlikte yaşama” temeline dayanıyordu. Birlikte yaşama ise korunma, güvenlik, sosyal ekonomik ve dinsel nedenlere ve özellikle üretime dayanıyordu (Özgüven, 2014, s:25).

Aileler genel olarak tarihsel gelişim geçirmişlerdir. Eski devirlerde geniş ataerkil aile, Ortaçağ'da küçük ataerkil aile çoğunlukta iken, yerlerini günümüzde modern demokratik aile almıştır (Ağdemir,1991, s:11). Toplumsal değişim, küreselleşmenin getirdiği birleşik kaplar örneği toplumların birbirine benzemesi, giderek geleneksel, özgün toplum yapımızı da değiştirmiş bulunmaktadır. Artık büyükanne, teyze ve orunların birlikte yaşadığı geniş aile yerini hızla karı-koca ve çocuklardan olan çekirdek aileye bırakmıştır. Yanı sıra yerel örf ve adet, gelenek ve göreneklerin etkisi giderek azalmış, modern toplum yapılarının örnek alındığı bir değişim sürecine girilmiştir (Yavuzer,2010, s:54).

İki yüz yıl önce başlayan sanayi devrimi gittikçe artan bir hızla dünyayı etkileyip görünümünü değiştirdi. Bilimsel buluşların uygulamaya geçirilmesinden doğan teknoloji, toplumların yaşam biçimini alt üst etti. Hızlanan sanayileşme kentlere akımı başlattı, sanayileşme, kentlere göç ve ülkeler arası hızlanan gidiş geliş, toplumsal kurumları değişime uğrattı. Evlilik kurumu sessiz bir evrim geçirdi. Geniş ya da orta boy toprak mülkiyetine sıkı sıkıya bağlı olan ataerkil geniş aileler çözülmeye başladı ( Yörükoğlu, 2007, ss: 41-45).

1750’lerden sonra hızlı nüfus artışı, kentleşme, kapitalizasyon ve hepsinden önemlisi sanayileşme sonucu sanayi toplumunun “ihtiyaçlarına” daha uygun olan çekirdek aile tipine dönüş gerçekleşmiştir. Sanayi devrimine paralel olarak ortaya çıkan bazı toplumsal gelişmeler ailenin değişme dinamikleri olmuştur. Kentlerde odaklaşan sanayinin kırdan kente göçü doğurması, emeğin ücretli hale gelmesi,

çalışan kadın sayısının artışı bu gelişmeler arasında başlıcaları olarak ortaya çıkmaktadır. Bu olgular 20. Yüzyıl boyunca aile yaşamını etkiyle çeşitli biçimlerde değişmelere yol açmıştır. Örneğin, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında, erkeklerden boşalan işyerlerini kadınların doldurmasıyla, çalışan kadın sayısında büyük artış olmuştur. Bu arada çocuk ve yaşlıların bakımını üstlenen kurumlar ortaya çıkmış, doğurganlık oranında ise bir azalma görülmüştür. Aile kurumu, özellikle 1960’lı yıllarda başlayarak gelişen cinsel özgürlük taleplerine ve feminist hareketlere paralel olarak önemli bir sarsıntıya uğramıştır. Toplumsal varlıklar değişmekte ve az gelişmiş ülkeler, endüstrileştikçe ve kalkındıkça, toplumsal yapı farklılaşmaktadır (Gittins, 2011, s:19; Kongar,1991, s:75; Tolan,1991, ss:485-486).

Aile, toplumun temel kurumlarından biri olarak bir ülkenin toplumsal örgütlenmesinde önemli bir yer tutar. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, bu ülkelerin ekonomisi tarıma dayalı olduğundan, tarım kültürlerinin belirgin niteliği olan birincil grup ilişkileri, diğer bir deyişle “ailesel” ilişkiler, toplumsal örgütlenmenin en önemli öğeleri arasındadırlar. Fakat Türkiye’nin yakın geçmişine bakacak olursak aile yaşamını ve kişisel yaşamları etkileyen bir çok önemli olay görebiliriz. Tarihi kaynaklar Osmanlı toplum yapısının XIX. Yüzyılın ikinci çeyreğinden sonra değişmeye başladığını ve bu değişmelerin aile yaşamını etkilediğini belirtmektedir. İkinci Meşrutiyeti gerçekleştiren İttihatçılar ve Ziya Gökalp gibi düşünürler, toplumun bozulan dengesini düzeltmekte aileyi bir araç olarak görmüşlerdir. 1900’lerin başlangıcında Jön Türk hareketi ile “Milli Aile” arayışı başlamıştır (Hortaçsu, 2003, ss: 43-44).

Türkiye’de; Cumhuriyetin ilanı ile birlikte uygulamaya konulan bir dizi toplumsal reform içerisinde aileyi etkileyen en önemli gelişme, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunudur. Bu kanuna göre çok kanlı evlilikler yasadışı ilan edilmiştir; taraflara eşit boşanma hakkı verilmiştir. Ama yine aynı yasa, kocanın ailenin reisi olduğunu ve ikametgâhın koca tarafından seçilmesini de hükme bağlar (Tolan, 1991, s:487).

Önceleri duygusal bağlardan yoksun, cinsel doyum da dahil her türlü hazzın öteki dünyaya ait olduğu düşüncesi ile bastırıldığı bir anlayışa dayanarak, soyun devamı için bir araç olarak görülen evlilik, giderek cinselliğin yönlendirdiği, karşılıklı sevgiye dayalı tercihlerin ön plana çıktığı bir birliktelik olarak anlaşılmaya

başlamıştır. Geleneksel beklentiler değişime uğrayarak toplumsal değer ve normları tartışılır hale getirmiştir. Evlilikler giderek daha fazla eşler arası bir birlik ve eşler arasındaki yoğun kişisel ilişki anlamına gelmektedir. Evlilik, giderek kişisel mutluluğun bir aracı, bir duygusal ve cinsel tatmin kaynağı olarak şekil ve anlam değiştirmeye başlamıştır. Daha önceki yıllarda evlilik, güvencenin, saygınlığın, doğurganlığın eş anlamlısı olarak kabul görmekte idi. Günümüzde evlilik, doğurganlık ve saygınlık özelliğini devam ettirmekle birlikte önemini yitirmiştir. Evlilik konusundaki yeni tutumlar, evliliğin dinsel, ekonomik bir iş birliği olmadığı yönündedir. Evlilik artık iki aileyi değil, iki bireyi ilgilendiren bir durum olmaktadır (Demircioğlu, 2000, s:40).

Temel bir toplumsal kurum olarak aile kurumu ilkel toplumlarda da vardır; hatta papaz ya da imamın ya da evlendirme memurunun bulunmadığı toplumlarda da vardı. Büyük bir olasılıkla gelecek toplumlarda da var olacak; ama türü niteliği, işlev ve özellikleri farklılaşarak değişmiş olarak (Tolan, 1991. s:493).