• Sonuç bulunamadı

1.Çocukluk çağından çıkmış genç erkek: “Delikanlı çağımızdaki cevher / Yalvarmak, yakarmak nafile bugün” -C. S. Tarancı. 2. sf. mec. Sözünün eri, dürüst, namuslu (kimse). 3.ünl. Gençlere bir seslenme sözü: Delikanlı! Buraya gel.

(GTS)

Arn. delikalli (Diz. 201; Bor. 41; Kara. 234) Boş. delikanlija (Škal. 188)

Bul. delikanlija (DTB. 63; Diz. 201; Kara. 234) Mak. delikanlija (Nas. 198; Kara. 234)

Srp. delikanlija (Škal. 210; Diz. 201; Vuk. 120; Kara. 234)

Yun. delikanus, delikanis (Georg. 60, 63, 65; Kuk. 74; Gia. 159; Kara. 234) DELİL

1. İnsanı aradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, emare: “Milletlerin hürriyet için yaptıkları fedakârlıklardan canlı deliller gösteriyordu.” -P. Safa. 2. huk. ve man. Kanıt: “Elde hiçbir delil olmadığı için serbest bırakıldı.” -S. F. Abasıyanık. 3. esk. (deli:li) Kılavuz, rehber.

(GTS)

Arn. delil (Diz. 201) Boş. delil (Škal. 188, 189) Hrv. delil (Es. 41)

Srp. delil (Škal. 210; Kara. 234) DEMET

1. Bağlanarak oluşturulmuş deste, bağlam: Tel demeti. 2. Bitki veya çiçek destesi: “Öyle fukara çocuklara rastlıyorduk ki bize demet demet kır çiçekleri hediye ediyorlardı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. bit. b. Üstün yapılı bitkilerde öz suların akmasına yarayan, bitkiye desteklik eden damarlı veya lifli kordon. 4. anat. Uzunlamasına birbirine bitişik olarak bir arada bulunan sinir ve kas telleri topluluğu. 5. fiz. Bir atomun parçalanmasından doğan elektriklenmiş taneciklerin yörüngelerinden oluşan ışık topluluğu.

(GTS)

Arn. demet-i (Diz. 203; Bor. 41; Lat. 189; Kara. 234) Boş. deme (Škal. 189)

Bul. demet (DTB. 64; Diz. 203; Kara. 234) Hrv. deme (Es. 41)

Rom. demetun (Diz. 203)

Srp. deme, demet (Škal. 211; Diz. 203; Vuk. 120; Mik. 46; Kara. 234) Yun. demati (Diz. 203; Kara. 234)

DEMİR

1. Atom numarası 26, atom ağırlığı 55,847, yoğunluğu 7,8 olan, 1510 °C'de eriyen, mavimtırak esmer renkte, özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element (simgesi Fe). 2. sf. Bu elementten yapılmış: “Hemşiresiyle rıhtımın kenarındaki demir kanepeye oturdular.” -P. Safa. 3. Bu elementten yapılmış parça: Ocak demiri. Kapı demiri. Pencere demiri. 4. Ayakkabı topuğuna veya ayakkabı burnuna aşınmayı önlemek için çakılan, özel olarak yapılmış madenden parça. 5. sf. mec.Güçlü, kuvvetli, sert: “O kadar çabuk uyanmıştı ki kalbinin demir bir elle sıkıldığını duydu.” -S. F. Abasıyanık. 6. den. Çıpa.

(GTS)

Arn. demir-i, demiroxhak-u (Diz. 203; Bor. 41; Lat. 190; Kara. 235) Boş. demir, demirdžija, demiri, demirli, demirlija (Škal. 189, 190)

Bul. demir, demirli, demicija, demircilik (DTB. 64, 75; Gab. 184; Lok. 508; Kak. 121; Diz. 203; Kara. 235)

Hrv. demir, demiri kizginajken, demir-kapia, demirli (Es. 41)

Mak. demir, demirlija, demirka, demircija (Nas. 43, 56, 73, 85; Kara. 235) Rom. demerlie, dimirlie, dimircapi (Mik. 46; Kak. 121; Wendt. 79; Kara. 235)

Srp. demir, demirdžija, demiri, demir-kapija, demirli, demirlija, demirtrava (Škal. 211; Diz. 203; Bak. 168; Vuk. 125; Mik. 46; Kak. 121; Lok. 508; Kara. 235)

Yun. demiri (Georg. 251; Kuk. 74; Diz. 203; Kara. 235) DENİZ

1. Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi. 2. Bu su kütlesinin belirli bir parçası: Marmara Denizi. Karadeniz. 3. Aydaki düzlükler. 4.mec. Geniş alan: “Tarife kalkma bizi / Ne şuyuz ne de buyuz / Adem denen denizi / Arayan birer suyuz” -E. B. Koryürek. 5. mec. Çokluk, yoğunluk.

(GTS)

Boş. denizi, denjiz (Škal. 190)

Bul. denis, denizjeli (DTB. 64; Kara. 236) Hrv. denjiz (Es. 41)

Srp. denizi, denjiz (Škal. 211, 212; Mik. 46; Kak. 122; Kara. 236) Yun. deniz (Georg. 237; Kara. 236)

DENK

,-

(I) 1. Yük hayvanlarının sağ ve soluna konulan iki yük parçasından her biri: Yükün bir dengi fasulye, bir dengi nohut. 2. Yatak, yorgan, kumaş vb. eşyanın sarılıp bağlanmış biçimi, balya: “Denklerin üstünde zayıf bir delikanlı hazin bir ayrılık türküsü çağırıyor.” -Y. Z. Ortaç. 3. fiz. Destekleri paralel, yönleri aynı, şiddetleri eşit bulunan güçler.

(GTS)

Arn. deng-u, dengje (Diz. 204; Bor. 41; Mik. 46; Mey. 63; Kara. 236) Boş. denjak (Škal. 190)

Bul. denk, denkçija, tonga (DTB. 64, 252; Gab. 187, 801; Mik. 46; Diz. 205; Lok. 484; Kara. 236) Hrv. denjiz (Es. 41)

Mak. denk (Nas. 35; Kara. 236)

Rom. teanc (Mik. 46; Lok. 484; Diz. 204; Wendt. 112; Kara. 236) Srp. denjak (Škal. 211; Diz. 204; Mik. 46; Lok. 484; Kara. 236) Yun. denki, tinka (Georg. 178; Gia. 159; Mik. 46; Diz. 204; Kara. 236) DERBEDER

Yasadışı ve davranışı düzensiz (kimse): “Benim gibi derbeder bir biçareye tokat atmaktan kolay ne olur?” -R. N. Güntekin.

(GTS)

Arn. derbeder-e (Diz. 205; Bor. 41; Mik. 47; Mey. 64; Kak. 123; Lat. 191; Kara. 237) Boş. derbeder, derbederina (Škal. 191)

Hrv. derbender (Es. 41)

Mak. derbedar (Nas. 107; Kara. 237)

Srp. derbeder, derbender, derbedenica (Škal. 212; Diz. 205; Kara. 237) Yun. derbederis (Kuk. 74; Gia. 160; Diz. 205; Kara. 237)

DERBENT

,-

1. Geçit. 2. Sınırda bulunan küçük kale. (GTS)

Arn. derven-i (Diz. 208, 209; Bor. 41; Mik. 47; Mey. 64; Kak. 123; Kara. 237) Boş. derbent, dervent, derbendžija (Škal. 191)

Bul. dervent, derventcija, derventcilik (DTB. 64; Gab. 189; Mik. 47; Kak. 123; Diz. 209; Kara. 237)

Hrv. derbent, derbendžija (Es. 41)

Mak. derben, devren (Nas. 58, 73; Kara. 237)

Rom. derbend, derebant (Mik. 46; Kak. 123; Sai. 144; Lok. 490; Diz. 209; Kara. 237)

Srp. derbent, derbend, derven, dervend, derbedžija (Škal. 212; Diz. 208; Vuk. 122; Mik. 47; Kak. 123; Kara. 237)

Yun. derbeni, devreni, dervenagas (Georg. 180, 184, 208; Kuk. 74; Mik. 46; Kak. 123; Diz. 209; Kara. 237)

DERE

1. Genellikle yazın kuruyan küçük akarsu: “Bu ensiz tahta köprü altında ince dere.” -E. B. Koryürek. 2. coğ. Bu akarsuyun yatağı. 3. coğ. İki dağ arasındaki uzun çukur. 4. Damlarda yağmur sularını toplayarak oluğa veren çinko veya kiremit yol.

(GTS)

Boş. dera (Škal. 191)

Bul. dere, derelek (DTB. 64, 65; Gab. 189; Kara. 237) Mak. dere (Nas. 58; Kara. 237)

Srp. dera (Škal. 212; Kara. 237) Yun. deres (Kuk. 74; Kara. 237) DEREBEYİ

1. Topraklarını derebeylik düzenine göre yöneten kimse, kont. 2. mec. Zorba: “Sende bir Şarklı derebeyi ruhunun saklı olmasından korkar.” -P. Safa.

(GTS)

Arn. derebej, derebeu (Diz. 205) Boş. derebeg, deribeg (Škal. 191)

Bul. derebej (DTB. 65; Gab. 190; Kara. 237) Srp. derebeg, deribeg (Škal. 21; Kara. 237)

Yun. derebegis (Georg. 136; Kuk. 74; Gia. 160; Kara. 237) DERECE

1. Bir süreç içindeki durumlardan her biri, basamak, aşama, rütbe, mertebe: “Hukuk tahsilini Paris'te bitirmiş, birinci derece diploma almıştı.” -Ö. Seyfettin. 2. e. Denli, kadar:“Beyoğlu'nda bu derece itibar görmemişti.” -E. E. Talu. 3. fiz. Ölçü aletlerinin ölçeğinde belirtilmiş bulunan başlıca bölümlerden her biri: Sıcakölçerin dereceleri. 4. fiz.Sıcaklıkölçer: “Hastaların ateşini ölçen aletle, dereceyle ancak asker ocağında karşılaşabilirdi.” -N. Hikmet. 5. kim. Bir çözeltinin yoğunluğunu

ölçmede kullanılan birim. 6. mat.Bir çemberin üç yüz altmışta birine eşit olan açı birimi: Dik açılar doksan derecedir. 7. sp. Başarı gösterme.

(GTS)

Arn. derexhe-ja (Diz. 205, 206; Bor. 41; Kara. 238) Boş. derdža (Škal. 191)

Bul. derece (DTB. 65; Diz. 206; Kara. 238) Hrv. deredža (Es. 41)

Mak. derece (Nas. 106; Kara. 238)

Srp. deredža (Škal. 212; Diz. 206; Bak. 1200; Vuk. 760; Kara. 238) DERMAN

1. Güç, takat, mecal. 2. İlaç. 3. mec. Çıkar yol, çare. (GTS)

Arn. derman-i (Diz. 207; Bor. 41; Mik. 47; Mey. 64; Kara. 238) Boş. derman, dermandži, dermendžija (Škal. 192)

Bul. derman, dermansiz (DTB. 65; Gab. 190; Mik. 47; Diz. 207; Kara. 238) Hrv. derman, dermendžija (Es. 41)

Mak. derman (MTS. 100; Kara. 238)

Srp. derman, dermandži, dermendžija (Škal. 212, 213; Diz. 207; Kara. 238) Yun. dermani (Kuk. 74; Mik. 47; Diz. 207; Kara. 238)

DERNEK

,-

Ğİ

1. Toplantı, düğün: “Tıpkı bir düğün, dernek, eğlence biter gibi tatlı tatlı oldu.” -O. C. Kaygılı. 2. Belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için kurulan yasal topluluk, cemiyet:“Edebiyat Derneğinde şiir dünyamızın eski, yeni, birçok şöhretleriyle tanıştım.” -Y. Z. Ortaç. 3. Pazar veya panayır kurulan gün, deri (II).

(GTS)

Boş. dernek (Škal. 192)

Bul. dernek (DTB. 65; Kara. 238) Hrv. dernek (Es. 41)

Srp. dernek, dernečiti (Škal. 213; Mik. 47; Kara. 238) Yun. dernekin (Gia. 160; Kara. 238)

DERS

1. Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi: “Mektepten kaçmıyor, bazı derslerden zevk alıp saatlerce çalıştığım oluyordu.” -S. F. Abasıyanık. 2. Bu bilgi aktarımı için ayrılan süre: Dersin bitmesine beş dakika var. 3. Öğrencinin öğrenmek zorunda olduğu bilgi: “Bir yakınlık kurmak için derslerini soracak oluyordu.” -N. Cumalı. 4. mec. Bir olayın bellekte bıraktığı öğretici iz, öğüt, ibret: “En iyisi, kıyının verdiği şu ekoloji dersini uygulamak mı dersiniz?” -H. Taner.

(GTS)

Arn. ders-i (Diz. 207)

Boş. ders, dershana, dersane (Škal. 192)

Srp. ders, dershana (Škal. 213; Diz. 207; Kara. 238) Yun. dersin (Gia. 160; Kara. 238)

DERT

,-

1. Üzüntü: “Gündüz ya bir yere sokulup uyur ya sessiz sedasız sokaklarda dolaşır. Fakat akşam oldu mu derdi teper.” -H. E. Adıvar. 2. Hastalık: “Hastayım derdime verem diyorlar.” -F. N. Çamlıbel. 3. Ağrı. 4. mec. Sorun, kaygı: “Ne var ki dert evin satılması ile bitmeyecekti.” -T. Buğra. 5. hlk. Ur: Boynunda dert çıkmış.

(GTS)

Arn. dert-i (Diz. 207, 208; Bor. 41; Mik. 47; Mey. 64; Lat. 191; Kara. 239) Boş. dert, dertan, dertli, dertlija (Škal. 193)

Bul. dert, dertlija (DTB. 65; Gab. 191; Mik. 47; Lok. 493; Diz. 208; Kara. 238) Hrv. dert, dertli (Es. 41)

Mak. derd (Nas. 104; Kara. 239)

Srp. dert, dertli, drdli, dertlija, dertliji (Škal. 213; Diz. 208; Bak. 170; Vuk. 121; Mik. 47; Lok. 493; Kara. 239)

Yun. derti, dertilis (Georg. 148; Kuk. 75; Gia. 160; Mik. 47; Diz. 208; Kara. 239) DERVİŞ

1. Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı kimse, alperen. 2. mec. Yoksulluğu, çilekeşliği benimsemiş kimse. 3. mec. Alçak gönüllü ve her şeyi hoş gören kimse. 4. hay. b.Kırlangıç balığının pek küçüğü.

(GTS)

Arn. dervish-i (Diz. 209; Bor. 42; Mik. 47; Kak. 123; Lat. 192; Kara. 239) Boş. derviš, derviša, dervišane, dervišluk (Škal. 193, 194)

Bul. dervis, dervisce (DTB. 64; Gab. 189; Mik. 47; Diz. 209; Lok. 496; Kak. 423; Kara. 239) Hrv. derviš (Es. 41)

Mak. dervis, derviçka, derviska (Nas. 35, 43; Kara. 239) Rom. dervis (Kak. 123; Sai. 46; Lok. 496; Diz. 209; Kara. 239)

Srp. derviš, derviša, dervišane, dervišluk, dervo, dedo, deduka, dedica (Škal. 213, 214; Diz. 209; Bak. 169; Vuk. 121; Mik. 47; Kak. 123; Lok. 496; Kara. 239)

Yun. dervisis (Georg. 184; Mik. 47; Diz. 209; Kara. 239) DERYA

1. Deniz. 2. mec. Bilgili kimse. 3. mec. Bir şeyin bol olduğu yer: “Kasaba baştan başa bir çamur deryası hâlini alır.” -S. F. Abasıyanık.

(GTS)

Arn. derja (Diz. 206; Bor. 41; Kara. 239) Boş. derja, derja-alim, derja-hodža (Škal. 192) Bul. derjadeniz (DTB. 65; Kara. 239)

Srp. derja, derja alim (Škal. 212; Kara. 239) DESTE

1. Cinsleri aynı veya birbirine yakın olan şeylerin bir arada bağlanmışı, demet, bağlam: “Destenin en itibarlı kâğıtları, bilindiği gibi beyler yani aslar oluyor.” -H. Taner. 2. Kılıç, bıçak vb.nin elle tutulacak yeri. 3. mat. Aynı cinsten onluk bir küme. 4. sp. Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldıkları derecelerden biri.

(GTS)

Boş. teste (Škal. 748)

Bul. teste, testebasija (DTB. 250; Gab. 794; Mik. 73; Lok. 498; Diz. 1029; Kara. 240) Hrv. teste, testebaša (Es. 120)

Mak. teste (Nas. 77; Kara. 240)

Rom. testea (Mik. 47, 73; Lok. 498; Diz. 1029; Kara. 240)

Srp. teste, testebaša (Škal. 614; Diz. 1029; Bak. 1201; Vuk. 760; Mik. 73; Kara. 240) Yun. testes (Kuk. 97; Gia. 160; Mik. 73; Diz. 1029; Kara. 240)

DESTEK

,-

Ğİ

1. Bir şeyin yıkılmaması için konulan eğik veya düz dayak, payanda. 2. Üzerine bir şey oturtmaya, tutturmaya, koymaya yarar araç, bindi, hamil: Şamdan, sehpa, sacayak birer destektir. 3. ekon. Kredi işlemlerinde her an sarf edilebilecek kredi. 4. ask. Bir birlik için sağlanan yardım veya koruma. 5. fiz. Bir vektörü taşıyan sonsuz doğru. 6. mec. Maddi ve manevi yardımcı, dayanak: “Kızardı, söylenirdi ama gene de tek desteği oydu hayatta.” -O. Hançerlioğlu. 7. mec. Yardım.

(GTS)

Arn. qystek-u (Diz. 823)

Yun. desteki (Kuk. 75; Diz. 823; Kara. 240) DESTUR

1. İzin, müsaade. 2. ünl. (destu:r) “Yol verin, savulun, izin verin” anlamlarında kullanılan bir söz. 3. ünl. (destu:r) Karanlık, ıssız yerlere pis veya atık su dökerken cin çarpmasın diye yüksek sesle söylenen bir söz.

(GTS)

Arn. destur (Diz. 210; Bor. 42; Kara. 240) Boş. destur (Škal. 194)

Bul. destur, testir (DTB. 65, 250; Kara. 240) Mak. destur, testur (Nas. 35, 117; Kara. 240) Srp. destur (Škal. 214; Kara. 240)

Yun. destur (Gia. 160; Kara. 240) DEV

1. Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratığı. 2. sf. Olağanüstü irilikte olan: “Dev vücudu içinde bir genç kız hassasiyeti taşıyor.” -Y. Z. Ortaç. 3. sf. mec. Çok büyük, çok önemli: Dev şirketler. Dev bir yazar.

(GTS)

Arn. div-i (Diz. 217; Bor. 43; Mey. 66; Lat. 193; Kara. 240) Boş. div (Škal. 201)

Bul. dev (DTB. 62; Gab. 174; Mik. 49; Lok. 509; Diz. 217; Kara. 240) Hrv. div (Es. 42)

Mak. div (Nas. 53; Kara. 240)

Srp. div (Škal. 220; Diz. 217; Bak. 173; Vuk. 123; Mik. 49; Kak. 124; Lok. 509; Kara. 240) DEVAM

1. Sürme, sürüp gitme, kesilmeme, bitmeme. 2. Bir yere belli bir amaçla, gereken zamanlarda gitme: Devam zorunludur. 3. Ek, parça. 4. ünl. “Kesme, sürdür” anlamında kullanılan bir söz.

(GTS)

Arn. devam (Diz. 211)

Boş. devamiti, devamli (Škal. 194)

Srp. devamiti, devam činiti, devamli (Škal. 214; Kara. 241) DEVE

Geviş getiren memelilerden, boynu uzun, sırtında bir veya iki hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan hayvan (Camelus).

(GTS)

Arn. deve-ja (Diz. 211; Bor. 42; Mik. 47; Mey. 64; Lat. 192; Kara. 241) Boş. deva, devedžija, devkušu (Škal. 194)

Bul. deve, devecija (DTB. 62; Gab. 174; Diz. 211; Kara. 241) Rom. devetui (Diz. 211)

Srp. deva, devedžija (Škal. 214; Diz. 211; Vuk. 119; Mik. 47; Kak. 125; Lok. 510; Kara. 241) Yun. devecis (Kuk. 74; Gia. 159; Diz. 211; Kara. 241)

DEVEKUŞU