• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİNLER TARİHİ BİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİNLER TARİHİ BİLİM DALI"

Copied!
109
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİNLER TARİHİ BİLİM DALI

İSLAM KAYNAKLARINDAKİ SÂBİÎLİK’LE İLGİLİ BİLGİLERİN DİNLER TARİHİ ARAŞTIRMALARI IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANSTEZİ

Bedriye Mehtap TOSYALI

Ankara-2019

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİNLER TARİHİ BİLİM DALI

İSLAM KAYNAKLARINDAKİ SÂBİÎLİK’LE İLGİLİ BİLGİLERİN DİNLER TARİHİ ARAŞTIRMALARI IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANSTEZİ

Bedriye Mehtap TOSYALI

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ali İsra GÜNGÖR

Ankara-2019

(3)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... I KISALTMALAR ... II ÖNSÖZ ... III

GİRİŞ ... 5

A. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI ... 5

B. “SÂBİΔ VE “HARRANİ” KAVRAMLARININ ETİMOLOJİSİ: SÂBİÎLİĞİN KÖKENİ İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR ... 10

I.BÖLÜM ... 26

İSLAM KAYNAKLARINDAKİ SÂBİÎ İNANÇLARI ... 26

1. Tanrı İnancı... 26

2. Peygamber İnancı ... 42

3. Kutsal Kitap İnancı ... 58

4. Ahir zaman İnancı ... 66

5. Ahiret İnancı ... 69

II. BÖLÜM ... 72

İSLAM KAYNAKLARINDAKİ SÂBİÎ İBADET VE UYGULAMALARI ... 72

1. Oruç İbadeti ... 73

2. Namaz İbadeti ... 76

3. Kurban İbadeti ... 78

4. Diğer İbadet ve Uygulamalar ... 80

4.1. Vaftiz İbadeti ... 81

4.2. Ölü ile ilgili Yapılan Törenler ... 85

4.3. Ayin Yemekleri ... 87

4.4. Ruhun Yükselişi (Masiqta) Töreni ... 88

4.5. Kutsal Günler ve Bayramlar ... 89

4.6. Kehanet ve Sihir- Büyü Bozma Ayinleri ... 90

SONUÇ ... 93

KAYNAKLAR ... 97

ÖZET ... 106

ABSTRACT ... 107

(4)

KISALTMALAR

AÜİFD. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

b. Bin, İbn

Bkz. Bakınız

c. Cilt

Çev. Çeviren

DİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Ed. Editör

h. Hicrî

Hz. Hazreti

Krş. Karşılaştırınız

m. Miladî

M. Ü. Marmara Üniversitesi

OMÜİFD On dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

ö. Ölüm

s. Sayfa sayısı

ss. Sayfalar

t.y. Tarih yok

TDV. Türkiye Diyanet Vakfı

Thk. Tahkik eden

v.b. Ve benzeri

v.d. Ve devamı

y.y. Yayın yeri yok

Yay. Yayınları, Yayıncılık

(5)

ÖNSÖZ

Kuran-ı Kerim’de ismi geçen dinlerden biri olması sebebiyle önem taşıyan ve üç ayette ismi zikredilen (Bakara 2/62, Maide 5/69, Hac 22/17) Sâbiîlik (Mandeizm); aslı itibariyle ilahi bir din olmakla beraber zamanla dinî, felsefî ve siyasî tesirler altında kalarak değişikliğe uğramış, gizlilik kazanmış bir dindir. Ayrıca Sâbiîlik, özgün bir inanç sistemi ve sahip olduğu literatür ile dikkate değer bir dinİ topluluktur. Dolayısıyla bu dine mensup insanların teolojik yaklaşımlarından ibadet anlayışlarına, cemaat yapılarından dillerine ve geleneklerine kadar birçok hususun incelenmesi gerekmektedir.

Oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan Sâbiî dininin tarih içindeki durumu ve gelişim aşamaları araştırılmaya muhtaçtır. Günümüzde yapılan çalışmalarda ele alınan Sâbiî topluluklara ait inanç ve ibadetlerin kültürel çevresi ise Filistin-Ürdün bölgesidir.

Sâbiîler tarihsel süreçte yaşadıkları bölgelerde ortaya çıkan siyasi olaylar neticesiyle farklı bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır. Nitekim, I. ve II. Dünya Savaşları, 1980’li yıllarda vuku bulan Körfez savaşı, Irak ve Suriye’deki şiddet olayları bu gruba mensup insanların, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde diaspora yaşantısı sürmesine sebep olmuştur. Günümüzde Güney Irak’ta Fırat ile Dicle’nin birleştiği bataklık bölgelerde küçük yerleşim yerlerinde gruplar halinde yaşayan bu cemaate, Bağdat ve Basra gibi büyük şehirlerde de rastlamak mümkündür.

Diğer din mensuplarına oranla daha az nüfusa sahip olan bu grup yetişen genç nesillerin din ile olan bağlantılarının zayıf olması ve yayılmacı bir karakter sergilememesi gibi sebeplerle sayıca günden güne azalmaktadır.

Kur’an’ın nazil olduğu dönemde gerek Müslümanlardan gerekse inanmayan cemaatten Hz. Muhammed’e (as) Sâbîîlerin kim olduğuna dair bir soru sorulmaması ve Sâbiîlerin; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerle bir arada bahsedilmeleri onların

(6)

Araplar tarafından dini bir cemaat olarak bilindiklerini göstermektedir. Ancak, her ne kadar o dönemde Sâbiîlerin kim olduğu noktasında bir tartışma söz konusu olmadıysa da sonraları İslam âlimleri ile modern dönemde Sâbiîlik hakkında çalışma yapmış kişiler arasında belirgin görüş farklılıkları ortaya çıkmıştır. Kur’an’da ismen bahsedilen bu grubun menşei ya da inanç özellikleri hakkında bilgi bulunmaması günümüze kadar gelen bir çok spekülasyon ve farklı değerlendirmelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu nedenle tezin konusu Klasik İslam Kaynaklarındaki Sâbiîlikle ilgili olarak yer alan bilgileri doğru bir şekilde ortaya koymak ve modern dönem araştırmalarına göre Sâbiî inancı ve Sâbiîler konusunda ortaya çıkan bilgi farklılıklarını belirlemektir.

Bu çalışmayı ortaya koyarken tezin her aşamasını takip eden ve tezime yön veren kıymetli hocam Prof. Dr. Ali İsra GÜNGÖR’e; her türlü yardım ve desteklerini esirgemeyerek Dinler Tarihi alanında bizlere kazandırmış oldukları perspektiflerle çalışmamıza katkı sağlayan saygıdeğer hocalarım Prof. Dr. Ahmet Hikmet EROĞLU’na, Prof. Dr. Durmuş ARIK’a ve Doç Dr. Mehmet Alparslan KÜÇÜK’e teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca tez çalışma sürecinde her daim yanımda olan Arş.

Gör. Gülten Çam’a ve çalışma boyunca gösterdikleri anlayıştan dolayı biricik aileme çok teşekkür ediyorum.

Bedriye Mehtap TOSYALI Ankara-2019

(7)

GİRİŞ

A. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI

Klasik İslam kaynaklarında Sâbiîlik’le ilgili olarak yer alan bilgiler ve modern dönem araştırmalarına göre Sâbiî inancı ve Sâbiîler tezin konusunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla tezde temel problem, İslam kaynaklarında yer alan Sâbiîlikle ilgili bilgileri tam olarak tespit etmek ve bu bilgileri çağdaş Dinler Tarihi araştırmalarının ortaya koyduğu bilgilerle karşılaştırarak bir değerlendirmeye tabi tutmaktır. Kuran-ı Kerim’de Sâbiîlik’ten ismen bahsedilmesi ve buna mukabil inanç ve ibadet özellikleri hakkında bilgi bulunmaması bizi diğer kaynaklara sevk etmiştir. Sâbiî inancı klasik İslam kaynaklarında ve modern dönem kaynaklarında farklı inanç özelliklerine sahip bir din olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede tezin amacı Sâbiîlikle ilgili klasik İslam kaynaklarındaki bilgilere yeniden müracaat ederek bilgi farklılıklarındaki nedenleri tespit etmeye çalışmaktır.

Sâbiîlik; Kur’an’da, sadece ismen zikredilmekte; menşei, inanç esasları ya da yaşadıkları bölge hakkında bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu din, Dinler Tarihi araştırmaları açısından önemli bir araştırma alanını teşkil etmektedir. Çünkü mensubu az da olsa Sâbiîlik, “Yaşayan Dinler” arasında sayılmaktadır.1 Ayrıca bu dine mensup insanların gnostik geleneğin son temsilcileri olarak görülmeleri ve kendilerine İslam literatüründe yer veriliyor olması Sâbiîliği ilgi çekici hale getirmiş ve bu dinin teolojik açıdan incelenmesini zorunlu kılmıştır.2

Öte yandan Sâbiîlik; Tefsir, Hadis, İslam Hukuku, İslam Tarihi gibi İslami ilimlerle ilgilenen kişiler için de önemli bir araştırma konusu olmuştur. Çünkü Kur’an’da bahsedilen bu

1 Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük, Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2016, s. 183.

2 Şinasi Gündüz, İslam ve Sâbiîlik, Hikav Yayınları, İstanbul 2018, s.15.

(8)

grubun kimliği, inançları ve bugünkü durumuna ilişkin bilgiler söz konusu ayetlerin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca bu çalışma Dinler Tarihi açısından Sâbiîlik üzerine yapılan yeni çalışmalar ışığında klasik kaynaklardaki bilgileri yeniden değerlendirmek hususunda yararlı olacaktır.

Kuran’da bahsi geçen Sâbiîler hakkındaki ayetler şu şekildedir:

“Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler ve Sâbiîlerden her kim Allah’a ve Ahiret Gününe gerçekten inanır ve salih bir iş yaparsa, elbette bunların Rableri yanında mükâfatı olacaktır. Onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”3

“İman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve Ahiret Gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur. Onlar üzülecek de değildirler.”4

“Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında Kıyamet Gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir.

Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”5

Yukarıdaki ayetlerden açıkça anlaşılabilecek tek nokta; ilk iki ayette Sâbiîlerin Ehli kitap olarak adlandırılan dinlerle birlikte anılması ve bunlardan her kim Allah’a ve Ahiret gününe iman ederse kurtuluşa erecek olmasıdır. Diğer ayette ise Araplarca bilinen dini gruplar arasında Sâbiîler de zikredilmiş ve bunlar hakkındaki hükmün Allah’a ait olduğu belirtilmiştir.

İslam Kaynaklarındaki Sâbiîlik’le ilgili Bilgilerin Dinler Tarihi Araştırmaları Işığında Değerlendirilmesi konulu bu çalışmada öncelikli olarak “Sâbiî” ve “Harrani” kavramlarının

3 Bakara, 2/62.

4 Maide, 5/69.

5 Hac, 22/17.

(9)

etimolojisini ele almaya çalıştık. Daha sonra bu kavramın ilk önce nerede ve ne zaman kullanıldığını; Sâbiîlerin tarih sahnesine çıkışlarını, etnik kökenlerini ve farklı dönemlerdeki inanç özelliklerini ve inanç özelliklerindeki bu farklılıkların sebeplerini tespit etmeye çalıştık.

Nitekim İslam kaynaklarına göre Sâbiîlik; kendi içerisinde de birçok alt fikir gruplarına ayrılmıştır. Erken dönem İslam âlimleri Sâbiîlerin kim oldukları ya da nerede yaşadıkları konusunda birbirine yakın bilgiler verirken sonraki dönem İslam âlimleri kaynaklarında farklı açıklamalara ve yorumlara yer vermiştir.6 Burada kullanılan ilk dönem ve sonraki dönem arasındaki belirleyici ölçü ise Abbasi Halifesi Me’mun’un ölüm tarihi olan M.S. 832-33 (h.

218) tarihidir7. Çünkü bu tarihten sonra Sâbiî başlığı altında “putperestler” ya da “harrâniler”

gibi isimlerle anılan ve geleneksel Asur-Babil politeizmini devam ettiren Harranlıların inanç özellikleri verilmeye başlanmıştır.8

Erken dönem İslam âlimleri Sâbiîliği; Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında şekillenmiş bir din olarak tanımlamışlardır. Bu dönemdeki İslam âlimlerinin Sâbiîliği tanımlarken senkretik bir inanç tasviri yapmasının sebebi tarihi süreç içerisinde Sâbiîliğin bu dinlere mensup insanlar arasında şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Hıristiyanlık öncesi Yahudi toplumunda doğup gelişen ve Yahudilerin baskısı sonucu öncelikle kuzeydoğu Mezopotamya’da yer alan dağlık Medye yöresine ve buradan da Güney Mezopotamya’nın bataklık bölgelerine göç eden Sâbiîler9 çeşitli kültürlerin etkisi altında kalmışlardır. Bu süreçte öncelikle Yahudi dinî geleneğinden aldıkları inanç özelliklerine Hıristiyan ve Mecusilikten aldıkları birkaç unsuru da ekleyerek, kendi inançlarına katmışlardır. Sâbiîlikte

6 Hüseyin Köftürcü, “Sâbiîlik ve Maniheizm”, Dinler Tarihi I-II, ed. Mustafa Alıcı, Süleyman Turan, Lisans Yayıncılık, İstanbul 2018, s. 307-308; Gündüz, İslam ve Sâbiîlik s.41.

7Şinasi Gündüz, “Kur’an’daki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, (24-25 Eylül) Samsun 1993, s.50

8Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi Yayınları, Isparta 2016, s. 117.

9 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2011, s. 50.

(10)

vaftiz ibadetine önem verilmesi veya Pazar gününün kutsal kabul edilmesi Hıristiyanlıkla Sâbiîlik arasındaki yakın ilişkiye örnek teşkil ederken; Sâbiîlerin vaftiz ibadetini yerine getirirken ateş kültüne yer vermeleri; ya da Mecusiler gibi düalist bir Tanrı anlayışına sahip olmaları İran dinî geleneğinin Sâbiîlik üzerinde olan etkisini göstermektedir.10

M.S. 9. Yüzyılın son dönemlerinden itibaren İslam âlimleri ise ilk dönemlerden farklı olarak Sâbiîleri iki gruba ayırmışlardır. İlk grupta Harran’da yaşayan ve politeist inanca sahip olan Harran Sâbiîleri bulunurken ikinci grupta Güney Mezopotamya’da yaşayan inanç ve ibadetler açısından ilk gruptan tamamen ayrılan “Bataklık Sâbiîleri” yer almaktadır.11 Bu döneme ait kaynakların yazarları Sâbiîler olarak Harranîlerin inanç ve ibadetlerini ele almıştır.

Hatta bu dönemde çoğu yazar, eserlerinde Sâbiîliği kısaca “putperestlik” ya da “sapkınlık” ile özdeşleştirmiştir.12 Gerçek Sâbiîlerin kim olduğu hususunda ise klasik İslami kaynaklarda yüzeysel bilgiler bulunmakta; onların Vâsıt bölgesinde yaşayan ve kaynaklarda “Bataklık Sâbiîleri” ve ya “el-Muğtasılah (vaftiz olanlar)” olarak adlandırılan grup oldukları düşünülmektedir.13

Sâbiîlikle ilgili klasik İslam kaynaklarında yer alan bilgilerin yeniden gözden geçirilmesi ve Dinler Tarihi araştırmalarında tespit edilen bilgilerle karşılaştırılması yeni çalışmalara da katkı sağlayacaktır. Bu çalışmamızda Sâbiîlik, başta klasik İslam kaynakları olmak üzere, konuyla ilgili temel kaynaklara dayalı olarak araştırılmıştır. Araştırmamızda deskriptif (tasvirci) metot ve karşılaştırma metodu kullanılmıştır. Tasvir edici yöntemle öncelikli olarak sâbiî kavramının etimolojisi üzerinde durulmuş, farklı dönemlerde Sâbiî kavramına yüklenen anlamlar tespit edilmeye çalışılmıştır.

10 Gündüz, İslam ve Sâbiîlik, s.46-47.

11 Şinasi Gündüz, Sâbiîler Son Gnostikler, Vadi Yayınları, İstanbul 2016, s. 31.

12Bkz. Gündüz, “Kur’an’daki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, ss.62-72.

13 Gündüz, Sâbîîler Son Gnostikler, s.28.

(11)

Araştırmada kullanılan yöntemlerden bir diğeri de Dinler Tarihi’nin karşılaştırma metodudur. İnançlar arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyan bu metotla Sâbiilerin eski Mezopotamya kavimleri ile ilişkileri tespit edilmeye çalışılmıştır. Metodolojik açıdan konunun sınırlandırılması gereklilik arz ettiği için bu kavramlar üzerine derinlemesine inceleme yapmadan sadece Sâbiîler ile ilişkileri, benzer ve farklı yönlerini ele alınmıştır.

İslam Kaynaklarındaki Sâbiîlik’le İlgili Bilgilerin Dinler Tarihi Araştırmaları Işığında Değerlendirilmesi konulu bu çalışmada bilgiler mümkün olduğu kadarıyla ana kaynaklardan ve orijinal hallerinden alınmıştır. Başvurulan kaynaklar genel olarak klasik İslam kaynakları ve modern dönem Dinler Tarihi alanında çalışmalar yapmış kişilerin eserleridir. Bu doğrultuda çalışmaya yön veren temel kaynaklar klasikten modern döneme doğru şu şekilde sıralanabilir:

Klâsik Kaynaklar:

1. Şehristani (ö. 548/1153),el-Milel ve’n- Nihal Dinler ve MezheplerTarihi 2. İbn Hazm (ö.456/1064),El-Fasl fî’l-Milelve’l -Ehvâ’ ve’n-Nihal

3. el-Birûnî (ö. 453/1061), el-Asaru’l-Bakiye ani’l-Kuruni’l-Haliye 4. İbn Nedim (ö.385/995) Kitab el Fihrist

5. et-Taberî (ö.310/923), Taberî Tefsiri, Câmiul Beyan Te’vili ayn Kur’an 6. İmam Kurtubî, El-câmi’u li-ahkâmi’l-Kur’an

7. İbn Hacer el- Askalânî (ö.852/1449), el-İsabe fi Temyizi’s- Sahabe 8. El-Cassas, (ö.370), Ahkâmu’l- Kur’an

9. Ebû Mansur el- Mâtürîdî, (ö.333/ 944) Te’vîlâtü’l Kuran

10. Hamza el-Isfahânî (ö. 360), Târîh Sînî Mulûku‘l-Ard ve’l-Enbiyâ

(12)

Modern Kaynaklar:

1. E.S. Drower, Haran Gawaita and the Baptism of Hibil Ziwa; The Canonical Prayerbook of Mandaeans

2. Şinasi Gündüz, Antik Dönemde Harran ve Urfa Anadolu’da Paganizm; Sâbiîler Son gnostikler

3. Drower ve R. Macuch, A Mandaic Dictionary

4. Bar Hebraeus, Gergory Ebu’l-Ferec, Abu’l-Ferec Tarihi 5. Drower, The Mandaeans of Iraq and Iran.

B. SÂBİÎ VE HARRANİ KAVRAMLARININ ETİMOLOJİSİ: SÂBİÎLİĞİN KÖKENİ İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR

Oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan “Sâbiî” dininin neliği konusuna açıklık getirebilmek için İslam âlimleri öncelikle Sâbiî terimine yüklenen anlamlar üzerinde durmuşlar ve Kur’an’ın nazil olduğu dönemde bu terimin nasıl kullanıldığını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre, sabiî “değişmek, ortaya çıkmak, din değiştirmek, dönmek”

anlamına gelen sabaa-yasbau fiil kökünden türemiş bir isimdir. Araplar bu fiili, geceleri yıldızlar ortaya çıktığı, biri aniden çıkıp geldiği ya da deve dönüp geri geldiği zaman kullanmışlardır. Ayrıca Hz. Muhammed(as) döneminde birisi Müslüman olduğu zaman ona dinini değiştirdi, başka dine girdi anlamında da Sâbi demişlerdir.14 Bu bağlamda Hz.

Muhammed’e (as) de müşrik inancını terk edip yeni bir inanç sistemi savunduğu için Sâbiî denildiği şu şekilde rivayet edilmektedir: “Peygamber’i (s.a.v.) cahiliye dönemindeyken Zül Mecâz çarsısında ‘ Ey insanlar lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur) deyin ki kurtulasınız’ derken gördüm. İnsanlar etrafına toplanmışlardı. Arkasında, onun yalancı bir Sâbiî olduğunu söyleyen ve nereye giderse onu takip eden, iki taraftan örülmüş saçlı ve parlak

14Bkz. Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberî Tefsiri Câmiul Beyan Te’vili ayn Kur’an, çev. Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, Hisar Yayınevi, İstanbul 1996, c.1, s. 228-229.

(13)

yüzlü bir adam vardı. Onun kim olduğunu sordum. Bana Peygamber’in nesebinden bahsederek, onun Peygamberin amcası Ebû Leheb olduğunu söylediler.”15 Ancak şunu belirtmek gerekir ki; Müslümanlar “Sâbiî” lafzını hoş karşılamamış ve kendilerine Sâbiî denilmesine izin vermemişlerdir.16 Örneğin, Cemil b. Ma’mer el- Cumahi, Ömer İbn-i’l- Hattab (r.a) hakkında “Ey Kureyş bakınız! Ömer Sâbiî oldu” deyince, Ömer “Hayır, ben Müslüman oldum” demiştir.17

Abdurrahman ibn Zeyd (ö.798) gibi bazı İslam âlimlerine göre ise Hz. Muhammed’e (as) Sâbiî denilmesi, onu dönek olarak nitelendirmekten ziyade müşriklerin Müslümanlar ile Sâbiîleri kıyaslamalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin şu rivayet bunu ortaya koymaktadır:

“Müşrikler, Peygamber ve arkadaşları hakkında -onları Sâbiîlerle kıyaslayarak- ‘bunlar Sâbiîlerdir’ derlerdi. Zira Cezîretü’l-Musul’da yaşayan Sâbiîler ‘Allah’tan başka bir ilah yoktur’ diyorlardı.”18

Sâbiî kavramının ne olduğu hususunda çeşitli görüşler beyan edilmiştir. Örneğin J.

Petersen ve J. B. Segal’e göre bu kelime özelde hiçbir grubu kast etmemektedir. Onlara göre, Sabii “Güney Mezopotamya’da yaşayan Mandenler de dâhil Suriye, Irak ve Kuzey Arabistan’da yaşayan bütün Gnostik ve Helenistik gruplar için kullanılan genel bir terimdir”19. Bununla birlikte, Sâbiî terimi; Kur’an’da yer alan diğer kavramlar gibi kastettiği

15 Ahmed ibn Hanbel, Müsned, Müesseseti’l er-Risale Yay., y.y., 1999, c. 25, s. 404-405; c. 31, s. 342; c. 6, s.

400.

16 Sıddık Ünalan, “Risalet Öncesinde Arap Yarımadasındaki Dinler ve Bir Peygamber Beklentisi”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6 (2001), s. 92.

17Ali b. Hacer el- Askalânî, el-İsabe fi Temyizi’s- Sahabe, Dârul Kütübül Ilmıyye Yayınları, Beyrut 1415, c. 1, s.

605; Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişam b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî Ebu Muhammed İbn Hişam, es- Siretün Nebeviyye, Dârul Cîl Yayınları, Beyrut, 1411, c. 2, s.192.

18 Et-Taberi, Taberî Tefsiri Câmiul Beyan Te’vili ayn Kur’an, c.1, s. 228-229.

19 Gündüz, İslam ve Sâbiîlik, s.39.

(14)

dini grupla bağlantılıdır.20 Sâbiîlerin dili Mandencede bu terimin anlamı “vaftiz olmak (boy abdesti almak)”tır.21 Nitekim Arap komşuları Sâbiîleri Muğtasıla yani yıkanan, vaftiz olan ismiyle de isimlendirmişlerdir.22 Güney Irak’ta farklı inanç ve ibadet yapısına sahip olan ve eski Sâbiî âdetlerini devam ettirmeleri sebebiyle kendilerinin asıl Sâbiî oldukları düşünülen bu gruba “Manden”, Nazoreen” veya “Soubba” adı verilmiştir.23 Bunun dışında Mandenlere nispetle Hıristiyanlığın başlangıcında “ayrılıkçılar, heretik (sapık) mezhep anlamında

‘Gnostikler’ ve ‘sır dini’ ifadeleri de kullanılmıştır.24

Buradan hareketle, Sâbiî kavramının yıkanan, vaftiz olan anlamına gelmekte olduğu ve Arapçadaki dönmek anlamına gelen fiil köküyle bir ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Araplarca Mecusiler, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi diğer topluluklar için kullanılan terimler o dini grupla yakın ilişki içerisindedir. Örneğin, Hıristiyanların bi’set yılında Arap toplumunca ىراصن ismiyle adlandırılmış olmaları Hz.

İsa’nın çocukluğunun geçtiği Filistin bölgesindeki Nazara (Nazareth) kasabası ile yakından ilgilidir.25 Ayrıca Sâbiîler gerek kutsal kitaplarında gerekse kendi aralarında Sâbiî terimini kullanmazlar. Sâbii terimi kendilerine Arap komşularınca verilmiştir. Onlar kendi cemaat üyelerine arifler veya bilenler anlamında Mandenler ya da kutsal öğretileri koruyup gözetenler anlamında Nasuralar olarak adlandırırlar. Manden ismi cemaatin tüm bireyleri için kullanılırken Nasura rahipler için kullanılmakta, daha üst kesimlere hitap etmektedir.26 Ayrıca

20 Gündüz, Sâbîîler Son Gnostikler, s.28

21E.S. Drower, R. Macuch, A Mandaic Dictionary, Oxford At The Clarendon Press, 1963, s.388-89; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2002, s. 19.

22 Gündüz, Sâbiîler Son Gnostikler, s. 22.

23 İsmail Cerrahoğlu, “Kur’an-ı Kerim ve Sâbiîlik”, AÜİFD, Sayı 1, 1962, c. 10, s. 108.

24 Gündüz, Sâbiîler Son Gnostikler, s. 23.

25Gündüz, “Kur’an’daki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, s. 47.

26 Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s.116.

(15)

Nasura, Sâbiî kutsal metinlerinde Sâbiîlik için kullanılan en eski isimlerden biri olup 27 Sâbiîler kendi atalarından Nasuralar olarak bahsetmektedirler.28

Sâbiîlerle ilişkili olması sebebiyle üzerinde durulması gereken diğer bir kavram Harran’a nispetle Harranîlerdir. Kökeni M.Ö. 6000’li yıllara dayanan Harran, Mezopotamya’nın önemli bir yerleşim merkezidir.29 Tarihi kadar ismi de çok eskilere dayanan Harran’ın kim tarafından ve ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir.30 Bununla birlikte tarihi verilerde bu ismi sıkça görmek mümkündür. Eski Babil devrinde Harran’ın adı “Uru-ki-Kaskal al Harran” ; Asur devri tabletlerinde ise, “I-na-ha-ra-an” ya da

“İ-ha-ra-na-an” olarak geçmektedir. Burada bu kelime aynı zamanda, “karayolu, yol, patika, seyahat, sefer, iş seyahati, askeri sefer, akın, angarya” anlamına gelmektedir. Bunun dışında Arapçada sıcaklık anlamına gelen “harr” kelimesinde türediğini ileri sürenler de bulunmaktadır.31

Bunun dışında Sâbiîlerin kutsal kitaplarında -Haran Gaveyta-, Yahudilerin baskıları sebebiyle Filistin- Ürdün bölgesinden göç etmek zorunda kalan Sâbiîlerin bir süre sığındığı Harran adında bir şehirden bahsedilir. Ancak buradaki Harran’ın neresi olduğu hususunda kesin bir bilgi yoktur. Drower ve Yamauchi gibi bilim adamları bu bölgenin ısrarla Anadolu’nun güneyinde bulunan Harran olduğunu ifade etmektedirler.32 Onların bu şekilde düşünmelerine neden olan ifadeler Haran Gaveyta’da şu şekilde yer almaktadır:

27 Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları Sözlük Serisi, Ankara 1998, s.361.

28 Köftürcü, “Sâbiîlik ve Maniheizm”, s. 303-304.

29 Ramazan Şeşen, “Harran”, DİA, İstanbul 1997, c. 16, ss. 237-240.

30 Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1993, s. 305.

31 Müslüm Yücel, İbrahim ve Harran Gizemi, Sin mabedi ve Sâbiîlik, Belge Yayınları, İstanbul 2000, s. 13.

32 E.S. Drower, The Secret adam, A study of Nasoraean Gnosis, Oxford 1960, ss. xiii- xiv.

(16)

“… ve Yahudi yöneticilere yol olmadığı için, Haran Gaveyta, içinde Nasuralar olan şehir onu kabul eder. Onların başında Kral Ardban vardı. Ve atmış bin Nasura (Sâbîî) yedinin işaretini terk etti ve diğer bütün ırkların tahakkümünden uzak, özgür olduğumuz bir yer olan Medye’nin tepelik bölgesine girdi(gitti).Ve onlar (orada) kült kulubeleri yaptılar. Ve hayatlarının sonuna kadar Hayat’ın çağrısı ve yüce ışık kralının gücüyle yaşadılar. Ve onlar Rabbi, yani Adonay’ı sevdiler.”33Ancak Harran’ın metinde bahsedilen dağlık bir arazide olmaması ve vaftiz ibadetine önem vermiş bir dini grubun tarih boyunca su sıkıntısı çekmiş bir yere yerleşmiş olmasının mümkün olmaması bu iddiaları çürütmektedir. Bunun dışında kutsal kitabın başka bir bölümünde: “Anuş Uthra Haran Gaveyta olarak adlandırılan Medye dağlarına gitti”34 ifadesinden hareketle bu terim, Dağlık Medye yöresini işaret ettiği açıkça anlaşılmaktadır.

Harranlıların Tanrıların Tanrısı, Tanrıların Kralı ve Tanrıların Efendisi olarak adlandırdıkları meşhur ay tanrısı Sin’dir.35 Sin, “nur verici, aydınlatan, fal sanatını koruyan ilâhtır; göklerin ve yeryüzünün padişahı da odur.”36 Dolayısıyla Harran’ın Asur-Babil Krallığının merkezi olmasından çok Sin’in merkezi olması bu bölgeyi ayrıcalıklı bir konuma getirmiştir. Dinî merkez olma özelliğini uzun yıllar boyunca sürdüren Harran, bu konumunu İslami dönemlere kadar devam ettirmiştir.37

Bilinen en eski tarihten itibaren Harranlılar yıldız gezegen kültüne bağlı kalmışlardır.

Onlar, inançlarına göre yıldızların, çeşitli tanrısal varlıkların ruhlarını taşıyan semavi cisimler

33E.S. Drower, Haran Gawaita and the Baptism of Hibil Ziwa, Vatican City 1953, s. 3.

34 Drower, Haran Gawaita and the Baptism of Hibil Ziwa, s. 10.

35 Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, s. 443.

36 Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, der. Recep Kibar, Külliyat Yayınları, İstanbul 2016, s. 54.

37 Şinasi Gündüz, Antik Dönemde Harran ve UrfaAnadolu’da Paganizm, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014, s. 33.

(17)

olduklarını düşünmüşler ve dolayısıyla onlara ulaşmak için araya heykel, suret gibi çeşitli aracı varlıklar koymuşlardır. Bunların dışında onlar 12 burcun da ilahi bir nitelik taşıdığına inanmışlardır. Harranlılar tanrısal varlık olarak yıldız ve gezegenlerin insanlar ve yeryüzü üzerinde iyi veya kötü etkide bulunabileceğine inanmışlardır.38

M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender (MÖ 331-323), Yunan şehir devletlerini ve Pers imparatorluğunu fethederek Anadolu’dan Hindistan’a kadar olan bölgeye egemen olmuştur.

Bu süre içerisinde Harran da Yunanlı göçmenler sebebiyle Yunan egemenliğine girmiştir. Bu durum konuşma dillerinden inanç özelliklerine kadar birçok hususu etkilemiş ve iki kültür arasında senkretik bir inanç yapısının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim Harranlılar önceden benimsedikleri Paganizmi Helen kültürü içerisinde yoğurmuşlardır. Helenizm etkisindeki Harranlılar, dinsel inançlarına farklı yorumlar getirseler veya kendi aralarında mezhepleşmeler oluştursalar da kendi pagan inançlarından vazgeçmemişler ve Harran diğer dönemlerde olduğu gibi din merkezi konumunu korumuştur.39Bunların dışında Harran, Hıristiyan misyonerlerin de ilgi odağı olmuştur. Putperest şehrin Hıristiyanlaşması için birçok çaba harcansa da küçük bir azınlık dışında bölge halkı putperest dini inançlarına bağlı kalmıştır. M.S. 4. ya da 5. Yüzyılda Harran’ı ziyaret eden Hıristiyan kadın yazar Egeria, şehirle ilgili izlenimlerini şu şekilde ifade etmiştir:

“Şehrin kendisinde şehir surlarının dışında ikamet eden birkaç rahip ve keşiş dışında bir tek Hıristiyan bulamadım; hepsi de putperesttiler.”40Yine benzer bir tespit yapan Harranlı

38 Gündüz, Anadolu’da Paganizm, s. 60.

39 Gündüz, Anadolu’da Paganizm, s. 35-36.

40Judah Benzion Segal, “Mesopotamian Communities from Julianto the Rise of Islam”, Oxford University Press, 1955, s. 124.

(18)

bilim adamı Sabit b. Kurra “bu şehir asla Hıristiyanlıkla kirlenmemiştir” diyerek Harran’da yapılan misyonerlik faaliyetlerinin başarılı olmadığını ifade etmiştir.41

H. 385 /M. 995’de vefat eden ve Harranilerin Sâbiî ismini nasıl aldıklarına yönelik en geniş bilgiyi veren İbn Nedim, Ebü Yüsuf Işa el- Katî'i'nin kitabından naklettiği rivayeti şu şekilde açıklar: “Hayatının son günlerinde Bizans'a sefer niyetiyle Mudar diyarına doğru seyahat eden Halife Me'mun'u, halk, tezahürat için geçtiği yerlerde karşıladı. Bunların arasında uzun saçları ve değişik tarzdaki giysileriyle Harraniler de vardı. Harranilerin durumu Halifenin dikkatini çekti ve onlara kim olduklarını sordu. Onların biz Harranileriz demeleri üzerine Me'mun onların Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi olup olmadıklarını sordu.

Onlar buna ‘hayır’ diye cevap verdiler. Daha sonra Me'mun onlara bir peygamber veya kutsal kitaplarının olup olmadığını sordu. Onların bu soruya cevap verememesi üzerine Me'mun hiddetlendi ve bu durumda onların puta tapan inançsızlar olduklarını, kanlarının helal olduğunu ve İslam devletinin tebası olma hakkına sahip olmadıklarını söyledi. Korku içindeki Harraniler kendilerinin cizye vermekte olduklarını hatırlattılar. Fakat Me'mun, cizyenin sadece Allah'ın kitabında bahsettiği guruplarla, herhangi bir kutsal kitabı olanlardan alınabileceğini ifade etti ve son olarak Harranilere ya Müslüman olmalarını ya da Allah'ın kitabında zikrettiği guruplardan birine girmelerini emretti. Me'mun aksi halde kendilerini son kişiye kadar katledeceği tehdidinde bulundu. Bunun için de Harranilere kendisi seferden dönünceye kadar mühlet verdi. Bu tehdit üzerine Harraniler giyim tarzlarını değiştirdiler ve uzun saçlarını kestiler. Onlardan birçoğu Hıristiyan bir kısmı da Müslüman oldu fakat küçük bir grup kendi dinlerinde direndiler. Bu grup Me'mun'un tehdidinden bir kurtuluş yolu arıyordu. Nihayet birisi onlara Sabii ismini almalarını tavsiye etti ve Me'mun döndüğünde ona ‘Biz Sâbiîleriz’ demelerini ve ancak bu şekilde kurtulabileceklerini söyledi.

Harraniler bu tavsiyeye uydular ve MS 833 tarihinden itibaren ‘Harranlı Sâbiîler’ olarak

41 Bar Hebraeus, The Cronography, tr. E.A.W. Budge, London 1932, s. 153.

(19)

adlandırıldılar. Olayı nakleden Ebü Yusuf bu tarihten önce Harran ve civarında Sâbiîler ismiyle herhangi bir grup olmadığını vurgulamaktadır”.42

Harranilerin Sâbiî ismini almalarına ilişkin diğer bir önemli kaynak ise H. 440/ M.

1061’de vefat eden ünlü bilim adamı el-Birunidir. Biruni de Harranilerin Sâbiî isimini Abbasiler Döneminde aldıklarını şu ifadelerle belirtir: "Bu mezhep (el-harraniyyûn) bu ismi (Sâbiî) zımmî sayılan ve zımmî hukukuna tabi olanlardan sayılmaları gayesiyle, Abbasiler döneminde H.228 yılından önce kabul etmiş olmamalarına rağmen (Vasıt ve civarında yaşayan) diğerlerinden daha fazla Sâbiîler ismi ile tanınırlar. Bu tarihten (H.228) önce onlar putperestler, puta tapanlar ve Harraniler olarak adlandırılırdı.”43

Bunların dışında İbn Nedim’in Fihrist’inde yer alan Harranlıların Sâbiî ismini nasıl aldıklarına dair anlatılan olaylar ise tartışmalıdır. Nitekim Halife Me’mun’un onlarla ilk karşılaşmasının anlatımı bu şehirde yaşayan Pagan topluluğu ilk defa keşfediliyormuş gibi sunulmuştur. Bu durum da; Harranlıların Abbasi idareciler tarafından bilinmediği anlamına gelmektedir. Böyle bir dini topluluğun bilinmemesi ise imkânsızdır. Zira Harran Emeviler döneminde başkent yapılmış ve Abbasiler döneminde de bölgenin idari merkezi olmuştur.

Bunun dışında Halife Me’mun gibi antik bilimlere son derece ilgili olan birisinin, bu ilmin en önemli taşıyıcıları olan Harran Paganları gibi bir gruptan haberdar olmaması da imkânsızdır.

Yine, Harranlılarla tanışma hikâyesinin bir sefer sırasında meydana geldiği anlatılır. Ancak Harran Abbasi ordularının sefer güzergâhında değildir. Dolayısıyla nakledilen bu rivayetler,

42 Muhammed b. İshâk İbn Nedim, Kitab el Fihrist, ed. Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2017, ss. 813- 815.

43Ebu’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, The Chronology of the Ancient Nations,ed. and tr. C.E. Sachau, London 1879, s. 315.

(20)

hikâyenin uydurma olma ihtimalini akıllara getirmektedir.44 Diğer taraftan, Halife Me’mun’un Harranlı bilginlerle çalışması bu görüşü destekler niteliktedir. Nitekim Me’mun’un Antik Yunan, Hint ve İran kitaplarını toplayarak tercüme ettirdiği Beytü’l Hikme’nin baş editörlerinden biri olan Selm el-Harrani bu şehirdendir. Bunun dışında o dönemde gökyüzü ölçümü ve gözleminde kullanılan usturlap yapımı Harran’da sürmekte olduğu ve İslami devirlerde kullanılan ilk usturlapların da Harran’dan getirilmekte olduğu bilinmekteydi.

Nitekim usturlap yapması amacıyla Me’mun zamanında Ali b. Halef adında bir usturlap ustası Bağdat’a getirilmiştir. Hatta bu ustanın kalfalarının da Harranlı oldukları bilinmektedir. Bütün bu rivayetler ışığında Harranlıların Abbasi Halifesi tarafından bilinmemesinin imkânsız olduğu anlaşılmaktadır45.

Sâbiî inancının ilk olarak ne zaman ve nerede ortaya çıktığı, tam olarak bilinmemektedir. Bu sebeple, gerek Batı’daki gerekse İslamî kaynaklarda Sâbiîliğin kökeni hakkında çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Sâbiî inancının içe kapalı bir görünüm arz etmesi, diğer din mensupları tarafından Sâbiîlerin menşeinin ne olduğu üzerinde görüş ayrılıkları oluşturmuştur. Bu bakımdan tarihçiler bu dini incelerken ilk ve sonraki Sâbiîler olmak üzere ikiye ayırmışlardır. İlk Sâbiîler Keldaniler ve Süryanice konuşan topluluğu ifade etmektedir.

Sonraki Sâbiîler ise “Yunan, Yahudi, İran, Roma ve İslam tesiri altında kalmış Mezopotamya kavimlerinin kalıntılarıdır.”46 Görüldüğü üzere Süryani ve Keldani kavramları, Sâbiîlikle ilgili üzerinde durulması gereken kavramlardır. Süryani tabiri “Hıristiyanlığı kabul ederek Antakya’yı merkez edinen, eski Asurî, Aramî ve Keldanî ırkına mensup insanları ifade eden

44 Mustafa Demirci, “Helen Bilim ve Felsefesinin İslam Dünyasına İntikalinde/ Tercümesinde Harranlı Sâbiîlerin Rolü”, I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, Şanlıurfa 2006, c.

1, s. 202.

45 Demirci, “Helen Bilim ve Felsefesinin İslam Dünyasına İntikalinde/ Tercümesinde Harranlı Sâbiîlerin Rolü”, s. 203.

46 Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim ve Sâbiîler, s. 105.

(21)

bir terimdir.”47 Kadir Albayrak bu konu hakkında Keldanice-Arapça sözlükte şu bilgilere yer verildiğini nakleder: “Süryanilere eskiden bu isim verilmiyordu. Ataları Nuh oğlu, Sam oğlu Ârâm’a nispeten Doğulu ya da Batılı da olsa bunlara Ârâmîler deniliyordu. Bu şekildeki bir isimlendirmeyi ilk kez Yunanlılar, Âsur Krallarının Şam diyarını istilâlarından sonra yapmışlardır. Araştırmacıların çoğuna göre; Süryanî kelimesi Âsurca’dan türemiş ve daha sonra Yunancanın etkisiyle bazı değişikliklere uğramıştır. Bu şekildeki bir isimlendirme ilk önce M. S. 1. yy’ın ortalarına doğru Şam diyarı sakinleri tarafından ve aynı şekilde Şam’a giden elçiler vasıtasıyla Mezopotamya, Âsur ve Babil’de oturanlar arasında da kullanılmaya başlandı. Bu elçiler adı geçen memleketlere Hıristiyanlığı sokmuş ve kabul ettirmişlerdir.

Bundan sonra onlar yeni dinlerine sımsıkı sarılmalarından dolayı, eski putperestleriyle birlikte eski isimlerini de kullanmayı terk etmişlerdir. Bununla birlikte onlar kendilerini Hıristiyanlaştıran söz konusu elçilere nispetle ve yine kendilerini aynı ırktan geldikleri putperest Ârâmîlerden ayırmak için, Süryanî olarak isimlendirmişlerdir. Bu yüzden Ârâmî kelimesi Sâbiî ve putperest terimlerinin, Süryanî lafzı da Nasrânî ve Mesîhî kelimelerinin eş anlamlısı olarak kullanılmaya başlanmıştır.”48

Kelime anlamı olarak astrolog, müneccim, kâhin anlamına gelen Keldanî ise “Babil çevresinde devlet kurmuş; ilimde özellikle astrolojide ilerlemiş bir milleti ifade eder.”49 H.

360/ M. 971’de vefat eden Hamza el-Îsfehânî, Keldanîlerin Harran ve Urfa’da yaşadığını, İslam Devleti zamanında Keldani ismini bırakıp Sâbiî ismini aldıklarını iddia eder.50 Aynı görüş H. 370-71 yılında vefat eden Ebu Abdillah el-Havarizmi tarafından da dile

47 Kadir Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara 1997, s. 8.

48 Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, s. 41.

49 Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, s. 23.

50 Hamza el-Isfahânî, Târîh Sînî Mulûk el- ‘Ard ve el-Enbiyâ, Daru’l Mektebet’l Hayat Yayınları, Beyrut, m.

1961, c. 1, s. 27.

(22)

getirilmektedir. Havârizmi ayrıca gerçek Sâbiîleri Harranilerden ayırıp, onların Hıristiyanlığın bir kolu olduğunu söyler.51 Birbirine benzer bu kavramlar arasındaki bu kafa karışıklığının sebebi Mezopotamya’nın değişik bölgelerine verilen isimlerin daha sonraları birer kavmin ismi olmasından kaynaklanmaktadır. Kadir Albayrak’ın verdiği bilgilere göre, Moris Jastrow,

“The civilization of Babilonia and Assyria” adlı eserinde bu bilgiyi şu şekilde teyit etmektedir: “Mezopotamya’nın güney kısmına Babil, kuzey kısmına da Asur denilir. Kalde ise bu bölgenin güney kısımlarını göstermek için kullanılan bir isimdir. İlk önce Romalı yazarlar Kalde ismini Babil ve Asur için kullanmışlardır.”52

Sâbiîler kendilerinin proto-tip bir din olduğunu ve kökeninin çok eskilere dayandığını iddia ederler. Ancak tarihi veriler Sâbiîliği Hıristiyanlık öncesi dönemden çok fazla geriye götürememektedir.53 Ekrem Sarıkçıoğlu’na göre, “Sâbiîliğin tarihçesi günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce başlar ve Sâbiîlik Filistin-Ürdün bölgesi içerisinde Heterodoks Yahudi grupları içerisinde şekillenir.”54 Bu konuda yazılan kaynakların tamamı Milattan sonraki dönemlere, İslamî kaynaklar ise M.S. 7. Yüzyıl ve daha sonraki dönemlere aittir.55

Sâbiîlerin tarih boyunca civar kültürlerle etkileşim içinde olmaları onların senkretik bir inanç yapısına sahip olmalarına zemin hazırlarken; gittikleri ve yaşadıkları bölgeler de bu inanç yapısının kökeni olma ihtimalini akıllara getirmiş ve bu konuda çeşitli görüşlerin ortaya

51 el- Havârizmî, Mefâtîh el-‘Ulûm, Daru’l Mektebetül Arabiyye Yay., y.y., s. 55; Gündüz, “Kur’andaki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, s. 57.

52 Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, s. 44.

53 Sâbiîliğin kökeni ve erken dönem tarihi konusunda bkz. Şinasi Gündüz, The Knowledge of Life: The origins and Early History of the Mandaeans and their ralation to the Sabians of the Qur’an to the Harranians, Oxford University Press, 1994.

54 Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s.118.

55 Gündüz, Sâbîîler Son Gnostikler, ss. 42-43

(23)

çıkmasına sebep olmuştur. Hicri ilk asırlardan itibaren Sâbiî inancının kökeni üzerine birçok tartışma yapılmıştır.

İslam âlimlerinden İbn Nedim Sâbiîlerin kökeni hakkında bilgi verirken; bu grubun Elkesailik56 mezhebinin kurucusu el-Hasâ’ih (Alchasai) tarafından kurulduğunu, Maniheizm içinde şekillendiğini ve daha sonra bu gruptan ayrılarak yeni bir dini grup oluşturduğunu iddia etmiştir.57 Mevdudi’ye göre ise Sâbiîler, “Irak’ın Yukarı bölgesinde sayıca çok bulunan ve vaftizi uygulayan Hz. Yahya (a.s)’nın takipçileri” veya “dinlerini Hz. Şit (a.s) ve Hz. İdris (a.s) gibi Peygamberlere dayandıran, doğa olaylarının gezegenler tarafından, gezegenlerin melekler tarafından yönetildiğine inanan ve yıldızlara tapan insanlardır. Merkezleri Harran’dır ve bu dinin kolları bütün Irak’a yayılmıştır. Bunlar, felsefe ve bilimdeki bilgileri ve tıptaki başarıları ile bilinirler.”58 Yine Mevdudi başka bir eserinde, Kuran-ı Kerim’de bahsi geçen Sâbiîlerden maksadın birinci grup olduğunu, zira Kur’an’ın inişi sırasında ikinci grubun aynı isimle meşhur olmadığını söyler.59 Hamdi Yazır da bu grubu tefsirinde: “Bunlardan anlaşılıyor ki, Sâbiîlik esas itibariyle Allah tarafından indirilmiş bir dindir. Fakat zamanla felsefî ve siyasi tesirler altında değişikliğe maruz kalarak gnostik bir karaktere bürünmüştür”60 şeklinde ifade etmiştir.

56Yaklaşık olarak M.S. yüzyıllarda Ürdün Nehri’nin doğu bölgelerinde ortaya çıkan bir Yahudi-Hıristiyan mezheptir. Bkz. Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, s.145.

57 İbn Nedim, Kitâbu’l-Fihrist, ss. 328, 340; Gündüz, “Kur’andaki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, s. 64.

58 Mevlana Seyyid Ebu’l-Ala Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, çev: Ali Bulaç ve Kurul, İnsan Yay, İstanbul, 1991, c.

3, s.351; Galip Atasağun, Ebu’l-A’lâ Mevdûdî ve Tefhimu’l-Kur’ân’daDinler, Sebat Ofset Yayıncılık, Konya 2013, s. 155.

59 Mevlana Seyyid Ebu’l-Ala Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber(s.a.v.)’in Hayatı, çev. Ahmet Asrar, Pınar Yay., İstanbul 1992, c.2, s.46.

60 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zehraveyn Yayıncılık, c. 3, ss.304-306.

(24)

Şinasi Gündüz’ün verdiği bilgilere göre, K.Kessler, W. Anz, H. Zimmern ve W.

Brandt gibi Batı’daki bilim adamları Sâbiî geleneğinde Babil inançlarına ait izler olması sebebiyle Sâbiîliğin temelini eski Babil dinine dayandırmışlardır. Bu teorinin ortaya atılmasında Sâbiîlik inancında Gnostik dünya görüşünün baştan sona hâkim olması etkili olmuş ve bu görüş, J. B. Segal gibi günümüz bilim insanları tarafından da savunulmuştur61. Ayrıca önemli İslam âlimlerinden Biruni’ye göre de Sâbiîliğin menşei Babil’dir. Ona göre Babil sürgününe maruz kalmış Yahudilerden bazıları sürgün sonrası tekrar Kudüs’e dönerken;

bazıları Babil’de kalmayı tercih etmiştir. Kalan bu grup çevre kültürlerin de etkisiyle tıpkı Samiriler gibi kendilerine yeni bir inanç sistemi oluşturmuştur62. Yine aynı görüş Muhammed Hamidullah tarafından da savunulmuş ve o,Aziz Kur’an adlı eserinde Sâbiîlerin yıldızlara taptığını ve asıllarının Babil’e dayandığını iddia etmiştir63.

Diğer bir grup bilim adamı ise inanç ve ibadetleri açısından Sâbiîliği, Eski İran dinî geleneğiyle ilişkilendirmiş ve temelinin İran’a dayandığını iddia etmiştir. Ancak bu iddia taraftar bulamamıştır. Göç hadisesinde kendilerini himaye eden İranlılara karşı büyük sevgi duyan Sâbiîler, İran kültürüne sıcak bakmış ve bu durum İran’a ait birçok unsurun Sâbiî literatürüne girmesine sebep olmuştur. Ateşin rit yemeklerinde kullanılması bunun en önemli göstergesidir. 64

Bunların dışında Sâbiîliğin kökenini Filistin-Ürdün bölgesindeki çeşitli vaftizci mezheplere dayandıran bilim adamları da olmuştur. “R. Bultmann, M. Lidzbarski, R. Macuch ve K. Rudolph gibi araştırmacılar, Sâbiîlikteki inanç ve ibadetleri şekillendiren temel kavram

61 Gündüz, Sâbîîler, Son Gnostikler, s.37.

62el-Bîrûnî, The Cronology of Ancient Nations”, ss.188, 314.

63Muhammed Hamidullah, Aziz Kur’an -Çeviri ve Açıklama-, Beyan Yayınları, ed. Ahmet Baydar, çev.

Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık, İstanbul 2016, s.23.

64Gündüz, Sâbîîler, Son Gnostikler, s. 67.

(25)

ve fikirleri tahlil ederek Sâbiîliğin Hıristiyanlık öncesi dönemde Ürdün nehri havzasında (Transjordan’da) heretik Yahudi fırkaları arasından doğmuş olabileceğini savunmuşlardır.”65 Bunların dışında Sâbîî literatüründe kullanılan Yardna ve Hauran gibi teknik terimlerin Filistin-Ürdün bölgesiyle alakalı olması Sâbiîlerin asıl vatanlarının bu bölge olduğunu desteklemektedir. Nitekim Yardna, Ürdün nehri’nin Aramca karşılığıdır.66 Kutsal kitaplarında genellikle yardna terimiyle birlikte kullanılan Hauran ise yine Filistin-Ürdün yöresinde bulunan bir bölgedir. Sâbîîlerin bu bölgeyle irtibatlarını gösteren diğer bir husus ise kullandıkları dil olan Mandancedir. Bu dilin yazı karakterleriyle özellikle Hauran civarında yaşamış olan nebatilerin yazı karakterlerinin birbirine benzemesi Sâbîîlerin kullandıkları bu alfabeyi Filistin-Ürdün bölgesinden aldıklarını ve Mezopotamya’ya götürdüklerini göstermektedir.67

Hem Sâbiî, hem de Yeni Ahit uleması tarafından sıklıkla tartışılan bir diğer problem Sâbiîlik ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkidir. Bu tartışmanın merkezinde Sâbiîliğin Hıristiyanlık öncesi veya sonrası bir gelenek olduğu ve bununla çok yakından ilişkili olarak Yuhanna İncili ile Sâbiî doktrini arasındaki ilişki yer almaktadır. Lidzbarski, Reitzenstein, Bultmann ve Schweiser gibi bir takım âlimler, Filistin’de Hıristiyanlık öncesi Sâbiî varlığını ileri sürmüşlerdir. Bu ulemadan bazıları (Reitzenstein ve Bultmann gibi), özellikle Yuhanna İncilinde, Hıristiyanlıkta Sâbiî etkisinin varlığını savunmuştur. Yüzyılın ikinci yarısındaki önde gelen Sâbiî ulemasından Drower, Macuch ve Rudolph da Hıristiyanlık öncesi Sabii varlığını ve Sâbiîliğin Hıristiyanlık üzerindeki gnostik (ruhani) etkisini dile getirmişlerlerdir.

Bununla birlikte, Burkitt, Petermann, Leitzmann ve Casey gibi Yeni Ahit âlimleri, Hıristiyanlık öncesi Sâbiî varlığı fikrine karşı çıkmışlar ve Sâbiîliğin Hıristiyanlıktan

65 Gündüz, Sâbîîler, Son Gnostikler, s.38.

66 Drower, AMandaic Dictionary, s. 187.

67 Gündüz, Sâbîîler Son Gnostikler, s. 40.

(26)

kaynaklandığını savunmuşlardır. Gerçekte, bu ulemanın bu görüşlerinin önemli dayanaklarından biri, Gnostisizmin doğası ve kökeni ile ilgilidir. İlk zamanlardan bu yana, kilise rahipleri, Gnostisizmi, Hıristiyanlık dairesi içinde bir hareket olarak veya bir Hıristiyan sapkınlığı olarak görmüşler ve Simon Magus’u, bütün sapkınlıkların babası olarak kabul etmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak, Hıristiyanlık öncesi Gnostisizmin varlığı kesin olarak reddedilmiş ve Gnostik hareketler, Hıristiyan Yeni Ahit uleması tarafından Hıristiyan sapkınlıkları olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, yüzyılın başından bu yana, birçok modern ulema, Gnostisizmin kökeni konusunda, Yunan, Babil, Mısır ve İran orijinli gibi diğer kaynaklara yönelmişler ve Hıristiyanlık öncesi Gnostik hareketlerin varlığını savunmuşlardır.68

Sâbiîlerin kimliği konusunda ileri sürülen bir diğer görüş ise R. Bell’e aittir. O, Sâbiîlerin, Güney Arabistanda yaşayan Sebeli Hıristiyanlar olduğunu iddia etmiş ve ئباص(Sâbiî) ve أبس (Sebe) terimleri arasındaki benzerlikten yola çıkarak iki teriminde aynı anlama geldiğini savunmuştur. Ancak, her ne kadar iki harf arasında benzerlik olsa da Arapçada bir harekenin bile anlamı değiştirdiği göz önünde bulundurulsa farklı iki harfle başlayan yukarıdaki kelimelerin aynı şeyi ifade etmesi güçtür. Zira Sâbiîlik, Kuran-ı Kerimde Hıristiyanlardan ayrılmış ve müstakil bir grup olarak zikredilmiştir.69

İmparator Konstantin, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra halkı da Hıristiyan olmaya zorlamıştır. Sâbiîler de putperest inancı bırakmış ve zahirde Hıristiyanlığı benimsemişlerdir.70Ayrıca Manden inancında Hıristiyanlarda olduğu gibi günah itiraf etme

68 Gündüz, The Knowledge of Life, ss. 101-103.

69 Gündüz, “Kur’andaki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, s.48; Gündüz, İslam ve Sâbiîlik, s. 39.

70Ahmet b. Ali Ebu Bekr er-Râzi el-Cessas, Ahkâmu’l- Kur’an, thk. Muhammed Sâdık el-Kamhavî, Daru’l İhyâü et-Terasi el-Arabiyye Yay., Beyrut, h. 1405, c. 3, s. 326-329.

(27)

ritüeli vardır.”71 Bu benzerliklerin yanı sıra, erken dönem İslam âlimlerinden Abdullah ibn Abbas da Sâbiîlerin Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında bir mezhep olduğunu iddia eder.72 Katade ve Kelbî de bu görüşe katılmaktadır.73 Hamdi Yazır bu konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır: “Nasara (Hıristiyan) ismi bütün Hıristiyan fırkaları içine almış olduğundan Hıristiyanların, Yuhannasiyye, (Senjan Hıristiyanları) dedikleri Sâbiîn grubu Hıristiyanlardan sayılan bir mezhep olunca, elbet bunlar da Hıristiyan ismi altında dâhildirler. Ve şu halde Yahudi ve Hıristiyanlardan başka zikredilen Sâbiîn’in bunlardan başka olan Sâbiun’a sarfedilmiş olması gerekir. Buna göre Kasımireski madem bunların tutucu Hıristiyanlar olduğunu kabul etmiş ve hatırlatmıştır. O halde bu hatırlatmayı yaparken bunların her iki ayette Hıristiyan adı altında düşünmek ve Nasara denildikten sonra Sabeit denilmesinin manası kalmayacağını düşünmek gerekirdi.”74

71 Gizli bir şekilde yapılan bu ritüel şu şekilde ifa edilir: “Buğday unundan tuzsuz ve şarapsız hamur yapılır ve inceltilerek tandırda pişirilir. Kâhin onu takdis eder. Takdisle o ekmek semavi bir kudret kazanır. Daha sonra bu ekmek orada bulunanlara takdim edilir.”Bkz. Cerrahoğlu, “Kuran-ı Kerim ve Sâbiîler”, s. 111;

72 Ebu Hayyan el-Endelûsi, Bahru’l Muhit, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut 1993, s. 401-402.

73el-Endelûsi, Bahru’l Muhit, s. 401-402.

74 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.3, s. 304-306.

(28)

I.BÖLÜM

İSLAM KAYNAKLARINDAKİ SÂBİÎ İNANÇLARI

Klâsik İslam kaynaklarında yer alan Sabii inançlarıyla ilgili bilgilerin oldukça sınırlı olduğu ve birbiriyle çelişkiler içerdiği dikkat çekmektedir. Söz konusu kaynaklarda Sabiilerin Tanrı, Peygamber, Kutsal Kitap ve Ahir Zaman inançlarıyla ilgili sınırlı da olsa doğrudan bilgilere ulaşılabilmektedir. Fakat bu kaynaklarda Sabiilerin Ahiret inancına dair herhangi bir bilgi bulunamamaktadır. Bu bölümde Sabiilerin tanrı, peygamber, kutsal kitap ve ahir zaman konusundaki inançlarını modern dönem dinler tarihi araştırmaları ışığında değerlendirirken, onların ahiret inancı konusundaki bilgileri son dönem araştırmalarına dayalı olarak ele almak yerinde olacaktır.

1. Tanrı İnancı

Birey olarak bir dine veya tanrıya inanmayanlar olsa da geçmişten günümüze bütün milletlerin bir dini olduğu bilinen bir gerçektir. Dinlerin inanç sistemlerinde bazı istisnalarla birlikte “Tanrı inancı” başta gelmektedir. Bununla birlikte dinlerin mensuplarınca tanrı anlayışı bakımından farklı yaklaşımlar sergilenmiştir75. Sâbiîlik’te de Tanrı inancı yer almakta ancak bu inanç hakkında kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır.

İslam kaynakları Sabiîlerin tanrı inancı ile melek inancını birlikte ele almaktadır. Öyle ki bütün rivayetlerde onların Tanrı inancı hakkında bilgi verilirken bir şekilde meleklerin rolü ve görevleri bağlamında açıklamalar yapılmaktadır. Bu konuda verilen bilgilerde meleklerin özellikle tanrıya ulaşma yönündeki aracılıklarına dikkat çekilmektedir. Sabiîlerin meleklere ve yıldızlara tapanlar olarak nitelendirilmelerinde de tanrı ve melek inancı konusunda yaşanan

75 Ahmet Hikmet Eroğlu, “Tanrı”, Dinler Tarihi, ed. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları, Ankara 2013, s. 42.

(29)

kavram kargaşasının ve bu konuda zaman içinde yaşanan değişimin etkili olduğu anlaşılmaktadır.

İslam bilginlerinin eserlerinde Sabiîlerin tek tanrı inancına mensup olmakla birlikte zamanla meleklere tapmaya başladıkları bilgisi yer almaktadır. Aynı şekilde onların yıldızlara taptıkları yönünde de rivayetler bulunmaktadır. Bütün bu bilgilerin daha sonra yapılmış bazı çalışmalarda yeniden değerlendirildiği; meleklere tapmanın onları aracı rollerinden çıkarmaktan, yıldızlara tapmanın da yıldızlara meleklerin sığınakları olmaktan daha fazla bir anlam yüklemekten kaynakladığı tespit edilmiştir.

Yeniden vurgulamak gerekirse, İslam kaynaklarında Sabiîlerin inançları hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır ve onların gerçek inançlarını tam olarak tespit etmek için yetersizdir.

Örneğin birçok rivayette, Sabiîlerin meleklere yahut yıldızlara taptığı, Mecusiler ile Hıristiyanlar veya Yahudiler ile Mecusiler arasında yer aldıkları ileri sürülmüştür.76 Bir diğer görüşe göre onlar, Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında tek tanrı inancına mensup bir dini gruptur.77Abdurrahman ibn Zeyd ve Vehb bin Münebbih gibi İslam âlimleri de onların tek tanrı inancına mensup olduğunu iddia ederken; Katade, Halil, Hasan el- Basri, İbn ebi Nüceyh ve Süddi gibi İslam âlimleri onların meleklere taptıklarını iddia etmişlerdir.78 Bunların dışında Sâbiîlerin tek Tanrıya inandıklarını ancak bu Tanrıya ulaşmak ya da yakınlaşmak için farklı aracılara yöneldiklerini ileri sürenler de olmuştur. Bu iddiaya göre onların aracıya yönelme sebepleri Allah Teâlâ’yı hakkıyla bilmek, O’na nasıl ibadet

76 Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el- Mâtürîdî es-Semerkandi, Te’vîlâtü’l Kuran Tercümesi, çev. Bekir Topaloğlu, ed. Yusuf Şevki Yavuz, Ensar Yayınları, İstanbul 2015, c.1, s. 174.

77 Esed, Kur’an Mesajı, s. 19.

78 Fahrüddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l Gayb, ed. Ahmet Hikmet Ünalmış, çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, C. Sadık Doğru, Huzur Yayınevi, Ankara, 1988, c. 3, s. 56; et-Taberi, Taberî Tefsiri Câmiul Beyan Te’vili ayn Kur’an, c.1, s. 228-229.

(30)

edeceklerini anlamak, emir ve yasaklarını öğrenmek içindir. Ancak bu aracı cismani değil ruhani olmak zorundadır. Çünkü ruhaniler arınmış ve temiz varlıklar olarak Rabbe herkesten daha yakındırlar.79

Zamanla ruhaniler, aracı konumundan daha üstün tutulmuş ve Sâbiilerin bir kısmı ruhlara tapmaya başlamıştır. Bu gruba -Ashâbu’l Ruhâniyat- göre, Sâbiî dininin esası kendilerini Allah'a yaklaştıracakları inancından hareketle ruhanîlere yani meleklere ibadet etmekten ibarettir.80 Aslında Sâbiîler, kâinatın yaratıcısının bir ve O'nun kudret ve hikmet sıfatlarına sahip mukaddes bir varlık olduğunu kabul ederler; bununla birlikte: "Bize düşen görev O'nun celal ve azametini kavramaktaki aczimizi bilmek, O'na yaklaştırıcı vasıtalar olan ruhanîlerin aracılığı ile O'na yaklaşmağa çalışmak olmalıdır," anlayışına sahiptirler.81 Sâbiîlere göre Ruhaniler, yoktan yaratılmış olup hepsi de tek bir cevherdendir. Cevherleri hiçbir karanlığın bulunmadığı mutlak nurlardır. Onlara göre bu cevherler o kadar parlaktır ki duyular onları idrak edemez. Letâfetinden dolayı akıl onlar hakkında şaşkınlığa kapılır. Hayal gücü bile onlara ulaşamaz.82

Sâbiî inancına göre Ruhaniler, Tanrıya en yakın ve maddilikten en uzak varlıklar olarak görülmüş ve zamanla Tanrı ile diğer varlıklar arasındaki aracı konumundan daha ileri taşınmış, ruhaniler daha üstün tutulmuştur. Onlara ruhların yanında olmayı öğretmenleri

79 Muhammed Bin Abdülkerim eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve MezheplerTarihi, çev. Muharrem Tan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 200; Onların ifadeleri Kur’an’da şöyle nakledilmiştir: “Eğer kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, o zaman kaybedenler olursunuz.” (Mü’minûn, 23/24)

80 Ebu’l- Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşaf ‘an Hakâ’iki Ğavâmidı’t- Tenzîl ve Ûyuni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl Keşşaf Tefsiri, ed.Murat Sülün, çev. Ömer Çelik, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2017, c.1, s. 397-398.

81 İbn’ül Esir, el-Kamil fi’t-Tarih Tercümesi, s. 39-40; Ayrıca bkz. Yazır, Hak Dini Kur’anDili, c.1, s. 314,315;

el-Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an, c. 3, s. 51.

82eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi,s. 230.

(31)

Azimun ve Hermes öğretmiştir. Bu sebeple onlara yaklaşıp tevekkül etmişlerdir. Ruhaniler ve ruhanilere ulaşmak için de koydukları aracılar vesilesiyle Sâbiîler; rablerin sahibi, ilahların ilahı Allaha ulaşmaya çalışmışlardır.83

Sâbiîler ruhanilere ulaşmaları için üzerlerine bir takım sorumluluklar düştüğü inancındadırlar. Öncelikli olarak nefislerini tabiî şehvet kirlerinden temizlemeleri, şehvete ve öfkeye sevkeden güçlerin baskısından kurtarmaları gerektiğini düşünürler. Bu temizlik ve terbiye özel çaba ve riyazet yoluyla olmaktadır. Ruhlarla ilişki kurmanın yolu budur. “Yardım istemek; sığınmak, dua etmek, namaz kılmak, zekât vermek, yiyecek ve içeceklerden oruç tutarak uzak durmak, kurban kesmek, buhur yakmak ve farzlara önem vermek ruhlarla ilişki kurmanın yolları olmaktadır.”84

Sâbiî inancına göre meleklerin farklı görevleri vardır. Bu melekler Tanrı’nın emriyle dünyada yaşayan tüm canlı ve cansız varlıkların yaratılmasından, biçim ve yön verilmesinden ihtiyaçlarının karşılanmasına kadar her şeyden sorumludur.85 Onlardan kimisi yedi gezegen üzerinde tertip sahibi iken kimisi meteorolojik değişimleri düzenlerler. Yağmur ve kar yağışları, rüzgâr, havada oluşan sis, gökkuşağı, bulut ve gök gürültüsü gibi yeryüzünde ve gökyüzünde oluşan bütün doğa olayları onlar tarafından düzenlenir. Ayrıca ruhanilerin yeme, içme, tesbîh, takdis, yüceltme ve hamdetme gibi halleri vardır. Onların bazıları secdede bazıları rükûda ve bazıları da hareketsiz bir durumdadır. Sürekli Allah’ı zikir ile meşguldürler ve emrolunduğunda asi olmadan emredileni yaparlar. (Tahrim 66/6)86

Yukarıdaki bilgiler genel olarak Şehristani’ye ait görüşlerdir. Ancak İslam âlimleri arasında onların meleklere taptığı görüşü sadece Şehristani’ye ait bir görüş değildir.

83eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, ss. 228, 251.

84eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 228.

85 Küçük-Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s.187.

86eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 229-230.

(32)

Taberî’nin Hasanu’l-Basrî’den naklettiği rivayete göre; Irak bölgesinde yönetici olan Ziyad ibn Ebîhi, Sâbiîlerle karşılaştığı zaman onlardan cizye vergisini kaldırmayı düşünmüş; ancak onların meleklere taptıklarını duyunca bu fikrinden vazgeçmiştir. Yine bir diğer önemli İslam âlimi Katâde ibn Diameh, Sâbiîlerin beş vakit namaz kıldıklarını, güneşe tazimde bulunduklarını ve meleklere taptıklarını iddia etmiştir.87

Kurtubî, İbn Hazm ve Hasen el-Şeyh’in eserlerindeki bilgilere göre Sâbiîlerden Ashâbu’l Heyâkil denilen diğer bir grup, yedi gezegeni ve on iki burcu tasvir edip, onların kadim olduklarına inanırlar.88 Abdurrezzak el-Hasani’nin eserindeki açıklamalara göre onlar melekleri gözle göremedikleri için kâinatı idare ettiklerine inandıkları heyâkil adı verilen büyük varlıklar yani yedi gezegenden ibaret olan yıldızlar aracılığıyla ruhanîlere yaklaşmağa çalışırlar. Onlara göre, yıldızlar, ruhların mekânıdır. Asıl işleri yöneten ruhlardır. Yıldızlar ile bu ruhlar arasındaki ilişki ise insan nefsi ve bedeni arasındaki ilişki gibidir. Bu sebeple her ruhun bir yıldızı, her yıldızında bir feleği vardır.89 Bu gruba göre, Âlemin yaratıcısı Allah Teâlâ’dır. Allah, yıldızlara saygıyı ve bunların ibadet için kıble yapılmasını emretmiştir.

Hamdi Yazır onların yaklaşımını şu ifadelerle ortaya koyar: “Allah Teâlâ burçları ve yıldızları yaratmıştır. Fakat bu âlemdeki hayır ve şerri, sağlığı ve hastalığı meydana getiren, canlıları yöneten ve yönlendiren yıldızlardır. Şu halde bu dünyanın Rabbi onlardır ve insanların onlara saygı ve tazim göstermeleri vaciptir. Çünkü onlar da Allah Teâlâ’ya ibadet eder ve insanlara

87et-Taberi, Câmiu’l-Beyân, s. 228-29; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsir’ül Kur’ani’l-Azîm, thk. Abdurrezzak el- Mehdi, çev. Savaş Kocabaş, Karınca ve Polen Yayınları, İstanbul 2010, s. 368.

88Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Sâid b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî İbn Hazm, el-Fasl Dinler ve Mezhepler Tarihi, çev: Halil İbrahim Bulut, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul 2017, c.1, s. 230. Ayrıca bkz. Nasır b.

Ali Âyız Hasen el Şeyh, Mebâhisül AkîdeFiSuret’ül Zümer, Mektebetü’l Rüşd Yayınları, Suudi Arabistan, m.

1995/ h. 1415, s. 408.

89 Abdurrezzak el- Hasanî, es-Sâbi’a Kadîmen ve Hadîsen, Mektebetü’l Hancı Yayınları, Mısır 1931, s. 17.

Referanslar

Benzer Belgeler

1) Araştırmanın başlangıcında yapılan ön gözlem sonucu kontrol ve deney gruplarının okul ve sınıf kurallarını davranışa yansıtmaları bakımından

Çünkü ölçünün ötesinde başka bir kriter yoktur, yani ölçü ve ölçenin (algı) her ikisi de aynı türdendir. Sonuç olarak bütün algıların doğru

Nitekim Klasik ve Modern İlim-Felsefe cemaatlerinin ayrı ayrı ya da iç içe bilgi ürettiği, modern ile klasik bilgi cemaatleri arasında gözle görülür ve sınırları

Bilgi iletişim teknolojilerinin, çok çeşitli uygulamalar, fonksiyonlar içerdiğinden genellikle bilişsel yönden farklı yetilere değindiği ve bu yetiler için

Platon ve Aristoteles açısından her insan mutlu olmak ister; ancak insanların mutluluk anlayışlarının da birbirinden farklı olduğu görülür. Örneğin bazı insanlar

Bu çalışmanın amacı, yaşamın her alanında giderek artan bir öneme sahip enerji konusunu, sürdürülebilirlik kavramı çerçevesinde temiz ve yenilenebilir enerji

Karai kaynaklarına göre ise Karailik hareketinin başlangıcı Sadukilere kadar dayanmaktadır. Hatta bazı akademisyenler Karai Mezhebinin meydana çıkışını Hz. İsa’nın

Örneklem olarak ergenler seçildiği için, bölümün ilk kısmında ergenlik dönemi genel özellikleri ve dini gelişim özellikleri; ikinci kısmında görsel