• Sonuç bulunamadı

İçi turuncu, iri ve tatlı bir kabak türü (Cucurbita moschata). (GTS)

Arn. ballkabak (Diz.66; Bor.21; Kara.75) Bul. balka (DTB.21; Gab.79; Diz.66; Kara.75) Mak. balkabak (Nas.45; Kara.75)

Yun. palkapaj (Gia.110; Diz.66; Kara.75) BALKAN

Sarp ve ormanlık sıradağ: “Podima balkanları içinde, bir alandan, bir çalılık içinden Ahmet Efendi'yi çıkarıp getirmişler.” -M. Ş. Esendal.

(GTS)

Arn. ballkan-i (Diz.66) Boş. balkan (Škal.75)

Bul. balkan (DTB.21; Gab.80; Diz.66; Kara.75) Mak. balkan (Nas.58; Kara.75)

Srp. balkan (Škal.118; Diz.66) BALSAM

Bazı ağaçlardan elde edilen, parfüm ve ilaç yapımında kullanılan reçine. (GTS)

Arn. ballsam-i (Diz.66; Mey.24; Lat.132; Kara.76) Bul. balsam (Gab.80; Mey.24; Lok.293; Diz.66; Kara.76) Mak. balsam (Nas.55; Kara.76)

Srp. balsam, balzam, balzamovanje, balsamovati (Diz.66; Bak.39) Yun. balsamon (Diz.66; Lok.293; Kara.76)

BALSIRA

1. Yaprakların üzerinde oluşan bir tür küf. 2. Bir tür kudret helvası. (GTS)

Boş. balsara (Škal.75)

Bul. balsara (DTB.18; Kara.76) Mak. baslara (Nas.54; Kara.76)

Srp. balsara, basra, bastra (Škal.118; Kara.76) BALTA

Ağacı kesme, yarma, yontma vb. işlerde kullanılan ağaç saplı, demir araç. (GTS)

Arn. balltë-a (Diz.66; Kak.57; Lat.132; Kara.76) Boş. balta, baltaluk (Škal.75)

Bul. balta (DTB.22; Gab.80; Mik.20; Lok.207; Diz.66; Kara.76) Hrv. balta, baltija (Es.22)

Mak. baltija (Nas.74; Kara.76)

Rom. baltag (Mik.20; Kak.58; Sai.12; Lok.207; Diz.66; Kara.76)

Srp. balta, baltaluk, baltanje, baltiti (Škal.118; Diz.66; Vuk.14; Mik.20; Kak.57; Lok.207; Kara.76)

Yun. baltas (Georg.163; Kuk.63; Mik.20; Diz.66; Kara.76) BALTACI

1. Balta yapan veya satan kimse. 2. Odun kırıcı. 3. esk. Yangın söndürme kuruluşlarında balta kullanan er, baltalı. 4. tar. Önceleri sefer sırasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırları kurup kaldırmak, yükleri bindirip indirmekle, sonraları kızlar ağasına bağlı olarak sarayı korumak ve sarayın dış hizmetlerini yapmakla görevli kimse, baltalı.

(GTS)

Bul. baltacija (DTB.22; Gab.80; Mik.20; Kara.77; Kak.57) Rom. baltagiu (Mik.20; Kak.58; Sai.12; Lok.207; Kara.77) Yun. baltacis (Kuk.63; Mik.20; Kak.57; Kara.77)

BALYEMEZ

Kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli, tunçtan top. (GTS)

Arn. balljemes (Diz.67) Boş. baljemez (Škal.76)

Bul. baljemes (DTB.21; Kara.77) Hrv. baljemez (Es.22)

Rom. balimez (Lok.201; Diz.67; Kara.77) Srp. baljemez (Škal.119; Diz.67; Kara.77)

BAMYA

1. Ebegümecigillerden, sıcak ve ılıman yerlerde yetişen bir bitki (Hibiscus esculentus). 2. Bu bitkinin hem taze hem kurutularak yenilen ürünü.

(GTS)

Arn. bamje-a (Diz.66; Bor.21; Mey.25; Lat.132; Kara.77) Boş. bamja, bamija, bamlja, bamnja (Škal.77)

Bul. bamja (DTB.22; Gab.81; Mik.20; Diz.67; Kara.77) Hrv. bamija, bamja (Es.22)

Mak. bamja (Nas.25; Kara.77)

Rom. bame, bamie, bamba (Mik.20; Lok.210; Mey.25; Diz.67; Kara.77) Srp. bamja, bamija, bamuja, bamlja (Škal.119,120; Diz.67; Mik.20; Kara.77) Yun. bamia, bamnia (Georg.231; Kuk.63; Gia.110; Mik.20; Diz.67; Kara.77) BANDO

1. Türlü üflemeli ve vurgulu çalgılardan oluşan ve genellikle geçit törenlerinde kullanılan mızıkacılar topluluğu veya takımı, mızıka: “Tepebaşı bahçesindeki bando da Tuna Dalgası'nı çalıyordu.” -O. C. Kaygılı. 2. mec. Takım, topluluk: “Hırsızlar bandosuna kumanda eden Ciyanni, asıl hırsız değilmiş.” -A. Midhat.

(GTS)

Boş. banda, bando (Škal.77) Hrv. banda (Es.22)

Mak. banda (Nas.38; Kara.78) Srp. banda (Škal.120; Kara.78) BARAK

,-

ĞI

1. Tüylü, kıllı çuha. 2. Bir cins tüylü av köpeği. (GTS)

Arn. barak, barrak (Diz.67; Mey.26; Kara.78) Boş. barak (Škal.77)

Bul. barak (DTB.22; Mik.20; Diz.67; Kara.78) Hrv. barak (Es.23)

Srp. barak (Škal.120; Diz.67; Mik.20; Kara.78) BARBUT

Zarla oynanan bir çeşit kumar. (GTS)

Bul. barbut (DTB.22; Gab.84; Kara.79) Mak. barbut (Nas.98; Kara.79)

Rom. barbut (Lok.73; Kara.79) Srp. barbut (Škal. 120; Kara.79) BARDAK

,-

ĞI

dudağımda güç tuttum.” -F. R. Atay. 2. sf. Bu kabın alacağı miktarda olan: “Mustafa elinde iki bardak çayla içeri giriyor.” -A. Ümit. 3. Boduç, çamçak. 4. hlk. Toprak testi.

(GTS)

Arn. bardak-u, bardhak, bërdhak, bardhaçkë (Diz.67; Bor.21; Mik.20; Mey.27; Lat.133; Kara.80) Boş. bardak, bardakčija, bardakdžija, bardaklija (Škal.78)

Bul. bardak (DTB.23; Gab.84; Mik.20; Lok.230; Diz.68; Kara.80) Hrv. bardak, bardagdžija, bardakčija, bardaklija (Es.23)

Mak. bardak, barde (Nas.35; Kara.80)

Rom. bardac, bardasutça (Mik.20; Lok.230; Diz.68; Kara.79)

Srp.bardak, bardaklija, bardakčija, bardagdžija (Škal.120; Diz.69; Mik.20; Lok.230; Vuk.16; Kara.80)

Yun. bardaki (Georg.183; Kuk.63; Gia.111; Mik.20; Diz.68; Kara.80) BARHANA

1. Kafile, küçük kervan, göç. 2. Göç eşyası, ev eşyası. (GTS)

Arn. barhena (Diz.68) Boş. barhana (Škal.78)

Bul. barhana (DTB.23; Kara.80)

Srp. barhana (Škal.121; Diz.68; Kara.80) BARİ

1. Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyleyse: “Hepsini at bir yana / Bari o günlerin bana / Şiirini söyle tatlı su” -M. S. Sutüven. 2. ünl. Keşke: “Bu bari doğru çıksaydı, yazarlığıma geçmişte bir ipucu bulacaktım.” -A. Ağaoğlu.

(GTS)

Arn. bare, barema (Diz.68; Bor.22; Mik.21; Mey.27; Lat.134; Kara.80) Boş. barem, bar (Škal.78)

Bul. bare, barim (DTB.22; Gab.84; Mik.21; Diz.68; Kara.81) Hrv. barem (Es.23)

Mak. bare, barem (Nas.22; Kara.81)

Rom. bari, barim (Lok.245; Diz.68; Kara.80)

Srp. bar, barem (Škal.120; Diz.68; Vuk.16; Mik.21; Kara.81)

Yun. bari, baremon, parumu (Georg.99; Kuk.63; Gia.113; Diz.68; Kara.81) BARUT

Ateşli silahla bir merminin atılmasına veya herhangi bir aracın fırlatılmasına yarayan, patlayıcı madde: “Dev boylu fetih askerleri, kollarının sert derilerine iğnelerle yazdırır, barutla ovdurur, dövme yaparlardı.” -Y. K. Beyatlı.

(GTS)

Arn. barut-i, barot (Diz.69; Bor.22; Mik.20; Mey.27; Lat.133; Kara.81) Boş. baarut (Škal.79)

Bul. barut (DTB.23; Gab.86; Mik.20; Diz.69; Kara.81) Hrv. barut (Es.23)

Mak. barut (Nas.35; Kara.81)

Srp. barut, barudžija, baručija (Škal.121; Diz.69; Mik.20; Kara.81) Yun. baruti, barutila (Kuk.63; Mik.20; Diz.69; Kara.81)

BARUTHANE

Barut yapılan veya saklanan yer. (GTS)

Arn. barot-hane/ja (Diz.69; Lat.134) Boş. baruthana, barutana (Škal.79) Bul. barut-hane (Diz.69)

Hrv. barutana (Es.23) Rom. baruthane (Diz.69)

Srp. barut, barueia, barutana, barutni, baruthana (Škal.121; Diz.69; Bak.42; Vuk.17) Yun. baruthana (Diz.69)

BASMAK

,-

AR

1. Vücudun ağırlığını verecek bir biçimde ayak tabanını bir yere veya bir şeyin üzerine koymak: “Bastığın yerlerde güller açtı, sarıldı ayaklarına.” -C. Külebi. 2. Küçük çocuklar ayakta durabilmek. 3. Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek: “Motor çalıştıktan sonra debriyaja basarsınız.” -H. E. Adıvar. 4. (-i, -e) Sıkıştırarak yerleştirmek: Peyniri küpe basmak. 5. (-i) Bası işi yapmak, tabetmek. 6. (-i, nsz) Örtmek, bürümek, kaplamak: “Yollarını ot basmış, çamları yükselip saçaklarına el atmış olan bu büyük köşk.” -M. Ş. Esendal. 7. (-i, -e) Bir şey üzerinde kalıp, mühür vb.yle iz yapmak: “Şuraya başparmağını bas, dediler, ben de bastım.” -S. F. Abasıyanık. 8. (- i) Baskın yapmak: “Ölen kızın intikamını almak için köyü basıp yakmış.” -E. İ. Benice. 9. Bir kimse bir yaşa girmek: “On dokuz yaşına yeni basmış, ürkek ve utangaç bir kızdım.” -A. Erhat. 10. (-i, nsz)Duman, sis vb. çevreyi kaplamak, çökmek: “Şehri akşamüstü sis basmıştı.” -S. F. Abasıyanık. 11. (-i, nsz) Basınç yaparak sıvı ve gazları itmek: Pompa bozulmuş, suyu basmıyor. Otomobilin lastiğine hava basmak. 12. (nsz) Kümes hayvanları kuluçkaya yatmak. 13. (- i) Uygunsuz vaziyette yakalamak. 14. (nsz) mec. Bir şeyin etkisinde kalıp eziklik, üzüntü ve ağırlık duymak: “Yüreğinin acısını duyuyordu. Sıkıntı basmış, terlemeye başlamıştı. İzin istedi.” -Y. Z. Bahadınlı.

(GTS)

Arn. bastis, basti (Diz.70; Bor.22; Lat.133; Kara.82) Boş. basati (Škal.79)

Bul. baskam, bastisam (DTB.23; Mik.21; Kara.81) Hrv. basamak (Es.23)

Mak. bastisa (Nas.111; Kara.82)

Srp. basamak, basati, basamači (Škal.121; Diz.70; Bak.42; Vuk.17; Mik.21; Kara.81) BASAMAK

,-

ĞI

1. Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken basılan ve art arda gelen, birbirine belirli aralıkları olan düz yüzeylerden her biri: “Koşarak basamaklara yürüdü, merdivenleri bir solukta çıktı.” -P. Safa. 2. Derece, aşama, kerte, evre. 3. mec. Bir amaca ulaşmak için yararlanılan kişi, durum veya yer: “Bunlar memleketin edebiyat tarihinde beni yavaş yavaş yükselten birer basamak.” -H. E. Adıvar. 4. mat. Ondalık sayı sisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamlarının derecelerine göre her birinin bulunduğu yer, hane: Onlar basamağı. Yüzler basamağı. 5. mat. Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.

(GTS)

Arn. basamak-u (Diz.69; Bor.22; Lat.134; Kara.82) Boş. bastisati (Škal.80)

Bul. basamak (DTB.23; Mik.21; Kara.82) Hrv. bastisati (Es.23)

Mak. basamak (Nas.65; Kara.82)

Rom. basamac (Mik.82; Diz.70; Kara.82)

Srp. bastisati (Škal.122; Diz.70; Bak.42; Vuk.17; Mik.20; Kara.82) Yun. basamaki (Kuk.64; Diz.70; Kara.82)

BASKI

1. Bir eserin basılış biçimi veya durumu: “Baskı yanlışlıkları yüzünden kapatılan gazeteler vardı.” -A. Ş. Hisar. 2. Bası sayısı: Bu gazetenin baskısı yüz bindir. 3. Bir eserin tekrarlanarak yapılan baskı işlemlerinden her biri, edisyon: Sözlüğün yeni baskısı. 4. Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı: Etek baskısı. 5. Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tahakküm: “Politik baskıların yanı sıra daha başka yasaklara da bağlıydık.” -N. Cumalı. 6. Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres. 7. sp. Top oyunlarında karşı takım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasını engellemek amacıyla uygulanan yakın savunma durumu, pres. 8. ruh b. Belirli ruhsal etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını önleme durumu.

(GTS)

Arn. baski-ja (Diz.70; Bor.22; Lat.134; Kara.82) Boş. baskija (Škal.79)

Bul. baskija, baskam, abuskuvam (DTB.23; Gab.86; Mik.21; Diz.70; Kara.82) Hrv. baskija, baskijanje, baskijati (Es.23)

Srp. baskija, baskijanje, baskijati (Škal.121; Diz.70; Mik.21; Vuk.17; Kara.82) BASMA

1. Basmak işi: “Eşyanın üstüne çıkıp basmaya, üstünde zıplamaya başladık.” -A. Kutlu. 2. Gazete, dergi, kitap vb. bası ile hazırlanmış yazılı şeyler, matbua. 3. İskambil kâğıdı ile oynanan bir oyun. 4. Üzerinde bası ile yapılmış renkli biçimler bulunan pamuklu kumaş: “O güne kadar bir okka üzüm, bir arşın basma almamış idim.” -M. Ş. Esendal. 5. sf.Bu kumaştan yapılan: “Üzerine basma bir elbise ile örme bir ceket giymişti.” -P. Safa. 6. jeol. Yerin alçalmasıyla bu yeri örten deniz sularının yükselmesi, çekilme karşıtı. 7. sf.Basılmış, matbu. 8. hlk. Gübre, tezek.

(GTS)

Arn. basma-ja, basëm, basmeja (Diz.70; Bor.22; Lat.134; Kara.83) Boş. basma (Škal.79)

Bul. basma (DTB.23; Gab.86; Mik.21; Diz.70; Kara.83) Hrv. basma (Es.23)

Mak. basma, basmalija (Nas.79; Kara.83) Rom. basma (Mik.21; Lok.264; Diz.70; Kara.83)

Srp. basma (Škal.121; Diz.70; Mik.21; Lok.264; Kara.83) Yun. basmacis (Georg.111; Kuk.64; Mik.21; Diz.70; Kara.83) BASTON

1. Yürürken dayanmaya yarayan, ağaç veya metalden yapılan araç: “İsmet yengemin topal babası bastonunu yere vurdu.” -T. Dursun K. 2. den. Geminin baş tarafındaki yatık direğin dışarıya doğru uzanan parçası: “Gemi bastonunun altında dalga kalabalığı birikip kabarıyordu.” - Halikarnas Balıkçısı.

(GTS)

Arn. bastun-i (Diz.71; Lat.135) Bul. baston (Gab.86; Kara.84) Mak. bastun (Nas.38; Kara.84)

BAŞ

(I)1. İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser: “Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı.” -N. Cumalı. 2. Bir topluluğu yöneten kimse: “Cumhurbaşkanı devletin başıdır.” -Anayasa. 3. Başlangıç: Hafta başı. Ay başı. Yılbaşı. Satır başı. 4. Temel, esas: “Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para.” -H. E. Adıvar. 5. Arazide en yüksek nokta: Dağın başı. Tepenin başı. 6. Bir şeyin genellikle toparlakça ucu: “Avucumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık.” -F. R. Atay. 7. Bir şeyin uçlarından biri: “Merdiven başında beni çağırdı.” -A. Kutlu. 8. Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet: Yirmi baş koyun. On baş sığır. Üç baş soğan. 9. Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye. 10. Bir şeyin yakını veya çevresi: “Güzel bir sonbahar havasında şair, havuz başına uzanır gibi oturmuş, güneşleniyordu.” -A. Kabaklı. 11. “Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün” anlamlarında birleşik kelimeler yapan bir söz: Başbakan, başçavuş, başhekim, başkent, başöğretmen, başpehlivan, başrol, başsavcı. 12. Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği: Başa güreşmek. 13. den. Deniz teknelerinde ön taraf.

(GTS)

Arn. bash-i, basht-i (Diz.72; Bor.22; Lat.135; Kara.85)

Boş. baš, baš-čaršija, baš-čauš, bašeksija, bašibozuk, baškatib, bašmuhtar, bašustuna, bašuna, baša-baš, bašica, bašlija, bašluk, bašuna, bašunsagosum, bimbaša, bunarbaša, delibaša, dolibaša, juzbaša, odabaša, onbaša, topčibaša, subaša, dogandžibaša, harambaša, bostandžibaša, čaušbaša, kalfabaša, kapudžibaša, ustabaša (Škal.80,81)

Bul. bas, basija (DTB.25; Gab.88; Mik.21; Lok.260; Diz.73; Kara.85) Hrv. baš (Es.23)

Mak. bash (Nas.99; Kara.85)

Rom. basiu (Kak.60; Lok.260; Diz.73; Kara.85)

Srp. baš, baša, bašica, bašeksija, bašin, bašluk, tufekčibaša (Škal.122; Diz.73; Bak.43,421; Vuk.358, 787; Mik.21; Kak.59; Lok.260; Kara.85)

Yun. basija (Georg.268; Gia.111; Mik.22; Diz.73; Kara.85) BAŞAK

,-

ĞI

1. Arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerin tanelerini taşıyan kılçıklı başı: “Toprak üstünde ne tütün fidanı ne buğday başağı bırakmışlar.” -A. Ş. Hisar. 2. hlk. Tarlalarda, bağlarda dökülmüş veya tek tük kalmış olan ürün.

(GTS)

Arn. bashake-ja, bashakët (Diz.73; Lat.135) Boş. bašaga (Škal.81)

Bul. bišak (DTB.41; Diz.73; Kara.85) Srp. bašaga (Škal.122; Diz.73)

Yun. basaki (Kuk.64; Diz.73; Kara.85) BAŞIBOZUK

,-

ĞU

1. Düzensiz topluluk. 2. tar. Askerlerin arasına katılmış sivil savaşçı. 3. sf. Karışık, içinden çıkılamayan: “Böyle bir durumda kendi hâline bırakmak ancak başıbozuk bir ekonomi ortamına yol açabilirdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.

(GTS)

Arn. bashibozuk-u, bashibyzyk (Diz.73; Bor.22; Mik.21; Lat.135; Kara.86) Boş. bašibozuk (Škal.82)

Hrv. bašibozuk (Es.23)

Mak. bašibozuk (Nas.31; Kara.86)

Rom. basibuzuc (Lok.266; Diz.73; Kara.85)

Srp. bašibozuk (Škal.123; Diz.73; Bak.43; Kara.86) Yun. basibuzukis (Kuk.64; Gia.113; Diz.73; Kara.86) BAŞKA

1. Bilinenden ayrı, değişik, farklı, özge: “Başka bir şeyi daha aklıma iyice sokuyordum.” -A. Kutlu. 2. Nitelik yönünden alışılmışın dışında bir üstünlüğü olan: “Bütün bunlar beni herkesten başka bir insan yapmıyor.” -H. E. Adıvar. 3. e. “Ayrıca, üstelik, bir yana” anlamlarında -den başka biçiminde kullanılan bir söz: “Birinden yardım istemekten başka çıkar yol yoktu ve ben yardım isteyeceğime ölmeyi yeğlerdim.” -A. Kutlu.

(GTS)

Arn. bashka (Diz.73; Bor.22; Mik.22; Mey.29; Lat.135; Kara.86) Boş. baška, baškalučiti, baškalučenje (Škal.82,83)

Bul. bashkaca (DTB.22; Gab.81; Mik.22; Diz.74; Kara.86) Hrv. baška, baškalučiti, baškalučenje (Es.24)

Mak. baska (Nas.119; Kara.86)

Rom. basca (Mik.22; Lok.263; Diz.74; Kara.86)

Srp. baška, bambaška, abaška, pobaška, baškaluk, baškalučenje, baškalučiti (Škal.124; Diz.74; Bak.43,649,790; Vuk.19; Mik.22; Kara.86)

BAŞLIK

,-

ĞI

1. Genellikle başı korumak için giyilen şapka, serpuş: “İyi ki güneş açmış, sıcak basmış da başlığını sıyırınca yüzünü görmüş tanımışlardı.” -N. Cumalı. 2. Üst giysilerinin yakalarına takılı başlık, kapüşon. 3. Hayvan koşumunun başa geçirilen bölümü. 4. Bir sütunun, bir direğin tepeliği: “Önünden yüzlerce defa geçmiş olduğumuz bin yıllık çeşme, bir sütun başlığı birden gözümüzde şahsiyet ve değer kazanırdı.” -S. Ayverdi. 5. Kâğıt veya zarf üstüne basılmış ad ve adres, antet. 6. Bir yazının, bir kitabın bölümlerinin başına konulan ve konuyu kısaca tanıtan ibare, serlevha. 7. Başlık parası. 8. Tablaların veya iş parçalarının düzgün kalmasını sağlamak amacı ile baş taraflarına takılan parça. 9. Tekerlek parmaklarının çakılı olduğu kısım.

(GTS)

Arn. pashnik-u (Diz.754; Bor.103; Mey.323; Kara.87) Boş. bašluk (Škal.83)

Bul. bašlik (Mik.21; Lok.260; Diz.754; Kara.87) Hrv. baškaluk (Es.24)

Mak. bašlak (Nas.86; Kara.87)

Srp. baškaluk, bašluk (Škal.124; Diz.754) BAŞMAK

,-

ĞI

Ayakkabı. (GTS)

Arn. pashmak (Diz.754; Bor.103; Mey.324; Kak.322; Kara.87) Boş. pašmage, pačmage (Škal.599)

Bul. pašmak, bašmak (DTB.26; Gab.608; Mik.22; Kak.322; Lok.265; Diz.754; Kara.87) Hrv. pašmag, pašmaga (Es.96)

Srp. pašmaga, bašmaga, pačmaga, pašmag, bašmag (Škal.124, 512; Diz.754; Bak.761; Vuk.508; Kak.322; Kara.87)

Yun. pasumaki (Kuk.81; Mik.22; Diz.754; Kak.322; Kara.87) BAŞMAKÇI

1. Ayakkabıcı. 2. Camilerde, giriş bölümünde, çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse. (GTS)

Arn. pashmangxhi-u (Diz.754; Bor.103; Mey.324; Kak.322; Kara.87) Hrv. pašmadžija, pasvandžija (Es.95)

Srp.pašmandžija, pasvandžija, pasvandži (Škal.511; Diz.754; Kak.322; Lok.265; Kara.87) BAT

Kurşun boruların ağzını açmakta kullanılan, şimşirden yapılmış, ucu sivri bir çeşit takoz. (GTS)

Arn. bat-i (Diz.74; Mik.22; Kara.88) Boş. bat (Škal.84)

Bul. patka (Mik.22; Kara.88)

Rom. pate (Mik.22; Diz.74; Kara.88)

Srp. bat (Škal.125; Diz.74; Mik.22; Kara.88) BATMAK

,-

AR

1. Bir sıvının üstündeyken içine gömülmek: “Sonra hani bir gemimiz batmıştı.” -S. F. Abasıyanık. 2. Dünya'nın dönüşü dolayısıyla Güneş, Ay ve yıldız ufkun altına inmek:“Güneş renksiz bulutlar altında batıyordu.” -Ö. Seyfettin. 3. İflas etmek. 4. Kirlenmek: Üstüm başım battı. 5. (-e) Saplanmak: “Ayağına yolda diken batmıştı.” -O. C. Kaygılı. 6.(-e) Tedirgin etmemesi gereken şeyler tedirgin etmek: Bazı kimselere para batar, sarf edecek yer ararlar. 7. (-e) Hoşa gitmeyen bir duruma uğramak: “Abdi Bey'in sabırsız, çabuk parlamaya yatkın mizacına karısının tevekküllü ve sakinliği fena hâlde batıyor.” -A. İlhan. 8. Yok olmak. 9. (-e) Çökmek: “İçeriye batmış gözleri kadına dikilmişti.” -S. F. Abasıyanık. 10. mec. Daha kötü bir duruma uğramak. 11. mec. Yıkılmak, egemenliği sona ermek: “Bizans kurulduğundan battığı tarihe kadar 1125 sene geçmişti.” -Y. K. Beyatlı. 12. (-e) mec. Dokunmak, incitmek: Onun her sözü bana batar.

(GTS)

Arn. me u batisë (Diz.77; Bor.23; Mey.29; Lat.136; Kara.88) Boş. batisati (Škal.85)

Bul. batisvam, batisam (DTB.24; Mik.22; Kara.88) Hrv. batišati (Es.24)

Mak. batisa (Nas.170; Kara.88)

Srp. batisati (Škal.126; Diz.77; Mik.22; Kara.88) Yun. battizo (Kuk.64; Diz.77; Kara.88)

BATAK

,-

ĞI

1. Üzerine basıldığında çöken çamurlaşmış toprak: “İnsan bu kumda, bir batakta gibi yürür, ayağını güç çeker, her adımda bir günlük yol zahmeti duyar.” -F. R. Atay. 2. Kötü durum, içinden çıkılmaz iş: “Bu bataktan kendini kurtarmaya çalıştıkça büsbütün saplandığını dehşetle görüyordu.” -R. N. Güntekin. 3. sf. mec. Hayır gelmez, yarar sağlamaz, batmış.

(GTS)

Arn. batak-u, balltak (Diz.75; Bor.22; Mey.29; Lat.135; Kara.88) Boş. batak, batak, batakluk (Škal.84)

Bul. batak, bataklik, batakçilik (DTB.24; Gab.87; Diz.75; Kara.88) Hrv. batah (Es.24)

Rom. batac, bataciu (Lok.269; Diz.75; Kara.88)

Srp. batak, batakluk, batagdžija, batakčiluk, batah (Škal.125,126; Diz.75; Kara.88) Yun. batakcis (Kuk.64; Gia.131; Diz.75; Kara.88)

BATAKÇI

1. Borcunu ödememeyi alışkanlık edinmiş (kimse): “Ne türlü batakçı olduğunu bile bile paranı ona kaptırmayacaktın.” -R. H. Karay. 2. Eline geçen parayı batıran (kimse): “Baba daima boğazına kadar borç içinde yaşar, müsrif, batakçı bir memurdu.” -Ö. Seyfettin.

(GTS)

Arn. batakçi-u, batakçeshë (Diz.75; Bor.22; Mey.29; Lat.135; Kara.89) Boş. batakčija, batagdžija, batakčiluk, batagdžiluk (Škal.84)

Bul. batakçija (Mik.22; Diz.75; Kara.89) Hrv. batakčija (Es.24)

Rom. batakciu (Lok.268; Diz.75; Kara.89)

Srp. batakčija, batagdžija, batakčiluk, batagdžiluk (Škal.125; Diz.75; Kara.89) Yun. batakcis (Kuk.64; Diz.75; Kara.89)

BATIRMAK

1. Bir şeyin sıvı veya yumuşak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batmasını sağlamak: “Yumuşak lifi alarak kurnaya batırdı.” -C. Uçuk. 2. (-i) Bir işte kazanç sağlayamaz duruma gelmek. 3. (-i) Yitirmek: Parasını batırdı. 4. (-i) Bir kimseyi çekiştirip iyice kötülemek: “Böyle tükürük saçtığına bakılırsa ya politikadan konuşuyor ya birini batırıyordu.” -H. Taner. 5. (-i) Kirletmek: Üstünü başını batırmış. 6. (-i) mec. Mahvetmek: “Ne saklayayım gaflet ettiğimi / Elimle batırmışım gençliğimi” -C. S. Tarancı.

(GTS)

Arn. batërdi-ja, patërdi (Diz.76; Bor.23; Lat.136; Kara.89) Boş. baterma, baterisati (Škal.85)

Bul. batirdisa (Mik.22; Kara.89) Hrv. baterisati, baterma (Es.24)

Srp. baterma, batirma, baterisati (Škal.126; Diz.76; Kara.89) Yun. patura (Georg.99; Kuk.65; Diz.76; Kara.89)

BATMAN

7,692 kilogram olan ağırlık ölçü birimi: “Şu güzelim zeytinin batmanını on sekiz mangıra bile almıyorlar.” -N. Nâzım.

(GTS)

Arn. batrran, batrrun, batërr (Diz.77)

Bul. batman (DTB.24; Gab.87; Diz.77; Kara.89) Rom. badaran (Diz.77)

BATTAL

1. En ve boyca alışılmış olandan büyük. 2. mec. İşe yaramaz, kullanılmaz: “Orada sahile çekilmiş bir battal balıkçı kayığı yan yatmış.” -R. H. Karay.

(GTS)

Arn. batall-e, batalli-ja (Diz.75; Bor.23; Mik.22; Mey.29; Lat.136; Kara.90)

Bul. batal (DTB.24; Gab.87; Mik.22; Diz.75; Kara.90) Hrv. batal, bataliti (Es.24)

Mak. batal (Nas.34; Kara.90)

Rom. batal, batalama (Mik.22; Diz.76; Kara.90)

Srp. batal, bataljica, batalija, bataliti, obataliti, bataljivanje (Škal.125; Diz.76; Bak.42,649, 790; Vuk.17, 171; Mik.22; Vuk.17; Bak.42; Kara.90)

Yun. batalos, batalikos (Georg.161; Kuk.64; Gia.115; Mik.22; Diz.76; Kara.90) BAYAĞI

1. Aşağılık, pespaye: “Bütün hareketleri adi, kaba ve bayağı idi.” -Ö. Seyfettin. 2. Basit, adi, amiyane, banal: “Kardeşimi birdenbire çok bayağı buldum.” -P. Safa. 3. Herhangi bir özelliği olmayan, sıradan, alelade. 4. zf. (ba'yağı) Hemen hemen, âdeta: Bayağı kanacak gibi oldum. 5. zf. Gerçekten: “Bayağı, çocuk gibi sevinirim limonun yarısının durduğuna.” -S. F. Abasıyanık. “Çapkınlığı, çok iğrenç ve bayağı çapkınlık.” -M. Yesari. 6. zf. Oldukça, epey: “Hayır işlemeden geçen günü heder olmuş addederek bayağı canı sıkılır.” -E. E. Talu.

(GTS)

Arn. bajagi (Diz.57; Bor.20; Mik.18; Kara.90) Boş. bajagi (Škal.69)

Bul. baja, bajagi (DTB.19; Gab.76; Diz.57; Kara.90) Hrv. bajagi (Es.21)

Mak. baja, bajamiti (Nas.117; Kara.90)

Srp. bajagi (Škal.113; Diz.57; Mik.18; Bak.37; Kara.90) BAYAT

1. Taze olmayan: “Dükkânlar karmakarışık, mallar bayat, kibar müşteriler birer birer çekiliyor, ayaktakımı her gün artıyor.” -H. E. Adıvar. 2. mec. Güncelliğini, önemini, özelliğini yitirmiş, çok söylenmiş: Bayat haber. Bayat espri.

(GTS)

Arn. bajat-e, me u bajatë (Diz.57; Bor.20; Mik.18; Mey.18; Lat.129; Kara.90) Boş. bajat, bajatan (Škal.69)

Bul. bajagi (DTB.19; Gab.76; Mik.18; Diz.57; Kara.90) Hrv. bajat, bajatan (Es.21)

Mak. bajat (Nas.34; Kara.91)

Srp. bajat, bajati, ubajatiti, bajatan (Škal.113; Diz.57; Mik.18; Kara.91; Bak.37; Vuk.13) Yun. bagiatikos (Kuk.61; Gia.109; Mik.18; Diz.58; Kara.91)

BAYILMAK

1. Baygın duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek: “Anasının bayıldığını gören çocuk avaz avaz ağlamaya başlamıştı.” -A. Kulin. 2. (-e) mec.Çok hoşlanmak, çok sevmek: “Tüm güzel ve yüce şeylere bayılırım. Doğuştan duygusalımdır ben.” -N. Hikmet. 3. (-den) Sıcak, açlık, susuzluk, yorgunluk vb. etkenlerle dayanma gücünü yitirmek: “Uzakta görülen manzaralar insana sıcaktan bunalmış ve bayılmış hissini verir.” -A. Ş. Hisar. 4. (-i) argo Vermek, ödemek: “Palas pandıras evden fırlayıp bir de üstüne o kadar taksi parası bayıldığına bin pişmandı.” -E. Şafak.

(GTS)

Arn. bajëlldisem, balldisem (Diz.58; Bor.20; Mik.18; Mey.24; Kara.91) Boş. baildisati, bailisati, bailma, bajilma (Škal.68)

Hrv. baildisati, bailisati, bajildisati (Es.21)

Srp. bajilma, bajildisati, bajilisati (Škal.113; Diz.58; Kara.91)

Yun. bagildizo (Georg.52; Kuk.61; Gia.110; Mik.18; Diz.58; Kara.91) BAYIR

Küçük yokuş: “Biz de uğultularla denizin ardı sıra / Başka bir deniz gibi dağdan aktık bayıra” -F. N. Çamlıbel.

(GTS)

Arn. bair-i (Diz.57; Bor.20; Kara.91) Boş. bair, bajir (Škal.68)

Bul. bair, bajir (DTB.20; Gab.76; Mik.18; Diz.57; Lok.348; Kara.91) Hrv. bair (Es.21)

Mak. bair (Nas.58; Kara.91)

Srp. bair, bajir, baer, bajer (Škal.113; Diz.57; Vuk.13; Mik.18; Kara.91) Yun. bair (Georg.63; Kuk.62; Mik.18; Diz.57; Kara.91)

BAYRAK

,-

ĞI

1. Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle özelleştirilmiş, genellikle dikdörtgen biçiminde kumaş, sancak: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” -M. C. Kuntay. 2. mec. Öncü: “Yeni bir sanat kuşağının bayrağıydı o.” -Y. Z. Ortaç. 3. mec. Simge, sembol: “Kız, Sinekli Bakkal'ın erkek dünyasına meydan okuyan bir bayrak gibiydi.” -H. E. Adıvar. 4. bit. b. Baklagilllerde diğerlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla başka bir renkte ve yuvarlakça olan taç yaprağı. 5. sp. Atletizmdeki bayrak yarışında dört sporcunun elden ele geçirdiği kısa, yuvarlak değnek. 6. esk. Gerektiğinde indirilip kaldırılan, açılıp kapatılan kol: “Yoldan, bayrağı açık bir taksi çevirdiler.” -M. Yesari.

(GTS)

Arn. bajrak-u, bajrakë, bajraqe (Diz.58,59; Bor.20; Mik.18; Mey.23; Kak.61; Lat.130; Kara.92) Boş. bajrak, bajrakli, bajraklija, alaj-bajrak, alajli-bajrak (Škal.69)

Bul. bajrak (DTB.20; Gab.76; Mik.18; Mey.23; Diz.59; Lok.182; Kak.161; Kara.92) Hrv. bajrak (Es.21; Diz.59)

Mak. bajrak (Nas.81; Kara.92)

Rom. bairac (Mik.18; Kak.61; Sai.35; Lok.182; Diz.59; Kara.92)

Srp. bajrak, barjak, bajrakli, bajraklija (Škal.113, 114; Diz.59; Bak.41; Mik.18; Kak.61; Lok.182; Kara.92)

Yun. bairaki (Georg.135; Kuk.62; Gia.110; Mik.18; Diz.59; Mey.23; Kara.92) BAYRAKTAR

Bayrağı taşımakla görevli kimse. (GTS)

Arn. bajraktar-i (Diz.60; Bor.20; Mik.18; Mey.23; Kak.61; Lat.130; Kara.92) Boş. bajraktar, barjaktar (Škal.69)

Bul. bajraktar (DTB.20; Mik.18; Kak.61; Diz.60; Kara.92) Hrv. bajraktar (Es.21)

Mak. bajraktar (Nas.198; Kara.92)

Rom. bairacdar (Kak.61; Lok.182; Diz.60; Kara.92)

Srp. bajraktar, barjaktar (Škal.114; Diz.60; Bak.41; Vuk.16; Mik.18; Kak.61; Kara.92) Yun. bairaktaris (Kuk.62; Gia.110; Mik.18; Diz.60; Kak.61; Kara.92)

BAYRAM

1. Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler. 2. Özel olarak kutlanan g ün: “Üzüm bayramlarının eğlencelerinde bulunmak istiyorum.” -H. E. Adıvar. 3. mec.Sevinç, neşe: “Sandalda, gemide bir sevinç, bir bayram, el çırpmalar, gülüşler, yaşalar.” -N. Cumalı.

(GTS)

Arn. bajram-i, barjam, kurban bajram, bajram i madh, bajram i vogël (Diz.60,61; Bor.20; Mik.18; Kak.62; Lat.130; Kara.92)

Boş. bajram, barjam, hadžilaj-bajram, hadžibajram, kurbanbajram, bajramluk, bajramovati (Škal.70)

Bul. bajram (DTB.20; Gab.76; Mik.18; Diz.61; Kak.62; Kara.93) Hrv. bajram, kurbanbajram, ramazanskok bajrama (Es.21) Mak. bajram (Diz.61)

Rom. bairam, baraiam (Kak.62; Sai.9; Lok.183; Diz.61; Kara.93)

Srp. bajram, barjam, bajramluk, bajram-namaz, bajramovati, bajram mubarek olsun (Škal.114; Diz.61; Vuk.17; Mik.18; Kak.62; Kara.93)

Yun. bairami (Georg.141; Kuk.62; Gia.110; Mik.18; Diz.61; Kara.93) BAZI

1. Birtakım, kimi: “Bazı Türkler oraya eğlenmeye giderler.” -Ö. Seyfettin. 2. zf. Bazen: “Bazı, mağazadan içeriye girinceye kadar kendimden geçerdim.” -Y. K. Karaosmanoğlu.

(GTS)

Boş. bazi, bazi-kere, bazi-cere, bazi-vakat (Škal.86) Bul. bazi (DTB.18; Gab.76; Mik.23; Kara.93) Hrv. bazi (Es.24)

Srp. bazi (Škal.126; Mik.23; Kara.93) Yun. bazi (Gia.110; Kara.93)

BE

(II) “Ey, hey, yahu” anlamlarında bir seslenme sözü: “Namluna dayanır, yola dalarsın / Duruşun bakışın yaman, be Ali!” -F. N. Çamlıbel.

(GTS)

Arn. be, beh (Bor.23; Kara.93) Boş. be, bre (Škal.87)

Bul. be (DTB.30; Kara.93) Hrv. be (Es.24)

Srp. be, bre (Škal.127; Kara.93) BECERMEK

1. Güç görünen bir iş veya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek: “Birinin yardım etmesi gerek. Tek başına beceremezsin.” -A. Ümit. 2. alay Bir şeyi kullanılmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek: Bayramlık elbiseni ilk giyişte becerdin. 3. argo Irzına geçmek, kirletmek.