• Sonuç bulunamadı

Anadolu’da Ziraat

Türkiye Selçuklu Devleti’nde arazinin büyük bir kısmı devlete ait olmakla birlikte istenildiği gibi kullanılabilen, yani alınıp satılabilen, hibe verilip alınabilen, vakıf yapılabilen ve miras bırakılabilen özel mülkler de mevcuttu. Bizans’ta halkı karın tokluğuna çalıştıran büyük toprak sahipleri vardı. Fakat Türkiye Selçuklu Devleti’nde, Bizans’ta olduğu gibi halkı karın tokluğuna çalıştıran büyük toprak sahipleri yoktu. Türkiye Selçuklu Devleti’nde halka, “Büyük Dîvan” ve “ıkta arazisi”nden işleyebileceği kadar toprak verilmekte idi. Çiftçiler de bu topraklarda ürettikleri mahsulün üçte birine yakın bir kısmını devletin temsilcisi olan ıkta sahibine vermekle yükümlüydü. Bunun haricinde, çiftçiler araziyi istediği gibi kullanabiliyor ve söz konusu toprakları çocuklarına da devredebiliyorlardı. Vakıf arazileri de, yine çiftçilere icara verilerek işletilmekle birlikte icar süresi iki veya üç yılı geçmemesi gerekiyordu.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin sultanları, sadece ticareti geliştirmiyorlardı, tarımı da teşvik etmekle kalmıyor aynı zamanda destek de veriyorlardı. Anadolu’da özellikle, savaş sebebiyle boşaltılmış olan bölgelere çiftçilik ile uğraşan kitleler yerleştiriyorlardı. Böylece, hem boşaltılmış bölgelere sadece çiftçi yerleştirmekle kalmıyor, atıl kalmış topraklar da tekrar değerlendirilmiş oluyordu. Bundan daha da önemlisi, bu çiftçilere tekrar üretici olabilmeleri için de toprak, tohumluk buğday, ziraat aletleri ve çift hayvanları dağıtılıyordu. Hatta bu yeni çiftçilerden birkaç yıl vergi alınmayarak veya vergiler azaltılarak, çiftçilerin kendilerini ekonomik anlamda toparlamaları sağlanıyordu. Bu himayeci siyasetin doğal bir sonucu olarak, ülkede ziraî üretim oldukça artıyor ve halk zenginleşmeye başlıyordu.517

Birinci Haçlı Seferlerinin Vekayinameleri Orta Anadolu’nun harap olmasından bahsederken XIII. yüzyılda Anadolu’yu ziyaret eden yabancı gezginler ve gözlemciler eserlerinde, Anadolu’da ekili ve dikili sahaların çokluğundan bahsederler.Bu durumun da nedeni Türkiye Selçuklu Devleti’nin ekonomik alandaki yapıcı bir yön bulunduran tutumundan ileri gelmektedir. XIII. yüzyılın başlarında Anadolu ekonomisinin durumu

516 A. Bakır, Ortaçağ İslam Dünyasında Madenler, s. 519-595.

tarımda, sanayide ve ticarette oldukça gelişmiş ve bolluk içinde idi.518 Fakat Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğol hâkimiyeti döneminde çiftçilerin vergileri arttırılır ve bu durum Anadolu’nun güç kaybetmesine neden olur. Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti’nin zayıflamasıyla ortaya çıkan bu durum Beylikler tarafından oluşturulan yeni düzen ile Anadolu ekonomisinin tekrar canlanmasını sağlamıştır.519 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu ziyaret eden Simon de Saint Quentin,520 Türkiye sultanlığının çok ünlü ve çok zengin bir sultanlık olduğundan bahsetmekte ve kale, köy ve çiftlik mülklerini dile getirmektedir.521 Korykoslu Hayton, ise Türkiye’nin geniş ve bereketli bir ülke olduğundan ve ülkede her türlü tahıl ve meyvenin bol miktarda üretildiğinden bahsetmektedir.522 İbn Said ise Moğol egemenliğinden bir süre önce Anadolu’ya giden gezginlerden edindiği bilgilere dayanarak yazdıklarında Kayseri’den Sivas, Aksaray ve Konya şehirlerini birbirine bağlayan yolların kenarlarında sulama kanalları ile tarlalar, otlaklar ve kayısı, şeftali, badem, erik, armut bahçelerinden bahsetmektedir. Ayrıca bu yörelerde bakımlı ve zengin toprakların bütün yollar boyunca aralıksız devam ettiğini yazmaktadır. Ebu’l Fida da İbn Said’in bahsettiği bakımlı topraklardan ve meyvelerin yanısıra Malatya yöresindeki meyva ağaçlarından da bahsetmektedir.

Daha sonra ise Müstevfi Anadolu’nun her yerinde bağlar bulunduğundan523

Odoric Pordenone ise gittiği Erzurum’da ekmek ve başka gıda ürünlerinin bolca bulunduğu bilgisini verirken524el-Ömerî de Anadolu’daki ürün çeşitliliğinden bahsederek hemen hemen her çeşit meyvenin yetiştiğini, deniz kıyılarında narenciyelerin bir kısmının yetiştiğinden bahsetmiştir. Ama muz, hurma ve bazı narenciye çeşitlerinin ise yetiştirilemediğini belirtmiştir.525 el-Ömerî’nin Anadolu’da yetişen bir diğer meyvenin ise nar olduğunu anlatır. Denizli İli’nin görünüş itibariyle bahçelik olmasından dolayı Şam şehrine benzetir. Ancak Denizli’nin suyu ve meyvesinin Şam’dan daha çok olduğunu belirterek Denizli ile Şam’ı karşılaştırır. Ayrıca Denizli’nin çok denilecek derecede ekilmiş çiftlikleri olduğunu belirterek burada 518 C. Cahen, s. 160, 161. 519 S. Koca, s. 519-595. 520 C. Cahen, s. 161. 521 Quentin, s. 49. 522 Korykoslu Hayton, s. 50. 523 C. Cahen, s. 162.

524 S. Lee, Odorıc Pordenone Seyahatnamesi, s. 10.

meyvelerden en çok nar meyvesi yetiştiğini aktarır. Burada nar meyvesinin oldukça ucuz olduğunu ve narın çekirdeksiz olmasının yanında tatlı olduğunu da belirtir.526

Anadolu’da yetiştirilen gıda maddeleri ile ilgili bilgilere ulaştığımız bir diğer seyahatname ise İbn Battuta’nın seyahatnamesidir. Seyahatnamede Anadolu’nun birçok yerinde tarımsal faaliyetlerin yapıldığı öğrenilmektedir. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgiler olmamakla birlikte belli başlı tarımsal ürünlere değinen İbn Battûta, bu ürünlerin ticari hayatta da önemli bir yeri olduğunu aktarmaktadır. İbn Battûta eserinde İznik’ten bahsederken şehrin içinde bahçeler, tarlalar ve evler olmakla birlikte her insanın evi, tarlası ve bahçesinin toplu halde yan yana olduğunu belirtir. Ayrıca bahçeler için gerekli olan suyun da buranın hemen yakınındaki kuyulardan temin edildiğini belirterek bu şehirde meyvenin her türlüsünün yetiştiğinden bahseder. İbn Battûta, İznik’te ceviz yetiştirildiğinden bahsederken kestanenin de bolca bulunduğundan ucuz olduğunu ve rengi açık kabuğunun ince üzümünün ise tanesinin tek çekirdekli, kocaman ve çok tatlı olduğu bilgisini verir.527

Kastamonu’da ceviz ve kestane yetiştirildiğini aktaran İbn Battûta, ürün bolluğundan dolayı Kastamonu’da fiyatların ucuz olduğunu da bildirmektedir. Öyle ki on iki kişiden oluşan kafilelerine bir dirhemlik kestane ve ceviz aldıklarında herkes aldıkları bu bir dirhemlik kestane ve cevizlerden yese dahi ceviz ve kestaneler yine de artmaktaydı.528 İbn Battûta, ayrıca Sinop’ta incir ve üzüm yetiştirildiğini, bunların yanında erik, elma, kayısı ve şeftali gibi meyvelerin de yetiştirildiğini aktarmaktadır. Burada da denize doğru konuşlanmış bir dağa çıkıldığında dağın eteklerindeki bağlar, bahçeler ve gürül gürül akan sular görünmektedir.

İbn Battûta, seyahatnamesinde Anadolu’da arpa ve buğday tarımının yapıldığına ilişkin bilgiyi ise Kastamonu Bey’i tarafından Kastamonu’ya yarım gün uzaklıktaki bir kasabanın buğday ve arpa hasadının tamamen kendisine hibe edilmesi konusunu anlatırken verir. Buğday ve arpa fiyatlarının burada oldukça düşük olduğundan müşteri bulamadığından ürünü kendilerine arkadaşlık eden bir hacıya bıraktıkları bilgisini verir.529

526Ömeri, s. 193; Şihabeddin el-Ömeri, Mesâliku’l Ebsâr, s. 160.

527 İbn Battûta Seyahatnamesi I, s. 431.

528 İbn Battûta Seyahatnamesi I, s. 439.

Anadolu’da arpa ve buğday tarımının yapıldığından bahseden el-Ömerî, bir mud buğdayın ortalama fiyatının on beş dirhem olduğunu ve arpanın da böyle olduğu hatta daha az fiyat ettiğini ifade eder. Etin rıtlı bir dirhem iken yemiş, süt ve balın ise oldukça ucuz olduğundan bahseder. el-Ömeri’ye göre halkın, çiftçilerin ve ekincilerin vakitleri oldukça hoştur ve bunlar sanki gümüşlü sabahlarda altınlı akşamlarda yaşamaktaydılar. El- Ömeri’ye göre bu durumun düşük vergi, bol mera ve deniz limanları gibi oldukça türlü sebepleri vardı.530

İbn Battûta, “kamaruddin” isimli kayısı türünün Antalya ve Konya’da önemli bir ticari değere sahip olduğundan ve Antalya’da bademin de yetiştirildiğinden bahsetmektedir. Antalya’nın bağ ve bahçeleri çok ve meyvelerinin leziz olduğuna değinen İbn Battûta, halkın "kamaruddin" adını verdikleri bir çeşit kayısının çok nefis olduğu bilgisinin yanında Antalya’da badem yetiştirildiğinden ve söz konusu bademin lezzetli olduğu için kurutulduğunu belirtir. Kurutulmuş bademin Mısır'a gönderildiğini, Kahire çarşılarında nadir ve pahalı kuruyemişlerden biri olarak satıldığını kaydedeler.531

İbn Battûta, “kamaruddin” isimli kayısı türünün büyük, güzel, meyvesi bol, sayısız nehir, çayları ve eşsiz bahçeleri olan Konya şehrinde de yetiştirildiğini belirterek bu kayısı türünün Mısır ve Suriye'ye ihraç edildiğinden bahseder.532

Seyahatnamelerde ayrıntılı olmamakla birlikte İbn Battûta’nın eserinden Anadolu’da ziyaret ettikleri Göynük’te safran tarımının yapıldığı anlaşılmaktadır.533 İbn Battûta’nın çağdaşlarından el-Ömerî de Anadolu’da Germiyan İli’ne bağlı Şarköy’de pirinç üretiminin yapıldığını aktarmaktadır.534 İbn Battûta, “Lâdik” dediği Denizli’de bir kaliteli pamuk yetiştirildiği ve pamuğun iyi eğirilmesi uzun süre dayanmasını sağladığını belirtir.535

Timur’a elçi sıfatıyla seyahat eden Clavijo ise seyahatnamesinde Erzincan’da bağlı bahçeli köyler bulunduğunu ve bütün ovanın buğday tarlaları ve üzüm bağları ile

530Ömeri, s. 192; Şihabeddin el-Ömeri, Mesâliku’l Ebsâr, s. 144, 145, 159.

531 İbn Battûta Seyahatnamesi I, s. 403.

532 İbn Battûta Seyahatnamesi I, s. 412.

533 İbn Battûta Seyahatnamesi I, s. 433.

534 Ömeri, s. 191; Şihabeddin el-Ömeri, Mesâliku’l Ebsâr, s. 158.

dolu olduğunu belirterek ayrıca adım başı güzel bahçelerin yanı sıra verimli tarlaların bulunduğu bilgisini verir.536

XIV. Haçlı Seferine katılan Geoffroi de Villehardouin’in bahsettiklerinden Çanakkale çevresinde güçlü bir tahıl üretimi yapıldığı görülmektedir. Geoffroi de Villehardouin, İtalyanların 1204’de “Abydos”u ele geçirip, hasat mevsiminde bulunmalarından da yararlanarak ihtiyaçları olan buğdayı adı geçen yerden topladıklarını belirtmektedir.537

XV. yüzyılda Anadolu’yu ziyaret eden Bertrandon ise Tarsus civarında buğday üretildiğinden bahseder.538

Seyahatnamelerden edindiğimiz bilgilerden XIV. ve XV. yüzyıl Anadolu’sunda kırsal alanlarda buğday, pamuk ve pirinç üretildiğini, şehir civarlarında ise meyve yetiştiriciliği ve bağcılık yapıldığı anlaşılmakla birlikte XIV. yüzyıl Anadolu’sunda Kütahya’da pirinç, Denizli’de pamuk, İznik’te kestane, ceviz ve üzümün Anadolu’da yetiştirilen bazı tarım ürünlerinden olduğu öğrenilmektedir.539