• Sonuç bulunamadı

Mahkemedeki Konuşmaları Anlayamayan Sanıklar İçin

F. Kişinin Tutukluluğunun Yasalara Uygunluğuna Hızlı Karar

IV. ADİL YARGILANMA HAKKI

5. Mahkemedeki Konuşmaları Anlayamayan Sanıklar İçin

Bu yükümlülük, Sözleşme’nin 6/3(e) maddesinde açıkça tanımlanmıştır.

Luedicke, Belkacent ve Koc v. Almanya170 davasında hükümet bu şartın kısıtlı bir tercümesini savunmaya çalışmıştır. Bu davadaki başvuru sahipleri, değişik suçlardan mahkûm edilmiş yabancı uyruklu şahıslardır. Almanca anlamadıkları için duruşmaları sırasında kendilerine tercüman sağlanmıştır. Mahkûmiyetlerinden sonra, yerel hukukla uyum içinde, kendilerinden tercümanların ücretlerinin ödenmesi talep edilmiştir. Başvuru sahipleri bu talebin ücretsiz tercüme hakkını ihlal ettiğini iddia etmişlerdir. Fakat hükümet, 6/3(e). maddesinin savunma makamını, tercüme hizmetleri için avans olarak ödeme yapmaktan muaf tutarken bu masrafların mahkumiyetlerinden sonra savunma makamına ödettirilmesini engellemediğini belirtmiştir. Mahkeme, oybirliği ile, adil yargılama hakkını korumak amacı ile hükümetin tercümesini “ücretsiz” kelimesinin anlamına ve 6. maddenin amacına zıtlığı sebebi ile ihlal kararı vermiştir. Mahkeme, ayrıca, Devletin, 6/3(e). maddesinin sadece duruşmadaki sözlü oturuma uygulanabileceği görüşünü de reddetmiştir.

Mahkeme şunu belirtmiştir (parag. 48);

… 6. maddede garanti altına alınan adil yargılanma hakkının yorumundan, 3. fıkra mahkemede kullanılan lisanı anlamayan bir zanlının adil yargılanma hakkını kullanabilmesi amacı ile kendisine karşı yürütülen soruşturmadaki belgelerden veya ifadelerden anlaması gerekli olanları bir tercümanın vasıtasıyla tercüme edilmesi hakkını düzenlemektedir.

170 28 Haziran 2002 tarihli karar.

Luedicke davasındaki karar, 6/3(e) maddesinin ifadesine dair kesin bir uygulamadır. 6/3(e). maddesinden farklı olarak -yukarıda açıklanan adli yardım hakkı- bu yükümlülük savunmanın mali durumuna herhangi bir atıfta bulunmaz, bu sebeple, Mahkeme, Devletlerin tercüme masraflarının savunma makamından rücu ettirilmesine izin vermemekte haklıdır. Ayrıca yükümlülüğün duruşmalar dışındaki belgeler ve ifadeler açısından tercüme yardımının detaylandırılması için yapılan açıklaması 6/3(e) maddesinin arzu edilen bir yükseltilmesidir. Bununla birlikte, bu yükümlülüğün, 6/3(e) maddesi –kendisine karşı yöneltilen suçlamalardan anladığı bir lisanda bilgilendirilmek- ile çakıştığını da belirtmeliyiz ve Mahkeme Kamasinski davasında sonuncu gerekliliğe dikkatli bir yaklaşım sunmuştur.171

C. Değerlendirme

Yukarıdaki başlıklar, 6. maddeye göre geniş bir pozitif yükümlülükler sıralaması ortaya koymaktadır. Bunlar, Mahkeme’ye başvuranların en popüler kaynağı olan ulusal yasal sistemlerin hukuki ve cezai davaları makul bir süre içerisinde sonuçlandırması (Madde 6/1) yükümlülüğünü de içerir. Bu maddede ifade edilen diğer açık yükümlülükler ceza yargılaması yetkililerince şüphelilerin kendilerine yöneltilen suçlamalar hakkında bilgilendirilmesi görevi (6/3(a) maddesi), bu durumdaki kişilere ücretsiz adli yardım sağlamak (6/3(c) maddesi) ve mahkemenin lisanını anlamamaları durumunda suçlanan kişilere ücretsiz tercüman hizmeti sağlanması (6/3(e) maddesi) görevlerini içerir. Bu açık pozitif yükümlülükleri yorumlarken Mahkeme, şahısların ve devletlerinin her ikisinin de

171 Mowbray, a.g.e. ss. 123.

pratik ihtiyaçlarından oldukça etkilenmiştir.172 Örnek olarak, kararlarını yazılı olarak açıklayan birçok yüksek mahkemenin teamül haline gelmiş uygulamalarının yasallığını korumak amacıyla, Pretto ve Diğerleri v. İtalya173 davasında Mahkeme yargılamalarının duyurulması ile ilgili olarak yerel mahkemelere yükümlülüğün kelimesi kelimesine anlamını ifade eden bir uygulama yüklemekten sakınmıştır.

Kişilerin çıkarları, Mahkeme’nin, Devletler üzerindeki adli yardım sağlanması yükümlülüğünü sembolik olarak bir avukatın atanması ile değil gerçek yasal yardım sağlanması koşulu ile gerçekleştirilebileceği konusundaki ısrarı ile korunmuştur.

Mahkeme 6. maddenin metninden ayrıca birkaç pozitif yükümlülük çıkarmıştır. Sözleşmeye göre pozitif yükümlülüklerin geliştirilmesine dair bu bakış açısı, Mahkeme’nin, Airey kararındaki içtihadında; adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak hukuki davacılara, karmaşık işlemlerde yasal yardım sağlanması gerekliliği ile ilgili olarak erken bir şekilde başlamıştır. Ortaya çıkarılan bir diğer yükümlülüğe örnek isimsiz tanıkların varlığı durumunda mahkemelerin dengeleyici işlemler yapması zorunluluğu olarak gösterilebilir (Doorson kararı).

Mahkeme bu madde bakımından pozitif yükümlülükleri derinleştirmekte ve genişletmektedir. Mahkeme bu yükümlülüğün çerçevesini McVicar kararında da hukuki yasal yardımın sağlanması ve Berlinski kararı öncesindeki önemli işlemlerde de cezai yasal yardım sağlanması ile genişletmiştir. Bu akımlar bu önemli maddedeki ehemmiyetli pozitif yükümlülüklerin kabulü olarak görülmelidir.

172 Mowbray, a.g.e. ss. 124-125.

173 8 Aralık 1983 tarihli karar.

V. ÖZEL HAYATIN VE AİLE HAYATININ KORUNMASI HAKKI

Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı, yaşam hakkı, kölelik yasağı gibi geleneksel haklardan farklı olarak içtihatlar yoluyla oluşan bir hak kategorisidir.

Bireyin konutunun gereksiz müdahalelere maruz kalmasına engel olmak hukukun çok önce koruma altına aldığı bir alan olmakla birlikte “özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkının” genel olarak tanımlanması 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. Birçok ulusal ve uluslararası belgede bu hak tanınmakla beraber hala bu hakkın sınırlarının çizilmesinde belirsizlikler söz konusudur.174

Bu hak, hem insan hakları ve anayasal boyutu olan devlet–birey ilişkilerini ilgilendiren bir konu, hem de özel ilişkiler çerçevesinde gündeme gelebilecek bir konudur. Bunu, devlet ve birey arasındaki ilişkiler açısından “dikey ilişkilerde” ve birey-birey ilişkileri açısından “yatay ilişiklerde” özel hayata yapılan müdahale ve ihlaller olarak nitelendirmek mümkündür. Dikey ilişkilerde özel hayatın gizliliğinin ihlali konut dokunulmazlığı, sebepsiz arama, izleme ve haberleşmeye müdahale veya doğum kontrolü, gebeliğin iradi olarak sona erdirilmesi, giyim tarzı ve görünüş, cinsel davranış gibi özel kararlara devletin müdahalesi gibi özel durumlarda ortaya çıkar. Yatay ilişkilerde ise müdahaleler haksız fiil hukuku çerçevesinde karşılanmaktadır.175

Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile hayatının korunması hakkı şu şekildedir;

174 Clayton R., Tomlinson H., The Law of Human Rights, Oxford University Press, Oxford, 2000, ss.

776.

175 Clayton vd. a.g.e., ss. 778.

1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir.

Özel hayatın gizliliği hakkı olarak da tanımlanabilen bu hak, klasik haklar arasında yer almaktadır. 1982 Anayasasında hakkın bulunduğu kısım “kişinin hakları” bölümüdür. Bu bölümde yer alan haklar yukarıda da belirtildiği üzere kişinin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hak ve hürriyetlerdir ve kişiyi devlete karşı korur. Bu hakkın öznesi “herkes”tir.176

Genel olarak özel ve aile hayatına saygı duyulması isteme hakkının negatif ve pozitif yönü vardır. Hakkın negatif yönü yalnız kalma hakkıdır.177

Hakkın pozitif yönü ise daha anlaşılması zor ve tartışmalıdır. Feldman pozitif yükümlülüğü üç kategoride toplamaktadır; 178

Birincisi, devletin ve diğer bireylerin özel hayatın gizliliği hakkını kullanabileceği hakkını sağlaması yükümlülüğüdür.

İkincisi, bir başkasının özel ilişkilerine müdahale edilmesine karşı konulma hakkının yanı sıra hassas ve bağımsız karar verme imkânını etkileyecek, hükümet

176 Yüzbaşıoğlu, Necmi, Soru ve yanıtlarla Anayasa Hukukunun Temel Kavramları ve Türk Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, ss. 20-25.

177 Warren, S, D, Brandeis, L,D, “The Right to Privacy”, Harward Law Review IV(5), Haziran 2005, ss. 193-220.

178 Feldman D., Civil Liberties and Human Rights in England and Wales, Oxford University Press, 2.

Edition, Oxford, 2002, ss. 516.

veya özel kişilerce elde edilebilecek bilgilere ulaşma hakkını da içermektedir.

Üçüncüsü ise kişinin özel hayatına müdahaleye meşru kılacak durumların varlığı halinde, özel hayata ilişkin menfaatlerin korunması, her bir somut olayda müdahaleden önce özel düzenlemenin dayatılmasını gerektirebilir.179

Pozitif yükümlülük, birçok başvuru nedeniyle, Mahkeme tarafından birçok kez incenmiş ve karara bağlanmıştır. Çalışmamızda, özellikle söz konusu hak kapsamında temel haklarla ilgili kararları inceleyeceğiz.

A. Özel Hayat

1. Bireylerin Cinsel Tacizden Korunması

Mahkeme, aklî dengesi yerinde olmayan bir kişiye üvey babası tarafından tecavüz edilmesiyle ve bu kişinin fiziksel ve psikolojik bütünlüğüyle ilgili olan ve X.

ve Y. v. Hollanda180 davasında, Hollanda ceza hukukunun eksikliklerinden dolayı söz konusu kişiye pratik ve etkin koruma sağlanmadığına ve bu şekilde devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğine karar vermiştir.

Söz konusu kararda, Mahkeme, özellikle, çocuklar ve diğer hassas konumdaki kişilerin, kişisel bütünlüğüne bu gibi ağır ihlâllere karşı, Devletler tarafından etkin caydırıcı önlemlerle korunma hakları olduğunu belirtmiştir. Ancak, Mahkeme, kararında, “özel hayatı”, “bireylerin cinsel hayatlarını içeren, fiziksel ve ahlaki bütünlüğünü” kapsayan genel kavram olarak şikâyet konusunun, Sözleşmenin 8. maddesine uygunluğunu tartışmamıştır. Kararda, 8. madde’nin amacının bireyi

179 Üzeltürk, Sultan, Özel Hayatın Gizliliği Hakkı, Beta Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Mayıs 2004, ss.

4-11.

180 26 Mayıs 1985 tarihli karar

kamu otoritelerinin keyfi müdahalelerine karşı korumak olsa bile, sadece Devleti, bu tür müdahalelerden alıkoymakla kalmamakta; bu birincil negatif taahhüde ek olarak, Devletin, özel hayata veya aile hayatına etkin bir biçimde saygı göstermenin esasında yatan bazı pozitif yükümlülüklerinin de olabileceğini belirtmiştir. Bu yükümlülüklerin, özel hayatın korunması amacıyla, evlat edinme ölçütlerini hatta bireylerin kendi aralarındaki ilişki alanlarını da kapsayacağını belirtmiştir. Bu karar, bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemek için Devletlere pozitif ölçütler getirmesi açısından anlamlıdır. Özellikle, Devletlerin, çocuklar ve diğer hassas konumda olan kişilerin korunması için gerekli hukuki zeminin oluşturması ve evlat edinilen küçüklerin durumlarının araştırılarak kötü muameleye maruz bırakılmalarını engellemesi gerekmektedir. Sadece, ceza kanunlarında, bu tür kötü muamelelere ceza verilmesi yeterli olmayıp, bireylerin korunması için gerekli özel hukuk alanında da düzenlemeler yapılmalıdır.181

Ancak, Mahkeme, Stubbings ve Diğerleri v. Birleşik Krallık182 davasında, özel hukuk kapsamında pozitif yükümlülüğün sınırlarını belirlemiştir. Karar, başvuru sahibi dört kadın, çocuklukları sırasında farklı şahıslar tarafından yapılan ağır cinsel tacize uğradıklarını iddia etmeleri ile ilgilidir. Başvuru sahipleri, yıllar sonra psikolojik tedavi alana kadar, maruz kaldıkları tacizin niteliğinin farkında olmadıklarını belirtmişler ve tacizcilere karşı hukuk davası açmışlardır. Lordlar Kamarası,1831980 tarihli Zamanaşımı Kanununa göre, başvuru sahiplerinin, altı yıl önce on sekiz yaşını doldurdukları zaman dava açmaları gerekir gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ancak, başvuru sahipleri, dava açmalarının engellendiğini iddia

181 Mowbray, a.g.e. ss. 128.

182 22 Ekim 1996 tarihli karar.

183 İngiltere hukuk sisteminde bu tür davalara bakan mahkeme.

etmişlerdir. Bunun üzerine, başvuru sahipleri, etkin hukuk yolundan mahrum olduklarından dolayı Mahkemeye başvurmuşlardır.

Mahkeme, İngiliz ceza hukukunda, cinsel saldırının ağır bir suç sayıldığını ve bu suçlarda zamanaşımının uygulanmadığını ve cezanın ağır olduğunu ve başvuru sahiplerinin, bu kapsamda ceza davası açabileceğini belirtmiştir. Ancak, özel hukuk açısından zamanaşımı kurallarının uygulanmasının hukuki olduğunu ve Sözleşme’nin 8. maddesinin bireylerin özel yaşamını korumada, sınırsız bir kanun yolu tanınması şeklinde, devletlere pozitif bir yükümlülük yüklemediğini belirtmiştir.

Bu sebeple, 8. maddenin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.

Stubbings kararında görüleceği üzere, bireylerin özel yaşamı korunurken ceza hukuku ve özel hukuk bir bütün olarak kabul edilmiş ve devletlere bu bütün kapsamında bireyleri cinsel kötü muameleden koruma yükümlülüğü getirilmiştir.

Ancak, hukuk mahkemelerinde bireylere, 8. madde kapsamında sınırsız bir kanun yolunun tanınmasının, çok geniş bir yükümlülük olacağını kabul ederek, devletler açısından bunun sınırlanabileceği belirtilmiştir.

2. İsim Seçiminin Resmi Olarak Tanınması

Mahkeme, öncelikle, resmi yetkililerin bireylerin adlarını seçim konusunda, Devletlerin bu seçimi tanıma durumu ya da birey açısından tanımama durumunun, 8.

madde kapsamında olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda, Mahkeme, 8. Madde’yi soyadı konusunda uygulamıştır. Burghartz v. İsviçre184 davasında, erkek başvuru sahibi “İsviçre kanunlarına göre evli kadınlar soyadı olarak kocalarının soyadlarını

18422 Şubat 1994 tarihli karar.

kullandığında, kendi soyadlarını diğer soyadından önce kullanma hakkına sahip olmalarına rağmen, bu hakkın yetkililer tarafından kendine verilmediği için şikâyette bulunmuştur.” Mahkeme, kararında şunları belirtmiştir (parag. 24);

Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (24. Madde 2.

fıkra), 20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi (7. ve 8. Madde) veya Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi (18. Madde) gibi diğer uluslararası belgelerin aksine, Sözleşme’nin 8. Maddesi adlar hakkında sarih hükümler içermemektedir.

Bir kişinin adı, kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olarak kişinin özel ve aile hayatı ile ilgilidir. Bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlemesi konusuyla ilgilenmesi, meslek veya işle ilgili bağlamların yanı sıra diğer bağlamlarda da başkalarıyla ilişkiler kurmayı ve bu ilişkileri geliştirmeyi belirli bir düzeye kadar içeren özel hayat kavramıyla uyumlu oluğu için, bu konuyu kapsam dışında bırakmaz (bkz.

Gerekli değişikliklerle, Niemietz v. Almanya davası kararı, 16 Aralık 1992, parag. 29).

Bununla birlikte, Mahkeme, bu davada başvuru sahibinin, kendisine göre akademik dünyada bilinen soyadını kullanması kariyerini önemli ölçüde etkileyebileceğini belirterek, mevcut başvurunun 8. maddenin kapsamında olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, söz konusu davada, Sözleşmenin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı ile konuyu ilişkilendirerek, sorumlu devletin, erkek eşlerin soyadı konusunda tanınmamasının “tarafsız ve makul yargılama yetkisini” sağlayamadığını belirterek 8. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Soyadının tanınması ile ilgili bir başka davada, Stjerna v. Finlandiya185 kararıdır. Kararda, soyadını “Tawastsjerna” olarak değiştirmek isteyen başvuru sahibi, iç hukuk kapsamında talebinin reddedilmesi sonucu Mahkemeye başvurmuş

185 25 Kasım 1994 tarihli karar.

ve Mahkeme, ismin postada ve telaffuzda zorluk yarattığı konusunda ikna olmamış, ayrıca lakap takılması ve çarptırılmanın birçok isimde de söz konusu olduğuna dikkat çekerek özel hayata saygının ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.186 Ancak, Mahkeme, yerel yetkililerin, bireylerin isim değişikliği konusundaki taleplerinin kabul edilip edilmemesinin 8. madde kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri arasında kaldığını da belirtmiştir. Mahkeme, yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediği konusunda, kamu yararı bağlamında, Devletlerin yasal sınırlamalar getirebileceğini kabul etmiş ancak bunun adil bir uygunluk kapsamında kalması gerektiğini belirtmiştir.

Mahkeme, Guillot v. Fransa187 kararında da, 8. Madde’nin ön adlara uygulanıp uygulanamayacağını değerlendirmiştir. Başvuru sahipleri, kızlarına “Fleur de Marie” adını vermek istemiştir. Doğum, ölüm ve evliliklerin sicilini tutan yerel yetkili, bu ad aziz adlarının olduğu takvimde olmadığı için bu adı kayda geçirmeyi reddetmiştir. Yerel yetkililer tarafından ön ad olarak “Fleur-Marie” önerilmiştir. Çift bu durumun özel ve aile hayatlarına saygı hakkının ihlali olduğunu iddia etmiştir.

Mahkeme, 8. Madde’nin ihlâl edilmediğine karar vermiştir. Çocuk söz konusu ismi günlük hayatında herhangi bir engel olmadan kullanabilmiş ve Fransız makamları başvuru sahiplerinin “Fleur-Marie” adını kaydetmelerine izin vermiştir. Mahkeme, kararında şunu belirtmiştir (parag. 21-22);

Mahkeme, 8. Madde’nin ön adlar konusunda sarih hükümler içermediğine dikkat çeker. Ancak, bireylerin kimliğinin ailelerinde ve yaşadıkları toplumda belirlenmesini sağladığı için, ön adlar, tıpkı soyadları gibi (bkz. Gerekli değişikliklerle, Burghartz v. İsviçre, 22 Şubat 1994, Seri A No. 280- B, s. 28,

186 Uzeltürk, a.g.e. ss. 174.

187 24 Ekim 1996 tarihli karar

paragraf 24 ve Stjerna v. Finlandiya, 25 Kasım 1994, Seri A No. 299-B, s. 60, paragraf 37) özel hayatla ve aile hayatıyla ilgilidir.

Ayrıca bir çocuğun ön adının ebeveyni tarafından belirlenmesi kişisel ve duygusal bir meseledir ve bu yüzden özel alanın içine girer. Bu nedenle şikâyetin konusu, 8. Madde kapsamına girer ve zaten bu sorgulanmamıştır.

Mahkeme, soyadında olduğu gibi önad konusunda da önceki kararları doğrultusunda karar vermiştir.

3. Resmi Bilgilere Ulaşılması

Bireyin kimliğine ilişkin bilgiler özel hayatının bir parçasıdır. Bu bağlamda hem kişisel verilere ulaşamamak özel hayata müdahale olarak değerlendirilecektir, hem de başkalarının bu bilgilere ulaşmasının özel hayata müdahale olarak kabul edilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması gerekir.188

Gaskin v. Birleşik Krallık189 davasında, başvuru sahibi, küçük yaşta devletin bakımı altına alınmış ve reşit olana kadar burada kalmıştır ve talebi, bu döneme ait tüm dosyalarına, kayıtlara katkıda bulunanların rızası olmadan erişebilmektir.

Mahkeme, kararında, Devletin 8. maddeden kaynaklanan pozitif yükümlülüğünü saptamak için sosyal hizmet kayıtlarını gizli bir sitemde tutmaktan doğan kamu yararı ile kişinin özel hayatı hakkındaki bilgilere erişmesi konusundaki bireysel hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme, kişilerin kendi çocukluklarını ve erken gelişim dönemlerini bilmek ve anlamak için gerekli bilgilere ulaşmak konusunda bir temel hakka sahip oldukları belirtmiştir.

Ancak güvenilir bilgiye erişmek ve gizli kamu kayıtlarını oluşturmak arasında bağ

188 Uzeltürk, a.g.e. ss. 179.

189 7 Temmuz 1989 tarihli karar.

kuran Mahkeme, bilgiye erişimin kayıtlara katkıda bulunan tarafların onayına bağlı olmasını prensip olarak 8. maddeye uygun bulmuştur. Ancak kayıtlara katkıda bulunanlara ulaşılamadığı veya söz konusu tarafın uygunsuz olarak rıza vermediği hallerde, nihai kararı verecek bağımsız bir otoritenin olması gerektiği belirtilmiştir.

Böyle bir uygulamanın olması 8. maddenin ihlali anlamına geleceği belirtilmiştir. Bu bağlamda devletlere, farklı bir pozitif yükümlülük yüklenmiştir.190

Mahkeme’nin Guerra ve Diğerleri v. İtalya191 kararı, halkı yaşadıkları bölgede bulunan bir kimya fabrikasının getirdiği risklerle ilgili bilgilendirmeme ve fabrikada gerçekleşebilecek kazalarla ilgili önlem almama konusuyla ilgilidir. Bu davada Mahkeme, çevreye gelebilecek ciddi bir hasarın şahısların refahını olumsuz yönde etkileyebileceği ve onları özel ve aile hayatlarını bozacak şekilde evlerinde oturma haklarından yoksun bırakabileceği gerekçesiyle 8. Madde’nin ihlâl edildiğine karar vermiştir. Bu karar, devletlere, çevre kirliliğinden kaynaklanan ciddi risklerle ilgili olarak yerel halkın bilgilendirilmesi konusunda devletlere pozitif bir yükümlülük yüklemiştir. Başvuru sahiplerinin ikamet ettikleri yerle ilgili çevresel risklerin kendilerini bildirme Devletin bir yükümlüğü olarak kabul edilmiştir. Bu karar, Devletlerin inisiyatifi ele alan adımlar atarak ilgili bireyleri bilgilendirmesi yükümlülüğü yüklemiştir.192

4. Özürlü ve Hasta İnsanlar İçin Kolaylık Sağlanması

Hasta ve özürlü insanlar için kolaylık sağlanmasının devletin bir pozitif yükümlülüğü olup olmadığını tespit için, devletin harekete geçmemesiyle ilgili

190 Mowbray, a.g.e. ss. 143.

191 19 Şubat 1998 tarihli karar

192 Mowbray, a.g.e. ss. 144.

olarak plajlara ulaşamadığı için şikâyette bulunan özürlü bir kişiyle ilgili Botta v.

İtalya193 kararına bakılabilir. Mahkeme, özel hayata saygı gösterilmesini sağlamak için Devlete pozitif yükümlülük getiren prensipleri hatırlatmış ve şu şekilde özetlemiştir (parag. 32-35):

Mahkeme’nin görüşüne göre, özel hayat bir kişinin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü de içerir; Sözleşmenin 8. maddesinde sağlanan teminatın asıl amacı, bir bireyin başkalarıyla ilişkiler kurarak gelişimini sağlamaktır (bkz. gerekli değişikliklerle, Niemietz v. Almanya, 16 Aralık 1992, parag. 29).

Bu davada, başvuru sahibi, Devletin yaptığı değil, yapmadığı bir şeyden dolayı şikâyetçi olmuştur. 8. maddenin asıl amacı bireyi kamu otoritelerinin keyfi müdahalelerine karşı korumak olsa bile, Devleti sadece bu tür müdahalelerden kaçınmaya zorlamamaktadır; bu negatif taahhüde ek olarak, özel hayata veya aile hayatına etkin biçimde saygı gösterme kapsamında pozitif yükümlülükler de olabilir. Bu yükümlülükler, bireyler arasındaki ilişkiler alanında bile özel hayata saygı gösterilmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını içerebilir (bkz. X. ve Y. v. Hollanda, 26 Mart 1985, parag. 23 ve Stjerna v.

Finlandiya, 25 Kasım 1994, parag. 38). Ancak saygı kavramı tam olarak tanımlanmamıştır. Bu tür yükümlülüklerin olup olmadığını belirlemek için, Devletin her halükârda bir takdir hakkı olmasına rağmen, bireyin çıkarları ile kamu yararı arasında âdil bir denge kurulmaya çalışılmalıdır.

Mahkeme, bir başvuru sahibine uygulanan önlemler ile başvuru sahibinin özel ve/veya aile hayatı arasında doğrudan ve yakın bağlar olduğunda, Devletin

Mahkeme, bir başvuru sahibine uygulanan önlemler ile başvuru sahibinin özel ve/veya aile hayatı arasında doğrudan ve yakın bağlar olduğunda, Devletin