• Sonuç bulunamadı

I- AŞİRET VE AŞİRETÇİLİK

8. Aşirette Kan Davaları

- 51 - alınacak kızın erkek kardeşinin namı, kızın da değerini belirleyen bir etken olarak görülür. Hatta kimi zaman amcaya karşı kurulacak ittifakın dayı üzerinden gerçekleştirilme ihtimaline binaen de evlilikler kurulabilmektedir.

- 52 - üzerinde öç alma hakkına sahip olurlar, öldüren de beş yıl ya da daha fazla süreyle aşiretten sürülür. Eğer hak sahipleri onu öldürürlerse sorun biter, yoksa sürenin bitiminde öldüren, ihtiyarların görüşünü reisin onaylamasıyla aşirete dönebilir; ama öç hakkı daima saklı kalır. Kan bedelini karşılamak için anlaşmaya varılabilir: bu bedelin ödenmesi kanı durdurma (khvin bastin) özelliğini taşır… Bununla birlikte, eğer suçlu hak sahibinin yanına, kefeni ve boynunda kılıcıyla gelirse, yani ondan aman dilerse, uzlaşma yoluyla çözüm önerisi reddedilemez” (Nikitin, 2002: 237).

Bu, aşiretin yasası durumundaki töredir; töre ise, ancak kendisini yaratan koşulların varlığında hayat bulur. Bu konuya aşağıda tekrar dönülecektir.

8.1. Kan Davalarında Sorumluluğun Paylaşımı

Akrabalık ilişkilerinin temelini oluşturduğu aşiret sisteminde, kan davası sadece birinci derecedeki akrabaları değil, bir bütün olarak akraba grubunu ilgilendirir. Bunun temelinde, aşiret tipi sosyal örgütlenmenin temel ilkelerinden olan

“saldırıda ve savunmada birliktelik” yer alır. Ancak kan bağı baba üzerinden gerçekleştiği için, kan davasında taraf olmak babayanlı bir akrabalığı gerektirirken;

daha önce de ifade edildiği gibi, “dayı”, yani anne üzerinden kurulan akrabalıklar, kan davasının tarafı olmayı gerektirmez. Dolayısıyla, meşru hedefler olarak katilin kendisinden ya da erkek kardeşi ya da oğlu gibi en yakın akrabalarından öç alınması beklenir (Bruinessen, 2003: 111). Buna katilin, babası, dedesi, torunu, amcası ve amcaoğullarını da eklemek gerekir. Ancak katil ile maktul arasında sosyal açıdan farklılık varsa, katil ve yakın akrabalarından intikam almak yerine, akrabalık derecesi uzak olmasına karşın sosyal konumu daha yüksek olan biri de hedef seçilebilir. Bir süre önce bunun örneğine, yörede şahit olunmuştur. Basit bir nedenle çıkan bir kavgada, bir genç öldürülür. Ölen gencin ağabeyi, daha önce yanında çalıştığı ve katilin uzaktan akrabası olan genç işadamını öldürür. Öyle görünüyor ki buradaki temel amaç, “eşitlik” ilkesinden ziyâde, yaşanılan acıdan daha büyüğünü karşı tarafa yaşatarak onurunu artırmaktır. Ancak olay, diğer insanlar tarafından kınanmış ve genç işadamının babası, büyük acısına rağmen intikam alınmayacağını beyan etmiş olmasına rağmen aileler de barışmamıştır.

Daha geniş anlamda, aşiretler arasında yaşanan kan davalarında ise, aşireti temsil edenler başta olmak üzere, aşirete mensup herkes hedef olarak kabul edilir.

- 53 - Çünkü aşiret sisteminde, “herhangi bir suça karşı, yalnız suçu işleyen değil, tüm aşiret suçlanır; aynı biçimde yalnız kişi değil, tüm aşiret suçlar. Bu olgu toplumsal güvenlik anlayışı sonucunu doğurur” (Özer, 2003: 26). Dolayısıyla burada suçun şahsileşmesi diye bir durumdan söz edilemez. Bu nedenle “aşiret ortamında öldürme bireysel değil, iki topluluk arasında vuku bulan bir olaydır. Bir aşiretin herhangi bir üyesi haklı veya haksız nedenlerle bir başka aşiretin üyesi tarafından öldürülmüşse, üyesi öldürülen aşiret, bunun sebebini sormadan öldüren taraftan birini ya da birilerini öldürür. Her zaman ve her yerde birliktelik, dayanışma ve paylaşma güdüsü bireysel olan eylemleri kolektif bir şekle dönüştürür. Dolayısıyla bir akrabalık ya da soy grubunun herhangi bir üyesinin bir davranışından dolayı grubun bütününün sorumlu tutulması aşiret ideolojisinin bu kolektif karakterinin sonucudur” (Tekin, 2005: 77). Türkdoğan (1992: 94), Doğu Karadeniz bölgesinde kan gütme olayında, yöredeki aşiretlerden farklı olarak, sadece öldürenin öldürüldüğünü tespit etmiştir.

Ayrıca yaşlı nesil tarafından ölen ailenin çocuklarına küçük yaşlardan itibaren intikamın telkin edildiğini, erkek evladın, ölen kişinin büyütülüp evin bir köşesine asılan resmine bakarak büyüdüğünü ve böyle bir intikam havası içinde yetişen ve intikamını alanların, cezalarını çekip dışarı çıktıklarında toplum tarafından taltif edildiğini ifade etmektedir.

Kan davası iki aşiretin herhangi iki ailesi arasında ya da aynı aşiretin haneleri/aileleri, malları ve babikleri arasında da meydana gelebilmektedir. İlkinde, düşmanlığın bu iki aileyle sınırlı kalmayıp bu aşiretlerin bütününe yayıldığı;

diğerinde ise, öç alınabileceklerin sayısının oldukça kısıtlı olmasından ötürü, hedefin, grup olmaktan öte öldüren kişinin yakınları olacağı belirtilmektedir. Ayrıca “aynı soy grubundan olan iki kesim arasında meydana gelen böyle bir olayda her iki taraf da aynı yerde ikamet ediyorlarsa, suça maruz kalan taraf orayı terk eder. Bu şu anlama gelir: kendileriyle aynı soydan oldukları akrabaları tarafından kanları döküldüğü için artık onlarla birlikte yaşamalarının bir anlamı kalmamıştır” (Tekin, 2005: 78). Fakat yakın akraba olmayanlar arasında kan davası yaşanması durumunda bunun tersinin yaşandığı durumlar daha yaygın gibi görünüyor. Mesela Urfa’da, öldürenin yakınları meskenlerini terk ederek hasımlarıyla sık karşılaşmayacakları bir mekâna göç ederler ve arkalarından evleri yıkılır, malları talan edilir; ancak bir barış sağlanması ve acının hafiflemesi durumunda geri dönülür.

- 54 - Son olarak “aşiretli olmayıp bir aşiret reisine bağlı olan köylülere yönelik bir öldürme ya da saldırma eylemi olması durumunda” intikamın kimin tarafından alınacağı konusuna değinilebilir. Bruinessen (2003: 110), aşiretli olmayanların doğrudan aşiret reisinin sorumluluğunda olmaları hasebiyle, onların intikamının aşiret reisi tarafından alınacağını vurgular. Ona göre, güçlü bir aşiret reisine bağlı olmak, her türlü saldırıya karşı korunmak demektir. Oysa bağımsız olmak demek her türlü saldırıya hedef olmak demektir. Hakkâri ve çevresinde bu durumun örneklerine, son yıllara kadar rastlandığı belirtilmektedir (Tekin, 2005: 79). Aynı şekilde, Batman için de benzer şeyler söylenmektedir.

8.2. Kan Davalarının Çözülmesi

Kan davalarının çeşitli çözüm yolları mevcuttur. Kan davasında “barışmayı sağlayan, ya yörenin ileri gelen insanları, aşiret reisleri, şeyhleridir ya da devletin yöredeki temsilcileridir” (Özer, 2003: 170). Yetkin bir otoritenin arabuluculuğu, kan bedeli/diyet verilmesi, bu bedel yerine maktulün yakınlarından biriyle evlendirilmek üzere kız verilmesi, yine maktul yakınlarına “eman/baht” talebinde bulunulması, bilinen yöntemlerdendir. Kan davasının arabuluculukla çözülebilmesi için, “düşman tarafların saygı duyduğu ve otoritesini kabul ettikleri bir kişinin” varlığına ihtiyaç duyulur. “Arabuluculuk rolünü genellikle aşiret reisleri ya da şeyhler yerine getirirler. Çatışma aynı aşiret içinde olmuşsa arabulucu o aşiretin reisi olur. Farklı aşiretler arasında meydana gelmişse, arabulucu her iki aşiretin de kabul edeceği bir kişi olmalıdır. Birbiriyle çatışma halinde olan iki toplumsal kesim arasında düzey ne kadar yüksek olursa arabulucu olacak kişi ya da kişilerin toplumsal düzeyleri de o kadar yüksek olmalıdır. Yani iki büyük aşiret arasında arabulucu olacak kişi ancak, bunlarla aynı düzeyde olabilen ya da her ikisinden daha büyük bir aşiretin reisi olabilir” (Tekin, 2005: 80). Şeyhler ise, 1820 ile 1860 arasında sayısal ve etkinlik açısından otoritelerinin zirvesindedirler; bunun sonucu olarak da çatışmaların çözümünde oldukça etkindirler. Bu etkinliklerinin önemli bir nedeni, onların bölgeye dışarıdan gelmeleri ve dolayısıyla kimseyle akrabalık bağlarının olmayışı üzerinden tarafsızlık konumlarını üretmeleri gösterilmektedir. Şeyhlerin bu konumlarının, onları, aşiretler arası ihtilafların ya da kan davalarının barışla sonuçlanmasında birçok kez müyesser kıldığı belirtilmektedir (Bruinessen, 2003: 113-114). Ancak bir

- 55 - yandan merkezi devletin, doğrudan kontrolü sağlamaya girişerek kan davalarını yasaklaması ve aşiret kanunu yerine medeni kanunu ve ceza kanununu yerleştirmesi;

diğer yandan çeşitli ayaklanmalar sonrasında birçoğunun öldürülmesi ve sürgüne gönderilmesi, aşiret reisleri ve şeyhlerin yönetim ve arabuluculuklarını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Arabuluculuk kurumu, zaman zaman resmi yetkililerce de yürütülmeye çalışılmış, ancak bu yetkililerin, çoğunlukla mevcut yapıya yabancı olmaları, çoğu kez bu girişimleri başarısız kılmıştır.

Kan davalarının çözümünde “diyet/bedel” ödenmesinde de, kan davasının sürdürülmesine benzer bir strateji izlenir. Öç alabilecek konumda olanlar ya da hedef olanlar, yine aynı şekilde, diyet/bedel ödemede de sorumluluk sahibidirler. Sülale içerisinde diyet toplanışının genellikle eşitsiz ve koşullara göre değişken olduğu;

herkesin sembolik anlamda da olsa bir ödeme yapması gerektiği düşüncesi hâkimdir.

Ancak bu toplananlar, mağdur tarafın tümüne değil, maktulün yaşıyorsa babası, değilse erkek kardeşleri ya da bakmakla yükümlü olduğu kişilere ödenir. Mağdur tarafa “diyet” ödenmesinin yanı sıra “kız verilmek” kaydıyla da barış sağlanabilir (Özer, 2003: 170). Bunun özellikle kan bedeli olarak verilen kadın için çok zor ve tartışmalı bir konu olduğu açıktır. Daha önce alanda yaptığımız başka bir çalışmadaki görüşmelerimizden birinde, kadına “barışın garantisi” gözüyle bakıldığı ve dolayısıyla, normalden fazla ihtimam gösterildiği vurgulanırken; bir diğerinde ise, kadının, ailede yası tutulan birinin katilinin yakını olması hasebiyle zaman zaman incitildiği belirtilmiştir.

8.3. Kan Davalarının Aşiret İdeolojisine Etkisi

Etrafındaki bütün tartışmalara karşın, kan davalarının, aşiretin dayanışmasına istenmeyen bir biçimde olsa da katkıda bulunduğu açıktır. Özellikle kan davalarındaki kolektif sorumluluk anlayışı, birlikte hareket etme ve dayanışmaya yönelik her an için bir teyakkuz hali yaratmaktadır. Bunun ise, bu sorumluluk paylaşımında kimlerin hangi mesafede durması gerektiği, böyle bir durumda kimlerin hangi katkıyı ne şekilde vereceği konusunda, aşiretlileri, bir akrabalık hiyerarşisine tabi tutar. Bir kadın katılımcıyla yapılan bir sohbette, akrabalarının önem derecelerini ifade etmek için kullandığı tabir (sopası benim sopamla beraber

- 56 - olan), bir anlamda aşiretlilerin kan davaları üzerinden inşa ettikleri dayanışma ilkesi olarak tebarüz etmektedir.

Kan davalarının oluşumu ve sürdürülmesi kadar, kuşkusuz çözülmeleri de aşiretliler arasında dayanışmayı sağlayabilmektedir. Zira hemen yukarıda ifade edildiği gibi, kan davasının sürdürülmesini sağlayan intikam alma ya da hedef olma konumunda bulunanlar, aynı zamanda o kan davasının çözümünün araçlarını üretmede de ortak sorumluluk sahibidirler. Bu sorumluluk anlayışı, aşiret ideolojisinin perçinlenmesinde önemli bir işlev görür. Diğer yandan, aşiret reisi ile aşiret üyeleri arasında da, kan davalarının özellikle çözümü üzerinden bir karşılıklı bağımlılık doğar. Üyeler, çoğu zaman daha büyük zayiatlarla sonlanacak kan davalarını çözmekle, aşiret liderine karşı borçluluk duygusu içerisinde olurlarken;

liderler de, aşiretliler nezdinde prestijini artırarak otoritesini sağlamlaştırır.

Dolayısıyla, “aşiretler arası ve aşiret içi düşmanlıklar, üyelerin birbirine kenetlenmesini sağlamaktadır. Bu anlamda düşmanlıklar, lider ve aşiret üyelerini birbirine yaklaştırıp aşirete bağlılıklarını arttırırken, aşiret biriminin de çözülmesini engellemektedir” (Ateş Durç, 2009: 105). Kuşkusuz burada, aşiret sisteminin ortak sorumluluk paylaşımı ilkesinin, kan davalarının oluşumunda ve sürdürülmesinde mi etkili olduğu, yoksa aynı ilkenin çözümde mi işlevsel olduğu biçimindeki tartışma önemlidir. Ancak şimdilik bunların karşılıklı olarak birbirlerini besledikleri, fakat önermenin bir tarafının bozulmasıyla düzeneğin işlevsizleştiğini belirtmekle yetinilecektir. Zira kan davalarını mümkün kılan nedenlerin büyük ölçüde devam etmesine karşın, o çözüm mekanizmasında meydana gelen değişimin, bugün bu davaların kolayca sonlandırılmasını zorlaştırdığı aşikârdır.