• Sonuç bulunamadı

Özel Alan-Kamusal Alan, Mahremiyet

1.3. KENTSEL UZAMDA ZAMAN-MEKAN ALGIS

1.3.3. Mekan Algısı

1.3.3.1 Özel Alan-Kamusal Alan, Mahremiyet

KüreselleĢmeyle birlikte değiĢen zaman-mekan algısında özel alan-kamusal alan sınırlarının tartıĢılması ve bu alanlarda varlık gösteren bireyin konumunu kavrayıĢının boyutları, küresel kuramcıların sıklıkla baĢvurduğu konulardandır. Sorgulamayı ilk baĢlatan Kamusallığın Yapısal DönüĢümü adlı çalıĢmasıyla Jürgen Habermas olur. Kamusal alanı tarihsel geliĢim içinde değerlendirerek demokrasiyle iliĢkisini çözümlemeye çalıĢan Habermas, kamusal olanı anlatırken özel alanın sınırlarını da tartıĢmaktadır. Özel alan, burjuva toplumunun emek alanı ve ailenin

sahip olduğu mahremiyet alanıdır. Devlet ya da iktidar, tümüyle özel alanın dıĢında yer alır ve kamusal alanın özgürlüğü de iktidar tarafından gözetilmelidir. Habermas‟ın kamusal alanı canlı ve dinamiktir ve aynı zamanda ideal bir yapı içerir. Kamusal olan, toplumsal faydaya yönelik düĢünce, söylem ve eylemlerin bireyler tarafından üretildiği ve geliĢtirildiği ortak etkinlik alanıdır ve her türlü sermaye egemenliğinden ve devlet otoritesinden arındırılmıĢ olması gerekmektedir281

. Sınırları ve doğası kuramcılar tarafından etraflıca tartıĢılan kamusal alan, küreselleĢmeyle birlikte sınırları yeniden tanımlanma gereği duyulan bir yapı sergiler. Kamusal olma, “herkesin girebildiği, herkese açık olan yer282” tanımlamasını zorunlu hale getirir. Dolayısıyla kent mekanları kamusal alanın tam da orta yerinde durmaktadır. Kentin kamusal mekanları üretilmiĢ mekanlardır ve üretilmiĢ mekan, aynı zamanda üretilmiĢ kamusal alandır. Bunlar; Hastane, hapishane, okul, park, müze, otel, kütüphane, terminaller, limanlar, havaalanları, barlar, kültür merkezleri, sinema ve tiyatro salonları, internet kafeler ve alıĢveriĢ merkezleri… gibi mekanlardır. Bu mekanların her biri, kentlilere seslenen, sosyal temsiliyet sunan, kentlilerin yoğun katılımına olanak sağlayan mekanlar olarak günlük yaĢamda önemli bir yer iĢgal eder.

Kentsel uzamda günlük yaĢam, kamusal alan-özel alan ayrımı üzerinden okunan bir dizi faaliyetlerden oluĢmaktadır. Öznel ve nesnel algının merkeze konduğu bu ayrımda özel alan, öncelikle ev olarak karĢımıza çıkar. Ġçinde yaĢanılan mekan, kiĢiye özgü oluĢuyla özel alan statüsüne taĢınır. Birey, sınırlarını kendisinin belirlediği bir alan yaratma olan iç mekanı düzenler. Toplumun ya da diğerlerinin dıĢarıda bırakıldığı bu mekan, sınırları savunulan ve mahremiyet içeren bir mekandır283. Ġç mekan, bireyin yaĢantısının ayrıntılarını taĢıyan, kiĢiliğinin

özelliklerini ve zaman-mekan deneyiminin izlerini barındıran yerdir. Pencereden gözlenen dıĢarısı, oda içinde mobilyaların konumlanıĢ Ģekline göre algının ayrıntılarını açık eder. Pencereye dönük duran koltuk vb. eĢyalar, dıĢa dönüklüğü simgelerken, pencere önüne sırtı dönük konan bir kanepe, dıĢarıya duyulan

281 Bkz., Jürgen Habermas, Kamusallığın Yapısal DönüĢümü, Çev:Tanıl Bora-Mithat Sancar,

ĠletiĢim Yay., Ġst., 2003, 97-101 s.

282 ġeyla Benhabib, “Kamu Alanı Modelleri”, Cogito:Kent ve Kültürü, Yky., Sayı:8, Ġst., 1996, 239

s.

güvensizliğe karĢı iç mekanda bir güven duygusu yaratma çabası olarak yorumlanır284

. Mimar Adolf Loos, iç mekan algısının duyumsal olduğunu savunur ve evi bir tiyatro locası, bazen de tiyatro sahnesi olarak değerlendirir. Loos‟un iç mekan yani özel alan içinde konumlandırdığı insan, metropolün kamusallığında mahremiyetini koruma mücadelesi veren öznedir. Bu mücadele, metropolün, iliĢkileri ezen, insanı tüketici sıfatıyla algılayıp yaftalayan ezici gücü karĢısında bağımsızlığını ve bireyselliğini koruma çabasında olan kiĢinin direncidir. KüreselleĢmenin yön verdiği metropol hayatında görülen bu direniĢ, günümüzde metropol büyüklüğünde olmayan kentlerde de görülmektedir. Küresel kentlinin uzamda verdiği bu savaĢım, ilkel insanın korunma gereksinimiyle doğa karĢısında takındığı tavırla benzerlik göstermektedir. Georg Simmel, bu mücadeleyi modanın etkisi üzerinden okur. Kent kültüründe, kentlinin dıĢsal olarak dikkat çekmesi, onun tüm zaafları bir yana, zevksizliğinin göstergesidir –zira, moda, dikkat çekmek için değil, kamusal alan paylaĢımında topluma uyum sağlamak için vardır. Toplum tarafından belirlenen kurallar, kamusal alanın mahremiyetidir ve kentliler, bu mahremiyete uyum sağlayabilmek için kendi mahrem yerlerini gizlemek zorundadır. Dolayısıyla küresel moda, bireyin mahremiyetini korumasında bir maske görevi görmektedir285

.

Loos, Simmel‟in modaya yaklaĢımını benimseyerek ilkel insanın kendini ifade etmek için renkli giysilere baĢvurduğunu, kendini giysilerle farklılaĢtırdığını savunur. Oysa günümüz insanının bireyselliği, giysilerle ifade edilemeyecek kadar güçlüdür ve bu güç yüzünden kendini maskeleme gereği duymaktadır. Loos‟un Simmel‟den hareketle oluĢturduğu yaklaĢım, dıĢ mekanla iliĢki kuran alanın mimarisine, “evin dıĢı”na yansımaktadır.

“En sonunda bana bir ev inĢa etme görevi verildiğinde, kendime Ģöyle dedim: Smokin bir insanı ne kadar değiĢtiriyorsa, dıĢ görünüĢü de bir evi ancak o kadar değiĢtirebilir. Yani pek değiĢtiremez… Çok daha basit olmam gerekiyordu. Altın düğmelerin yerine siyah düğmeler koymam gerekiyordu. Evin göze batmayan bir

284

Bkz., Beatriz Colomina, Mahremiyet ve Kamusallık, Çev:A.Ufuk Kılıç, Metis Yay., Ġst., 2011, 233-241 s.

285 Bkz., George Simmel, Modern Kültürde ÇatıĢma, Çev:Tanıl Bora, ĠletiĢim Yay., Ġst., 2003, 103-

görünümü olmalıydı. (…) Ev dıĢarıya bir Ģey söylemek zorunda değildir; tersine, bütün zenginliği içeride apaçık olmalıdır.”286

20.yüzyılın ilk yarısında mimaride önemli bir fark yaratan Loos, bireyin mahremiyetini düĢünerek iç mekan ile dıĢ mekan arasında belirgin bir sınır çizer. Sınırın temeli, içeriye ait olan “özel” mahremiyet ile dıĢarıya ait olan sosyal hayat ya da kamusal normlar arasında oluĢan uçuruma dayanmaktadır. DıĢarısı, kapitalizmin belirlediği kent kültüründe maskelerin alanıdır. Ġçerisi ise yabancılaĢtırılamayanın, maskesiz olanın mahremiyet alanıdır. Loos, evin dıĢarıdan görünüĢünü smokine yani bir erkek maskesine benzetir. DıĢ cephe, eril olanı yansıtmaktadır; içerisi bu durumda diĢil olana ait olan, üremenin sahnesi algısıyla dıĢ dünyanın etkisinden uzak olan mahremiyet ortamıdır287

. Loos, mimari üzerine radikal söylemlerini tasarımlarına yansıtamayan mimar olarak bilinir. Çünkü Loos‟un çeliĢkisi, iç ile dıĢ‟ın eĢzamanlı inĢa edildiği gerçeğidir –ki, bir baĢka ünlü mimar, Frank Lloyd Wright, mimaride iç mekan dıĢ mekan ayrımını reddeder.“Ġç ve dıĢ mekan diye iki ayrı mekan yoktur. Böylece iki elemana artık sahip değiliz. Ġçinde yaĢadığımız mekan dıĢarıya çıkabilmeli, dıĢ mekanla serbestçe birleĢebilmelidir. Mukabil olarak da dıĢ mekan serbestçe içeriye girebilmelidir”288

. Wright‟ın mekana yaklaĢımı, küreselleĢmenin mekansal düzenlemelerinin çıkıĢ noktasıdır. Günümüzde dıĢarının içeriyi, kamusal alanın özel alanı kuĢatmaya yönelik tahakkümü, mekanlar arasındaki algılayıĢ farklılığını da ortadan kaldırma çabasındadır. Özel alan-kamusal alan ortaklığı tıpkı zaman-mekan deneyiminde olduğu gibi bellekle ilgilidir. Ev bir iç mekan olarak, öznel bir belleğin temsilcisiyken, kamuya ait olan kent, kolektif belleğin taĢıyıcısı olma görevini üstlenerek nesnel bir yapı sunar. Kentsel mekan, yeniden yeniden üretilir ve kültürel simgeler deposu olarak toplumun ortak hafızasını oluĢturur. Kentli birey, her türlü mekansal algılayıĢta referans olarak yaĢadığı kenti ve kültürü ele alır. Dolayısıyla bu algılama sürecinin özel alana taĢınmasında, kamusal alan algısının evin dıĢında bırakılması mümkün değildir289.

286 Adolf Loos‟tan aktaran, Colomina, a.g.e., 273 s. 287

Bkz., Colomina, a.g.e., 273-274 s.

288 Bkz. Orhan Bozkurt, “Bir Mekan AnlayıĢı”, Konferans Metni, Teknik Ünv. Matbaası, Ġst., 1962, 7

s.

Mekan algısında cisimleĢmiĢ bir bellek nosyonu sunan Bachelard, bedenin ilk karĢılaĢtığı mekan olarak evin ayırt edici bir özelliği olduğunu savunur. Bachelard‟a göre, dıĢ mekan algısının referans noktası da iç mekan deneyimidir. Ev, kiĢinin bireysel anılarının maddi olarak yerleĢtiği yerdir ve anıların zamansallığı ev ortamında mekansal olarak kök salar. Evler evde yaĢayanların bedenleri ve anıları aracılığıyla varolur. Bellek için her Ģeyden önemli olan tek mekan vardır, o da evdir. Ev, insanlığın düĢüncelerinin, anılarının ve düĢlerinin bütününden oluĢur ve orada varlık, daha en baĢından itibaren bir değerdir, asla ötekileĢtirilmeyecek olduğuna inanılandır; çünkü ev, benliğin bir parçasını oluĢturan özel alan olarak bedene iĢlenmiĢtir. Varlığın ilk evreni Bachelard‟a göre evdir. Ġçsel olanın bilinmesi için özel yaĢama iliĢkin mekanların saptanması, zamansal kronolojiden daha önemlidir. Bachelard da, Loos ve Simmel gibi içsel mekanın cinsiyetini kadına yakıĢtırır. “Duvarların ve mobilyaların içtenlikli dengesinde, kadınların inĢa ettiği bir evin varolduğunun bilincine varırız. Erkekler, evin yalnızca dıĢını yapmayı bilir”290görüĢüyle özel olan ev, mahremiyetin mekanı olarak yüceltilir ve bu mahremiyet dıĢarıya kapalıdır. KiĢi, çevresiyle kurduğu iliĢkide denetim hakkını elinde tuttuğu mekanın belirleyicisidir. Aslında insanın zihinsel algısında içinde bulunduğu her mekanda, bir mahremiyet söz konusudur. ĠĢ yerinde, eğlence merkezlerinde, geçiĢi sağlayan gar, otogar, havaalanları gibi “yer-olmayanlar” sıfatıyla anılan mekanlarda bile bir mahremiyet vardır. Diğer bir deyiĢle, mahremiyet kiĢinin varlığıyla ilgilidir. Bireysel mahremiyet sağlık, cinsellik, hijyen gibi baĢlıklar içeren geniĢ bir alana yayılır. Aile ve ailenin yaĢamını sürdürdüğü ev, bu geniĢ alanın etkinlik niteliğidir. Kamusal alanda ise mahremiyetin çıtası yükselir. Örneğin, bir kiĢinin pijamayla dolaĢması, dıĢsal uzamda hoĢ karĢılanmayan bir davranıĢtır. Diğer bir deyiĢle, mahremiyet tek taraflı iĢleyen bir gizlilik ya da girilmezlik durumu değil, toplumsal ve kültürel değerlerin oluĢturduğu alıĢkanlıktan etkilenen, insanların birbiriyle iliĢkide olma ya da olmama isteğine bağlı olarak iĢleyen bir kontrol mekanizmasıdır291

.

KüreselleĢme, mahremiyet duygusunu bozuma uğratır. Modernlik yaĢamı ikiye bölmüĢ, “yüksek faaliyetler alanı” olarak kamusal alanı öne çıkarmıĢtır.

290 Bachelard, a.g.e., 90 s. 291 Bkz., Öymen Gür, a.g.e., 96 s.

Siyasetin, kültürel etkinliklerin arenası olan kamusal alan, evrenselin, düzene sokulmuĢ bütünlüğün, nesnel davranıĢ biçimlerinin ve erkeğin alanı oluĢuyla kodlanmıĢtır. Özel, gündelik hayatın mekanı olan ev ise aileyle iliĢkilendirilir ve kadın, kamusal alanda önem teĢkil etmeyen kiĢi konumundadır. Modernliğin eril bakıĢ açısı, öncelikli olarak erkeğe özgü alanları, iktidar odaklarını, devleti ve ekonomiyi merkeze almaktadır. Disiplinin, imkansızın, mantıklı olanın hakimiyet kurduğu bu alanda, kahraman konumundaki erkek, büyük davalar peĢinde koĢar. Kadının payına düĢense duygusallık, çocuk bakımı, ev iĢleri ve alıĢveriĢtir292. ÇağdaĢ

toplumda kadının özel alandan sorumlu olması yeterli gelmez ve kadın hem özel hem de kamusal alanda faaliyet gösteren kiĢiye dönüĢür. Erkeğin dünyasında mücadele etme, ekonomik özgürlükler adınadır fakat küresel ekonomi hem kadının hem de erkeğin üstlendiği rolleri kapitalizmin tüketime dayalı doğasına uydurmakta gecikmemiĢtir. Tarihten gelen “erkek” anlayıĢı küresel kent ortamında hızla unutturulur. Erkek artık korkma özgürlüğüne sahiptir. Yeni erkek sivil anlamda rahattır ve küreselleĢmenin eril cins tüketicisi olarak yine de yüce bir konumdadır293

.

Cinsiyet ayrımı gözetmeyen, topluca katılıma ve topluca sağaltıma açık olan ritüeller, çağlar öncesinin özlemle anılan eylemi olarak belleklerde bile yer bulamazken, sanayi sonrası kent yaĢamında kadının önemsizleĢtirilmesi, kamusal insanın çöküĢünün güçlü etkisi olarak kabul edilir294. Çünkü kamusal alan, insanların

günlük rutinlerinde, döngüsel olarak törenlere yer verdiği ve toplumu birbirine bağlayan ortak zemin olarak yüceltilir fakat kentin acımasız doğası, topluluk olma bilincini ortadan kaldırdığı gibi mekanı dönüĢtürerek yine mekan üzerinden topluma ulaĢmaya çalıĢır. Ev, bir iç mekan oluĢuyla huzurun adresidir. KuĢkulara, anlaĢmazlıklara karĢı bir sığınaktır. DıĢarının gerginliği evin içine sızarsa ev, ev olmaktan çıkacaktır ve buranın sorumluluğu kadına aittir. Oysa erkek, bu eve dıĢarıyı taĢıyan olarak evdeki huzuru yok eder, iç-dıĢ ayrımı yok olduğu gibi cinsiyetler arası

292 Bkz., Çabuklu, a.g.e., 16-25 s. 293

Bkz. Peter Sloterdijk, Kapitalist Dünyanın Ġç Evreninde, Çev:Ġlknur Aka, Kırmızı Yay., Ġst., 2008, 338-339 s.

294 Ayrıntılı bilgi için bkz., Richard Sennett, Kamusal Ġnsanın ÇöküĢü, Çev:Serpil Durak-Abdullah

eĢitsizlik de görünür hale gelir295. Giderek toplum yaĢamının ortak etkinlik alanı

olmaktan uzaklaĢan günümüzün kamusal alanları; -sokaklar, meydanlar, parklar gibi- insani bir etkileĢimin olmadığı, sadece kentte yaĢayan herkese açık alanlara indirgenir.

Zygmunt Bauman, küresel kentin kamusal alanını, ahlak dıĢı birliktelik alanı olarak değerlendirir. Ahlak dıĢılıktan anlaĢılması gereken, kamusal olanın iletiĢimden yoksun alanlar üzerinde yükselmesidir. ĠĢlek caddeler ya da alıĢveriĢ merkezleri kamusal alan olarak anılsa da, bunlar sadece toplumun yan yana geldiği mekanlardır. Kısa süreli yakınlaĢmanın gündeme geldiği bu mekanlardaki karĢılaĢmayı Bauman, “mobil birliktelik” olarak adlandırır. Bu karĢılaĢmada kiĢilerin gerçek niyetlerinin ya da yan yana bulunuĢlarının hiçbir önemi yoktur. Bir baĢka karĢılaĢma ise “yer-olmayan” mekanlarda gerçekleĢen birlikteliktir. Sınırlı bir mekanda geçici olmanın tedirginliği ya da rahatlığıyla varlık bulan birey, “yabancı olma” bilinciyle hareket eder ve Bauman‟a göre bu, “durağan birliktelik”tir. Belli bir amaç için bir araya gelinen mekanlar, örneğin çalıĢma mekanları, “mutedil birliktelik” adını alır. Maçlarda, yürüyüĢlerde ya da eğlence merkezlerinde bir araya gelme, “açık birliktelik” halini alır ve amaç, kalabalıklar olarak bir arada bulunmaktır296. Bauman için küresel kamusal alanda ahlaki olan, insanın iyi ile kötü

arasında seçim yapmasıdır. Ġnsan, ötekiyle karĢılaĢtığında böyle bir seçimle yüz yüze gelir. Ne var ki bu karĢılaĢma, iletiĢim kurmadan, dokunmadan oluĢtuğunda, o mekanda gerçekleĢen bir ahlakilikten söz edilememektedir. Dolayısıyla kamusal alan ahlaki nitelik taĢımadığı için parçalanmıĢtır. Modern toplum, hiçbir ahlaki yakınlığın olmadığı bir kamusal uzam varetmiĢtir. Yakınlık ve mahremiyet yerine mesafe ve yabancılaĢmayı koyan bu anlayıĢta erdem, kamusal alandan özel alana taĢınır. Emek, kamusal alanın hedefi haline gelir ve eylemin yerine davranıĢ kabul görür297

. Kamusal bir ortaklıktan uzaklaĢtırılan insan, kent yaĢamında diğerlerinin baĢına gelenlere karĢı kayıtsızlaĢmaya ve giderek içinde yaĢadığı mekana yabancılaĢmaya

295 Bkz., Richard Sennett, Gözün Vicdanı, Çev:Süha Sertabiboğlu-Can Kurultay, Ayrıntı Yay., Ġst.,

1999, 37-49 s.

296 Bkz., Nazile Kalaycı, Kamusal Alan Kavramı Üzerine Bir Ġnceleme;Aristoteles-Marx-

Habermas, Hacettepe Ünv., Sosyal Bilimler Enst., Felsefe A.B.D., YayınlanmamıĢ Doktora Tezi,

Ankara, 2007, 155-158 s.

297 Bkz. Zygmunt Bauman, ParçalanmıĢ Hayat, Çev:Ġsmail TÜRKMEN, Ayrıntı Yay., Ġst., 2001, 45-

baĢlar. Böylece çevre diye adlandırılan, aileden, akrabalardan ve eĢ-dosttan kurulu, küçük ölçekli bir yayılımın adı olur. Kentliler birbirine dokunmayan, hissetmeyen, iletiĢim kurmayan ve kendi çevresi dıĢında diğerlerini önemsemeyen büyük bir kalabalığa dönüĢür. Tabii bu Ģartlar altında, ailenin varlığı kısmen de olsa sürer fakat artık dinamik bir toplumdan söz etmek zordur298

.

Özel alan kamusal alan ayrımı, bilgisayar teknolojisinin geliĢimine bağlı olarak yeni bir boyut kazanır ve mekan algısı dönüĢüme uğrar. Herhangi bir yerdeki insanın ulaĢabileceği bilgiler bütünü olan internet, sanal mekanların kurucusudur. Sanal mekan tıpkı fiziksel mekanda olduğu gibi, kendine özgü bir algıyla kavranır ve referansını gerçek olan fiziki mekandan alıĢıyla mekanın benzeri olan bir simülasyon evreni yaratır299. Sanal mekan, herkese açık oluĢuyla kamusal alanın sınırlarına dahil olurken, bilgisayar baĢında ekrana/sanal mekana bakan kiĢinin algılayıĢıyla da özel alanın içine girmektedir. Ġnternet üzerinden ulaĢılan “sosyal paylaĢım siteleri”, günümüzün kamusal mekanları olarak kabul edilir. KiĢinin sanal mekan karĢısındaki konumunu belirlemesi zordur ve sanal mekan sadece kente ait değildir. Yeryüzünde elektrik kablolarının ve iletiĢim ağlarının ulaĢtığı her yeri kendi görselliğine ekleyen internet, küreselleĢmenin yayılmasını sürekli kılmaktadır.

Sanal mekan, sanal gerçeklik üzerine kurulu olan bir imajlar dünyasıdır. Bu imajlar öylesine güçlüdür ki, gerçeğin katı olan yüzünü unutturur, bu yapısıyla da daima tercih edilmektedir. Birey, sanal mekanı kendisine ait özel bir alan olarak görür fakat beden burada hem gören hem de görülen olarak özel alanın kapalı mahremiyetinden uzaktır. Gerçek, Baudrillard‟ın deyimiyle bir simülasyondur ve simülasyon Kevin Robins tarafından “benzetim” olarak ele alınır. “Sanal dünya “benzetimle, benzetimin kendisi dıĢındaki denetimi bertaraf ettiği kendi alanında, kendi denetim kapasitesine dayanan yepyeni bir gerçeklikmiĢ gibi fetiĢleĢtirilmiĢ bir iliĢkiyi beslemektedir”300

. Sanal mekan algısı, kentli bireyi, Antik Yunan mitolojisindeki Narkisos‟un suya bakıp kendi imajını algılamasıyla aynı konuma getirir. Burada önemli olan, mitolojik bir figürün kendi yansımasına aĢık olması

298 Bkz., Sennett, Kamusal Ġnsanın ÇöküĢü, 126-139 s. 299 Bkz., Özen, a.g.e., 5-6 s.

değildir; önemli olan kendisiyle çevresi arasındaki farklılığı bilmeyiĢidir. Bilgisayar ekranı karĢısında duran kiĢi de, sanal gerçekle, içinde bulunduğu fiziki gerçeğin/mekanın farklılığını ayırt edemez hale gelir301. Fiziki mekandan kasıt,

bilgisayar ekranının durduğu herhangi bir yerdir. Küresel kentin kamusal alanları arasında yer alan internet kafeler, kapitalizmin etkisi altındaki diğer kamusal alanlar gibi edilgen, sessiz ve tepkisizdir. Küresel teknolojinin eseri olan bu mekanlar, insani iletiĢimden uzak olması hedeflenerek varedilen mekanların en ileri düzeyde olanıdır. Bu mekanlarda her bir bilgisayar ekranının durduğu yer özel alan gibi kabul edilir ve çevreden soyutlanır. Harvey‟nin zaman-mekan sıkıĢması dediği durum, teknolojinin bu hızlı geliĢimine dayalı olarak değiĢen zaman-mekan algısıdır. Sanal mekan, baĢka mekanlara ait bilginin gerçek mekanından uzaklaĢtırılarak algılanmasına neden olur. Böylece belleğe dayalı olan zaman-mekan algısı bozulmakla kalmaz, mahremiyetin sınırları da uzamsal olmaktan uzaklaĢır. Sanal mekan görsellik üzerine kurulu olsa da soyut bir kurgudur. Dolayısıyla bu soyutluk içinde oluĢan algılama süreci, referans noktasını yine gerçeklikten alır ama bu referanslar da sanal olanın doğası içinde kaybolur. Sanal ortam, mekanları homojenleĢtirir. Özel alanda ekran vasıtasıyla varolan baĢka baĢka mekanlar iç içe geçer ve sanal mekan “yer-olmayanlar” olarak anılan uzamsal iliĢkiler boyutunda ele alınır302

.

KüreselleĢmenin hızını ve yayılımını destekleyen teknolojik ortam, Manuel Castells tarafından “yerler mekanı” ve “akıĢlar mekanı” kavramlarıyla dile getirilir. AkıĢlar mekanı, sosyal pratiklere dayalı olan, ortak zaman paylaĢımı gerektiren alanlardır ve burada uzam, sabit değil, hareketlidir. Yerler mekanı ise, adı sanı belli olan, sabit uzamsal iliĢkilerle varlık bulan mekanlardır303. Teknolojik geliĢmelerle

ortaya çıkan sanal ortam, yeni uzamsal iliĢkilerin oluĢmasına yol açar. AkıĢlar mekanı, yerler mekanından daha etkili hale gelirken, fiziki mekandaki uzamsal iliĢkilerin çerçevesi de değiĢir. Örneğin, bir kafede tanıĢıp sohbet eden iki kiĢinin uzamsal algısı, mekanın fiziki özelliklerinin sınırları içinde oluĢurken; facebook gibi sosyal paylaĢım sitelerinde karĢı karĢıya gelen iki kiĢinin sanal uzam içindeki varlığı bilgisayarın durduğu “yer”le de iliĢki içindedir. Sanal ortamda karĢılaĢmada, hem

301 Bkz. Robins, y.a.g.e., 92-93 s. 302 Bkz., Erek-Ödekan, a.g.e., 14-16 s. 303 Bkz., Erek-Ödekan, a.g.e., 14-16 s.

kamusal hem de özel alanın sınırları erimekte fakat ortaya çıkan tablonun gerçekliği içinde mekan algısı insani olandan uzaklaĢmaktadır. Dolayısıyla bir “yok yerler” dünyası yaratılır ve bu durum, Marc Augé‟nin “yer-olmayanları”nı da gölgede bırakır. KüreselleĢmenin hüküm sürdüğü kent yaĢamında kamusal alan, “yer- olmayanlar”ı da kapsar. Augé‟ye göre “yer-olmayanlar” içinde bulunduğu mekana bağlı olmayan, birbirini tanımayan kiĢilerin bir araya geldiği; mekan ve kiĢi arasındaki iliĢkilerin önceden belirlendiği “yer”ler304dir. Bu yerler özellikle küresel sermayenin dünya üzerindeki akıĢında etkili olan alıĢveriĢ merkezleri, oteller, havaalanları gibi mekanlardır. Bunlar genellikle içlerinden geçilen, kısa süreli kalınan ancak benimsenmeyen, herhangi bir yerde herhangi bir zamanda tasarlanmıĢ