• Sonuç bulunamadı

ABLAK ( „ö¬ ) [hayv] Gayr-ı fakiriyeden zügalsametülleviha naimelerin zumur kesbetmiş olan

ercülünün kaidesinde mevcut hususi bir guddeden müferrez bir nev-i ipektir ki aynıyla mısır püskülünü andırır. Naimeler deniz dibindeki kayalar üzerine bu lifler vasıtasıyla yapışır. Bazı memleketlerde zatülmısraayn hayvanların husule getirdikleri bu ablakları ipek gibi istimal ederler.

ABLANİ, Ablani (

vìö¬

) [neb] §Ablanya

ABLANYA, Ablani, Ablamer, Ablania (

Ušìö¬

) [neb] Zizkonya fasilesinden yüksekçe bir

ağaçtır. Ecnası tamamen mütalaa edilememiştir. Bazılarını nebatiyun zanbakiyede bazılarını ise bikzase fasilesinde mütalaa ediyorlar.

Güyan cihetlerinde mebzulen tesadüf olunan bu ağacın kıta-i haşebiyesi kırmızı, kıta-i kitabiyesi ise beyazdır.

ABLANİYE, Ablanier (

ëšìö¬

) [neb] §Ablanya

ABLİYA, Abelia (

Uš*¬

) [neb] §Abelya

İBN-İ BAYTAR (

—UDš s«

) [meşa] On üçüncü asr-ı miladîde yaşamış büyük bir Arap âlimidir.

Meşahir-i nebatiyundan olduğu için ekseriya “nebatî” unvanıyla da tesmiye ederler. İslam hekiması arasında medeniyet-i İslamiyede pek büyük hizmetleri dokunmuş mütefennin bir zattır. Münhasıran nebatları tetkik etmek, nebatiyun ile görüşmek ve onların fikirlerini anlamak maksadıyla İtalya’ya, Yunanistan’a gitmiş, buralarda uzun müddet seyahatler icra etmiştir. İbn-i Baytar aslen Endülüslüdür. Mısır’a seyahati esnasında Mülûk-i Eyyübîyeden

“Melik bin Kamil bin Ebubekir”in iltifatına mazhar olmuş ve Mısır ilm-i nebatat mütehassıslarının reisi tayin edilmiştir. Mısır’da bulunduğu müddetçe “Diskuridis ve Halinus”un nebatlar hakkında yazdıkları fennî eserleri tetkik ve tetbi ettikten sonra burada birçok nebatat ulemasının yanlışlarını meydana koymuştur. Kendisi eski Yunanlıların lisanını bildiği gibi Arapça hem de Rumca okur yazardı. Her nebatın ayrı ayrı muhtelif hassalarını söylemiş ve Mısırlılara birçok nebatların Arabî ve Yunanî isimlerini öğretmiştir.

Maskat-ı re’si Endülüs’ün “Mülaka” şehri merkadî ise “Dimeşka”dır. Tarih-i vefatı 1225 asr-ı miladî.

İBN-İ CENDELE (

ë¼bM2 s«

) [meşa] Hem şair, hem tabiptir. Bulunduğu mevkide birçok

bivayelere bakar, fakir hastaları tedavi ile uğraşırdı.

1074 tarihi-i miladîsinde vefat etmiştir. “Minhac Elbeyan Fima Yestamelehulinsan” namında lügat tarzında mürettep bir eseri vardır Mündericatında birçok nebatat ve edviyenin huruf-ı heca tertibiyle isimleri yazılmıştır: Ekserî tıbba ait eserlerini hulefa-yı Abbasiyeden “Mukteda biemrullah”ın namına telif etmiştir.

İBN-İ HAYYAT (

¹Uš• s«

) [meşa] Dördüncü asr-ı hicrîde yaşamış Endülüs meşahir-i

riyaziyunundandır. Fünun-ı tıbbiye, ilm-i heyet gibi ulum-ı funune vakıf idi. Tarih-i vefat, 1031 tarih-i miladîsinde olup merkadi Talbatladadır.

İBN-İ DİNAR (

—UM²œ s«

) [meşa] İslâm tabiplerindendir. Fenne müntesip idi. “Akrabazin”

ismiyle bir eseri vardır. İslâm etıbbası arasında pek muteber ve meşhur olan kendi ismiyle tesmiye ettiği “şarab-ı Dinarî”nin mucidi bu zattır. Vefatı 1208’dir.

İBN-İ ZEHEBİ (

v¾N2 s«

) [meşa] Kimya ve felsefede maharet fevkaladesi bulunan Endülüs tabiplerindendir. Tıbba ait birçok eserleri vardır. “Suyun gayr-ı mugaddi olduğuna dair küçük bir risale yazmış ve bununla birçok münakaşata kapı açmıştır. Vefatı 1208 tarih-i miladîdir.

İBN-İ RÜŞD (

b–— s«

) [meşa] Medeniyet-i İslamiyenin en muhterem ve en büyük

hadimlerindendir. On ikinci asrın evailinde “Kurtuba” şehrinde dünyaya gelmiştir. Pederi şimdiki valilerin ehemmiyeti derecesinde bir kadı idi. Ceddi “Ebulvalid Muhammed”in ise Endülüs’te büyük bir nüfuz-ı manevisi vardır.

Fransızlar arasında İbn-i Rüşd “Averrhoes” ismiyle tanınır. İbn-i Rüşd, tarih-i tıpta bugünkü tababetin müessisi bilinir. Ulum-ı hikemiyede “Aristo”nun felsefî mesleğini takip etmiştir. Fakat neticeler hep kendi ibdaatıdır. Felsefesi “Avruizm” namıyla tanınmaktadır. İbn-i Rüşd, genç iken hekim “İbn-i Zeher ve İbn-i Arabî” gibi hem asrı bulunan meşahir ile münasebet Peyda etti, “Ebu Cafer ibn-i Harun”dan ulûm-ı tabiyeyi, İbn-i Yahya’dan felsefeyi, İbn-i Arabî’den de felsefenin ferlerini tahsil etmiştir. “İbn-i Talif, İbn-i Rüşd’ü Fas hanedanından Abdulmumin”in oğlu Sultan “Ebu Yakup”a takdim ettiği vakit; sultan: “Eski feylesofların, eflak hakkındaki fikirleri nedir? Kıdemine mi yoksa hadesine mi kaildirler?” demişti. Bu suale karşı vehleten pek ziyade sıkılan İbn-i Rüşd cevap vermemiş ise de bilahire kendisine mahsus bir talakat-ı beyanla ileri sürdüğü nazariyelere karşı sultan mebhut kalmıştır. Bunun üzerine bir “hilat” ile bir de saat hediye etmiştir. Bilahire Sultan Yakup’un emriyle “Aristo”nun eserlerini şerh etti. Bu kitapta “tenasül, ölüm, hassasiyet” hakkında birçok fikirleri vardır. İbn-i Tafil öldükten sonra Sultan “Yakup”un ba’de bunun oğlu “İbn-i Yakup ibn-i Mansur” sertabibi olmuştur. İbn-i Yakup ile İbn-i Rüşd arasında gayet büyük bir teklifsizlik vardı. Sultan ekseriya İbn-i Rüşd’e: “İsma ya ahi!” hitabında bulunurdu. Bu hususta kendisinden izahat talebinde bulunanlara: “Sultanların, bin bendeleri vardır; fakat bir tane dostları yoktur. Siz bendem iseniz, İbn-i Rüşd de vefakar bir dostumdur.” Demiştir. Bilahire “yakında kıyamet kopacağını haber veren, bir müneccimin fikri İbn-i Rüşde dermiyan edildiği zaman bu zannı batılı fen heyet ve fizik kanunlarıyla tekzip etti. Abdulkerim namında bir Arap softası itiraz makamında Kuran-ı Kerim’deki: “œU Âu­” dair ita edilen habere ne dersin? Buna da itikadın yok mu?” demişti. İbn-i Rüşd de cevaben: “Kuran’ın ihbaratına itikat, dinî bir vazifedir. Ben fenden hikmetten bahsediyorum. Kuran’ın hükmü ile münasebet yoktur.” Mukabelesinde bulunmuştur. Bir gün İbn-i Rüşd’ün kitapları arasında Yunanca’dan tercüme edilmiş, “Bi şüphe Zühre de bir ilahtır.” Sözü zuhur etmişti. Vezirlerden biri hemen bu kağıt parçasını alıp sultana getirdi. İbn-i Yakup da İbn-i Rüşd’ü huzuruna çağırarak “Bunu yazan sen misin?, Allah bunu yazana lanet etsin!” diye bağırdı ve saraydan kovdu. Funun-ı tıbbiyeye ait eserleri toplattırıldı ve yakıldı. Kendisi hemfikirleriyle beraber “Losanda”ya tard ve nefi oldu. Bilahire İbn-i Rüşd Fas’a kaçtı; fakat burada da tanındı. Ve Faslılardan birçok hakaretler gördü. Sonra tecdid-i imana davet edildi. Kurtuba’ya geldiği zaman iftiralar meydana çıktı. İbn-i Rüşd zaruret, sefalet, kahır içinde hayatının son senelerini geçirirken sultan yine kendisini “İşbilye” kadılığına davet etti. Fakat İbn-i Rüşd kabul etmedi. 1176’da vefat etti.

“Merakes”e defnedildi. Bilahire bakiye-i izamı “Kurtuba”da hususî olarak inşa edilen merkada naklolundu.

İbn-i Rüşd’ün oğlu, İbn-i Rüşd’ün de tababette mahareti vardır. Vefat ettikten sonra onun hayat-ı mesaiyesini takip etmiş ve “Nasır bin Mansur”un sertabibi olmuştur.

İBN-İ RIDVAN (

Ê«u$— s«

) [meşa] Arap tabiplerindendir. Mısır’da “Cizze” kasabasında

dünyaya gelmiştir. İbn-i Rıdvan fakir bir fırıncının oğlu idi. Avan-ı şebabında ilm-i heyet tahsil etmiş ve ilm-i nücuma heves edenlere verdiği derslerden iktisap ettiği küçük bir servet ile tıbba ait birçok kitaplar satın almıştır. Bir müddet sonra müluk-ı Fatimiyeden hakim “Biemrullah”ın tabib-i hususîsi olmuştu. Bu müddet zarfında muasırlarından İbn-i Butlan ile münakaşa-i kalemiyede bulunmuş ve hep mutarizlerine birer cevab-ı mülzem vermişti. Hakim “Biemrullah”ın nezdinde iken vücuda getirdiği kütüphaneden dışarı çıkmaz muttasıl okur, yazardı. Asar-ı islafa daima itiraz etmiştir.Muhataplarından birine demiştir ki: “Her fende mütalaaya şayan ancak iki üç kitap vardır, mütebakîsi hıfza değil okunmaya değmez!..”

Calinus’un, Bokrat’ın birçok asarını tefsir etmiş ve fünun-ı tıbbiyeye ait birçok asar vücuda getirmiştir.

İBN-İ RUMÎ (

v¦Ë— s«

) [meşa] İlm-i nebatat mütehassısıdır. Mısır, Şam, Hicaz, Irak cihetlerine

münhasıran nebatatın envaını, ecnasını mütalaa maksadıyla seyahatler icra etmiştir. “İlm-i nebatat lügatı” diyebilecek, huruf-ı hace ile sıralanmış, birçok nebatatın isimlerini havî büyükçe bir eseri vardır. 1152 tarih-i miladîsine Endülüs’ün en büyük, şehirlerinden olan ve Araplar tarafından “İştibiyle” denilen şehirde tevellüt etmiş 1228’de vefat etmiştir. İBN-İ SİNA (

UMšŽ s«

) [meşa] Anasl bir Türk’tür. 980 sene-i miladîsinde Biniroya[?] yakın

“Afşina[?]” köyünde dünyaya gelmiştir. Pederi Abdullah Türkistan’da Belh ahalisinden idi. Fransızlar “Avicenne” derler. Genç yaşında iken riyaziye, fizik, felsefe, mantık, ilm-i kelam gibi ilimlerin bütün şubeleriyle uğraşmıştır. Tıbbı, hocası “İsa bin Yahya”dan öğrenmiştir. Yirmi beş yaşında iken Samanîlerden “Nuh bin Mansur”un hastalığı hüsn-i suretle tedaviye muvaffakiyeti şöhretine vesile olmuştur. Halbuki, pederinin vefatını takip eden “Nuh bin Nasır Samanî”nin vukû-ı vefatı üzerine Samanîlerin sarayını terk etmeye mecbur oldu. İbn-i Sina buradan kalkıp “Gürgaç” şehrine çekildi. Buradan “Cürcan”a giderek arkadaşlarından “Ebu Abid Cürcanî” ile bulundu. “Ebu Mahmut Şirazî” namında muktedir bir zat İbn-i Sina’yı teşvik etti. Burada dersler verdi. Bu suretle bir miktar para

kazandı. Ve ilk defa olarak “Elkanun-i Fittıb” eserini meydana getirdi. 34 yaşında iken Rey Hakimi “Mecdüddevle”nin icbarıyla “Rey”e gelmiş ve burada “ilm-i ruh”a ait “Fusul”u kaleme almıştır. Bilahire “Mecdüddevle”nin biraderi bulunan “Hemdan” hakimi “Şemsüddevle”nin hastalığını tedavî etmesiyle vezir tayin olunmuştur. Bu esnalarda “Aristo”nun hikmiyatını tavzih etti. “Tacüddevle” zamanına kadar vezirlikte bulundu. Kendisine “Vezirületibba” ismi verildi. Bilahire seyahate çıktı. Isfahan’da yine bazı kitaplar yazmaya başladı. “Gaznevî”lerin istilası üzerine buradan firara mecbur oldu. Bilahire 1307’de Hemdan’da elli yedi yaşında iken vefat etti. İbn-i Sina’nın yüze yakın eseri vardır ki hepsi de metin mevzuları üzerinedir. Birçoğu İngilizceye tercüme edilmiştir. “Elkanun-ı Fittıb”ı bilahire Roma’da 1591 sene-i efrenciyesinde Latince’ye tercüme edildikten sonra tabolunmuştur. İbn-i Sina’nın bu eseri şark tababetinin büyük bir müşahade ve tecrübe mecellesidir. Tababetin ilk devirlerinde bu kitap, Avrupa ve Şark’ta tıbbî medreselerde uzun bir müddet okundu. Roma’da tab ve temsil olunan “Elkanun-ı fittıb” eseri beş bahse ayrılmıştır ki bunlarda fizyolojya, hıfsıssıhha, ilm-i emraz-ı fen tedavî ve ispencçiyariden bahistir.