• Sonuç bulunamadı

ÇAPRAK , ĞI Eyer örtüsü.

(GTS)

Arn. çaprak-u (Diz. 150)

Bul. çaprak (Mik. 36; Kara. 176)

Rom. ceprag (Mik. 36; Lok. 396; Kara. 176) ÇAPRAŞIK

1. Girift: “Çapraşık akıntılar birden düz yön aldı.” -R. E. Ünaydın. 2. mec. Anlaşılması, çözülmesi veya içinden çıkılması güç, karışık, muğlak: “Benimseyemediği çapraşık bir dünyanın binbir dolabı içinde bunalmış genç bir öğrenciyi hatırlatıyordu.” -E. İ. Benice.

(GTS)

Arn. çaprashit, çaprashis (Diz. 150; Bor. 32; Mey. 444; Kara. 176) Boş. čaprašik (Škal. 130)

Bul. çaprasik (DTB. 280; Gab. 907; Kara. 176) Mak. çaprasik (Nas. 36; Kara. 176)

Srp. čaprašik (Škal. 163; Kara. 176) ÇAPRAZ

1.Eğik olarak birbiriyle kesişen. 2. İki taraflı, karşılıklı: Çapraz ateş. 3. zf. Eğik bir biçimde: “Boynuna çapraz astığı tüfeğini yokladı.” -S. Kocagöz. 4. a. Karşı tarafın yanı:“Oturuşunu değiştirdi, çaprazındaki masayı değil de hemen sağındakini görecek şekilde yan döndü.” -E. Şafak. 5. a. Bir tür olta iğnesi. 6. a. hlk. Kopça, düğme. 7. a. sp. Güreşte rakibin koltuk altından kol geçirip sarma oyunu.

(GTS)

Arn. çapraze-t (Diz. 150, 151; Bor. 32; Mey. 444; Lat. 165; Kara. 176) Boş. čapraz, čapras, čapraz-divan, čaprazi, čaprage (Škal. 130)

Bul. çapraz (DTB. 280; Gab. 907; Diz. 151; Kara. 176) Hrv. čapraz (Es. 32)

Mak. çaprazi (Nas. 36; Kara. 176)

Rom. ceapraz, ceaprazar, ceaprazarie (Mik. 36; Lok. 396; Diz. 151; Kara. 176)

Srp. čapraz, čapras, čapraz-divan, çaprazi, čaprage (Škal. 163; Diz. 151; Mik. 36; Kara. 176) Yun. çaprazi, çaprasi (Kuk. 103; Mik. 36; Diz. 151; Kara. 176)

ÇAPUL

1. Soygunculuk, plaçka: “Tanınmamak için yüzlerini karalayarak gece çapuluna çıkmış iki haydut.” -H. R. Gürpınar. 2. tar. Yağma.

(GTS)

Rom. ceabur (Wendt. 74; Kara. 177) Yun. çapul (Kuk. 103; Kara. 177) ÇARDAK

,-

ĞI

1. Tarla, bahçe vb. yerlerde ağaç dallarından örülmüş barınak. 2. Asma vb. bitkilerin dallarını sardırmak için direklerle yapılmış yer: “Evin bahçeye açılan tahta kapısının üstündeki çardakta koruklar sarkıyordu.” -O. Rifat. 3. Kameriye: “Çardağın boşluğuna girdiğimiz vakit durmuş, eliyle yanağımı sıkmış, çenemi okşamıştı.” -R. H. Karay.

(GTS)

Arn. çardak-u (Diz. 152, 153; Bor. 32; Mik. 37; Mey. 445; Kak. 99; Lat. 166; Kara. 177) Boş. čardak, čardaklija (Škal. 131)

Bul. çardak, çardaklija (DTB. 280; Gab. 908; Mik. 37; Lok. 397; Kak.99; Diz. 153; Kara. 177) Hrv. čardak, čardakli, čardaklija, čardaklijski (Es. 32)

Mak. çardak (Nas. 36; Kara. 177)

Rom. cerdac, ceardac (Mik. 37; Kak. 99; Sai. 123; Lok. 397; Diz. 153; Kara. 177)

Srp. čardak, čardaklija (Škal. 164; Diz. 153; Bak. 1351; Vuk. 847; Mik. 37; Kak. 99; Kara. 177) Yun. çardaki (Kuk. 104; Mik. 37; Diz. 153; Kara. 177)

ÇARE

1. Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldırmak için tutulması gereken yol, çıkar yol, çözüm yolu: “Teklif ettiği çare ise şiddetli ve semereli bir tedbir olmaktan çok uzaktı.” -N. F. Kısakürek. 2. Tedavi yolu, deva.

(GTS)

Arn. çare-ja (Diz. 153; Bor. 32; Mik. 37; Lat. 166; Kara. 177) Boş. čara (Škal. 130)

Bul. çare (DTB. 277; Gab. 908; Diz. 153; Kara. 177) Hrv. čare (Es. 32)

Srp. čara, čare, ćara, ćare (Škal. 163; Diz. 153; Kara. 177) Yun. çares (Kuk. 104; Gia. 168; Kara. 177)

ÇARHACI

(TTS)

Boş. čarkadžija (Škal. 131) Hrv. čarkadžija (Es. 32)

Rom. ciarcagiu (Kak. 100; Sai. 39; Kara. 178) Srp. čarkadžija (Škal. 164; Kak. 100; Kara. 178) ÇARIK

,-

ĞI

1. İşlenmemiş sığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen şeritle sıkıca bağlanan ayakkabı: “Tozla örtülmüş çarıklarının eskiliği belli olmuyor.” -Ö. Seyfettin. 2. Araba yokuş aşağı giderken tekerleği frenlemek için altına sürülen demir levha. 3. den. Çene. 4. argo Para cüzdanı: “Kızı bu çarık sözünün para cüzdanı manasına geldiğini bilmeden dinler.” -R. H. Karay.

(GTS)

Arn. çarike (Mey. 439; Kara. 178) Boş. čaruk, čarukčija (Škal. 133)

Bul. çarikçija (DTB. 281; Gab. 908; Kara. 178) Hrv. čaruk, čarugdžija (Es. 32)

Mak. çarakçija (Nas. 73; Kara. 178)

Srp. čaruk, čarug, čarukčija, čarugdžija (Škal. 165; Mik. 37; Kara. 178) Yun. çaruki (Georg. 46; Kuk. 104; Gia. 168; Mik. 37; Kara. 178) ÇARK

1. Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası: “Çarklar dönüyor, küçük çark büyüğünü döndürüyor.” -S. F. Abasıyanık. 2. ask. Herhangi bir askerî birliğin, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde dönerek yön değiştirmesi.

(GTS)

Arn. çark, çarqe, çerqe (Diz. 153, 154; Bor. 33; Mik. 37; Mey. 445; Lat. 166; Kara. 179) Boş. čarka, čarkadžija, čarkati, čarkanje (Škal. 131)

Bul. çark, çarklija (DTB. 280; Gab. 908; Mik. 37; Diz. 154; Kara. 179) Hrv. čarka, čarkadžija (Es. 32)

Mak. çark, çarkifelek (Nas. 36, 74; Kara. 179)

Rom. cearcliu, cearc (Mik. 37; Lok. 398; Diz. 154; Kara. 178)

Srp. čarka, čarkadžija, čarkidžija, čarkiš, čarku-feleć, čarkanje, čarkati, čarkas (Škal. 164, 165; Diz. 154; Bak. 1351; Vuk. 732, 847; Mik. 37; Kara. 179)

Yun. çarka (Georg. 238; Kuk. 104; Gia. 168; Mik. 37; Diz. 154; Kara. 179) ÇARŞAF

1. Yatağın üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü: “Adam, üstü beyaz bir çarşafla örtülü sedyeyi dışarı doğru çekiyor.” -A. Ümit. 2. esk. Kadınların kullandığı ve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi: “Çabucak yatak odasına koştu, çarşafını giydi.” -P. Safa.

(GTS)

Arn. çarçaf-i (Diz. 151, 152; Bor. 33; Mik. 37; Mey. 445; Lat. 168; Kara. 179) Boş. čaršaf, čaršav (Škal. 132)

Bul. çarsaf (DTB. 281; Gab. 908; Mik. 37; Diz. 152; Kara. 179) Hrv. čaršaf, čaršav (Es. 32)

Mak. çarsaf (Nas. 25; Kara. 180)

Rom. cearceaf, cearsaf (Mik. 37; Lok. 691; Diz. 152; Kara. 179)

Srp. čaršaf, čaršav (Škal. 165; Diz. 152; Bak. 1352; Vuk. 847; Mik. 37; Kara. 179) Yun. çarçafi (Kuk. 104; Mik. 37; Diz. 152; Kara. 180)

ÇARŞI

Dükkânların bulunduğu alışveriş yeri: “Elbet çarşıda bir kahve, bir çaycı dükkânı bulurum.” - Y. Z. Ortaç.

(GTS)

Arn. çarshi-je, çarshija, çarçi (Diz. 154, 155; Bor. 33; Lat. 167; Kara. 180) Boş. čaršija, čaršilija (Škal. 132)

Bul. çarsi, çarsija (DTB. 281; Gab. 908; Diz. 155; Kara. 180) Hrv. čaršija, čaršijica, čaršijinski (Es. 32)

Mak. çarsija (Nas. 20, 36; Kara. 180) Rom. carsija (Mik. 37; Diz. 155; Kara. 180)

Srp. čaršija, čaršilija, čaršinlija (Škal. 165; Diz. 155; Vuk. 847; Mik. 37; Kara. 180) Yun. çarsi (Georg. 220; Kuk. 104; Gia. 161; Mik. 37; Diz. 155; Kara. 180)

ÇATMAK

,-

AR

1. Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak: “Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var.” -F. R. Atay. 2. Kereste vb.ni birbirine tutturmak: “Kırık tahtaları bir solukta yan yana çattılar.” - L. Tekin. 3. Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek: “Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık” -M. A. Ersoy. 4. Yükü hayvana iki yanlı yüklemek. 5. Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak. 6. (-e) Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak: “Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu.” -R. H. Karay. 7. (-e)Yazıyla veya sözle sataşmak: “Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur.” -M. Ş. Esendal. 8. (- e) Rastlamak, karşılaşmak:“Nerden çattım böylesi bir güzele...” -C. S. Tarancı. 9. (nsz) Sırası gelmek, zamanı gelmek: “Bir karara varma zamanı gelip çatmıştı.” -C. Uçuk. 10. (-e) huk. Gemiler birbirine çarpmak.

(GTS)

Arn. çallëstis (Diz. 145; Bor. 33; Kara. 180) Boş. čatisati (Škal. 133)

Bul. çatisvam (DTB. 278; Kara. 180) Hrv. čatisati (Es. 32)

Srp. čatisati (Škal. 166; Kara. 180) Yun. çadizo (Gia. 169; Kara. 181) ÇATAL

1. İki veya daha çok kola ayrılan değnek. 2. Yol, ağaç gibi kollara ayrılan şeylerin ayrılma yeri. 3. Dallı olan şeylerin her kolu. 4. Yemek yerken kullanılan iki, üç veya dört uzun dişli çoğunlukla metal araç: “Çatalı elinden düştü, ağzı açık kaldı.” -P. Safa. 5. Dirgen. 6. Bir tür olta iğnesi. 7. sf. Ucu kollara ayrılmış: Çatal yol. 8. sf. İki taraflı: “Evlerinin önü çatal pınarlar / İçerler suyunu beni anarlar” -Halk türküsü. 9. sf. İki anlamlı, iki türlü anlaşılabilir: Çatal söz.

(GTS)

Arn. çatall-i, çatalla, çataj (Diz. 155; Bor. 33; Lat. 168; Kara. 181) Boş. čatal, čatali, čatalast (Škal. 133)

Bul. çatal, çatalija (DTB. 281; Gab. 908; Mik. 37; Diz. 155; Kara. 181) Hrv. čatali (Es. 32)

Mak. çatal (Nas. 164; MTS. 620; Kara. 181) Rom. ceatal (Mik. 37; Kara. 181)

Yun. çatalia (Kuk. 104; Gia. 169; Kara. 181) ÇATI

1.Bir yapının, bir evin damını kuran parçaların bütünü: “Sık ağaçlar arasında yalnız üst katının çatısı görünen kırmızı aşı boyalı bir eski eve doğru yürüyorlardı.” -Ö. Seyfettin. 2. Birbirine çatılmış, çakılmış şeylerin bütünü. 3. Yapının tavanı ile damı arasındaki kullanılan yer. 4. İnsan ve hayvanda iskeletin kuruluşu. 5. mec. Barınılan, sığınılan yer. 6. mec. Belli bir maksada yönelik kimselerin oluşturduğu birlik. 7. db. Özne, nesne durumlarına göre, belirli çatı eklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in- dir-) gibi. 8. ed. Hikâye, roman, piyes vb. edebî türlerde olay kuruluşu, kurgu: “Halit Ziya Uşaklıgil'in, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, Reşat Nuri Güntekin'in romanlarındaki sağlam çatıyı onunkilerde bulamazdınız.” -H. Taner. 9. mim. Bir yapıyı örten ve eğik yüzeyleri olan damın tahtadan iç yapısı.

(GTS)

Arn. çati-ja (Diz. 155; Bor. 33; Mey. 445; Lat. 168; Kara. 181) Boş. čatija (Škal. 133)

Bul. çatija (DTB. 280; Kara. 181) Hrv. čatkija (Es. 32)

Mak. çatija (Nas. 64; Kara. 181) Srp. čatija (Škal. 165; Diz. 155) Yun. çati (Kuk. 104; Kara. 181) ÇATKI

1. Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü: Tüfek çatkısı. 2. Sehpa. 3. Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaşbastı: “Alnında, başı ağrıdığı vakitlerdeki gibi beyaz tülbentten bir çatkı vardı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 4. Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.

(GTS)

Boş. čatkija (Škal. 133) Hrv. čatkija (Es. 32)

Srp. čatkija (Škal. 166; Kara. 182) ÇATLAMAK

1. Parçaları ayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak: “Eğer çay doldururken bardak çatlarsa, üzerlerinde nazar olduğuna hükmeder, gidip bir koşu ateşte tuz çevirirdi.” -E. Şafak. 2. Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak: “Meşin ciltlerin çoğu kıvrılmış, bir kısmı da arkalarından çatlamıştı.” -A. H. Tanpınar. 3. mec. Aşırı yemekten, içmekten, yorgunluktan, ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek. 4. (-den) mec. Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık vb. ruhsal durumları aşırı derecede duymak:“Neredeyse sevincinden yüreği çat deyip ortasından çatlayacaktı.” -Y. Kemal.

(GTS)

Boş. čatlaisati, čatlajisati (Škal. 134) Bul. çatarladisvam (DTB. 281; Kara. 182) Hrv. čatisati (Es. 32)

ÇATMA

1. Çatmak işi. 2. Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmiş olan parça. 3. Duvarları ağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, Yörük çadırı. 4. Bir çeşit döşemelik kumaş: “Sonra o çatma örtülü minderin üstüne oturmuş, albayın İstanbul hakkındaki suallerine kısa kısa cevap vermişti.” -H. E. Adıvar. 5. Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları. 6. Semerin ağaç kısmı. 7. Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet.

(GTS)

Arn. çatmë-ja (Diz. 156; Bor. 33; Kara. 182) Boş. čatma (Škal. 134)

Bul. çatma, çatmalija (DTB. 281; Mik. 38; Diz. 156; Kara. 182) Hrv. čatma (Es. 32)

Mak. çatmalija (Nas. 96; Kara. 182)

Srp. čatma, čatmali, čatmara (Škal. 166; Diz. 156; Bak. 1353; Vuk. 848; Mik. 38; Kara. 182) Yun. çatmas (Kuk. 104; Kara. 182)

ÇATPAT