• Sonuç bulunamadı

Özsel Yaklaşım: Din, kutsalın tecrübesidir

1. Kavramsal Çerçeve

1.2. Din ve Dindarlık

1.2.1.2. Terimsel Analiz

1.2.1.2.1. Özsel Yaklaşım: Din, kutsalın tecrübesidir

Yahudilik, Hıristiyanlık ve Đslam gibi geleneksel büyük dinlerin din anlayışlarının, genel itibariyle, özsel nitelik taşıdığı söylenebilir. Bu çerçevede, örneğin Đslam dininin din anlayışının, hem bu araştırmanın konusunu ilgilendirdiği hem de klasik bir örnek olduğu için, özsel yaklaşıma temsil edici bir çerçeve oluşturacağı düşünülebilir.

Öncelikle belirtilmelidir ki, Đslam’a göre din, beşer kurgusu olmayıp, Tanrı kaynaklıdır, yani ilahidir; Tanrı’nın gökten yeryüzüne ve insanoğluna uzattığı kurtuluş ipidir (Bakara, 2/256; Lokman, 31/22). Önemli benzerlikler olsa da, sosyolojik din anlayışı ile teolojik din anlayışı arasındaki temel farkın bu noktada yattığı söylenebilir. Zira sosyolojik din anlayışında bir sistemin din olarak kabul edilmesi için, ‘ilahi’ olması gerek şart değildir. Ne var ki, Đslam’a göre bir sistemin ‘hak’ yani gerçek bir din olabilmesi, ancak ilahi vahye dayanması ile mümkündür. Onun içindir ki, Đslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da, Allah katında gerçek dinin Đslam olduğu ve ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği vurgulanmaktadır (Al–i Đmran, 3/19, 85). Bu çerçevede, Kur’an’da “din” kavramının, ‘Allah’a teslimiyet’ anlamındaki ‘Đslam’14 kavramı ve ‘ibadet’ (kulluk)15 kavramı ile sıkı bir ilişki içinde olduğu görülmektedir ki, esasen bu son iki kavramın birbiriyle oldukça yakın anlamlara sahip olduğu açıktır. Đzutsu, Kur’an’da, ‘din’ kavramının

12 Hemen belirtelim ki, özsel din tanımlarında işlevsel ve işlevsel din tanımlarında özsel nitelikler yer alıyor olabilir. Bu araştırmada din tanımları, özsel ve işlevsel olarak ikiye ayrılırken, bu tanımların ‘daha çok’ hangi nitelikte olduğuna dikkat edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla, hem özsel hem işlevsel özellikler taşıyan din tanımlamalarında, hangi özelliğin daha ağır bastığını tespit edilmeye ve sınıflama bu yoruma göre yapılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, örneğin, içerisinde işlevsel temalar yer alsa da, ‘daha çok’ özsel niteliklerin ağır bastığı düşünüldüğünden Đslami din tanımı, özsel din tanımları arasında ele alınmıştır.

13 Rudolf Otto (1869–1937) (Wach, 1995: 37) 14 Bk. Al–i Đmran, 3/19; Maide, 5/3.

daha çok ‘kişisel/subjektif din’ ve ‘millet’ kavramının ise ‘toplumsal/objektif din’ anlamında kullanıldığını belirtmektedir ki, bu ayrımın özellikle din sosyolojisi açısından önemi ortadadır: “… derin bir kişisel olay, her ferdin bir şeye inanması alamındaki din, yani kısaca iman… ferdidir. Millet… [ise], dini bir toplum birliği meydana getiren ve o toplumdaki sosyal hayatın temelini teşkil eden inançlar ve törenler sistemidir… Daima müşterek bir dine dayalı bir toplumu hatırlatır… Millet esas olarak ümmetin yapacağı iştir… Din ise her ferdin kişisel işidir” (Đzutsu, 1975: 213–217).

Kur’an’da geçen ‘din’ ve ‘millet’ kavramlarının, dinin kişisel ve toplumsal yönlerine işaret eden kavramlar olduğunu belirttikten sonra şimdi de, Đslam’ın din anlayışını oldukça bütünlükçü ve veciz bir şekilde özetleyen bir ayet ve hadis aracılığıyla konu örneklendirilecektir: “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekatı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. Đşte doğru olanlar bunlardır ve işte takva sahipleri bunlardır” (Bakara, 2/177).16 Bu ayette yer alan, (1) Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman, Đslam’ın ‘iman’ esaslarını; (2) namaz ve zekat, ‘ibadet’leri ve (3) ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, sözünde durmak, sabretmek gibi erdemler ise, Đslam ‘ahlak’ını temsil eden örneklerdir. Đslam dininin temel unsurlarını yani dinin özünü ve ruhunu özetleyen bu ayet (Ateş, 1997: 190) Đslam’ın din anlayışını örneklendirmesi bakımından oldukça önemlidir. Zira Đslam’a göre din, en yalın biçimiyle Tanrı’ya inanma ve ona ibadet etme olduğuna göre, onun bir inanç sistemini ve bir ibadet sistemini içermesi zorunludur; ilave olarak, bu iki temel unsur yanında, dinin bir ahlak sistemine de sahip olduğu görülmektedir. Ahlak, bir yandan, inanç ve ibadetlerde içtenlik ve samimiyet (ihlas) anlamına gelirken; diğer yandan, Tanrı inancının ve O’na olan sevginin Tanrı’nın kulları üzerinde

gösterilmesi, onların hoş ve mutlu edimesine çalışılması, onların haklarının ihlal edilmemesi anlamını da içermektedir (Bardakoğlu, 1998: 15–17).

Hadis literatüründe ‘Cibril hadisi’ diye meşhur olan diyalogda geçtiğine göre, bir gün bir yabancı Hz. Muhammed’e gelmiş ve ona ‘iman’, ‘Đslam’ ve ‘ihsan’ın ne demek olduğunu sormuşur. Đslam peygamberinin bu sorulara verdiği cevaplar, öz itibariyle Đslam dininin yukarıda değinilen üç temel unsurunu, yani inanç, ibadet ve ahlakı özetlemektedir. Hz. Muhammed ‘iman’ı, Allah’a, ahiret gününe, peygamberlere, meleklere, kitaplara ve kadere inanmak olarak; ‘Đslam’ı, şirk koşmaksızın sadece Allah’a ibadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek olarak; ‘ihsan’ı da, Tanrı’yı görüyormuşçasına ibadet etmek olarak açıklamış ve insanlar Tanrı’yı göremese de, Tanrı’nın insanları gördüğünü belirtmiştir. Hadisin sonunda Hz. Muhammed, soruları soranın vahiy meleği Cebrail olduğunu ve onun cevapları öğrenmek için değil, insanlara dinlerini öğretmek için geldiğini belirtmektedir (Wensinck vd., 1936: 467; Wensinck vd., 1943: 168; Buhari, Đman, 37). Yukarıdaki ayet ve bu hadisin birbirine oldukça paralel bir söylem birliği içerisinde Đslam’ın din anlayışını özetlediği görülmektedir: Đslam dininin iki temel kaynağı Kur’an ve sünnete göre, ilahi bir dinin, birbirini tamamlayan üç alt sistemi vardır: inanç, ibadet ve ahlak.

Đslam bilginlerine ait din tanımlarının da, yukarıdaki ayet ve hadis gibi örnekler, yani Kur’an–ı Kerim ve Đslam esasları göz önünde bulundurularak yapıldığı anlaşılmaktadır. Arap dili, kelam ve fıkıh bilgini Seyyid Şerif Cürcani (ö. 816/1413)17 ‘din’i, “akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği şeyleri benimsemeye çağıran ilahi bir kanun”18 olarak tanımlamaktadır (el–Cürcani, 1424: 174). Tacü’l– Arus’ta da tekrar edilen ve Đslam kaynaklarında benzerlerine sıkça rastlanan bir diğer yaygın din tanımı da şöyledir: “Akl–ı selim sahibi insanları, kendi tercihleriyle, onlar için gerçekten hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanun”19 (el–Bacuri, 1427: 41; ez–Zebidi, 1414: 208). Tehanevi ise, dinin, insanları hem bu dünyada hem de öteki

17 Đlk rakam hicri, ikincisi miladi tarihi göstermektedir.

18 “ed–Dinü vaz’un ilahiyyün yed’u ashabe’l–ukuli kabule ma hüve inde’r–rasuli”.

19 “Vaz’un ilahiyyün saikun li–zevi’l–ukuli’s–selimeti bi–ihtiyarihimi’l–mahmudi ila ma hüve hayrün lehüm bi’z–zati”

dünyada mutlu kılacağına vurgulayan bir din tanımı yapmaktadır: “Din, akıl sahiplerini kendi tercihleriyle şimdi [dünyada] salaha [doğruya], gelecekte [ahirette] felaha [kurtuluşa] götüren ilahi bir kanundur”20 (et–Tehanevi, 1427: 141). Bu klasik tarifleri de dikkate aldığı anlaşılan son dönem din bilginlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi (1878–1942), “Hasılı din, iman ve amel mevzuu olarak akıl ve ihtiyara teklif olunacak hak ve hayır kanunlarının heyeti mecmuasıdır ki millet ve şeriat dahi tabir edilir” demekte ve “Din, zevi’l–ukulü hüsn–i ihtiyarlariyle bizzat hayırlara sevk eden bir vaz’–ı ilahidir” şeklindeki yaygın klasik tanımın, Đslami bir ‘hak din’ tanımı olup; batıl dinleri dışarıda bıraktığını da eklemektedir (Yazır, 1935: 83, 90).

En önemlileri yukarıda aktarılan klasik Đslami din tanımlarının, Elmalılı’nın da belirttiği gibi, bütün dinleri kapsayan tanımlar olmayıp, özellikle Đslami/hak din için düşünülmüş dar kapsamlı tanımlar olduğu görülmektedir. Zira sosyolojik din anlayışından farklı olarak bu teolojik tanımların ortak noktalarından biri, dinin ilahiliğine yapılan vurgudur. Konunun girişinde de değinildiği gibi, Đslami din tanımının, daha çok ‘özsel’ oluşunun neden ve anlamı budur: “Din, Allah Taala Hazretleri tarafından vaz’ olunmuş bir kanun–i mübindir… Bu kanun–i mübini, enbiya–i izam hazaratı canib–i ilahiden vahy tarıkı ile telakki ederek nasa tebliğ buyurmuşlardır. Binaenaleyh dinin vazı–i hakikisi, Cenabı Hak olup menşe–i aslisi vahy ve nübüvvettir. Son asırlarda bazı hükemanın “din–i tabii – diyanet–i tabiiye” namiyle vaz’ etmek istedikleri bir takım umdelere ve cahiliyet devirlerinden kalma bir kısım batıl mezheplere mutlak surette din namı verilemez. Bunlar hiçbir vechile din mahiyet–i ulviyyesini haiz olamazlar. “Din–i tabii” denilen şey nihayet bir meslek–i felsefiden ibaret olabilir; cahil kavımların salik oldukları mezhepler de “edyan–ı batıla” namiyle yad olunur. Ervaha, bazı ibtidai maddelere, bir kısım nebatat ve hayvanata, yıldızlara, insanlara, sanemlere (putlara) taabbud eden kavımların zahib bulundukları yollar bu cümledendir” (Bilmen, 1959: 32).

20 “ed–Dinü hüve vaz’un ilahiyyün saikun li–zevi’l–ukuli bi–ihtiyarihim iyyahu ile’s–salah fi’l–hal ve’l–felah fi’l–meal”.

Dinin işlevsel tanımlarına geçmeden önce, özsel yaklaşımın en bilinen Batılı örneklerinden ikisine değinmek yerinde olacaktır. Esasen, sosyolojik gelenekteki özsel ve işlevsel yaklaşımlar arasındaki tartışma, ana hatlarıyla, Weber’in temel vurgusu olan ‘dinin ne olduğu’ şeklindeki özsel tanım ile Durkheim’a ait olan ve ‘dinin ne işe yaradığı’ üzerine yoğunlaşan işlevselci tanım arasındadır (Davie, 2006: 104). Sistematik ve bağımsız din sosyolojisi biliminin kurucusu olarak kabul edilen

Max Weber (1864–1920), Din Sosyolojisi (1920/1921) adlı çalışmasının girişinde,

“Böyle bir çalışmanın hemen başında, ‘din’i tanımlamak, mahiyeti hakkında söz söylemek mümkün değildir. Şayet bir şekilde yapılacaksa, tanımlamaya ancak çalışmanın sonunda girişilebilir. Dinin özü bizim temel konumuz değildir, biz onunla sadece sosyal davranışın özel bir tipinin koşullarını ve sonuçlarını incelemek için ilgilendik. Dinsel davranışın dışşal gidişatı o kadar çeşitlidir ki, anlaşılması ancak ilgili bireylerin öznel deneyim, düşünce ve amaçlarına sahip bir bakış açısından, yani dinsel davranışın “anlam”ına sahip bir bakış açısından hareketle mümkün olabilir” (Weber, 2005: 145) demektedir. Alman ilahiyatçı Rudolf Otto (1869–1937) ise, “Din, kutsalın tecrübesidir” diyerek (Wach, 1995: 37), kısa ve basit olmakla beraber oldukça temsil edici bir özsel tanımlama yapmaktadır.