• Sonuç bulunamadı

2. YENĠ MEDYANIN MANĠPÜLASYON ARACI OLARAK

2.1 Manipülasyon Kavramı ve YaklaĢımları

2.1.2 BaĢlıca manipülasyon yaklaĢımları

2.1.2.2 Ġdeoloji yaklaĢımı

1796'da Fransa'da süvari subay olan Destutt de Tracy (1784 1836) adlı filozof ―fikir bilimi‖ anlamına gelen ―idéologie‖ kelimesini ortaya atmıĢtır. Bugün ideolojinin kısa ve kesin bir tanımı güçlü bir fikir sistemi olarak belirlenmiĢtir. Bütün ideolojilerin, kanıtları veya tezahürleri ne olursa olsun, otoriteyi içeren sosyal ve mekansal iliĢkilerin politik örgütlenmesinde çeĢitli derecelerde yer almaktadır (Nemeth, 1996:1). Akla gelen her Ģey bir ―fikir‖dir. Herhangi bir fikir potansiyel olarak ideolojinin bir bileĢenidir.

Bir ideoloji, belirli bir toplumsal düzeni korumayı, değiĢtirmeyi, ortadan kaldırmayı veya yeniden inĢa etmeyi hedeflemesine bakılmaksızın, örgütlü sosyal eylemin amaçlarını açıklayan ve haklı kılan bir dizi fikirdir (Seliger, 1976: 14). Politik çalıĢmalar, politik ideolojinin sosyal iliĢkiler, grup sosyalleĢmesi, varoluĢ koĢulları, kiĢilik özellikleri gibi birçok değiĢkenden etkilenebileceğini göstermiĢtir. Her ne kadar politik ideolojinin çeĢitli tanımlamaları literatürde kullanılsa da en geniĢ anlamıyla politik ideoloji kavramının tanımı kamu politikası için ve politik bir toplumun sosyal ve politik düzenlemelerini ve süreçlerini haklı çıkarmak, itiraz etmek veya değiĢtirmek amacıyla önemli gruplar tarafından tutulan birtakım fikirler, inançlar, görüĢler ve değerler olarak açıklanmıĢtır (Freeden, 2003: 32). Buna benzer Ģekilde, Lane (1962: 416), herhangi bir toplum için, belirli toplumsal çatıĢmaların ıĢığında, belirli kiĢisel niteliklere sahip kiĢiler tarafından belirli kültürel mülkler aracılığıyla yorumlanan belirli ortak deneyimler yaratan varoluĢsal bir üs, belirli politik ideolojiler ürettiğini ileri sürmüĢtür. Bu tanımların öne sürdüğü gibi, politik ideolojilerin bireylerin siyasetle ilgili inançlarını, değerlerini ve davranıĢlarını açıklamada uygun olduğu görülmektedir.

Ġdeoloji, denildiğinde akla ahlak gelmektedir ve bir toplumun mevcut kurumsal yapısına iliĢkin inançlar da dahil olmak üzere, dünya hakkında bir dizi inanç olarak da tanımlanabilmektedir. North'a (1981:49) göre, ideolojilerin üç özelliği vardır: Her Ģeyden önce, ideoloji, bireylerin çevreleriyle ilgili olarak karĢılaĢtıkları ve karar alma sürecinin basitleĢtirilmesi için ―dünya görüĢü‖ sağladıkları ekonomik bir araçtır. Ġkincisi, ideoloji, bireylerin algıladığı dünyanın adaletiyle ilgili ahlaki ve etik kararlarla ayrılmaz bir Ģekilde iç içe

geçmiĢ durumdadır. Son olarak, bireyler deneyimleri ideolojileriyle tutarsız olduğunda ideolojik bakıĢ açılarını değiĢtirmektedirler.

Bilim tarafından klasik olarak tanımlanan temel siyasal ideolojiler liberalizm, milliyetçilik, faĢizm ve sosyalizmdir.

Burjuva toplumunun ideolojisi olarak liberalizmin 17. ve 18. yüzyıllarda oluĢtuğu bilinmektedir. Locke, Smith, Jefferson ve diğerleri tarafından formüle edilen, bir kimsenin özgürlük, yaĢam ve mülke devredilemez haklarının tanınması tanımı olarak belirtilmiĢtir. Locke`ye göre (1983:46), yasaların iĢi fikirlerin doğruluğunu sağlamak değil, bunun yerine halkın mal ve kiĢisel emniyetini ve güvenliğini sağlamaktır. Bireylerin dini inançları zorlanmamalı; ―Kendi vicdanlarına bırakılmalıdır‖ (Locke, 1983:38). Yani vurgulanmak istenen durum, din gönüllü bir seçim olmasıdır ve farklı dini inançlara tolerans gösterilmesi gerektiğidir. Ne Hristiyan ne Müslüman ne de Yahudi, dini nedeniyle topluluk medeni haklarından mahrum bırakılmaması gerektiği savunulmaktadır.

Liberalizmin temel bir özelliği, bütün insanların onuruna ve ahlaki eĢitliğine dair soyut ideallere olan bağlılığıdır. Bu ve ilgili düĢünceler, tüm vatandaĢların eĢit temel hak ve özgürlükleri, herkesin mülkiyet hakkı, mülkiyet sözleĢmesi ve ekonomik alandaki özgürlüğü sosyal eĢitlik konusundaki liberal bağlılığın temelini oluĢturur (bir çeĢit eĢit fırsat). Ancak liberalizm ile demokratik hükümet arasındaki iliĢki, liberalizmin kiĢisel özgürlüklere ve resmi ekonomik hak ve özgürlüklere olan bağlılığından daha uzun sürmüĢtür. Locke (1988:98), anayasa veya hükümetin Ģeklinin çoğunluğun rızasıyla belirleneceğini iddia etmesine rağmen, bunun yerine temsili bir parlamentoya sahip anayasal monarĢiyi savunarak erkeklerden oluĢan azınlık tarafından seçilmesi gerektiğini belirtmiĢtir.

Ġlerici liberaller, bu durumun aksine, eĢit siyasi katılım haklarına sahip olmayı, sosyal eĢitliği demokratik hükümetin Ģartı olarak kabul etmektedirler ve bu nedenle bu maddeleri temel hak ve özgürlüklerin eĢitliği kadar önemli görmektedirler. Rawls (1999:477), siyasi hakların eĢitliği ve her vatandaĢ için adil değerlerinin, her bir vatandaĢın eĢit bir insan olarak öz saygı duyusunun korunmasının temel koĢullarından biri olduğunu savunmaktadır.

Sosyalistlerin insan doğası hakkındaki görüĢleri, onları temel siyasi rakiplerinden, liberallerden ve muhafazakarlardan ayırmaktadır. Bu iki grup, bütün insanların kendi kendine ilgilenen ve materyalist olduğunu iddia etme eğilimindeyken, sosyalistler, bu özelliklerin, kapitalizm altındaki sosyal koĢullanmanın ürünleri olduğunu iddia etmektedirler (Derfler, 1973:12). Bu görüĢe göre, bireyler bencilce ve rekabetçi davranmaktadırlar. Bu davranıĢlarının nedeni karakteristik özellikleri değil, aksine davranıĢları sonucunda teĢvik edilip ödüllendirilmeleridir. Sosyalistler, sosyalist bir toplumda teĢvik edilen değerlerin ve inançların, karĢılıklı olarak pekiĢtirici maddi ve manevi hedeflerin peĢinde kooperatif ve kolektif Ģekilde koĢulursa baĢarılı olacaklarına inanmaktadırlar. Sosyalizm mülkün ortak mülkiyetine dayanan bir teori ya da sosyal örgütlenme sistemidir (Andropov, 1983:320). Bununla birlikte, bu mülkü kimin yöneteceği ve öngörülen koĢullar altında devletten ve bürokrasiden nasıl kurtulacağı her zaman belirsizliğini korumuĢtur. Sosyalizm, vatandaĢların ortaklaĢa üretim ve dağıtım araçlarına sahip oldukları ve idari kontrol gücünün devlette yer aldığı bir sosyal örgütlenme ve yönetim teorisi ya da yöntemidir.

Walker Connor (1978:377), milliyetçilik çalıĢmasında, özellikle siyaset biliminde, uygun bir terminolojinin eksikliğini sistematik olarak ele alan ilk araĢtırmacılardan biriydi. Connor tarafından tercih edilen ve o zamandan beri milliyetçilik literatürünün çoğunda yer alan terim etnik kökendir. Bu, hem kendi devletinden yoksun bırakılmıĢ bir millete olan bağlılığı hem de özellikle ikincisinin bir ulus devlet olarak algılandığı belirli bir devlette bulunan etnik gruba olan bağlılığı ifade etmektedir. BaĢka bir deyiĢle, etnik-ulusçuluk çok geniĢ bir anlamda algılanmakta ve milliyetçiliğin yerine kullanılabilmektedir. Milliyetçi hareketlerin çoğunlukla solistist (solipsist -tekbenci) bir tavır gösterdiği düĢünülmektedir. Connor (1973:15) haklı olarak, bir ulusal grubun ve liderliğinin geleneksel olarak diğer grupların haklarına örnek teĢkil ettiği genel duyarsızlığa iĢaret etmektedir. Bu açıkça, en rasyonel görünen milliyetçi hareketin bile rasyonel olmayan karakterine iĢaret etmektedir. Mantıksızlık, birisinin potansiyel müttefiklerin çabalarıyla var olan çabalarını koordine etmekte yetersiz kalmasıdır. Çünkü ikincisi aynı etno-biyolojik havuza ait

değildir. Etnolojik bağın doğasını tartıĢırken, Connor (1993) irrasyonel değil, rasyonel olmayan sıfat üzerinde durmuĢtur.

FaĢizm, bir politik davranıĢ biçimi olarak, en iyi, kitlesel bir partinin demokratik özgürlükler bırakarak iç temizlik veya dıĢ geniĢleme elde etmek için baskın bir hedefle ülke üzerinde kontrol kazandığı, oldukça otoriter bir yönetim sistemi olarak tanımlanabilmektedir. FaĢist egemenler, gücünü küçük burjuvazi ve sendikalardan almaktadırlar (Paxton, 2004:218). Buna ek olarak, faĢist rejimler, güçlü ve romantik bir tür olan milliyetçiliği öne çıkarmaktadır. Millet, insanlara atalarından kalan onları bir araya getiren bir varlık olarak sunulmaktadır (Zimmer, 2003:80). Bayraklar ve semboller ulusal kimliğe katkıda bulunmak için kullanılmaktadır. Bireylerin kendilerini böyle amblemlerle ayırmaları beklenmektedir. FaĢist rejimlerde, demokratik değerleri ve insan haklarını göz ardı etme eğilimi de vardır; infazlar, hapis ve iĢkence devlet adına kabul edilebilir (Britt, 2017:28). FaĢist bir rejimde her ne pahasına olursa olsun totaliter bir rejimin çoğulculukla değiĢtirilmesinden kaçınılmaktadır. Sonuçta çok partili demokratik yönetim, tek partili hayatın zor kullanılarak hayata geçirilmesiyle durdurulmaktadır.

FaĢist rejimler güçlü bir hiyerarĢi yaratır ve iĢler. Ulusun üyelerinin de bu ilkeleri benimsemeleri beklenmektedir. Pek çok durumda, milletin kalbinde devrimci bir milis bulunur ve bu da katı bir ilkeler dizisini izlemektedir: disiplin, düzen ve hiyerarĢi. Bu hiyerarĢi, ülke genelinde kontrol mekanizması oluĢturur ve iktidara dayanan en üst yeri iĢgal etmektedir. TartıĢılan en üstteki yer, millete hükmetme konusunda tartıĢılmaz bir hak olduğunu iddia eden bir lider tarafından iĢgal edilmektedir (Renton, 1999:19). Lider kendini, zaman içinde dikte etme eğiliminde olmasına rağmen, vatandaĢların ortak iradesinin tercümanı olarak göstermektedir (Umberto, 1995:8). Burada halk iradesinin temsilcisi olarak tezahür edenlerin daha sonra bu ortak iradeyi Ģekillendirme otoriteleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Benzer nedenlerden dolayı faĢizm, liberalizmi ve marksist sosyalizmi tehdit olarak görmekte ve ulusun ortak yaĢamından uzaklaĢtırmaya çalıĢmaktadır. FaĢist bir dünya görüĢünde demokrasi, insanların sesini temsil etmede etkili olmayan bir kurumdur.

Ġdeoloji kavramı Althusser`in kuramı ile ekonomik yapının ve iliĢkilerin tamamen dıĢına taĢınmıĢtır. Althusser`e göre (1995:280), ideoloji kiĢiler ve dünyaya bakıĢ açıları arasındaki iliĢkidir. Bilincin veya bilinçaltının yansıtılmıĢ felsefi biçimidir. Mantıksız ve baskın Ģekilli olması nedeniyle bilimden ayrılmaktadır. Althussere göre, ideoloji kavramı kiĢilerin yaĢam biçimleri ile aralarında olan hayali bir tasarımdır. Ġdeoloji iletiĢim süreci gerçek bir süreç değildir, kiĢilerin bakıĢ açıları ve inançları yönünde ortaya çıkan hayali bir süreçtir (Güngör 2001: 226). Althusser ideoloji kavramını özgür biçimde sunulmuĢ ve onu belirli sınıfın diğer sınıfa dayattığı bir fikirler topluluğundan çok, tüm sınıfların katıldığı devamlılığı olan ve topluma yayılmıĢ eylemler toplamı Ģeklinde yeniden tanımlamıĢtır. Tüm kiĢiler eylemlere katılarak ait oldukları sınıfın çıkarlarına yönelik olumlu adımları yerine getirmektedirler. (Althusser 1995:104). Althusser‘in ideoloji yaklaĢımı dıĢtan değil, içten sürdürülmektedir. Ġdeolojik açıdan oluĢturulmuĢ düzen tüm sınıfların fikirleri ve yaĢam biçimleri üzerinde çok fazla etkili olmaktadır (Fiske 2003: 223).

Althusser, Marksist teoriyi açıklarken var olmak için, üretici güçleri, üretim koĢullarını ve üretim iliĢkilerini esasen sürekli olarak yeniden üretmek için bir toplumsal oluĢumun gerekli olduğunun üzerinde durmuĢtur. Üretim iliĢkilerinin yeniden üretilmesi, iĢçilere günden güne iĢi görünecek Ģekilde minimum miktarda ödeme yapan ve böylece dikey hareketliliklerini sınırlayan ücret sistemi ile sağlanmaktadır. Üretim koĢullarının yeniden üretilmesi, egemen sınıfın baskı altına almak, sömürmek, gasp etmek ve boyun eğdirmek için verdiği bir sınıf mücadelesi bağlamında kapitalist egemen ideolojinin kontrol ettiği mekanizmalar devlet aygıtlarıyla gerçekleĢmektedir.

Üst yapı, altyapıdan doğar, kültür ve ideolojiden oluĢur. AĢağıdaki örnekler üst yapı konseptini daha ayrıntılı olarak yansıtmaktadır: (Althusser 1995:110)

 Kültür, yasaları, siyaseti, sanatı vb. içermektedir.

 Ġdeoloji dünya görüĢlerini, değerlerini ve inançlarını içermektedir

 Marx'ın teorisi, üst yapının altyapıdan gelmesi, yaĢamın ve yaĢam biçimlerinin yenilenmesidir, böylece altyapının üretilmesine devam edilmektedir.

Egemen sınıf, iĢçi sınıfına hükmetmek için baskıcı devlet aygıtlarını kullanmaktadır. Baskıcı devlet aygıtlarının (hükümet, mahkemeler, polis ve silahlı kuvvetler, vb.) temel, sosyal iĢlevi, tabi olduğu toplumsal sınıfları, Ģiddet uygulayarak ya da zorla bastırmak suretiyle, egemen sınıfın çıkarları lehine zamanında politikaya müdahale etmektir. Egemen sınıf devlet araçlarını kontrol etmektedir. Çünkü devletin yetkilerini de kontrol etmektedirler (siyasi, yasama, silahlı).

Althusser, Marksist devlet teorisini, devletin baskıcı aygıtlarını, bir dizi toplumsal kurum olan devletin ideolojik aygıtlarından ve devletin ideolojik aygıtlarını birçok ideolojiye yayan çoklu, politik gerçekliklerden ayırarak geliĢtirmiĢtir. Devletin eğitim ideolojik aygıtları, devletin aile ideolojik aygıtları, devletin yasal ideolojik aygıtları, devletin politik ideolojik aygıtları, devletin iletiĢim ideolojik aygıtları, devletin kültürel ideolojik aygıtları vb. belirtmektedir. Devletin baskıcı aygıtları ve ideolojik aygıtları arasında farklılıklar Althussser tarafından aĢağıdaki gibi geliĢtirilmiĢtir: (Althusser 1995:114)

 Baskıcı devlet aygıtı, doğada çeĢitlilik arz eden ve iĢlevsellikte olan ideolojik devlet aygıtının aksine, birleĢmiĢ bir varlık (kurum) iĢlevi görmektedir. Ayrı ideolojik devlet aygıtını birleĢtiren, iktidardaki ideolojinin nihai kontrolüdür.

 Devlet, baskıcı ve ideolojik aygıtların her biri, Ģiddet ve ideolojinin çifte iĢlevini yerine getirmektedir. Bir durum aygıtı yalnızca baskıcı ya da yalnızca ideolojik yapamamaktadır. Bir baskıcı devlet düzeneği ile bir ideolojik devlet düzeneği arasındaki ayrım, toplumdaki birincil iĢlevidir. Sırasıyla Ģiddetli baskının yönetimi ve ideolojinin yayılması gerçekleĢtirilmelidir. Uygulamada, baskıcı devlet aygıtı, baskı ve Ģiddet aracı ve ikincil olarak bir ideoloji aracıdır; oysa, ideolojik devlet aygıtının birincil pratik iĢlevi, ideolojinin yayılmasının aracı ve ikincil olarak da politik Ģiddet ve baskı aracı olarak kullanılmasıdır. Ġdeolojik durum aygıtının ikincil iĢlevleri, gizli ve sembolik bir Ģekilde etkilemektedir.

Ayrıca, bireyler ve siyasi gruplar baskın sosyal sınıf tarafından oluĢturulan sosyal düzeni tehdit ettiğinde, devlet, baskıcı devlet aygıtının dengeleyici iĢlevlerini çağırmaktadır. Dolayısıyla, iyi huylu toplumsal baskı biçimleri, toplumda bireysel ve kolektif davranıĢları yönetmek için görünürde kamu sözleĢmeli dilin kullanıldığı yargı sistemini etkilemektedir. Baskın düzene iç tehditler (sosyal, politik, ekonomik) göründüğü gibi, devlet orantılı toplumsal baskıyı uygulamaktadır (Althusser 1995:114): polisin baskılanması, hapsetme ve askeri müdahale.

Ġdeolojik devlet aygıtları, Althusser'a göre (2004), baskıcı devlet aygıtlarıyla aynı amaçlara ulaĢmak için fiziksel Ģiddetten farklı yöntemler kullanmaktadırlar. Eğitim kurumlarını (örneğin okullar), medya kuruluĢlarını, kiliseleri, sosyal / spor kulüplerini ve aileyi kullanabilmektedirler. Bu oluĢumlar, devletin resmi bir parçası olmaktan ziyade görünüĢte apolitik ve sivil toplumun bir parçasıdır (yani baskıcı devlet aygıtlarında olduğu gibi). Ġdeolojik devlet aygıtları, düzeni ifade etmek ve dayatmak yerine Ģiddetli baskı yoluyla egemen bir sınıfın kontrolünü güçlendiren ideolojileri yaymaktadır. Ġnsanlar sosyal reddedilme korkusuyla eĢlik etme eğilimindedir: dıĢlama, alay ve izolasyon. Althusser'in görüĢüne göre (2004), sosyal sınıf, ideolojik devlet aygıtlarını ve aynı zamanda hegemonyayı (egemenliği) aynı anda uygulayana kadar devlet gücünü elinde tutamamaktadır.