• Sonuç bulunamadı

Bir mesleği tam anlamı ile tanımlamak ve anlamak için, onu gerçekleştirildiği ortam içerisinde ele almak en doğrusu olacaktır (Beck ve Young, 2005; Williams, 2008). Akademisyenler, büyük ölçüde yükseköğretim kurumlarında yani üniversitelerde görev yapmaktadır. Görevlerini gerçekleştirme sürecinde ise üniversitelerin yapısal özelliklerini etkiledikleri kadar bu yapıdan da etkilenmektedir(Arasa ve Calvert, 2013; Yaacoub, 2011).

Akademisyenlik mesleği profesyonel bir meslektir (Beck ve Young, 2005, s.183); bu durumda akademisyenler de profesyonel işgörenler olarak adlandırılabilir. Profesyonel işgörenler olarak akademisyenlerin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir (Baldridge vd., 2010, s.205):

a. Akademisyenler, işlerinde özerk olmak isterler. Kendi uzmanlık alanlarında sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanırken başkalarının kontrolünde olmak istemezler.

b. Akademisyenler yaptıkları işin, aynı uzmanlık alanından kimseler tarafından değerlendirilmesini isterler. Diğer bir değişle, yoğun eğitim sürecinden geçerek belli bilgi ve becerilerle donanmış akademik işgörenin yürüttüğü görevleri kontrol edecek olan yine kendileri ya da meslektaşlarıdır; çünkü bu bilgi ve becerilerle donanmamış bir kimsenin yapılan işi değerlendirmesi zordur. Bu nedenle akademisyenler, yaptıkları çalışmaların yönetim pozisyonundakiler değil kendi uzmanlık alanındakiler tarafından değerlendirilebileceğine inanırlar.

c. Akademisyenlerin iki yönlü bağlılıkları vardır. Akademisyenler, çalıştıkları üniversiteye bağlılık gösterdikleri gibi kendi uzmanlık alanlarına da bağlılık gösterirler. Hatta çoğunlukla uzmanlık alanlarına bağlılıkları daha yüksek olabilmektedir.

d. Akademisyenler, mesleki değerler ile kurumsal bürokratik beklentiler arasında çoğunlukla çatışmalar yaşarlar. Çatışma durumunda mesleki

48

değerleri öncelikli tutmaları daha olasıdır. Dill (1982b, s.257), kural ve düzenlemelerin akademik ideolojinin hedefleri ile örtüştüğü sürece kabul gördüğünü, gerçeği arama, bilgi üretme gibi mesleki değerler ile bürokratik düzenlemeler çakıştığında, önceliğin ideolojiye yani akademik değerlere verildiğini ifade etmektedir.

Akademisyenlik mesleğinin öğretim, araştırma ve hizmet rollerinden oluşan çok boyutlu yapısı ve yukarıda bahsedilen profesyonel özellikleri, mesleği olduğu kadar mesleğin yerine getirildiği kurumlar olan üniversiteleri de karmaşık bir yapıya büründürmektedir (Baldridge vd., 2010; Birnbaum, 2010). Üniversiteler bürokratik bir yapılanmaya sahip olmakla birlikte, klasik bürokratik örgütlerden farklıdırlar. Mintzberg (2010, s.54), üniversiteleri profesyonel bürokrasiler olarak adlandırmakta, hatta profesyonel bürokrasinin tipik örnekleri olduğunu ifade etmektedir. Bu tür bürokratik yapılar, işlerin bilgi ve beceriye dayalı yürütüldüğü, insan ve değere dayalı örgütlerde görülmektedir. Üniversiteler ise bu tür örgütler için güzel bir örnektir.

Profesyonel bürokrasileri geleneksel bürokratik yapılanmadan ayıran temel özelliklerin hepsi üniversitenin yapı ve işleyişinde kendini göstermektedir. Öncelikle, profesyonel bürokrasiler olarak üniversitelerde yapılan iş, karmaşık bilgi ve beceriler gerektirdiği için yapılan işin meslek dışından kimseler tarafından kontrol edilmesi imkânsızdır. Bu nedenle, yapılan işin kontrolü onu yapan işgörenlerin yani akademisyenlerin elindedir. Ayrıca, üniversitelerde personelin çoğunluğu bilgi işçisidir; yani bilgi üretir, yayar, korur ya da kullanır. Bu nedenle, üniversitelerde bilgi işçiliği yapan personel yani akademisyenler, uzmanlığın getirdiği mesleki otoriteye sahiptir (Birnbaum, 1991, s.6). Bu mesleki otorite, geleneksel olarak kabul edilen üstlerin kontrol ve koordinasyonu sağlama anlayışına ters olduğu için bürokratik yapılanmanın getirdiği hiyerarşi, kontrol ve yönetim süreçleri bu durumda etkisini yitirmektedir (Baldridge vd., 2010, s.206). Diğer bir değişle, akademisyenlerin sahip olduğu bilgi ve beceriler buna sahip olmayanlar tarafından yönetilemeyeceği için, üniversitelerde yönetim süreçleri de farklı işlemektedir (Birnbaum, 1991, s.6). Etzioni (1959: akt.Mintzberg, 2010,

49

s.55) üniversitelerde uzmanlıktan doğan profesyonel otorite ve hiyerarşik yapılanmadan doğan yönetsel otorite olmak üzere iki farklı otoritenin bulunduğunu ifade etmekte, ancak bu örgütlerde işgören-uzman-yönetici ilişkisinin tersine işlediğini ileri sürmektedir. Yöneticiler, örgütteki ikincil etkinliklerden sorumludurlar; yani uzmanların yürüttüğü etkinliklerin yerine getirilmesi için gerekli araçları sağlamak ve yönetmekle yükümlüdürler. Bu durumda, uzmanlar otorite iken yöneticiler onların işgöreni gibidir. Sonuç olarak, kararlar uzmanların oluşturduğu birimlerden çıkar. Örneğin, bir profesör neyi nasıl araştıracağına, neyi nasıl öğreteceğine kendisi karar verir.

Akademisyenlerin sahip olduğu mesleki otorite, üniversitelerdeki güç yapılarını da etkilemektedir. Geleneksel bürokrasilerde, güç ve statü yönetim biriminin bir üyesi olmaktan gelir. Her alt birimin bir üst birimin kontrolünde olduğu bir hiyerarşik yapı mevcuttur. Bu nedenle, bu örgütlerde statü ve güç kazanmak için yönetim biriminin bir üyesi olmak gerekmektedir. Üniversitelerde ise güç, uzmanlığa yani bilgi ve beceriye dayalıdır; bu nedenle güç, beklenenin tersine, hiyerarşinin alt basamaklarında yer almaktadır. Akademisyenler, uzmanlık ve tanınırlıkları arttıkça terfi ederler ve bu örgüt yapısı içinde bir sıralama ortaya çıkarır (Mintzberg, 2010, s.55). Lusford (1968: akt. Smerek, 2010, s.383), yürüttüğü araştırmalarda akademisyenlerin çoğunlukla, yöneticileri kendi eylemlerini yerine getirecek düzenlemeleri yapmakla yükümlü bir hizmet personeli gibi algıladıklarını ve yönetime yakın olan akademisyenlerin genelde akademik olarak yeterlilikleri zayıf olan ve kişisel güç ve prestij elde etmek isteyen kimseler olarak düşünüldüğünü gözlemlemiştir.

Akademisyenler, araştırma görevlerinde özerk oldukları gibi öğretim görevlerini yerine getirirken de özerktirler. Öğretim görevi sınıflarda, kapalı kapılar ardında yürütülmektedir. Bu nedenle, öğretim sürecinde bir akademisyen diğerinden bağımsızdır. Öğrencilerle kapalı kapılar ardında kendi belirlediği bir süreç içinde etkileşim halindedir. Sınıf içindeki bu etkileşim sürecini değerlendirmek ise oldukça güçtür. Akademisyenler birbirinden bağımsız çalıştıkları için, üniversitelerde çalışmaların eşgüdümü, işe yönelik bilgi ve

50

becerilerin standartlaştırılması ile sağlanır. Bu standartlaştırma ise eğitim sürecinde ve mesleki kuruluşlar yoluyla kazandırılır. Standartlaştırma sayesinde herkes işlerin nasıl yapıldığını ve kimin ne yaptığını bildiği için işler yürür. Diğer taraftan, her ne kadar standartlaştırma eşgüdümü sağlamak için tek yol gibi görünse de tam bir standart sağlamak her zaman mümkün değildir. Uygulamada her zaman için farklılıklar olur. Örneğin, iki öğretmen aynı konuyu da öğretse aynı şekilde öğretmez. Öğretmenin anlatma tarzı, inançları, sınıf ortamı gibi pek çok faktör öğretim sürecini etkiler (Mintzberg, 2010, s.57).

Akademisyenlik mesleğine ait rollerin çeşitliliği ve çok farklı uzmanlık alanlarının bulunması, üniversitelerin amaçlarının da belirsiz olmasına neden olmaktadır. Her örgütün olduğu gibi üniversitelerin de hedefleri vardır; ancak bu hedefler karmaşık ve belirsizdir. Üniversitenin amacı nedir sorusuna verilebilecek pek çok yanıt vardır. Örneğin, öğretim, araştırma, toplumsal sorunlara çözümler üretme, bilimsel icatları yönetme, yerel halka hizmet etme, sanatı destekleme gibi pek çok amaçtan bahsedilebilir. Amaçların çeşitli olması ve belirgin olmamasının yanında, belirtilen amaçlar birbiri ile rekabet içindedir ve bu, durumu daha da karmaşık bir hale getirmektedir (Baldridge vd., 2010, s.208). Üniversiteler, tüm bu özellikleri ile Cohen, March ve Olsen’in (1972) “örgütlü anarşi (organized anarchy” olarak tanımladıkları örgüt yapısının tipik bir örneği olarak kabul edilmektedir.

Üniversitelerin amaçlarında olduğu gibi yapısında da çeşitlilik bulunmaktadır. Akademisyenler, üniversitenin asıl hedeflerine yönelik işleri yürüten işgörenler olarak yapının merkezini oluşturmaktadır. Bunun yanında, merkezi birime destek sağlayan hizmet birimleri yani idari yapılanma bulunmaktadır. Merkezi birim oldukça genişken kontrol birimleri oldukça dardır. Örneğin, üniversitelerde fakülteler ele alındığında öğretim elemanı sayısı oldukça fazladır. Yönetim birimi ise dekanlıktır ve sayısı öğretim elemanlarına göre çok sınırlıdır (Mintzberg, 2010, s.68). Bu yapısal çeşitliliğin yanında, çok farklı talep ve ihtiyaçlara yanıt vermekle yükümlü yükseköğretim kurumlarında buna yönelik çok çeşitli programlar bulunmaktadır (Baldridge vd., 2010; Birnbaum, 1991).

51

Üniversitenin yapısındaki bu çeşitlilik, akademisyenlerin çalışma ortamlarını şekillendirmesi bakımından önemlidir. Bu farklı yapılanma ve programlar, akademisyenlerin ‘biz’ ve ‘onlar’ algısını şekillendirerek mesleki kimlik algılarını biçimlendirebilir.