• Sonuç bulunamadı

DEVEKUŞU Afrikadevekuşu

(ZTS)

Arn. deve-kush-i (Diz. 211; Bor. 42; Kara. 221) Boş. devkuš, demkuš, devekuša (Škal. 195) Bul. deve-kusu (DTB. 62; Kara. 221)

Srp. devkuš, demkuš, devekuša (Škal. 215; Diz. 211; Kara. 221) Yun. deve-kusu (Kuk. 74; Kara. 221)

DEVETABANI

Birleşikgillerden, geniş yapraklı bir süs bitkisi (Phlodentron). (GTS)

Bul. devetaban (DTB. 62; Kara. 241) Mak. devet tabani (Nas. 164; Kara. 241) DEVİR

,-

VRİ

(II) 1. Dönme, dönüş: Tekerin devri. 2. Aktarılma: Malın arabadan vagona devri. 3. Bir malın mülkiyetini veya bir mal üzerindeki hakkı bir başkasına geçirme. 4. Bir görevin bir kimseden bir başkasına geçmesi: Devir teslim töreni. 5. Sürekli ve düzenli değişme, çevrim. 6. fiz. Bir hareket, birbirinin aynı olan ve eşit zamanlarda yapılan başka hareketlerden oluştuğunda hareketlerin her biri veya bunların yapılması için geçen her zaman aralığı, periyot. 7. esk. Dolaşma: Şehrin çevresinde iki devir yaptık.

(GTS)

Arn. devër-i (Diz. 211, 212; Bor. 42; Mey. 64; Kara. 242) Boş. dëvr, dëvar, dëver, dëvri (Škal. 196)

Bul. devir (DTB. 62; Kara. 241) Hrv. dever (Es. 41)

Rom. dever (Lok. 505; Diz. 212; Kara. 221)

Srp. dëver, dëverati, dëver-dunja, dëvri-dunja, deverli, deverluk (Škal. 214, 215; Diz. 212; Mik. 47; Kara. 242)

Yun. devri (Kuk. 74; Kara. 242) DEVLET

1. Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık: Türkiye Devleti. 2. Bu tüzel varlığın yönetim organları: “Devlet hizmetinde epeyce ileride sayılanlardan olsa gerek.” -M. Ş. Esendal. 3. mec. Büyüklük, mevki. 4. mec. Mutluluk: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” -Muhibbi. 5. mec. Talih.

(GTS)

Arn. dovlet (Diz. 227, 228; Bor. 40; Mey. 62; Lat. 197; Kara. 242) Boş. devlet, devleta, devletlija (Škal. 195, 196)

Bul. devlet, dovlet, djuvletlik (DTB. 62, 77, 82; Diz. 228; Kara. 242) Hrv. devlet, devlet-hanuma (Es. 41)

Mak. dovlet (Nas. 107; Kara. 242) Rom. dovlet (Diz. 228)

Srp. devlet, devljet, devleta, devla, devletlija (Škal. 215; Diz. 228; Kara. 242) Yun. devleti, dovleti (Georg. 110, 128; Kuk. 75; Gia. 100; Diz. 228; Kara. 242) DEVRİYE

1. Karakol: “Tam o aralık Eyüp merkezinin deniz devriyesi yetişti.” -O. C. Kaygılı. 2. tar. Osmanlılarda ilmiye sınıfından olan kimselere verilen derece.

(GTS)

Arn. devrije-a (Diz. 212; Bor. 42; Kara. 242) Boş. devri (Škal. 196)

Bul. devrie, devrije (DTB. 62; Kara. 242) Mak. devrije (Nas. 81; Kara. 242) Yun. devrie (Kuk. 74; Kara. 242) DIRDIR

Bezginlik verecek biçimde söylenen söz: “Karı dırdırından başının şiştiğini ikide bir yana yakıla anlatıyordu.” -A. Erhat.

(GTS)

Arn. dërdëris, dërdëllis (Diz. 212; Bor. 41, 42; Kara. 242) Mak. dirdoren (MTS. 112; Kara. 242)

DIŞARI

1. Dış çevre, dış yer, hariç, içeri karşıtı: “Dışarıda karlar erimeye başlamış.” -A. Ümit. 2. Kişinin konutundan ayrı olan yer: “Dışarıda, çocuklar birdirbir oynamaya dalmışlardı.” -A. İlhan. 3. Yurt dışı: “Dışarıyla iyi geçiniyorduk, Yunanlılarla az kalsın birleşecek kadar sıkı fıkı idik.” -B. Felek. 4. zf. Dışa, dış çevreye: “Artık komutanlardan başka hiç kimse dışarı çıkmazdı.” -A. İlhan.

(GTS)

Boş. dišari, dišeri, dišarisati (Škal. 201)

Bul. dišari, dišarljak, dišaravlija (DTB. 76, 77; Kara. 243) Hrv. dišerisati (Es. 42)

Srp. dišari, dišeri, dišer, dišarisati, dišerisati (Škal. 219; Mik. 48; Kara. 243) Yun. diseri (Georg. 80; Kara. 243)

DİBA

Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş. (GTS)

Arn. diba-ja (Diz. 213; Bor. 42; Kara. 243) Boş. diba, dibah (Škal. 196)

Bul. diba (DTB. 73; Diz. 213; Kara. 243) Hrv. diba (Es. 42)

Rom. diba (Diz. 213)

Srp. diba (Škal. 216; Diz. 213; Vuk. 760; Mik. 48; Kara. 243) DİBEK

,-

Ğİ

Taştan veya ağaçtan yapılmış büyük havan: Kahve dibeği. (GTS)

Arn. dybek-u (Diz. 233, 234; Bor. 45; Mik. 48; Mey. 78; Lat. 200; Kara. 243) Boş. dibek (Škal. 196)

Bul. dibek (DTB. 54; Diz. 234; Kara. 243) Hrv. dibek (Es. 42)

Mak. dibek (Nas. 68; Kara. 243)

Rom. durbac (Mey. 78; Diz. 234; Kara. 243) Srp. dibek (Škal. 216; Diz. 234; Kara. 243) DİK

1. Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan. 2. Yatık durmayan, sert: Dik saç. 3. Sert, kalın, tok (ses): “Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler.” -A. İlhan. 4. Sert (bakış). 5. Ters, aksi (söz). 6. Kaba, yersiz (davranış): “Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı.” -H. E. Adıvar. 7. mat. Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş: Dik açı. Dikdörtgen. Dik yamuk.

(GTS)

Arn. dik (Diz. 214; Bor. 42; Kara. 243) Boş. dika, dikli (Škal. 197)

Bul. dik, dim-dik, dikine (DTB. 74, 75; Kara. 243) Mak. dik (Nas. 119; Kara. 243)

Srp. dika, dikli (Škal. 216; Diz. 214; Kara. 243) DİKEL

1. Kürek. 2. Bel denilen tarım aracı. 3. Çapa. 4. Küçük ve ucu sivri kazık. (TTAS)

Arn. dikul (Mey. 85; Kara. 243) Boş. dikili, dikli (Škal. 197)

Bul. dikeli, dikeliç (DTB. 74; Mik. 48; Kara. 243) Yun. dikeli, dikelli (Mik. 48; Kara. 243)

DİKİŞ

1. Dikme işi: “Dikişe, oyaya başladı, hanım hanımcık yaşıyordu, memnundu.” -R. H. Karay. 2. Dikilen yer: Astarın dikişi sökülmüş. 3. Giysi üzerinde gözle görülen dikilmiş iplik yolu: Ceketin

yakasına dikiş yapılacak. 4. Dikilecek şey: “Yanında demir bir bahçe iskemlesi, üstünde bir dikiş.” -M. Ş. Esendal. 5. Giysi dikme işi, terzilik: “Başkalarının dikişi görünüşte bizimkinden ayırt edilmez gibidir.” -R. N. Güntekin.

(GTS)

Arn. diqish-i (Diz. 216; Bor. 43; Kara. 244) Boş. dikiš, digiš, dikišlija, digišlija (Škal. 197)

Bul. dikiš, dikicija, dikicilik (DTB. 74; Gab. 204; Kara. 244) Hrv. digiši, dikišlija (Es. 42)

Mak. dikis (Nas. 79; Kara. 244) Rom. dichis (Lok. 517; Kara. 244)

Srp. dikiš, digiš, dikišlija, digišlija (Škal. 216; Kara. 244) DİKKAT

,-

1. Duygularla düşünceyi bir şey üzerinde toplama, uyanıklık: “Onun kalbini, haysiyetini kıracak sözler söylenmeden bu zarif hareketle her şeyin anlatılmış olması dikkate Saiandır.” -A. H. Çelebi. 2. ünl. “Dikkat ediniz!” anlamında kullanılan bir uyarma sözü. 3. mec. İlgi, özen.

(GTS)

Arn. dikat-i (Diz. 214; Bor. 42; Kara. 244)

Boş. dikat, dikatiti, podikatiti, dikat učiniti, dikatli, dikatsuz (Škal. 197) Bul. dikat, dikatlan (DTB. 74; Gab. 203; Diz. 214; Kara. 244)

Mak. dikat (Nas. 107; Kara. 244)

Srp. dikat, dikatiti, dikatli (Škal. 216; Diz. 214; Kara. 244) DİL

(I) 1. Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı: “Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki...” -Y. Z. Ortaç. 2. Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri: Terazi dili. 3. Büyükbaş hayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili: “Birkaç dilim ekmek, ince bir iki dilim peynir veya dil, bazen de haşlanmış bir sebze yemeği.” -S. F. Abasıyanık. 4. Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parçası. 5. coğ. Kıstak. 6. den. Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek: İki dilli makara. 7. müz. Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak. 8. hlk. Anahtar.

(GTS)

Boş. dil (Škal. 197)

Bul. dil, dilcik (DTB. 74, 75; Kara. 244) Hrv. dil (Es. 42)

Srp. dil (Škal. 216; Kara. 244) DİLAVER

Yiğit, delikanlı. (GTS)

Arn. dilaver-i (Diz. 214) Boş. dilaver (Škal. 198)

Bul. dilaver (DTB. 74; Kara. 245)

DİLBER

Alımlı, güzel kadın: “Ala gözlü nazlı dilber / Koma beni el yerine” -Karacaoğlan. (GTS)

Arn. dylber-i, dilber (Diz. 235, 236; Bor. 46; Mik. 48; Mey. 78; Kara. 245) Boş. dilber, dilberke (Škal. 198)

Bul. dilber, djulber, djulberim (DTB. 74, 83; Gab. 204; Mik. 48; Diz. 236; Lok. 519; Kara. 245) Hrv. dilber (Es. 42)

Mak. dilber (Nas. 35, 104; Kara. 245)

Srp. dilber, dilberka (Škal. 217, 218; Diz. 236; Bak. 177; Vuk. 125; Mik. 48; Lok. 519; Kara. 245) Yun. dylber (Georg. 120; Diz. 236; Kara. 245)

DİLENCİ

1. Geçimini dilenerek sağlayan kimse: “Yolumun üzerinde her sabah tesadüf ettiğim bir dilenci var.” -A. Haşim. 2. mec. Israrla ve arsızca bir şeyi isteyen kimse: “O muhabbet dilencisinin yalvarmalarına bir tek kelime ile cevap vermedi.” -H. R. Gürpınar.

(GTS)

Arn. delenxhi-u (Diz. 200; Bor. 41; Lat. 188; Kara. 245) Boş. delendžija (Škal. 187)

Bul. dilincija (DTB. 75; Mik. 75; Diz. 200; Kara. 245)

Srp. delendžija, dilendžija (Škal. 209, 218; Diz. 200; Kara. 245) DİLİM

1. Bir bütünden kesilmiş veya ayrılmış ince, yassı parça: “Ekmek satan yer yokmuş, bir dilim kek alabilmek üzere bir pastacıya giriyorum.” -A. Ağaoğlu. 2. Radyatör parçalarından her biri. 3. Belli ölçülere göre oluşmuş bölüm. 4. ed. Değişik anlatı türü, masal, efsane, bilmece vb. bir metnin, bir eserin aslından az çok ayrılan değişik biçimli olanı, epizot.

(GTS)

Boş. dilum (Škal. 199)

Bul. dilim (DTB. 75; Kara. 245) Mak. dilim (Nas. 77; Kara. 245) Srp. dilum (Škal. 218; Kara. 245) Yun. tilimi (Georg. 59; Kara. 245) DİLLENMEK

1. Çocuk konuşmaya başlamak. 2. Konuşma yeteneği olmayan varlık konuşmak, dile gelmek: “Elini uzatıp tam koparacağı sırada mor menekşe dillendi. -Koparma beni.” -T. Dursun K. 3. Onaylanmayan bazı davranışlar yüzünden hakkında dedikodu yapılmak, dile düşmek: “Kasabanın, evi basıla taşlana dillenmiş en namlı kahpesini, Yatık Emine'yi bir gece atına almış köye getirmişti.” -R. H. Karay.

(GTS)

Arn. delendis (Diz. 200; Bor. 41; Lat. 188; Kara. 245) Yun. duletimenos (Georg. 174; Diz. 200; Kara. 245) DİMİ

(GTS)

Arn. dimi, demi-t, dimijet, dimiq (Diz. 215; Bor. 42; Mik. 48; Mey. 67; Kak. 126; Lat. 192; Kara. 246)

Boş. dimije, dimiluk, dimjaluk, dimiskija, dimišćija, demišćija, demaskinja (Škal. 199, 200) Bul. dimija, dimicija (DTB. 75; Gab. 205; Kak. 126; Lok. 521; Diz. 215; Kara. 246) Hrv. dimije, dimirlija, dimiskija, dimiščija, dimlije (Es. 42)

Mak. dimi (Nas. 230; Kara. 246)

Rom. dimie (Mik. 48; Kak. 126; Sai. 157; Lok. 521; Diz. 215; Kara. 246)

Srp. dimije, dimiluk, dimijaluk, dimjaluk (Škal. 218; Diz. 215; Bak. 178; Vuk. 125; Mik. 48; Kak. 126; Lok. 521; Kara. 246)

Yun. dimitos (Mik. 48; Kara. 246) DİN

(I) 1. Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet: “Her dinin mabetleri bütün müminlere açıktır.” -H. C. Yalçın. 2. din b. Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen: “Yazık ki bu sanat ve din bahsinde bana arkadaşlık edecek kültürde değil.” -R. H. Karay. 3. mec. İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült.

(GTS)

Arn. din-i (Diz. 215, 216; Bor. 43; Lat. 192, 193; Kara. 246) Boş. din, din-dušman, dinsuz (Škal. 200)

Bul. dinislam, dinsiz, dinsiz-imansiz (DTB. 75; Gab. 206; Diz. 216; Kara. 246) Hrv. din, dindušman, dindušmanin (Es. 42)

Mak. dinsuz (Nas. 109; Kara. 246)

Srp. din, din-dušman, dinsuz (Škal. 218, 219; Diz. 216; Bak. 178; Vuk. 125; Mik. 48; Kara. 246) DİNAR

1. Bahreyn, Cezayir, Irak, Kuveyt, Libya, Tunus, Ürdün ve eski Yugoslavya'da kullanılan para birimi. 2. esk. Altın liranın yaklaşık dörtte biri değerinde olan eski bir para.

(GTS)

Arn. dinar (Bor. 43; Mik. 48; Mey. 48; Lat. 193; Kara. 247) Bul. dinar (Gab. 205; Kara. 246)

Rom. dinar (Mik. 48; Kara. 246)

Srp. dinar (Škal. 219; Mik. 48; Kara. 246) Yun. dinarion (Mik. 48; Kara. 246) DİNGİL

1. Tekerleklerin merkezinden geçen ve taşıtın altına enlemesine yerleştirilmiş mil, eksen, aks: “Öyleleri görülür ki arabanın dingilleri üzerine oturtulmuş büyük kafesler sanırsınız.” -R. N. Güntekin. 2. sf. argo Aptal, salak. 3. sf. argo Kaba saba.

(GTS)

Bul. dingil, dingilbojlija, dingilik (DTB. 75, 81; Gab. 205; Kara. 247) Yun. digkili (Kuk. 75; Kara. 247)

DİNLEMEK

2. Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğince davranmak: Beni dinlersen bu işten vazgeç. 3. Kulakla veya dinleme aletiyle hastayı muayene etmek: “Doktor kalkar. Kulağını bu gösterilen yere dayar. Dinler.” -Ö. Seyfettin. 4. mec. Uymak, baş eğmek, itaat etmek:“Şaşkınım, çenem, dudaklarım, dilim sanki artık beni dinlemiyorlar.” -A. Ümit.

(GTS)

Srp. dinleisati, dinlejisati (Škal. 219; Kara. 247) Yun. dejnetizo (Gia. 159; Kara. 247)

DİP

,-

1. Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü: “Denizin dibinde oltanın ucu, etrafında izmaritler oynaşıyor.” -A. Ümit. 2. Taban: Tencerenin dibi. 3. Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı: “Erkeklerin hepsi duvar dibindeydiler şimdi.” -A. Kulin. 4. Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü: “Karagöz perdesinin karşısına dizilmiş koltuklardan en diptekine oturdu.” -A. İlhan. 5. hlk. Arka, kıç: “Hepsi de tavuğun dibinden sabah sabah çıkmış, taptazedir.” -E. E. Talu.

(GTS)

Arn. dip-i (Diz. 216) Boş. dib, diba (Škal. 196)

Bul. dip, dipsiz (DTB. 73, 74; Gab. 206; Kara. 247) Hrv. diba (Es. 42)

Mak. dip (Nas. 118; Kara. 247) Srp. dib, diba (Škal. 216; Kara. 247) Yun. dip (Georg. 239; Kuk. 75; Kara. 247) DİPÇİK

,-

Ğİ

a. Tüfek vb. silahların namlu gerisinde bulunan, atış sırasında silahın omza dayanmasını veya tabancanın elle kavranmasını sağlayan taban bölümü: “Canı çıkıncaya kadar dipçiklerle dövdüler.” -Ö. Seyfettin.

(GTS)

Arn. dipxhik-u, dimxhik, dymxhik (Diz. 216; Bor. 43; Kara. 247) Boş. divčik, dilčik (Škal. 202)

Bul. dipçik (DTB. 76; Kara. 247) Hrv. divčik (Es. 42)

Srp. divčik, dilčik (Škal. 220; Diz. 216; Vuk. 124, 125) Yun. dipçiki (Kuk. 75; Diz. 216; Kara. 247)

DİREK

,-

Ğİ

1. Ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalın destek: “Kayıkçı yelkeni açmak için ilkin direği yerine oturtmalıdır.” -S. Birsel. 2. Sütun. 3. mec. Değerli, saygın, önde gelen kimse: Evin direği babamdır.

(GTS)

Arn. direk-u (Diz. 216, 217; Bor. 43; Mik. 48; Mey. 67; Kak. 126; Lat. 193; Kara. 248) Boş. direk (Škal. 200)

Bul. direk, direklija (DTB. 65, 76; Gab. 207; Mik. 48; Kak. 126; Lok. 522; Diz. 217; Kara. 248) Hrv. direk, direklija (Es. 42)

Mak. direk, direklija (Nas. 63, 75; Kara. 248)

Srp. direk, direklija, dereglija (Škal. 219; Diz. 217; Bak. 179; Vuk. 121; Mik. 48; Kak. 126; Lok. 522; Kara. 248)

Yun. dereki, derek, durek (Georg. 120, 157; Kuk. 75; Kak. 126; Mey. 67; Diz. 217; Lok. 522; Kara. 248)

DİREKLİ

Direği olan: “Altı direkli çadırın etrafı fırdolayı açıktı.” -R. H. Karay. (GTS)

Arn. direklije (Diz. 217)

Bul. direklija (DTB. 76; Gab. 207; Mik. 48; Diz. 217) Hrv. direklija (Es. 42)

Mak. direklija (Nas. 75)

Rom. direchie (Mik. 48; Kak. 126; Lok. 522; Diz. 217) Srp. direklija (Škal. 219; Diz. 217; Bak. 179; Vuk. 121) DİRENMEK

Herhangi bir düşüncede, bir istekte veya bir durumda ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek, taannüt etmek: “Tek tük direnen çıktıysa da çürük yumurta gibi kıza zamanda eziliverdi.” -K. Korcan.

(GTS)

Boş. dirindživi (Škal. 201)

Srp. dirindživi, dirinčiti (Škal. 219; Kara. 248) DİRGEN

Genellikle harmanda sapları yaymaya yarayan demirden, çatallı bir tarım aracı, diren. (GTS)

Arn. dirgen (Mey. 85; Kara. 248) Bul. diren (DTB. 76; Kara. 248) DİRHEM

1. Okkanın dört yüzde birine eşit olan, 3,207 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü. 2. Bir tür gümüş para.

(GTS)

Arn. derhem-i (Diz. 206; Bor. 43; Mik. 48; Mey. 64; Kara. 248) Boş. dirhem, diremli (Škal. 200, 201)

Bul. derem, diremli (DTB. 76; Gab. 208; Mik. 48; Kara. 248) Hrv. dirhemli (Es. 42)

Rom. dram (Lok. 523; Diz. 206; Kara. 248)

Srp. dirhem, dirhemli, dramlija, dram, dramalija (Škal. 219, 225; Diz. 206; Kara. 248) Yun. drahmi (Mik. 48; Kara. 248)

DİRLİK

,-

Ğİ

1. YaSaiış, hayat, sağlık, varlık, geçim. 2. Huzur, erinç: “Madem birsin, birlik olsun / Dilde, dinde, milliyette / Murat et de dirlik olsun / Baştan başa cemiyette” -O. S. Orhon. 3.tar. Osmanlı

Devleti'nde bir hizmete karşılık olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylık veya bir yere bağlı gelir: “Zaten onun için, hazinelerin, varlıkların, dirliklerin ne değeri vardır.” -S. Ayverdi.

(GTS)

Arn. direklije (Diz. 217) Boş. dirlija, dirluk (Škal. 201) Bul. dirlik (DTB. 76; Kara. 249) Hrv. direklija (Es. 42)

Srp. direklija, dirluk (Škal. 219; Diz. 217; Vuk. 126; Kara. 249) Yun. dirliki (Kuk. 75; Kara. 249)

DİVAN

1. Yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis. 2. ed. Divan edebiyatı şairlerinin şiirlerini topladıkları eser. 3. Sedir (I): “Gerinerek kollarını yana doğru açarken başını divanın yastıkları üzerine koyuyor.” -E. M. Karakurt. 4. mec. Meclis: “Çok geçmeden ortadaki masanın etrafında akşamki divan tekrar kurulmuş bulunuyordu.” -R. N. Güntekin.

(GTS)

Arn. divan-i (Diz. 217, 218; Bor. 43; Mik. 49; Kak. 127; Lat. 193, 194; Kara. 250) Boş. divan, divanhana, divaniti, divan-kabanica, divanija (Škal. 201, 202)

Bul. divan, divana, divanhana (DTB. 73; Gab. 201; Mik. 49; Kak. 127; Lok. 526; Diz. 218; Kara. 250)

Hrv. divan, divanhana, divhana (Es. 42)

Mak. divan, divanhane, divan stoji (Nas. 65, 157, 177; Kara. 250) Rom. divan (Diz. 218)

Srp. divan, divanhana, divanana, divhana, divaniti, divankati, divanjenje (Škal. 220; Diz. 218; Bak. 173; Vuk. 123; Mik. 49; Kak. 127; Kara. 250)

Yun. divani, devani, divanhanas (Georg. 103, 182; Kuk. 15, 75; Gia. 164; Mik. 49; Diz. 218; Kara. 250)

DİVANE

1. Deli, kaçık, budala. 2. mec. Bir şeye çok düşkün olan. (GTS)

Arn. divane-ja (Diz. 218; Bor. 43; Kara. 250) Boş. divanija (Škal. 202)

Bul. divanelik (DTB. 73; Gab. 202; Kara. 250) Hrv. divanija (Es. 42)

Srp. divanija (Škal. 220; Diz. 218; Mik. 49; Kara. 250) Yun. divanes (Kuk. 75; Kara. 250)

DİVANHANE

1. Osmanlı Bahriye Nezareti dairesi. 2. bk. kubbealtı. (TTS)

Arn. divanhane-ja (Diz. 218) Boş. divanhana (Škal. 202)

Bul. divanhana (DTB. 73; Gab. 201; Mik. 49; Diz. 218) Hrv. divhana, divanhana (Es. 42)

Mak. divanhane (Nas. 157)