• Sonuç bulunamadı

A. KENT

2. Hayat Alanları

Bütüncül bir bakış açısıyla düşünüldüğünde, zaman-mekân-insan üçlüsünden hareketle toplumun/toplumsalın tarihinin ve insanın yeryüzündeki serüveninin izi sürülebilir. Zaman ve mekân zihinsel ve fiziksel aktivitelerimizin vuku bulduğu asgari bir vasat olmakla birlikte, geçmişten günümüze bunların eylemlerimiz ve eylemlerimizin de bunlar üzerindeki etkisinin yeterince tartışıldığı söylenemez.

Zaman-mekân kavramsallaştırması ve bunun üzerinden yürütülen tartışmalar, her ne kadar moderniteyle birlikte ortaya çıkmış olsa da, bu, modern çağ öncesinde nüfusun

56 İlginç bir biçimde, cenazeyi taşıyan konvoyun uzunluğu ve taziye evinde biriken kalabalığın yoğunluğu, ölen kişinin sadece “dünyevi” bir itibara sahip olmadığını, yanı sıra “imanî” açıdan da bir niteliğe sahip olduğuna inanılmaktadır. Benzer ifadelere, Adana Torosları’ndaki bir taziyede de şahit olunmuştur.

57 Türkmen aşiretlerinde olduğu gibi (Yalman-Yalkın, 1977a: 61), yöredeki aşiret köylerinde de cenazesi bulunan evde birkaç gün boyunca yemek pişirilmez; komşular ve dostlar tarafından bu ihtiyaç karşılanır.

- 184 - ve gündelik hayattaki etkinliklerin çoğunun zaman-mekânla veya bir yerle bağlantılı olmadıkları anlamına gelmemektedir. Modern-öncesi toplumlarda zaman, ancak mekândan hareketle tanımlanabilmektedir. Böyle bir toplumda, günün zamanı, toplumsal/mekânsal belirleyicilere başvurularak ifade edilmekte ve “ne zaman”

sorusu, hemen her zaman “nerede” sorusuyla bağlantılı olarak ve düzenli doğal olaylarla tanımlanarak cevaplanmaktadır. Bu, zaman-mekân algısının bütünlüğünü sağlayan bir zeminin varlığını temin etmiştir. Ancak mekanik saat kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, bu sistem, zaman-mekân bütünlüğünün parçalanmasına dayanan modern toplum-zamansal sisteme doğru evrilmeye başlamıştır. “Zaman-mekân bütünlüğünün parçalanarak zaman ile “Zaman-mekânın standartlaştırılmış ‘boş’

boyutlar haline getirilişi, toplumsal etkinlik ile onun varoluş bağlamlarının bileşenleri içine yerleştirilişi arasındaki bağlantıları kes(miştir)” (Tanyeli, 1999:

169).

Modernlik; geleneksel olmayana, yeni olana göndermede bulunduğundan zaman algısı da kendine görelik arz etmektedir. Nalbantoğlu’nun (2010: 80) ifadesiyle söyleyecek olursak; “modernliğin zaman kipi “şimdi” üzerine kuruludur.”

Zaman ve mekân üzerine yürütülen tartışmalar sonucu ortaya çıkan kavramsallaştırmalar modern toplumlarda ortaya çıktığından, geleneksel olarak tanımlanan toplumlarda gündelik hayatın temelini oluşturan zamanı hesaplama, zamanı uzama bağlı olarak ele almayı gerektirmektedir. Doğal yöntemler kullanılarak hesaplanan zaman ise, kesin ve geçerli olmaktan uzaktır (Karakurt Tosun, 2007: 25). Modernliğin tarihi, bir anlamda farklılaşma ihtiyacından beslenen bölünme ve parçalanmaların işbölümü ve uzmanlık sistemleri vasıtasıyla düzenlenmesinin tarihidir de. Mekanik saatin icat edilmesiyle bu bölünme, parçalanma ya da ayrışmadan zamanın da nasibini aldığı, vakit’in nakit’e indirgendiği görülmektedir. Bir disipline etme aracı olarak mekanik saatin kullanılmasının yol açtığı sonuçlardan bazılarını, Sennet (1999: 203) şöyle sıralamaktadır: “Kentin ortasında, bir binanın yüksekte bir yerine yerleştirilen kamusal saat, farklı bir disiplin düzeni yarattı. Bu saatler ilk önceleri, manevi ritmin değil de bedensel fonksiyonların düzenlenmesinde kullanıldı; insanlara ne zaman yatacaklarını, ne zaman kalkacaklarını, ne zaman yemek yiyeceklerini ve ne zaman dinleneceklerini bildiriyordu. Bu, sonuç olarak insan bedeninin ekonomik ızgaraya

- 185 - tabi tutulmasıydı, yani emeğe saate göre para vermede kullanılacak fiziksel bir disiplin ızgarasına tabi kılınmasıydı bedenin. Saat zamanı bu nedenle, kentteki bir egemenliğin zamanı, toplumu yöneten tüccarların uyguladığı ekonomik, sosyal ve siyasî tahakkümün bir aracı haline gel(miştir)”.

Zamanı birbirine eşit parçalara ayırarak ölçmeye yarayan saatin kullanıma girmesiyle zaman; ‘boş’ zaman için günün dilimlerinin kesin olarak belirlenmesine olanak sağlayacak biçimde nicelleştirilmiş tek biçimli bir ölçü olarak belirmiştir.

Giddens’e (1998: 25) göre, bu değişimin iki önemli sonucu vardır: Birincisi, dünyanın her yerinde, herkesin aynı tarih ölçüsünü kullanmasına yol açan takvimin dünya çapında standartlaşması iken; ikincisi, zamanın “yer”den bağımsız bir şekilde standartlaşmasıdır. Bu gelişmelerin sonucunda zaman ve mekân algılamalarımız köklü bir değişime maruz kalarak birbirinden kopmuştur. Bu açıdan saat zamanı, modern toplumların ve onların kurucu toplumsal etkinliklerinin örgütlenmesinde merkezi bir öneme sahiptir. “Değişimin mekânı yersizleştirme, şeyleştirme eğilimi olumsuz olarak algılansa da, bu olgu aslında yeni bir farkındalık yaratarak ‘entropi’

oluşturur. Diğer bir ifadeyle, değişimin olumsuz sonuçları, zihinsel konstrüksiyonu harekete geçiren bir motor olarak, mekân-zaman ilişkilerini yeni bir görme biçimi ile yeniden düşünmemizi sağlar” (Aydınlı, 2008: 151).

Mekanik zaman hesaplama araçlarının yaygın kullanımı, gündelik hayatın dokusunun derinliklerine kök salan değişiklikleri sadece mümkün kılmamış, aynı zamanda gerektirmiştir de. Günümüzdeki gibi evrensel bir zaman hesaplama sistemine ve küresel düzeyde standart zaman dilimlerine sahip olan bir dünya, toplumsal açıdan ve bireyin deneyimleri bakımından tüm modernite öncesi çağlardan farklıdır (Giddens, 2010: 31). Modern toplumlar, zamanın ve mekânın boşaltılması, zamanın soyut, bölünebilir ve evrensel olarak ölçülebilir bir şekilde hesaplanmasının gelişimi çevresinde konumlanmışlardır (Urry 1999: 15). Tanyeli’nin (1999: 168) ifadesiyle, “aslında, teknikler ve teknolojiler her çağda zihniyet yapılarını ve yaşam biçimlerini etkiler. Ancak, saat, o güne dek bilinen araçlardan önemli oranda farklıdır: Tarih boyunca doğal görülen bir gerçekliğin kesinlikle “ikame eden”, doğal gerçekliğin yerine geçen ilk nesne, saattir. Saat öncesinde gündelik yaşamın temposunu belirleyen güneştir. Zamansal işlevi bağlamında ele alınırsa, saat, güneşi adım adım “kullanışsız” kılmış ve onu ikame ederek –deyim yerindeyse- tarihteki ilk

- 186 -

“ersatz [Almanca, “yedek”]” olmuştur. Mekanik saatin icadına değin tüm teknik araç ve makineler, bir anlamda doğanın sağladığı olanaklara ek ya da yardımcı nitelikteydiler. Oysa saat, tam tersine, doğayla işbirliği halinde işlev gören bir işleyişe sahip değildir. Doğanın mevcut olanaklarına katkıda bulunmaz, onlara eklemlenmez. Onlardan özerktir ve insanoğlunu doğanın döngüsüne göre değil, kendi tanımladığı başka bir döngüye göre yaşamaya zorlar. Bu değişim, Avrupa’da modern zaman-mekân kavramının doğuş süreci içinde ana ekseni oluşturuyor. Batı dünyasının tekno-kültürel tarihi, bu nedenle, saatin icadını başlangıç noktası alarak ikiye bölünmelidir. Tarih yazımına ilişkin bu ayrım, aynı zamanda, Modern ve Modern-öncesi çağlar arasındaki sınır çizgisini de belirlemektedir”.

Mekân, salt coğrafî anlamda tek başına pek bir anlam ifade etmemekte, toplumsal ve insanî edimle birlikte değerlendirilmeyi gerektirmektedir. Çünkü mekân verili bir durum olmanın yanı sıra, oluşturulan, dönüştürülen, değiştirilen bir yapıdır da. İnsan, yaşadığı mekânda tasarruflarda bulunarak bunun üzerinden mekânı değiştirmekte; değişen mekân da insanın algısını ve toplumsal ilişkileri de etkilemektedir (Alver, 2008: 558). Sosyal pratikler ve süreçler mekânı yarattığı gibi mekânlar da zorunlu olarak mekânsal pratikleri ve süreçleri yaratmaktadırlar. Bu açıdan, mekânın sosyal etkilerden bağımsız olarak şekillendiği gibi bir durumdan söz edilemez.

Kentleşme sürecinde, sadece mekânsal anlamda farklılaşmalar yaşanmaz, onunla birlikte, hayatta bölümlenmeler de yaşanmaya başlar. En bariz bölümlenme, iş hayatı ile özel hayat ayırımlarıyla kendini gösterir. Aslında söz konusu ayırıma, bir gerçeklik olarak, her toplum biçimi ve zaman diliminde rastlanabilmektedir. Bu alanlar, toplumsal yapının özelliklerine göre, yalnızca birbirlerinin aleyhine genişler veya daralırlar. Başka bir ifadeyle, aralarındaki sınır çok belirgin değildir ve bu sınırlar çok sık yer değiştirebilir. Nitekim bu ayırıma, geleneksel aşiret hayatının daha naif olarak yaşandığını kabul ettiğimiz kırsal alanlarda, köylerde de rastlanmaktadır. Genellikle tarla ya da hayvan otlağı “iş” alanı olarak görülmekle beraber, hayvanların evde beslenmesi veya evin onarımı gibi faaliyetler de “iş”

olarak görülebilmektedir. Ailenin kalabalık oluşu, barınma ya da istirahat mekânlarının darlığı ise, “özel” alanı olabildiğine daraltabilmektedir. Bu nedenle olsa gerek, insanlar, evsel mekânlarını diğerlerinkinden ayıran bahçe duvarlarının iç