• Sonuç bulunamadı

Örgütsel Sessizliğin Açıklamaya Yönelik Teoriler

BÖLÜM 2: ÖRGÜTSEL SESSİZLİK

2.4 Örgütsel Sessizliğin Açıklamaya Yönelik Teoriler

Çalışanların sessiz kalmayı tercih etmeleri farklı sebeplere dayanabilmektedir. Bu durum sessizliğin karmaşık yapısı ve ortaya konulma biçimlerindeki farklılık belirlenmesini güçleştirmektedir. Davranış bilimleri ve yönetim bilimlerinde gözlemlenebilen davranışlar daha kolay analiz edilip anlamlandırılabilirken,

gözlemlenemeyen davranışların nedenlerini belirleyebilmek zorlayıcı olmaktadır. Sesli ifadelerin yönetim ve davranış bilimleri açısından nedenlerini belirlemek, sessizliğin arkasındaki nedenleri ortaya koyabilmekten daha kolay olmaktadır. Bu sebeplerle çalışanların zamanla aldıkları sessizleşme kararları ve sessizlik tercihlerini açıklamaya yönelik literatürde çeşitli teoriler geliştirilmiştir. Bu bölümde örgütsel sessizliği arkasında nedenlere açıklamaya yönelik teorilere değinilecektir.

2.4.1 Fayda-Maliyet Analizi Teorisi

Yapılan araştırma sonuçları bireylerin karşılaştıkları olaylara yönelik ses çıkarma-sessiz kalma ya da herhangi bir davranışta bulunup-bulunmayacağı kararını verirken hızlı bir risk değerlendirmesi yaptığını ortaya koymaktadır. Bu değerlendirme açıkça konuşarak neyi kazanıp neyi kaybedeceğini, geçmiş deneyimleri, yöneticilerinin tutum ve davranışlarının çerçevesinde yapacaktır (Detert ve Edmondson, 2005: 406). Çalışanlar konuşarak elde edeceği fayda ile konuştuğunda karşı karşıya kalması olası bedel ile karşılaştırıp fayda/maliyet analizi yapmaktadır. Burada söz konusu bedel doğrudan ve dolaylı olarak ayrılabilir. Konuşma esnasında harcanan enerji ve zaman kaybı direkt bedel olurken, karşıt görüşte bulunan kişilerin misillemede bulunma ihtimali, azalan kurumsal imaj, muhalifler arası ilişkilerde ortaya çıkabilecek çatışmalar ile çalışanın görüşünün yok sayıldığında ortaya çıkacak psikolojik huzursuzluk dolaylı bedel olarak tanımlanmaktadır (Premeaux, 2001: 11). Çalışanın sessizlik tercihini yaptığı fayda/maliyet analizinin sonucu belirlemektedir. Bu doğrultuda çalışanın risk değerlendirmesi sonucu etkileyecek nitelikte olması beklenmektedir.

2.4.2 Vroom’un Bekleyiş Teorisi

Victor Vroom tarafından 1964 yılında ortaya konulan teori, bireyin belirli bir şeye ulaşabilmesi için ortaya koyacağı gayretin valens (kişinin ödülü arzulama derecesi) ile bekleyişe (ödüllendirilme) faktörlerine bağlı olduğunu ifade etmiştir. Ancak insan ihtiyaçlarının farklı yapısı, ödülün arzulanma derecesinde farklılıklar ortaya çıkaracaktır. Biri için çok arzulanan ödül başka birey için bu ödül bir anlam ifade etmeyebilecektir. Teoriye ilişkin ikinci faktör olan bekleyiş, birey çaba harcayarak bir ödül elde edeceğini inanıyorsa (bekliyorsa), daha fazla çaba gösterecektir (Koçel, 2011: 633-634).

Teorinin birey davranışlarını, amaç, seçim ve beklenti açısından değelendirmektedir. Vroom’a göre, birey davranışlarını ve seçimlerini ortaya koyarken, daha önceki tecrübeleri ve kazandığı bilgi ile kendisi için neyin önemli olduğu kararını verecektir. Bu deneyimler neticesinde birey, belirli bir davranış ya da aksiyonun belirli sonuçları beraberinde getirdiğini öğrenecektir. Bu bilgi beklenilen yarar ile bu sonuca elde etmede ortaya konulacak çaba arasında fayda-maliyet analizi yapmayı sağlayacaktır. Beklenilen yarar, sonuca ulaşmada gösterilecek çaba maliyetinden fazla ise birey daha fazla çaba gösterecektir. Kısacası, bireyin çeşitli davranışlara yönelik yapacağı tercihlerin bu davranış ile elde edeceği sonucu arzulama derecesi ve sonuç hakkındaki ihtimale bağlı olacaktır (Eroğlu, 2006: 346).

Bekleyiş Teorisi çerçevesinde örgütsel sessizlik değerlendirildiğinde, çalışanların davranışları beklentiler ile şekillenmektedir. Bu çerçevede sessizlik ya da konuşma kararını, çalışanın ortaya çıkacak sonuçlara yönelik beklentisi şekillendirmektedir. Çalışan görüş ve önerilerini paylaşmanın sonuçlara ilişkin beklentisi pozitif yönde olduğunda konuşmayı tercih edecek iken, beklentinin negatif olması durumunda sessiz kalmayı tercih edecektir.

2.4.3 Sessizlik Sarmalı Teorisi

Kamuoyunun oluşumunu açıklamaya çalışan Sessizlik Sarmalı Teorisi sosyolojik temelli bir yaklaşımdır. Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen ve uzun sürede sınanan kuram (1974-1984-1991) bireylerin tutum, davranış, değer ve amaçları konusunda uzlaşmaya ihtiyaç duyduğu ve uzlaşıyı da kamuoyu şeklinde oluşturduğunu ifade etmektedir (Neumann, 2002: 384). Kuram dört öğe arasındaki etkileşimle ilgilenmektedir. Bunlar kitle iletişimi, kişilerarası iletişim, toplumsal ilişkiler ve düşüncelerin bireysel olarak açıklanmasıdır. Kuram bireylerin toplumdan dışlanma korkusunu merkeze alarak, kamuoyu oluşumunu açıklamaya hedeflerken, özellikle sosyal baskıyı görünür hale getirmeyi böylece kamuoyunun gücünü ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Sessizlik sarmalı kuramı, dışlanma korkusunun toplumda çoğunluğun kabul ettiği tutumlar, düşünceler, inançların toplumu oluşturan bireylerin üzerinde baskı yaptığı ve bireyleri de aynı doğrultuda hareket etmeye zorladığı düşüncesi temelinde şekillenmektedir. Dışlanma korkusu ile birlikte kamu önündeki davranışların, fikirlerin açıkça ifade edilmesinin toplumdaki egemen görüş yönünde kuşatıcı bir sarmal

oluşturacağı, kamuoyu oluşumunun da bu sarmaldan etkilenerek baskıcı bir niteliğe bürüneceğini varsaymaktadır (Noelle-Neumann, 1998: 268). Sessizlik sarmalını hızlandıran etkenler; dışlanma korkusu, uyum sağlama eğilimi, azınlıktaki görüşlerin açıklanmasından duyulan endişeler, özgüven problemleri şeklinde sıralanabilir. Kuramın temel iddiası, bireysel düşüncelerin başkalarının ne düşündüğüne bağlı olduğu düşüncesidir (McQuail ve Windhal, 2005: 146). Bireyler kendilerini açık şekilde ifade edebilmeleri için, düşüncelerinin toplum tarafından paylaşıldığına inanmaları gerekir. Ancak bu şartla, tartışmalarda görüşlerini savunabilir ve cesaretle dile getirebilirler. Böylece birey fikirlerinin güçlü ve geniş bir çevrede kabul gördüğünü fark edecektir. Eğer görüş ve düşüncelerinin kabul görmediğini bilirse, kendisini azınlıkta hissederek sessizleşecektir (Noelle-Neumann, 1998: 234).

Bu çerçevede sessizlik sarmalının örgüt içinde grup içi konuşma ve tartışmalarda açık olmayı engelleyebileceği söylenebilir. Teori, insanların çeşitli nedenlerle çevrelerindeki olaylara karşı azınlığın fikri yerine çoğunluk tarafından kabul edilen düşünceyi ifade ettiklerini belirtmektedir. Örgütlerde çalışanların fikirlerini açık ve dürüst olarak ifade edememelerini, Noelle-Neumann sessizlik sarmalındaki horizontal (paralel) baskılar, izolasyon veya benzeri korkuların neden olduğunu ifade etmektedir. Çalışanlar örgüt içinde fikirlerini açıkça dile getirirken bu değerlendirmeyi yaparak sessiz kalma veya konuşma kararını verirler. Araştırmalar sonuçları, bireyin baskın düşünceye ait algısının fikirlerini en çok etkileyen unsur olduğunu göstermektedir (Bowen ve Blackmon, 2003: 1395). Konuya ilişkin “Sessizlik Sarmalı” Şekil 4’te sunulmuştur.

Şekil 4 : Sessizlik Sarmalı

Kaynak: Bowen, F. ve Blackmon, K. (2003): Spirals of Silence: The Dynamic Effects

Kısacası bireyin izole olma, dışlanma korkusu çoğunluğun fikirleri ile bireyin (azınlığın) fikirleri arasındaki ilişkiyi belirlemektedir. Bu korku bireyi sessiz kalması konusunda motive etmekte ve sessizliğin devamını sağlamaktadır (Dyne, Ang ve Botero, 2003: 1398). Kısacası birey toplumdaki çoğunluğun kendi fikirleriyle aynı doğrultuda olmadığını düşündüğü andan itibaren, görüş ve düşüncelerini toplumda çoğunluk oluşuncaya kadar kendine saklayacaktır. Bireyin bu kararı dışlanma korkusu ya da özgüven eksikliğinden kaynaklanabilmektedir. Böylece birey sessizleşmekte ve sessizlik sarmalının döngüsü başlamaktadır. Sessizlik sarmalının işleyiş yapısı Şekil 5’te sunulmuştur.

Şekil 5 : Sessizlik Sarmalının Temel İşleyişi

Kaynak: Bowen, F. ve Blackmon, K. (2003): Spirals of Silence: The Dynamic Effects

of Diversityon Organizational Voice, Journal of Management Studies, s.1396.

2.4.4 Ajzen’in Planlı Davranış Teorisi

Ajzen (2002) tarafından ortaya konulan “Planlı Davranış Teorisi” örgütsel sessizliği ve ortaya çıkmasındaki nedenleri tanımlamada kullanılan teorilerden bir diğeridir. Teori 1970 yılında Ajzen ve Fishbein tarafından “Düşünülmüş Eylem Teorisinin” geliştirilmiş hali olarak amaçlı davranışları tanımlamak amacıyla ortaya konulmuştur. Planlı Davranış Teorisi, Düşünülmüş Eylem Teorisine algılanan davranışsal kontrol unsurlarının eklenmesi ile oluşmuştur. Bireyin tam olarak kontrol edemediği ve belirli amaç unsuru taşıyan davranışlarını açıklayabilmektedir (Ajzen, 1985: 14). Düşünülmüş

Eylem Teorisinin temel varsayımı bireyi bir davranışa yönlendiren temel faktör, o davranışa yönelik niyetidir. Niyet ise bireyin tutum ve davranışlar ile diğer insanların o davranışa yönelik düşüncelerinden de etkilenmektedir. Teori sadece davranışın açığa çıkmasının bireyin iradesine bağlı olduğu durumları açıklayabilmektedir (Ajzen, 1985: 13). Düşünülmüş Eylem Teorisi ve Planlı Davranış Teorisinin ortak dayanak noktaları, bireyin belli bir davranışı yerine getirmesindeki temel motivasyonun niyet olmasıdır. Niyet, bireyin davranışı ortaya koymak için hissettiği arzu düzeyi ve çabanın yoğunluğu ile tutum ve sosyal baskı teşvikinin bir fonksiyonudur. Burada bahsedilen tutum kişisel bir faktör olan ve bireyin bir davranışı ortaya koyma konusundaki olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerini değil, bireyin davranışı sergilemeye yönelik sahip olduğu tutumdur. Niyeti tanımlamakta kullanılan ikinci faktör bireyin bir davranışı sergileme ya da sergilemem konusunda algıladığı sosyal baskı veya teşviktir. Birey davranışı sergilemeye ne kadar niyetli ise o oranda davranışı ortaya koyacaktır (Ajzen, 1991:182). Ajzen’in (2002) Planlı Davranış Teorisinin üç temeli inancın bireylerin davranışlarını belirlediğini ifade etmektedir (Afşar, 2013: 24).

✓ Davranışın olası sonuçlarına dair inançlar,

✓ Diğer insanların normatif beklentilerine dair inançlar,

✓ Davranışı kolaylaştıran ya da engelleyen faktörlere dair inançlar.

Benzer şekilde Planlı Davranış Teorisi ile örgütsel sessizliğin odak noktası da grup içi dinamikler ve bu dinamiklerin bireyin davranışlarını nasıl etkilediğidir. Bireyin nasıl ve niye sessizleştiği sorusunun cevabı grup dinamikleri içinde yer almaktadır. Ses çıkarma veya sessiz kalma davranışları grup dinamiklerinden etkilenmektedir. Birey dışındaki dinamiklerin ele alınması gerektiği Planlı Davranış Teorisinin temelini oluşturmaktadır. Birey içinde bulunduğu grubun kendisi ile aynı fikirde olmadığını düşündüğünde fikirlerini açıklamakta isteksiz davranabilecektir. Bunun temel nedeni bireyin sosyal çevresini, kamu görüşü ve diğerlerinin yargılarından yola çıkarak edindiği bilgileri ve yargıları fikirleri için genel çerçeve olarak kullanmasıdır (Bowen ve Blackmon, 2003: 1398). Yapılan araştırmalar örgütlerde çalışanların, çalışma arkadaşlarından destek almadıkları zaman “seslerini” kullanmaktan kaçındıklarını ortaya çıkarmıştır. Çalışanlari grup içi iklim, grubun davranışa yönelik düşüncesi ve grubun özellikleri herhangi bir davranışa yönlendirmektedir. Ses ve sessizlik arasındaki seçimin büyük

oranda, çalışanın örgütteki veya çalışma grubundaki “düşünce iklimine” bağlı olarak etkilenmektedir (Bowen ve Blackmon, 2003: 1402).

2.4.5 Abilene Paradoksu

Örgütsel sessizliği tanımlamaya yönelik teorilerden bir diğeri, Harvey’in (1974) tanımladığı Albine Paradoksu’dur. Bireylerin kendi düşüncelerinin kabul görmeyeceği varsayımından yola çıkarak, grupla fikirleri aynı olmasa dahi, zorunluluktan grubun geri kalanının isteği doğrulusunda bir fikre katıldıklarını, ortak hareketin içinde yer aldıklarını şeklinde tanımlanmaktadır. Aslında diğer grup üyeleri de aynı veya farklı fikir ve düşüncelere sahip olabilirler. Ama birey kendi düşüncelerinin diğer grup üyelerinin düşüncesine uymadığını düşüncesine sahip ise grubun genel düşünce yapısına itiraz etmeyerek sessiz kalmaktadır. Böylece grup üyelerinin ortak düşüncesi olarak kabul edilen düşünceye yönelik eğilimi diğer tüm bireyler göstermektedir. Böylece bireyler sessiz kalarak, örgütteki düzene hizmet eder, sese uyum gösterir ve hizmet eder (Harvey, 1988: 18-19).

Kısaca Albine Paradoksu bireylerin örgüt içinde sorun yaratan biri olarak görünmek istemediğinden, diğer örgüt üyelerinin de ortak düşüncesi ve isteği olduğuna inandığı düşünceyi desteklemektedir. Bu durum örgütteki düzeni korumaya hizmet etmekte ve kimse gerçek düşüncesini diğer örgüt üyeleri ile iletişime geçerek beyan etmek yerine sessiz kalmayı tercih etmektedir. Böylece aslında örgüt üyelerinin ortak düşüncesi olmayan bir fikir, sanki tüm örgüt üyelerinin ortak düşüncesi olarak üyeler tarafından paylaşılmaktadır.

2.4.6 Kendine Uyarlama Teorisi

Kendini Uyarlama Teorisine göre, bireyler topluma ve ortama uyum sağlayabilmek için durumun gereklerine göre davranışlarını, hassasiyetlerini değiştirmektedir. Bunun temel nedeni, bireylerin kişilerarası ilişkilerinde kendini göstermenin, kamudaki görüntüsünü gözlemleme, ayarlama ve kontrol etme derecesi ile ilgilidir (Greenberg ve Baron, 2003: 90). Kamuda iyi bir görüntü verebilmek için kendini uyarlama düzeyi yüksek bireyler sosyal davranışlarını bilerek değiştirecek ve ortamdaki bulgular doğrultusunda davranışlarını uyarlayacaktır. Bu bireyler kamudaki baskın görüş ve düşünceler dışında

fikirlere sahip olsalar sessiz kalmayı tercih edeceklerdir. Aksine kendini uyarlama düzeyi düşük olan bireyler ise düşünce, tavır, duygu ve yargılarını kamuya uyarlama kaygısı olmadığı için yansıtma eğilimindedirler. Bu kişiler kendini uyarlama düzeyi yüksek bireylere göre düşüncelerini açık bir şekilde ifade etmektedir (Premeaux ve Bedeian, 2003: 1541). Ülkemizde ise toplumda kabul görme ve beğenilme isteğinin yüksek düzeyde olması, bireylerin davranış tercihlerini kendine uyarlama düzeyini etkilemektedir (Çakıcı, 2007: 154). Bu durum çalışanların düşüncelerini örgüttte kabul görebilme veya yalnız kalma korkusu nedeniyle açık bir şekilde ifade etmelerini engellediği gibi sessizliğe itebilmektedir.