• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI BİLİM TARİHİ BİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI BİLİM TARİHİ BİLİM DALI"

Copied!
306
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI BİLİM TARİHİ BİLİM DALI

XVIII. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE EPİSTEMİK CEMAATLER VE MODERN BİLİM ALGISI’NIN DOĞUŞU

Doktora Tezi

Can Abdullah GÜNAY

Ankara-2019

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI BİLİM TARİHİ BİLİM DALI

XVIII. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE EPİSTEMİK CEMAATLER VE MODERN BİLİM ALGISI’NIN DOĞUŞU

Doktora Tezi Can Abdullah GÜNAY

Tez Danışmanı Prof. Dr. Remzi DEMİR

Ankara-2019

(3)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... V KISALTMALAR ... VIII ÖNSÖZ ... IX

GİRİŞ ... 11

BİRİNCİ BÖLÜM ... 16

AYDINLANMA ... 16

I. AYDINLANMA’NIN KÖKENLERİ ... 16

Modern Sentetik Bilgi’nin Ortaya Çıkışı...23

II. BATI’DA BİLİMSEL DERNEK VE AKADEMİLERİN KURULMASI ... 32

Modern Epistemik Cemaatler...32

III. AYDINLANMA VE TEKNOLOJİK DEVRİM ... 39

Teknolojik Devrim ve Osmanlı... 51

IV. AYDINLANMA’NIN EPİSTEMİK SONUÇLARI...55

Rasyonel-Deneysel Bilim Çağı’nın Doğuşu...58

İKİNCİ BÖLÜM ... 67

MODERN TOPLUM VE OSMANLI ... 67

I. MODERN TOPLUMUN KÖKENLERİ ... 67

Modern Toplum ve Tabiat İlimleri...71

II. OSMANLI EKONOMİSİ ... 74

Osmanlı Metafizik Anlayışı’nın Ekonomik Sonuçları...75

Kapitalizm ve Osmanlı...79

Osmanlı Ekonomik Yapısı...83

III. OSMANLI İLMİ...99

Osmanlı Eğitim-Öğretim ve Bilgi Üretim Sistemi ... .101

(4)

VI

Osmanlı’da Eğitim-Öğretim Kurumları...105

Mevzû’âtu’l Ulûm ile Kevâkib-i Seb’a Risâlesi’nin İlmî Anlayışı...128

Saçaklızâde ve İbrâhim Hakkı’nın İlmî Anlayışları...141

Osmanlı Eğitim-Öğretim Örgütlenmesi’ndeki Değişimler...146

IV. OSMANLI’DA EPİSTEMİK CEMAATLER...175

İrfan Cemaati ... 177

İlim Cemaati ... 181

Osmanlı’da Felsefe ... 185

İlim Cemaati’nin Evrimi ... 190

Osmanlı Epistemik Cemaati’nin Dönüşümü...192

Klasik Dönem ... 192

Arayış Dönemi: Füzyonik Dönem’e Geçiş (Doğa Felsefesi Algısı’nda Değişim) ... 194

Epistemik Çatışma ve Modern Bilim Algısı...206

V. OSMANLI’DA MODERN EPİSTEMİK YAPI’NIN DOĞUŞU VE EVRİMİ ... 212

Modern Astronomi Algısı’nın Doğuşu...213

Neofobi’nin Aşılması...226

Füzyonik Epistemik Yapı’nın Doğuşu ... 228

VI. XVIII. YÜZYIL OSMANLI MODERNLEŞME SÜRECİ ... 229

Modernleşme Sürecinde Birinci Dönem (1700-1789)...230

Modernleşme Süreci’nde İkinci Dönem (1789-1807)...248

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 260

NEDEN GERİ KALDIK? ... 260

I. DOĞU’DA MODERN DÜZEN ARAYIŞLARI ... 260

Modern Düzen’e Doğru İlk Adım: Nizâm-ı Cedîd ... 260

Reformlara Karşı Ulemâ-Yeniçeri Gerici Koalisyonu... 264

(5)

VII

II. YERLEŞİK İLMÎ DÜZEN’İN TASFİYESİ SORUNU ... 266

Klasik Episteme’den Modern Episteme’ye Geçiş Süreci ... 266

Osmanlı’da Modern Bilim Paradigması’nın Temel Devrimci Gücü: Asker Sınıfı ... 271

III. TÜRK MODERNLEŞMESİ’NİN/TÜRK İLERLEMESİ’NİN YOL HARİTASI .. 276

GENEL SONUÇ ... 282

TEZ OKUMA SÖZLÜĞÜ ... 288

KAYNAKÇA ... 290

ÖZET ... 308

(6)

KISALTMALAR

a.g.i.s. : Adı geçen internet sitesi.

A.g.d. : Adı geçen dergi.

A.g.e. : Adı geçen eser.

A.g.m. : Adı geçen makale.

Çev. : Çeviren.

Ed.: Editör.

Orj. : Orijinali.

Ö: Ölümü.

s. : Sayfa.

TDVİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.

Yay. Haz. : Yayına Hazırlayan.

Y.n. : Yazarın notu.

(7)

ÖNSÖZ

İçinde yaşadığımız dönemde, Batı Dünyası, Post-Modern Çağ’dan Kuantum Çağı’na geçme aşamasındadır. Bu durum, kuantum bilgisayarlardaki ve kuantum bilişimdeki gelişmelerden de izlenebilir.1 Doğu Dünyası ve Türkiye ise henüz Modern Çağ’ı tam anlamıyla yaşamadığı için modernleşmesini tamamlayamamıştır. Bu durumu aşarak Modern Çağ’a ulaşabilmemiz için rasyonalizmi ve deneysel bilimi kurumsallaştırmamız gerekmektedir. Bunu yaptığımız takdirde Modern Bilgi Toplulukları’nı ve Modern Bilgi Toplumu’nu kurabiliriz. Bu süreç, geçmişimizden süzülüp gelen rasyonel-entelektüel birikimimizle kendimize özgü bir aydınlanma yaşamamızla mümkün olabilecektir. Bu aşamaya ulaşabilmemiz için, ilk olarak modern üretim ilişkilerini ve modern toplumu kurmamız, modernleşme sürecini tamamlamamız ve bu süreci kalıcı hâle getirmemiz gerekmektedir. Modernleşmemiz kalıcı hâle geldikten sonra, bilgi teknolojilerine yatırım yapmamız, Post-Modern Çağ’a ulaşabilmemizi sağlayacaktır. Bahsettiğimiz süreçleri, sağlıklı bir şekilde yürütebilmenin yolu ise, ekonomik ve siyâsî bağımsızlığımızdan geçmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin de, en güçlü dönemlerinin, ekonomik ve siyâsî bağımsızlığının olduğu, akla, bilgiye ve eğitim-öğretime yeterince önem verdiği zamanlar olduğu bilinmektedir.

Tez çalışmamı yürütürken, danışman hocam Prof. Dr. Remzi DEMİR’in yönlendirmeleri, özellikle çalışmamın dağınık bir görüntü sergilediğini tespit ettiği süreçlerdeki yardımları, tezi tamamlayabilmem için oldukça önemli oldu. Ayrıca tezde geliştirmeye

1 Kuantum bilgisayarlar; kuantum teorisinin temel ilkelerine dayanılarak geliştirilmektedir. Nitekim klasik bilgisayar, bellek birimi için her bitin 0 ya da 1’i temsil ettiği bitleri kullanarak bilgileri işlerken; kuantum bilgisayarda, bellek birimi için kullanılan kübit/qubit, 1, 0 ya da aynı anda her ikisi de olabilmektedir. (Süper pozisyon özelliği) IBM, Nasa ve Google gibi kuruluşlar, hâlihazırda, kuantum bilişim teknolojileri üzerine çalışmaktadır. (Y.n.)

(8)

X çalıştığım düşüncelerde, okumamı tavsiye ettiği kitapların da çok faydasını gördüm. Kendisine, bana ayırdığı zamanlar ve verdiği emekleri için saygılarımı ve şükranlarımı sunarım.

Ayrıca tez çalışmam süresince, verdikleri tavsiyeler ve olumlu enerjilerinden dolayı tez izleme komitemde bulunan değerli hocalarım Prof. Dr. Melek DOSAY GÖKDOĞAN ve Prof.

Dr. Ayten KOÇ AYDIN’a da çok teşekkür ederim. Ayrıca, D.T.C.F. Felsefe (Bilim Tarihi) Anabilim Dalı’nın tüm akademik kadrosuna da verdikleri destekler için teşekkür ederim. Son olarak, doktora yapmam için beni teşvik eden, hayatta olmayan babamı minnetle anıyorum ve benden desteklerini esirgemeyen anneme de teşekkürlerimi sunuyorum.

Can Abdullah GÜNAY KASIM 2018

(9)

GİRİŞ

Osmanlıların ilmî çalışmalarını yönlendiren Kuramsal Çerçeve/Osmanlı Bilgi Anlayışı, XIV. yüzyılın başlarından itibaren, çeşitli epistemik aşamalardan geçerek XIX. yüzyılın birinci yarısında Modern Bilim Anlayışı ile buluşmuştur.2 Bu buluşma, Osmanlı Devleti’nde Modern Bilim’in iç ve dış dinamiklerle gelişmesinin bir sonucu olmuştur. Tezimizde bu süreci iki yönlü olarak ele aldık. Bu yönlerden birincisi, XVIII. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Epistemik Cemaatler, ikincisi ise Osmanlı Devleti’nde Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu’dur.

Çalışmamızda ele aldığımız birinci yön olan Osmanlı Epistemik Cemaatleri üzerine yapılmış müstakil çalışmalardan tespit ettiklerimiz; Hüsamettin Arslan’ın, Epistemik Cemaat: Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi adlı eseri, Ayhan Dever’in “Bilginin Efendileri: Epistemik Cemaat” adlı makalesi ile Remzi Demir’in “Osmanlılar Dönemi’nde Bilgi Cemaatleri ve Bilgi Türleri Arasındaki İlişkiler” adlı makalesidir. Arslan ve Dever’in çalışmalarında, epistemik cemaat, bilgi/bilim sosyolojileri üzerinden ele alınmış ve “tüm bilgi türlerinin varoluş nedeni” ve

“bilginin efendileri” gibi tanımlarla tartışılmıştır. Dever, çalışmasında, Osmanlı’da epistemik cemaatlere de değinerek, klasik ve modern epistemik cemaat ayrımını, modern bilimin Osmanlı’ya girişi ve Batılılaşma süreçleriyle ilişkilendirmiştir. Demir ise, “Osmanlı’da epistemik cemaatlerin ve bilgi türlerinin sosyo-politik süreçlerle belirlendiğini”, dolayısıyla, bu süreçleri gözden kaçıran bir tarih anlayışıyla gerçeğe uygun bir bilim tarihi veya bir felsefe tarihi yazmanın mümkün olmadığını belirtmiştir.3 Biz de çalışmamızda, bu düşünceyi temel

2 Âdem Akın, Remzi Demir, “Saçaklızâde Muhammed ibn Ebî Bekr el-Mar‘aşî ve Tertîb el-‘Ulûm adlı Eseri”, Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), Ankara 2004, Sayı: 16, s. 3 & Remzi Demir, Osmanlılarda Bilimsel Düşünce’nin Yapısı, Epos Yayınları, Ankara 2014, s. 11.

3 Remzi Demir, “Osmanlılar Dönemi’nde Bilgi Cemaatleri ve Bilgi Türleri Arasındaki İlişkiler”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 216, Haziran 2012, s. 86. (Aynı makale için bkz. Remzi Demir, Bilim ve Toplum, Lotus Yayınevi, İstanbul 2017, s. 85-87.)

(10)

12 alarak Osmanlı Devleti’nde epistemik cemaatlerin tarihsel süreçteki evrimini tartıştık.

Çalışmamızın ikinci yönü olan Osmanlı Devleti’nde Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu üzerine, daha önce Aynur Erdoğan tarafından yazılmış “Tanzimat Dönemi’nde Modern Bilim Algısı”4 başlıklı bir makale bulunmaktadır. Tezimizde ise modern bilim algısının temellerinin, XVIII.

yüzyılın başlarında atılmaya başlandığı ancak XVIII. yüzyıl sonlarında somut sonuçları ile (modern okulların kurulması ve Batı bilim-tekniğinin bu okullar aracılığıyla Osmanlı Eğitim- Öğretim Sistemi’nde kalıcı hâle getirilmesi çabaları ile) kendisini gösterdiği tespiti yapılmıştır.

Bu konuda yazılmış bir diğer makale de, Mehmet Aysoy’un “‘Bilim Devrimi’ Kavramı ve Osmanlı” başlığını taşımaktadır.5 Bu makalede, Osmanlı’da Modern Bilim Algısı problemi,

“arayüz” ve “erken modernlik” kavramlarıyla açıklanmıştır. Bizim çalışmamızda ise konu, sosyo-politik süreçler içerisinde incelenerek bu süreçlerin neden ve sonuçları ile ilişkilendirilmiştir.6 (Tezimizde çalıştığımız konulara ilişkin inceleme imkânı bulamadığımız başka eserler de kuşkusuz bulunmaktadır.)

Tezimizde, Osmanlı Toplumu’nu tarihsel maddeci yöntemle, yani altyapı-üstyapı ilişkileri çerçevesinde inceledik. Bu doğrultuda, Osmanlı Toplumu’nun bir parçası olan epistemik cemaatleri de, bilginin üretiminden ve korunmasından sorumlu bağımsız bir topluluk olarak değil, toplumsal altyapı-üstyapı ilişkilerine göre şekillenen bağımlı bir topluluk olarak ele aldık. Çalışmamızın ikinci yönü olan Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu meselesini de aynı yöntemle tartışmaya çalıştık. Bu tartışmayı tarihsel bağlamı içerisinde sağlıklı biçimde

4 Aynur Erdoğan, “Tanzimat Dönemi’nde Modern Bilim Algısı”, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 26. Sayı: 2013/1

5 Mehmet Aysoy, “‘Bilim Devrimi’ Kavramı ve Osmanlı”, İnsan ve Toplum Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 8, 2014 (Aralık)

6 Çalışmamızda, “Osmanlı’da Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu” konusunda tespit edip ulaşabildiğimiz kaynaklardan, mümkün olduğunca yararlanmaya çalıştık. Bununla birlikte, yerli ve yabancı araştırmacılarca, tezimizi ilgilendiren konulara ilişkin yazılmış eserlerin tüm dökümünü çıkarıp bu eserler üzerinde de çalışmamız mümkün olmamıştır. Nitekim böyle bir araştırma, konu üzerinde yapılacak bibliyografik bir çalışmanın ardından mümkün olabilecektir. (Y.n.)

(11)

13 yapabilmek için, Birinci Bölüm’de, Batı’da gerçekleşen Aydınlanma’yı inceledik. Dolayısıyla, tüm toplumlarda olduğu gibi Batı Toplumu’nda da sosyal gelişmenin kökeninde üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gelişmesinin yer aldığını tespit ettik. Bu gelişmenin; ekonomik, askerî ve epistemik alandaki sonuçları ise Sanayi Devrimi, Askerî Teknoloji Devrimi ve Bilim Devrimi süreçlerinde ortaya çıkmıştır. Nitekim bir ülkenin üretici güçlerinin gelişmesiyle ve buna bağlı olarak üretim ilişkilerinin değişmesiyle, epistemik ilişkileri de gelişmekte ve değişmektedir.

Dolayısıyla, epistemik gelişmenin ekonomik gelişmeye bağlı olması, “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” sorusu etrafında çıkan sosyolojik tartışmaların, sadece bir kısır döngü olmasına neden olmaktadır. Diyebiliriz ki; ekonomik gelişmeler, sosyal gelişmeleri belirlemekte, değişen sosyal ilişkilerle birlikte topluma egemen olan sosyal sınıf ya da yapı ise, hukukî, siyâsî ve epistemik yapıyı belirlemektedir.7 (Altyapı kurulmadan üst yapı oluşturulamayacağından dolayı, üstyapı, altyapının özelliklerini her zaman taşıyacaktır.) Nitekim epistemik aydınlanma da, ekonomik-sosyal yapının gelişmesiyle eş zamanlı olarak ortaya çıkan yeni felsefe ve bilgi anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Bölümün sonlarında, Rasyonel-Deneysel Bilim Çağı’nın Doğuşu’nun koşullarını ele aldık. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin Aydınlanma ve Modernleşme süreçlerindeki konumunu, Teknolojik Devrim bağlamında tartışarak, Osmanlı’da Modern Bilim Algısı’nın kökenleri ile ilgili düşünsel bir altyapı kurmaya çalıştık.

İkinci Bölüm’de, Osmanlı Devleti’nde Modern Bilim Algısı’nın Osmanlı Toplumu’nun yaşadığı ekonomik ve siyâsî gelişmelerin sonucunda, nasıl doğduğunu tartıştık.

Tartışmanın sonucunda, Osmanlı’da Modern Bilim Algısı’nın Batı’da olduğu gibi Aydınlanma’nın bir sonucu olmadığını tespit ettik. Aksine, Osmanlı’da Modern Bilim

7 Epistemik yapı, ekonomik yapının doğrudan bir sonucu olmayıp daha çok hukukî ve siyâsî duruma bağlı olarak değişmektedir. (Y.n.)

(12)

14 Algısı’nın, siyâsî ihtiyaçların tetiklediği Askerî Teknoloji’nin gelişmesinin bir sonucu olarak doğduğunu gördük. Bu noktada, Osmanlı İlim Cemaati’nin modern bilgiye, Batı Epistemik Cemaati’nden farklı bir yol izleyerek ulaştığı sonucuna vardık. Nitekim Doğu’da, Batı’da olduğu gibi, Rasyonalizm ve Ampirizm’in verimli bir epistemolojik sentezinin yapılamamasının temel nedeni, Osmanlı Egemen Siyâsî Düzeni’nin/Osmanlı Monarşisi’nin burjuvalaşamaması ya da burjuvazinin iktidarı ele geçirememesi sonucu laik-rasyonel bir toplumun kurulamamasıdır. Dolayısıyla, modern burjuva sınıfı iktidarda olmadığından, Modern Burjuva Bilim Cemaati doğamamış, Egemen Epistemik Yapı/Klasik Bilgi Paradigması modernleşememiştir. Böylece, Osmanlı’da Modern Bilgi Cemaati, Batı’dakinden farklı bir şekilde (burjuva olmayan tarzda) ve farklı bir zamanda ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle, Osmanlı Devleti’nde Modern Bilim Algısı, modernleşme yanlısı Osmanlı padişahları ve Osmanlı Askerî-Sivil Bürokrasisi’nin Yenilikçi Ulema ile ittifak yapması sonucu doğabilmiştir.

Bu bağlamda, Osmanlı Modernleşmesi’nin/Nizâm-ı Cedîd’in bir devlet projesi olarak ülkenin bekâsını korumak adına ortaya çıkarak, ekonomik, siyâsî, hukukî ve epistemik yenilikleri yukardan aşağıya uyguladığı görülmüştür.

Üçüncü Bölüm’de ise Birinci ve İkinci Bölümler’i özetleyecek bilgiler verilmiş ve bu bilgilerden yola çıkarak neden modernleşemediğimiz ve nasıl modernleşebileceğimiz tartışılmıştır. Bu bağlamda, Batı’da Post-Modern Çağ yaşanıyorken ve Kuantum Çağı’na geçilme aşamasındayken, Doğu’da henüz modernleşmenin tamamlanmadığı ifâde edilmiştir.

Buradan yola çıkarak, Modern Çağ’a ulaşabilmemiz için ilk olarak, modern üretim ilişkilerini ve modern toplumu kurmamız gerektiğini söyleyebiliriz. Bunu yaptıktan sonra, bilim cemaatinde, rasyonalizm ve deneysel yöntem kurumsallaşabilecektir. Dolayısıyla, toplumsal bir aydınlanma yaşamamız ve bu aydınlanmayı kalıcı hâle getirmemiz kaçınılmaz

(13)

15 gözükmektedir.8 Aksi takdirde, tüm modernleşme çabalarımız, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşadığımız yukardan aşağıya modernleşme projesi şeklinde uygulanmaya mahkûm olacaktır. Biz biliyoruz ki, Aydınlanma ve Bilim Devrimi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkarsa ve aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşirse kalıcı olabilecektir.

Tezimizde kullandığımız kavramların çoğu çalışmamız içerisinde parantez içinde ve dipnotlarda açıklansa da bu terimlerin tam olarak hangi olguları/kavramları karşıladığının anlaşılması açısından bir Tez Okuma Sözlüğü oluşturduk. Bu sözlük, çalışmanın sonunda verilmiş olup tez boyunca kullandığımız terimlerin karşılıklarını vererek, Kavramsal Okuma’yı kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.

8 Aydınlanma’nın, yönetici sınıflarda değil, yönetilen sınıflarda ortaya çıkması gerekmektedir. Nitekim geniş toplum kesimlerinin, aydınlanmacı birikimleriyle, ülke yönetiminde söz sahibi olmaları durumunda, bu süreç kalıcı hale gelebilecektir. (Y.n.)

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM AYDINLANMA

Bu bölümde, Modern Batı Bilimi’nin Aydınlanma Paradigması’nın bir sonucu olarak nasıl doğup evrimleştiğini formüle edeceğiz. Bu bağlamda, Aydınlanma’nın Batı’da XVIII.

yüzyılda, Rasyonel-Deneysel Bilim Çağı’nı açtığını ileri sürmekteyiz.

I. AYDINLANMA’NIN KÖKENLERİ

Aydınlanma; şehirleşme-laiklik-akılcılık süreçlerinin (Rönesans’ın) bir ürünü olarak9 XVII. yüzyılda Batı’da ortaya çıkmış ve bu süreci gerçekleştiren toplumların modernleşmesini sağlamıştır.10 Daha sonraki dönemlerde, bilimsel bilgilerin zanaatkârlar-mucitler eliyle pratik amaçlarla/teknoloji üretimine yönelik kullanılması, Avrupa’da Sanayi Devrimi’ni ortaya çıkarmıştır. İngiltere’de, 1760-1850 yılları arasındaki süreçte ortaya çıkan Sanayi Devrimi,

9 Ural Akbulut, “Sanayi Devrimi Dünya’nın Gidişini Değiştirdi” <www.uralakbulut.com.tr>.

10Avrupa’da hukuk henüz 1700’lerde laikleşmişti. Bkz. Mustafa Ergün, “Batılılaşma Dönemi Osmanlı Eğitim Sistemi’nin Gelişimine Mukayeseli Bir Bakış”, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi IRCICA, Osmanlı Dünyası’nda Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri, İstanbul 2001, s. 90. ; Tarihçi Marshall Hodgson’a (1922-1968), göre, Batı’nın yükselmesi; ekonomik, entelektüel ve toplumsal alandadır. Ekonomik hayatta; sermaye birikimi, tarım devrimi ve verimlilik artışı. Entelektüel hayatta; deneysel bilim, aydınlanma ve keşifler. Toplumsal hayatta bürokratik ve ticârî gücün yükselişi. Hodgson, bu sürece “Batı’nın Büyük Dönüşümü”

adını vermektedir. Bu süreçte, Batılılar, okyanuslarda dolaşmaya elverişli olan hafif, hızlı, manevra kabiliyeti yüksek gemiler yapmışlardır. Böylece, Afrika, Amerika ve Hindistan’a ulaşmışlardır. Ümit Burnu ve Macellan Boğazı bulununca, Baharat ve İpek ticâret yolları etkinliğini kaybetmiştir. Artık Avrupa, Hindistan ve Çin mallarını yeni ticâret yollarıyla temin etmeye başlamıştır. İspanya ve Portekiz limanları (Palos, Lizbon), Fransa (Bordeaux, Le Havre), Belçika ve Hollanda (Anvers, Rotterdam), İngiliz limanları (Londra) önem kazanmıştır.

Böylece ticâretle zenginleşen Batı’nın toplumsal ve ekonomik bünyesinde büyük bir değişme meydana gelmiştir.

Bkz. İhsan Burak Birecikli, “Batı’nın Yükselişi: The Rise of The West”, History Studies: International Journal of Studies, Cilt: 3, Sayı: 2, s. 6-8.

(15)

17 sırasıyla Avrupa’nın diğer ülkeleri ile ABD’de tarih sahnesine çıkmıştır. Devrimi başlatan en önemli etkenler ise tekstil, buhar makinesi ve demir üretimi olmuştur.11

XVII. yüzyılda gerçekleşmiş olan Aydınlanma ve ardından doğan Rasyonel-Deneysel Bilim Çağı, XII. ve XVI. yüzyıllar arasındaki ekonomik, toplumsal, hukukî ve epistemik gelişmelerin bir sonucudur. Nitekim bütün bu gelişmeler bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Son tahlilde, epistemik durum, hukukî ve siyâsî durumun bir yansımasıdır.12 Dolayısıyla, ekonomik ilişkilerden başlayarak bütün bu gelişmeler birbirlerini belirlemektedir.

Biz, ilk olarak, Antik Yunan Doğa Felsefesi’nin/Kadim Episteme’nin (Klasik Paradigma’nın), yüzyıllarca Batı ve Doğu epistemesini nasıl şekillendirdiğini ve anlamlandırdığını ele alacağız.

Böylece Aydınlanma’nın kültürel altyapısının XII. yüzyıla gelinceye değin nasıl oluştuğunu

11 Ural Akbulut, “A.g.m.” <a.g.i.s.>.

12 Aydınlanma’nın temelde bir hukuk devrimi olduğu savunulabilir. Nitekim Muhteşem Devrim olarak da bilinen 1688 Devrimi’nde, İngiltere kralı II. James, bazı İngiltere ileri gelenlerinin daveti üzerine İngiltere’ye ordusu ve donanması ile çıkartma yapan Hollanda cumhurbaşkanı Oranj-Nassau’lu William tarafından tahtından indirilmiştir. Bu olayın sonucunda, Stuart Hanedanlığı devrilmiş ve William (III. William adıyla), İngiltere Krallığı, İrlanda Krallığı ve İskoçya Krallığı tahtlarına, karısı II. Mary ile birlikte ko-monark olarak çıkmıştır.

İngiltere Parlamentosu bu gelişmeyi meşrulaştırmak için “Haklar Kanunu (Bill of Rights:1689)” adlı bir kanun çıkartmış ve böylelikle İngiltere Krallığı’nın mutlak kral istibdatı ile yönetilmesi uygulaması terk edilmiştir. (Bkz.

Wikipedia: “Muhteşem Devrim” maddesi.) Bu olay sonucunda, toprak aristokrasisi ile finansal burjuvazi arasındaki bir uzlaşmayla, İngiltere’de anayasal monarşi sağlamlaştırılmıştır. Bkz. Friedrich Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar: 1890-1894, Çev. Öner Ünalan, Ginko Kitap Ltd.Şti. , Kor Kitap, İstanbul 2018,

s. 41. ; Dolayısıyla, Aydınlanma Hukuku’nun (Aydınlanmacı Hukuk Algısı’nın) 1688 İngiliz Devrimi’yle başladığı ve 1789 Fransız Devrimi’yle ilkelerini yerleştirdiği kabul edilebilir. İngiltere Krallığı’nın bir meşrutiyet olduğu, bu anayasal nitelik taşıyan kanunla teyit edilmiştir. Görülmektedir ki, Osmanlı, İngiltere’den yaklaşık iki yüz sene sonra meşrutiyete geçmiştir. Dolayısıyla, Osmanlı’da Demokrasi Algısı, Batı’dan iki yüz sene sonra ortaya çıkabilmiştir. (Y.n.)

(16)

18 anlamaya çalışacağız. Daha sonra ise, bu gelişmelerin, Batı’yı, XII. yüzyıl ile XVII. yüzyıllar arasında nasıl etkilediğini göreceğiz.13

Bilindiği gibi, Antik Yunan Doğa Felsefesi (Klasik Episteme), Batı’da ve Doğu’da uzun yüzyıllar boyunca egemen episteme olarak varlığını sürdürmüştür. Nitekim Batı’da ortaya çıkan Episteme ve Doğu’da ortaya çıkan İlim, Batı ve Doğu arasında yüzyıllar boyu meydana gelen kültürel etkileşimin ve bu etkileşim sonucu ortaya çıkan bilgi aktarım süreçlerinin sonucudur. Bu sürecin, 431 yılında Efes’te düzenlenen III. Konsül tarafından sürgüne gönderilen Nestorius (386-451) ve yandaşlarının, beraberlerinde Antik Yunan ve Roma eserlerini getirerek Urfa-Harran civarlarına yerleşmeleri sonucunda, Kadim Yunan Bilgisi’nin, Doğu’ya aktarılması ile başladığı söylenebilir. Bu dinî-siyâsî olay, Batı ile Arap-Fars toplumları arasında kültürel bir etkileşimin başlamasına neden olmuştur. Bu gelişmenin sonucunda, Antik Yunan ve Roma eserleri; Arapça, Farsça, Süryanice, Sanskritçe ve Pehlevice’ye çevrilmiştir.

Böylece, Doğu’da, Kadim Yunan Bilgisi ilk olarak anlaşılmaya daha sonra da yorumlanmaya başlamıştır. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Müslümanların İspanya’yı fethetmelerini izleyen süreçte, İslâm Dünyası’nda yeniden üretilen Kadim Bilgi, Batı’ya aktarılmaya başlamıştır.

Nitekim XII. yüzyılın sonlarında, Yunanca, Arapça ve Farsça eserlerin Latince’ye kazandırılması için İspanya’nın Toledo şehrinde başpiskopos Raymond de Sauvetat (Ö: 1152) tarafından bir çeviri okulu kurulması, Batı’da, bu aktarım ve yeniden yorumlama sürecinin kurumsal temellerinin atıldığını göstermektedir. Dolayısıyla, bu aktarım süreci, Ortaçağ

13 Tezimizin ilerleyen bölümlerinde, Batı’nın nasıl aydınlandığını ve bu aydınlanmanın sonucunda nasıl modernleştiğini, Doğu’nun ise kendine özgü aydınlanmasını gerçekleştiremediği için nasıl geri kaldığı açıklanacaktır. (Y.n.)

(17)

19 Bilimi’ni (Klasik Episteme’yi) şekillendirmiştir. Bu bilgi aktarım sürecinde, ticârî ve siyâsî ilişkiler ile savaşların belirleyici rolü olmuştur.14

Bu noktada, Batı’da Aydınlanma’ya giden sürecin birinci aşaması olduğunu açıkladığımız şehirleşmenin, epistemik bağlamdaki sonuçlarına değineceğiz. Açıktır ki;

Batı’daki şehirleşme süreci, Ortaçağ Batı Toplumu’nun üretim ilişkilerinin ve hukukî yapısının/idarî sisteminin değişmeye başlamasının bir sonucudur. Bu değişim; kilise okulları ve üniversitelerin birbirlerinden bağımsız olarak örgütlenmelerini sağlamıştır. Nitekim ilk üniversiteler de (yeni epistemik merkezler de) bu değişen idarî sistem içerisinde, ortaya çıkmışlardır. Böylece, Ortaçağ Skolastik Dönemi’nde, XII. yüzyıla kadar eğitim-öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü ve bilgi üretiminin gerçekleştirildiği kurumlar olan katedral ve manastır okulları, bu yüzyıldan itibaren epistemik üstünlüklerini üniversitelere kaptırmışlardır.

Bu durum, yeni eğitim ve öğretim kurumlarının; hoca ve öğrencilerin seçimi, düzenli ders programları ve kütüphâneleri ile katedral ve manastır okullarından nitelik olarak farkını da ortaya koymaktadır. Ayrıca, üniversitelerde bilginin kayıtlı olduğu ve bilginin yayılmasına aracılık eden kitaplar, Hristiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi birer dokunulamaz/değiştirilemez bilgi kaynağı olarak değil, sadece, bilginin üretimi ve yayımı için birer araç haline gelmiştir.15

Şimdi de Aydınlanma’nın laiklik süreci ile olan ilişkisini, epistemik sonuçları bağlamında ele alalım. Bilindiği gibi, Batı’da, din bilgisi/felsefesi ve doğa bilgisi/doğa felsefesi, henüz XIII. yüzyılda, birer bilgi alanı olarak birbirinden ayrılmaya başlamıştır. Bu ayrılma sonucunda, Ortaçağ’da giderek iki farklı düşünsel etkinlik (bilgi üretme yöntemi ve bilgi türü) ortaya çıkmıştır. Albertus Magnus (1193-1280) ile başlayıp Thomas Aquinas (1225-1274) ile

14 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “Ortaçağ’da İlk Üniversiteler: Studium Generale”, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

15 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “A.g.m.”, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

(18)

20 yerleşen bu anlayışa göre; din bilgisi ve doğa bilgisi, kendilerine ait alanlarda bilgi üretmeli ve ürettikleri bu bilgileri, kendi yöntemleriyle ve birbirlerine müdahale etmeden yorumlamalıdır.

Thomas Aquinas’a göre din bilgisi ile doğa bilgisinin konuları ve epistemik temelleri ayrıdır;

nitekim din bilgisinin konusu inanç/iç dünya, epistemik temeli Kutsal Kitap ve din otoriteleri iken, doğa bilgisinin konusu dış dünya ve epistemik temeli de deney-gözlemdir. Dolayısıyla, dinî bilgi, varlığa ilişkin nedenleri ve sonuçları, Tanrı Yasaları ile anlamlandırır ve açıklarken;

doğa bilgisi, Doğa Yasaları ile anlamlandırır ve açıklar. Bu yaklaşım ile din ve bilimin çalışma alanları birbirlerinden ayrılmıştır. Böylece, önceden olduğu gibi, bu iki alanın ürettiği bilgilerin birbirleriyle uzlaştırılmasına çalışılmamıştır. (Bir başka ifadeyle, bu iki alanın ürettiği bilgilerin sağlaması, birbirleri tarafından yapılmamıştır.) Tüm bu gelişmelerin bir sonucu olarak, bu iki alan, kendi epistemik sorunlarını bağımsız bir şekilde ve kendi yöntemleriyle çözme imkânına ve özgürlüğüne kavuşmuşlardır. Bu anlayışın yaygınlaşması ise, zamanla Batı’da, dinsel bilgiden bağımsız olarak, laik epistemik müfredatı ortaya çıkarmıştır.16

Son olarak, Aydınlanma’nın, temelinde Akılcılık olan, XVII. yüzyıldan günümüze dek güncelliğini koruyan ve gelecek yüzyıllara da taşınacak bir modernleşme süreci olduğundan bahsedeceğiz. Bu süreci ise, yine epistemik sonuçlarıyla ele alacağız. Nitekim Aydınlanma’nın bilimsel yönünün, Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), Christian Huygens (1629-1695) ve Isaac Newton’un (1643-1727) matematiksel fiziğinin kuramsal ve deneysel sonuçları ile ortaya çıktığı söylenebilir.17 Modern Bilim’in entelektüel sonuçlarının ise, Yeni Rasyonalizm

16 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “A.g.m.”, A.g.d. , Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

17 Emma Mariot, Bir Nefeste Dünya Tarihi (Orj. The History of the World in Bite-Sized Chunks), Maya Yayınları, Kayhan Matbaacılık, İstanbul 2014, s. 142; Zeki Tez, Doğa Karşısında Pratik ve Teknik Uğraşı, T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 105. ; Matematiğin deneysel sonuçlarından birisi de Leibniz tarafından geliştirilen bir hesap makinesi olan “Leibniz çarkı”dır. Nitekim 1671 yılında geliştirilen ve dört işlemin yanısıra karekök de alabilen bu cihaz, sonraki yüz elli yıl boyunca üretilecek mekanik makinelerine de esin kaynağı olmuştur. Bkz. <www.moment-expo.com/bilgisayarlardan-once-hesap-yapan-makineler>.

(19)

21 (Matematiksel Akılcılık)18 ile kendisini gösterdiği söylenebilir. Bu süreç, Batı’da, eski doğa felsefesinin/klasik bilimin, yeni doğa felsefesine/modern bilime dönüşmesini sağlamıştır.

Dolayısıyla, Modern Bilim’in en temel özelliğinin, usavurma sürecine matematiksel bir yapı kazandırmak olduğu söylenebilir.19 Bu dönemde, bilimsel epistemede meydana gelen çarpıcı paradigmatik değişimlere örnek olarak şu gelişmeler verilebilir:

1. Galileo Galilei’nin (1564-1642) dinamiği20,

18 Eski Rasyonalizm’de, mantıksal akılcılık (sözel akılcılık) öncelenirken, Yeni Rasyonalizm’de matematiksel akılcılık (sayısal akılcılık) öncelenir. Bununla birlikte, bu dönemde, bilimsel bilgi üretiminde, mantık ve matematik birlikte kullanılmaya başlanır. Böylece, Aydınlanma’nın epistemik sonuçları ortaya çıkmış olur. (Y.n.)

19 Bu dönemde, usavurma sürecinin temeli, Kadim Doğa Felsefesi’nin (Kadim Bilim’in) doğaya ilişkin bilgi üretiminde ve sunumunda kullandığı yöntem olan sözel betimlemeden/mantıktan, sayısal betimlemeye/matematiğe evrilmiştir. Bkz. Timur Karaçay, “20. yy’da Matematiğin Temellerini Sarsan Düşünceler”, Çağrılı Konuşma, Matematikçiler Derneği: Matematik Etkinlikleri, Ankara 2004.

20 Antik Yunanlılar, Statik’in/Denge’nin yasalarını incelemişlerdir. Galilei, cisimlerin nasıl hareket ettiklerini açıklarken, dışarıdan gelen etkileri gösteren şeyin hız değil, ivme olduğunu ortaya koymuştur. Bu ilkenin bulunması, dinamikte tarihsel öneme sahiptir. Bkz. Bertrand Russell, Bilim ve Din: Yüzyıllardır Süren Savaş, Varlık Yayınları, Eylül 1972; Galilei, İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog (1632) ve İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog (1638) adlı eserlerinde hareket kuramlarını ortaya koymuştur. Galilei, Archimedes ile aynı yolu izlemiş

ve fiziksel olguları matematiksel olarak ifade etmeye çalışmıştır. Nitekim Galilei, İki Yeni Bilim Üzerine Diyaloglar’ın üçüncü gün diyaloglarına “doğada, devinimden eski belki hiçbir şey yoktur…” diyerek başlamış ve

“mermilerin ve fırlatılan cisimlerin, bir tür eğri yol betimledikleri gözlemlenmiştir, ancak bu yolun, bir parabol olduğu olgusuna daha önce hiç kimse dikkat çekmemiştir” sözleriyle devam etmiştir. Einstein’a göre, İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog, “rahip ve âlim kıyafetine bürünmüş öğretmenlerin uyuşukluğundan ve halkın câhilliğinden

destek alarak, otorite olma konumlarını sürdürenlerin ve savunanların çokluğu karşısında, rasyonel düşüncenin temsilcisi olarak ayakta kalma cesaretine, zekâsına ve tutkulu iradesine sahip bir insanı” tanıtmaktadır. Bkz. Vural Başaran, “Osmanlılar’da Balistik ve Modern Fizik İlişkisi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 55, Sayı: 1, 2015, s. 71-72. ; Einstein’ın, buradaki rasyonalite vurgusu oldukça önemlidir ve

(20)

22 2. William Harvey’in (1578-1657) kan dolaşımı öğretisi,

3. Pierre de Fermat (1601-1665) ve René Descartes’in (1596-1650) analitik geometrisi, 4. Leibniz’in dinamik cisim tasarımı21,

5. Newton ve Leibniz tarafından keşfedilen Sonsuz Küçükler Hesabı.22

Bilimsel Episteme’de ortaya çıkan değişim, Bilimsel Örgütlenme’de/Bilim Cemaatleri’nde de değişime neden olmuştur. Nitekim XVII. yüzyılın ikinci yarısında, Londra’da Kraliyet Topluluğu (Royal Society: 1660) ve Paris’te Bilimler Akademisi (Académie des sciences: 1666) gibi önemli bilim dernekleri ve bu derneklere bağlı bilim dergileri ortaya çıkmıştır. Nitekim bilim derneklerinin, Modern Bilim Cemaati’nin oluşmasında büyük bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.23

tezimizde “ampirik akılcı” bilimsel yöntemi Modern Bilim’in temeline koyan görüşümüzü desteklemektedir.

(Y.n.)

21 Leibniz Felsefesi’nde, geometrik ya da durağan doğa anlayışının yerine dinamik ya da enerjik görüş yer almaktadır. Bu görüş, cisimlerin uzam nedeniyle var olmadıklarını, ama uzamın cisimler (kuvvetler) nedeniyle var olduğunu ileri sürmektedir. Bir başka ifadeyle, kuvvet olmaksızın, dinamik cisimler olmaksızın hiçbir uzamın olamayacağını ifade etmektedir. Descartes’a göre cisimlerin varoluşu, uzamı ön gerektirirken Leibniz’e göre ise uzam cisimlerin ya da kuvvetlerin varoluşunu ön gerektirmektedir. Bu görüş, dinamik doğa anlayışının temellerini hazırlamıştır. Bkz. <www.ideayayinevi.com/2014/adlar/leibniz.php>.

22 Zeki Tez, A.g.e. , T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 105-106.

23 Ayrıca, bahsi geçen bilim dernekleri ile bu derneklere bağlı bilimsel dergilerin oluşumunda, Kalvinist Düşünce’nin önemli bir payı olmuştur. Bu durum, Avrupa’daki bazı dinsel güçlerin bilimsel etkinlikler üzerinde oynadığı rol bakımından oldukça dikkat çekici görünmektedir. Nitekim XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kalvinist mezhebin yaygın olduğu Kuzey Hollanda, İngiltere ve Fransa’da önemli bilimsel, teknik ve ekonomik gelişmeler meydana gelmiştir. Bkz. Zeki Tez, A.g.e., Ankara 1995, s. 106-107. ; Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte, Batıda “çalışma”ya bakış yeni bir anlam ve boyut kazanmıştır. Bu anlayışın oluşumunda etkili olan isimlerin başında, Martin Luther (1483-1546) ve John Calvin (1509-1564) gelmektedir. Daha çok çalışmanın ahlâkî ve dinî arka planını irdeleyen bu düşünürler, çalışmayı teolojik planda ele almışlardır. Nitekim Luther’e

(21)

23 Modern Sentetik Bilgi’nin Ortaya Çıkışı

Batı’da XVII. yüzyıldan itibaren deneysel bilimlerin önem kazanmaya başladığı söylenebilir. Nitekim bu yüzyıldan itibaren, doğa incelemelerinde “yeni yöntemin/ampirik akılcılığın” ağırlık kazanmış olması nedeniyle, Klasik Bilim’in kullandığı yöntem (Aristoteles Yöntemi/Tümdengelimci Yöntem) tasfiye edilme sürecine girmiştir.24

göre çalışma, insanın Tanrı’nın rızasını kazanması için bir vesiledir. Bu durum, kişinin bir meslek içerisinde çalış- masıyla gerçekleşmektedir. Çünkü meslek, sınırsız bir çalışma alanı olarak yaşamın amacı anlamına gelmektedir.

Calvin de onu destekleyerek çalışmanın Tanrı’nın emri olduğuna, yeryüzünde Tanrı’nın egemenliğinin ancak insanın çalışması ve alın teriyle gerçekleşeceğine inanmıştır. Dolayısıyla, bir insanın çalışarak mesleğinde başarılı olması, böylece zenginleşmesi, onun Tanrı tarafından sevilmesine yol açacaktır. Böylelikle, bu düşünce ve eylem (protestan ahlâkı) birey olarak zenginleri ve bir değer olarak zenginliği yücelten bir anlama sahip olmuştur. Bu anlam ise, Weber’e göre insanların çalışmaya ve maddî kazanca önem vermelerine, hatta dinî bir gayretle bu konularda birbirleriyle yarışmalarına yol açmıştır. Weber, modem kapitalizmin de temelini oluşturduğunu düşündüğü bu dünya görüşüne (düşünceye ve eyleme) “Protestan Zihniyet” ismini vermiştir. Burada temel faktör,

“dünyevî dinsel düşünce” olsa da; ekonomik, coğrafî ve tarihî durum da bu sürecin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Bkz. Tevhit Ayengin, “Çalışmanın Dinî Temelleri: Kalvinizm ve İslâm Örneği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4, İslam ve İktisat-II Özel Sayısı, s. 464-465.

24 Bu anlayış doğrultusunda, Bilimsel Yöntem’in yapısı ve özellikleri gibi konular, Port Royal Okulu mantıkçıları tarafından işlenmiştir. Port Royal Mantığı, Mantık ya da Düşünme Sanatı (1662) adlı eserle kendi anlayışını ortaya koymuştur. Bu eser, Antoine Arnold (1612-1694) ve Pierre Nicole (1625-1695) tarafından kaleme alınmış olup dört bölümden oluşmuştur. İlk bölümün konusu idealar ve terimler iken, ikinci bölüm önermeler konusuna ayrılmıştır. Üçüncü bölüm, akıl yürütmeler, yani tasımlar konusuna ayrılmış iken dördüncü bölümde ise bilimin yöntemi ile ilgili konulara yer verilmiştir. Böylece, Port Royal Mantığı’nın yazarları, yöntem ile ilgili araştırmayı da mantığın bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla, “eski klasik alet”in (tümdengelim: organon) yerine yeni bir araç kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni aracı ise Bacon, Novum Organum (Yeni Alet) adlı eseri ile ortaya koymuştur. Bu yeni araç, deneysel bilimin kullandığı tümevarım yöntemidir. Bkz. “Klasik Mantık”

<www.felsefedersligi.com>. (17.04.2017); İskender Taşdelen, “14. ve 19. Yüzyıllar Arasında Mantık”

<sozriko.blogspot.com>. (05.06.2018) ; Aristoteles’in olanaklılığını sorguladığı ve bilimsel bilgi olarak kabul

(22)

24 Bilindiği gibi, XVII. yüzyılda, Isaac Newton (1643-1727) gibi bilim liderlerinin önderliğinde, doğaya ait bilgi üretim sürecinde, yöntem olarak felsefî akıl yürütmenin yerine hesaplama ve ölçüm kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla doğa araştırmalarında, veriler ve sonuçlar, matematiksel yöntem-çözümleme ile elde edilmeye başlamıştır.25 Bu süreçle birlikte, XVII. Yüzyıl Avrupası’nda, “Modern Bilim Anlayışı”nın doğduğu Modern Epistemik Cemaat’in, yerleşik/egemen epistemik zihniyeti (merkezinde Doğa Felsefesi’nin yer aldığı ilmî paradigması) değişmeye başlamıştır. Bir başka ifadeyle, “Klasik Paradigma” ve “Klasik Epistemik Cemaat”, çözülme sürecine girmiştir. Bu süreç, yeni rasyonalizm (bilgi üretme aracı olarak mantığı ve matematiği birlikte kullanan mantıksal-matematiksel yöntem)26 ile

ettiği bilgi türü Apodeiktik bilgidir. Apodeiktik bilgi, genel-zorunlu-kesin bilgidir. Aristoteles, böyle bir bilginin nerede ve hangi disiplin içinde gerçekleştiğini araştırmıştır. Ona göre, bilimsel bilgi; olanaklı, üretilebilir, elde edilebilirdir. Bu tür bilgilerden oluşmuş bir disiplin mevcuttur: Bu disiplin geometridir. Bkz. Ömer Faik Anlı,

“Aristoteles ve Yöntem: Tümevarım ve Tümdengelim”, Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 208.

25 John Lenihan, Bilim İş Başında, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul 1999, s. 122-123.

26 Eski Doğa Felsefesi’nde (Klasik Doğa Felsefesi/Eski Rasyonalizm), doğaya ait güvenilir bilgi üretmek için yöntem olarak sadece felsefî/sözel akıl yürütme (aracı mantık: kelimeler, önermeler ve bu bu ikisinin sonucu/en gelişmiş formu olan ispatlı-çelişkiden arındırılmış hükümler) ile ölçülmemiş ham duyu verileri kullanılmıştır. Yeni Doğa Felsefesi’nde, doğa bilgisi üretiminde felsefî/sözel akıl yürütme aracı olan mantık ile birlikte sayısal akıl yürütme aracı olan matematik (rakamlarla, formüllerle ve bu rakamlar ile formüllerin en gelişmiş biçim olan teoremlerle akıl yürütme) kullanılmaya başlanmıştır. [Eski Doğa Felsefesi/Klasik Felsefe, doğru bilgi üretmek için mantığı, Yeni Doğa Felsefesi/Modern Felsefe (Yeni Rasyonalizm) ise doğru bilgi üretmek için mantık ve matematiği birlikte kullanır. Doğru bilgi ise ispatlanabilir bilgidir ve bu ispatlı bilgi aksi ispatlanmadıkça, yani yanlışlanmadıkça doğru kabul edilir.)] Mantıkta ölçü/kıyas kullanılır; matematikte ise ölçüm/metrik sistem kullanılır. Modern Bilim ile birlikte ölçülmemiş duyu verileri gözlem araçları ile ölçülünce, böylece maddî dünyaya ait bilinmeyenler insan gözlemine konu olarak keşfedilince (nitelikleri ve nicelikleri belli olunca);

Modern Bilim başlamıştır. (Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirmesi ile Anton Van Leeuwenhoek’ün mikroskobunu yeryüzüne çevirmesi sonucu, maddî dünyaya ait yeni bilgiler elde edilmeye başlamıştır: Modern Bilim’in Doğuşu.) Nitekim bu süreç, Aristotelesçi tümdengelim yerine Bacon’cu tümevarım yönteminin

(23)

25 ampirizmin (deneycilik) epistemolojik birlikteliği ile ortaya çıkan Modern Bilim’in devrimsel gücünün sonucudur.27 Batı Epistemik Toplulukları’nda içselleşen yeni rasyonalist-ampirik tablo, sırasıyla Galilei’nin ve Bacon’un aşağıdaki önermelerinden de anlaşılabilir:

I. “Doğa Felsefesi, her zaman önümüzde açık duran büyük bir kitapta, yani Evren’de yazılıdır. Bu kitap, matematik dilinde yazılmıştır ve simgeleri üçgenler, daireler ve öteki geometrik şekillerdir. Onların yardımı olmadan kitabın tek bir sözcüğü anlaşılamaz ve insan karanlık bir dolambaçta boş yere dolaşır durur!”

II. “Neden belli değilse, sonuç elde edilemez. Gözlemde neden görünen, eylemde kural olur.”28

İlk açıklamada, yeni rasyonalizm (matematiksel fizik), ikinci açıklamada ise ampirizm (deneysel fizik) vurgulanmaktadır.29 Sonuçta, Modern Bilimsel Yöntem’in tümevarım ve tümdengelimin (bilgi üretmek için kullanılan iki temel aracın) bir sentezi olduğu, dönemin iki epistemik liderinin görüşleriyle de doğrulanmış olmaktadır.30 Böylece, Klasik Epistemik/İlmî

kullanılması, bir başka deyişle Organon (Eski Âlet) yerine Novum Organum’un (Yeni Âlet) kullanılmaya başlanması ile de karakterizedir. (Böylece, Modern Bilim Dönemi’nde; tümdengelim daha çok zihinde, tümevarım ise daha çok doğada bilgi üretmeye yönelik olmuştur.) Dolayısıyla Galilei’nin (1564-1642) çağdaşı olan Bacon’un ölümü (1626) ile Newton’un ölümü (1727) arasındaki 100 yıllık süreçte, Yeni Bilim, Eski Bilim karşısında egemenliğini pekiştirmiştir. (Y.n.)

27 Thierry Hentsch, Hayali Doğu (Orj. L’orient Imaginaire), Çev. Aysel Bora, Metis Yayınları, İstanbul 2008, s.

148-149. Doğa Felsefesi’ne matematiğin dâhil edilmesi, Newtoncu bilimi karakterize etmektedir. Nitekim Doğa Felsefesi’nin Matematiksel İlkeleri (Yayın Tarihi: 1687) adlı eserin yayınlanması Bilim Tarihi’nde Klasik Doğa

Felsefesi’nden Modern Doğa Felsefesi’ne geçişi temsil etmektedir. (Y.n.)

28 Erdal İnönü, “Bilimsel Devrim ve Türkiye”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları Dergisi, 2004, Cilt: 5, Sayı: 2, s. 105.

29 Tümdengelim, görünmeyenden görünene bakış; tümevarım ise görünenden görünmeyene bakıştır. Tümevarımla bir olgu ya da olayla ilgili araştırma süreci ortaya konulmakta, tümdengelim ile de bu araştırma süreci doğrulanmaktadır. (Y.n.)

30 Bir başka ifadeyle, bu görüşleri birleştirdiğimizde, modern bilimsel yöntem anlaşılır olmaktadır. (Y.n.)

(24)

26 Paradigma’nın ortadan kalkmasının, Modern Bilim Keşifleri’nin/Teorileri’nin (dolayısıyla da Modern Bilimsel Yöntem’in), bir sonucu olduğu görülmektedir. Bu sürecin temelinde ise, Aydınlanma’nın, doğaya ait bilgi üretiminde, “aklın işleyişini özgür kılma” ilkesinin, Batı’daki dine ve dünyaya ait bilgilerin üretildiği ve denetlendiği Kilise’nin epistemik egemenliğini zayıflatarak, Modern Bilim Cemaati’ni ortaya çıkarması olduğu öne sürülebilir.31

Aydınlanma’nın, Kilise’nin etkisinin azaltılması için verdiği epistemolojik katkı çok önemli olmakla birlikte, XVIII. Yüzyıl Avrupası’nda, dinî ve toplumsal değerlere aykırı düşüncelerin çok özgür bir şekilde dile getirildiğini söylemek yine de zordur. Örneğin, Georges- Louis Leclerc Comte de Buffon (1707-1788) Histoire Naturelle (Doğal Tarih) adıyla 1749’da yayınladığı kitabında, Sorbonne Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nce, dinî ilkelere aykırı bulunarak suçlanan on dört önerme öne sürmüştür. Bunlardan jeoloji ile ilgili olan bir önermesinde, “dünyadaki dağlar ve vadilerin ikincil nedenlerden meydana geldiğini ve bu nedenlerin bütün kıtaları, tepeleri ve vadileri günün birinde yok edip yerine yenilerini getireceğini” ileri sürmüştür. Oysa 1749’larda, Skolastik İlim Paradigması tarafından yeryüzünün şimdi gördüğümüz biçimde yaratıldığı ve jeolojik özelliklerinin hiç değişmediği/değişmeyeceği ileri sürülmekteydi. Buffon, Sorbonne ile bir tartışmaya girmenin akıllıca olmayacağını düşünmüştür. Bunun sonucunda, şu itirafı yayımlamak zorunda kalmıştır:

“…Kutsal Kitap’a aykırı şeyler söylemek amacında olmadığımı, gerek olgular ve gerekse

31 Diderot’nun, “Her şeyin incelenebilmesi, istisnası olmaksızın ve herhangi bir şarta bağlanmaksızın her şeyin eleştirebilmesi” talebi, Aydınlanma’nın akılcı/eleştirel felsefesini özetlemektedir. Bkz. Fatih Duman, “Akılcılık Bağlamında İki Aydınlanma Geleneği: Fransız Aydınlanması Versus İskoç Aydınlanması”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 61, Sayı: 1, s. 122-123. ; Bu dönemin ruhunu, Holbach’ın Doğa’nın Sistemi adlı eseri, Lavosier’in maddenin, dolayısıyla enerjinin (veya hareketin) korunumu teorisi, Mikhail Vassilievich Lomonosov’un (1712-1765) Isı Mekaniği Teorisi, Lamarck’ın “yeni türlerin çevresel faktörlerin etkisiyle kazanılan değişimler sonucu oluşumu” fikri gibi somut örnekler çok iyi bir şekilde yansıtmaktadır. Bkz. Peter Kropotkin, Bilim ve Anarşizm, Çev. Gaye Topuz, Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara 2014, s. 13-16.

(25)

27 zaman sırası bakımından Kutsal Kitap’ta söylenenlerin gerçekliğine bütün yüreğimle inandığımı, Dünya’nın oluşumu ve genel olarak her konuda kitabımın, Musa’nın anlattıklarına aykırı düşebilecek yanlarını reddettiğimi açıklarım…”32

Aydınlanma Felsefesi/Modern Felsefe, a priori olarak “doğa kanunlarının iyi olduğunu”

varsayarak33, Evrim ve İlerleyiş’i (Tekâmül ve Terakki’yi) bir bakıma evrensel ahlâkla da uyumlu bir bilimsel yasa olarak kabul etmiştir. Bu düşünceyi, en yoğun olarak Condorcet (1744-1794) savunmuştur. Nitekim Condorcet, insan ruhunun ve toplum yasalarının “ilerleyiş kanunu” gereğince evrimleştiğini ileri sürmüştür.34 Dolayısıyla, Aydınlanma Felsefesi’nin,

32 Bertrand Russell, Bilim ve Din: Yüzyıllardır Süren Savaş, Varlık Yayınları, Eylül 1972 (Bkz.

<http://web.itu.edu.tr/~bulu/favorite_books_files/bilim_din.pdf>.)

33 Modern Batı Felsefesi’nde/Aydınlanma Felsefesi’nde doğa kanunlarının ilerleyiş faktörü oldukları, dolayısıyla da “iyi” oldukları kabul edilmiştir. Nitekim XVIII. yüzyılın başlarında Gotfried Leibniz’in (1646-1716) insanlığın yeni ve ileri bir çağa hızla atlayacağını öngörmesi bakımından, “mümkün olan dünyaların en iyisinde her şey daha iyidir ya da bu dünyanın mümkün dünyaların en iyisi olduğu” şeklinde bir sözü bulunmaktadır. (“Tout va pour le mieux dans le meilleur des mondes.” Bkz. <https://la-philosophie.com/tout-va-pour-le-mieux-dans-le-meilleur- des-mondes>. ) ; XVIII. yüzyılda bir başka Alman filozofu, Johann Gottfried Herder (1744-1803) ise 1774 yılında kaleme aldığı Auch eine Philosophie der Geschichte zur Bildung der Menschheit başlıklı ayrıntılı eserinde, Aydınlanma Felsefesi’nin “ilerlemeci” dünya görüşünü eleştirmiştir. Nitekim Herder, kendi tarih felsefesinde, insanlığın sürekli ilerlemesinden oluşan düz bir çizginin kabul edilemeyeceği tezini savunmaktadır. Ona göre, insanlık tarihi organik bir gelişim içerir ve bu gelişimde etken, tarihin özündeki “değişim ruhu”dur. İnsan ise birey olarak o değişimin aktörüdür. Öte yandan toplumların tarihi, dolayısıyla insanlık tarihi; insanın gelişim evreleri gibi, çocukluk-gençlik-olgunluk-yaşlılık dönemlerinden oluşur. Özellikle, Aydınlanma Dönemi’nin “kalp, sıcaklık, kan ve insanlık” yönünden eksik olduğunu ileri sürmesi ve insanı “yaratıkların tacı” olarak değil de

“melekle şeytan arası bir yaratık” olarak görmesi oldukça ilginçtir. Bilgi ve daha fazla ayrıntı için; bkz. Gürsel Aytaç, Klasik Alman Dil Felsefesi Metinleri: Herder, Fichte ve Humboldt, Phoneix Yayınevi, Ankara 2011, s. 11- 12.

34 Hikmet Kıvılcımlı, Metafizik Sosyolojiler, Derleniş Yayınları, Ekim 2001, s. 60. ; Bu noktada, hem mantığın hem de matematiğin zihinsel süreçlerle/zihin içinde üretilen bilgi türleri olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

(26)

28

“Doğa’ya İyimser Bakış” temeli üzerine inşâ edildiği söylenebilir. Bu süreç, Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu’nun, Modern Felsefe’nin yaygınlaşmasının doğal bir sonucu olduğunu göstermektedir.35 Açıklamalarımızı “tarihî resmi” görmek adına genişletirsek şu genel sonuca ulaşmaktayız: Devrim-Evrim diyalektiği, toplumsal gelişmenin temel yasası olarak belirlendiğinde; bu diyalektik, Modern Sentetik Bilgi (tüm doğal ve sosyal olaylarla, olguları kapsayan sistematik bilgi: Modern Bilim+Modern Felsefe) ile anlam kazanabilir.36 Nitekim XVIII. Yüzyıl Aydınlanma Mühendisleri/Cemaati (Modern Bilim’i+Modern Felsefe’yi/Modern Sentetik Bilgi’yi ortaya çıkaran Bilgi Cemaati), Modern Sentetik Bilgi’yi, Modern Bilim-Felsefe İlkeleri ve bu ilkelerin uygulanma biçimini gösteren Modern Bilim- Felsefe Yöntemleri üzerine kurmuşlardır. Dolayısıyla, Sentetik Bilgi’ye tekrarlı ve tekrarsız

Bununla birlikte hem mantık hem de matematik, toplum laboratuarında ve doğa laboratuarında deney yaparken ve teori üretirken (sözel/sosyal ve sayısal/matematiksel-fensel teoriler) işe yaramaktadır. Bu iki düşünme ve sonuç çıkarma biliminin/yönteminin maddî karşılıkları dış dünyada bulunmasa da anlamsal-yararsal karşılıkları dış dünyada bulunmaktadır. (Y.n.)

35 Bu noktada, çalışmamızda, epistemik cemaatlerin yapısı üzerinden çözümlemeye çalıştığımız “Osmanlı’da Modern Bilim Algısı’nın Doğuşu” probleminin, Modern Bilgi Felsefesi’nin gelişim süreci üzerinden de okunabileceği söylenebilir. (Y.n.)

36 Nitekim Kropotkin, Sentetik Felsefe’nin tüm mekanik unsurlarının XVII. yüzyılda kısmen ortaya çıktığını vurgulamıştır. Bkz. Peter Kropotkin, Bilim ve Anarşizm, Çev. Gaye Topuz, Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara 2014, s. 17. Sentetik Felsefe’nin önemini, XVIII. yüzyıl filozof ve iktisatçılarından Anne Robert Jacques Turgot (1727-1781) ve Saint-Simon (1760-1825) da dile getirmiştir. [Simon, toplumu da (sosyete) gerçek bir varlık olarak tanımlamış ve toplumun evrimini, ilerleme kanununun belirlediğini ileri sürmüştür. Simon, sosyal olayların tarihsel yöntemlerle incelenmesi gerektiğini savunmuştur. Böylece, sosyolojiyi nesnel yasaları/yöntemleri olan bir bilim olarak ele almıştır. Bkz. Ruşen Özkan, Teknolojinin Evrimi: Anka İdealinden Big Brother Gerçeğine, Pınar Yayınları, İstanbul 2002, s. 27.] Voltaire’in Felsefe Sözlüğü adlı eseri de Sentetik Felsefe’nin, Avrupa bilim çevrelerinde daha çok tartışılmasında etkili olmuştur. Böylece, XVIII. Yüzyıl Avrupası’nda, Sentetik Felsefe’nin kuramsal temelleri güçlenmiştir. Bkz. Peter Kropotkin, A.g.e. , Alter Yayıncılık, Ankara 2014, s. 23.

(27)

29 olayların yöntemsel incelemesi/sistematik birliği ile ulaşılmaktadır. Nitekim Modern Dünya’da Sentetik Bilgi’nin nasıl inşâ edildiği, aşağıda yer alan I. ve II. maddelerde görülebilir:

I. Tekrarlanamayan olaylar ve olgular (Sosyal-toplumsal/insanî olay ve olgular) Bu olay ve olguları anlamak ve açıklamak için sorgulayıcı akıl/mantıksal akıl ilkesi ve yöntemi ile çözümleyici akıl/matematiksel akıl ilkesi ve yönteminin sentezlenmesi: Modern Felsefî-Sosyal-İnsanî Bilgi.37 (Klasik Felsefe, ise bilindiği üzere tekrarlanabilir ve tekrarlanamaz olayları bir bütün olarak ele almış ve böylece Her Şeyin Klasik Bilgisi’ni üretmiştir: Klasik İlim/Episteme Paradigması.)

II. Tekrarlanabilir olaylar ve olgular [İnsan Bedeni’ne Ait (deney ve gözleme konu biyolojik-tıbbî olaylar ve olgular) ve İnsan Bedeni Dışı’ndaki/Dış Dünya’ya ait doğasal olay ve olgular.]

- Tekrarlanabilir olayları ve olguları anlamak ve açıklamak için deney-gözlem ve tümevarım aracına dayanan matematiksel-ampirik akıl ilkesi/yöntemi: Modern Bilimsel Bilgi üretmek için I. Adım.38

- I. Adım’da üretilmiş bilgilerin mantıksal-matematiksel akıl ilkesi/yöntemi ile (tümdengelim) yorumlanması: Modern Bilimsel Bilgi Üretmek için II. Adım.

37 Bir başka ifadeyle, Mantıksal İlke ve Akıl ile Matematiksel İlke ve Akıl’ın sentezlenmesi ile Modern Felsefî Bilgi ortaya çıkmaktadır. (Y.n.)

38 Matematik bilgisi, hem tümevarımsal hem de tümdengelimsel çözümlere, yöntemlere, akıl yürütmelere uygundur. Matematiksel bilgi/sonuç elde etmek için iki yöntem/yol kullanabiliriz:

1. Nedensellik ilkesi ile tümdengelimsel düşünceyi/akıl yürütmeyi sentezleyebiliriz.

2. Nedensellik ilkesi ile tümevarımsal düşünceyi/akıl yürütmeyi sentezleyebiliriz.

Burada önemli olan nokta, “nedenselliği” göz ardı etmeden sonuçsallığa ulaşmaktır. Çünkü matematiksel (çözümleyici) bilgi elde ederken, neden-sonuç ilişkisi kaçınılmaz bir şekilde kurulmaktadır. Nitekim doğada ve doğanın yansıması olan zihnimizde, teklerden çoklar elde edilebildiği gibi çoklardan da tekler elde edilebilir:

Birleştirme-Ayırma Prosesi (Tümevarım-Tümdengelim Prosesi=Matematik.) Y.n.

(28)

30 Böylece Modern Bilgi Paradigması şu süreçlerle gerçekleşmektedir:

- Sorgulayıcı ve çözümleyici akıl ilkesi ile yönteminin sentezlenmesi sonucu Modern Felsefe Bilgisi üretilir.

- Neden-sonuç ilişkisine dayanan matematiksel-ampirik ilke/yöntem (tümevarım) ile sonuç-neden ilişkisine dayanan mantıksal-matematiksel ilke/yöntem (tümdengelim) sentezlenerek Modern Bilim Bilgisi (Deneysel+Kuramsal Doğa Bilgisi) üretilir.

- Son olarak; Modern Felsefe Bilgisi ile Modern Bilim Bilgisi’nin sentezlenmesi sonucu, Modern Sentetik Bilgi elde edilir. (Modern Bilgi Paradigması)39

Sonuç:

Batı’da Sorgulayıcı-Çözümleyici Akıl İlkesi/Yöntemi ile Matematiksel-Ampirik (Deneysel-Çözümleyici) Akıl İlkesi/Yöntemi40 (Modern Felsefî Yöntem) ile Mantıksal- Matematiksel Akıl İlkesi/Yöntemi’nin (Modern Bilimsel Yöntem’in) sentezlenmesiyle, Klasik İlim-Felsefe Paradigması’nın metafizik görüşleri ortadan kaldırılarak, Modern Bilim-Felsefe Paradigması (Modern Sentetik Paradigma) kurulabilmiştir. (Bu teorik model; kuşkusuz, o dönemde planlanmış bir epistemolojik modele dayanmamaktadır; özgür akla ve matematiksel/ölçülebilir bilgiye dayanan Aydınlanmacı Bilgi Anlayışı’nın epistemik kaynaklarını betimlemek amacıyla tarafımızdan üretilmiştir. Dolayısıyla, Modern Bilgi Anlayışı’nı betimlemek için kurulmuş bir modeldir.) Kurduğumuz Modern Bilgi Modeli’ni, üç adımlı (zorunlu üç parçalı) bir kavramsallaştırmayla tekrar formüle edersek;

39 Modern Felsefî-Sosyal ve İnsanî Bilgi ile Modern Bilim’in sentezi sonucunda, Her Şeyin Bilgisi elde edilebilecektir. (Y.n.)

40 Sorgulayıcı- Çözümleyici Akıl İlkesi ile Felsefî Bilgi üretilir. Matematiksel-Ampirik (Deneysel-Çözümleyici) Akıl İlkesi/Yöntemi ile Bilimsel Bilgi üretilir. Ardından; mantık ve matematikle, felsefî ve bilimsel bilgi denetlenir. Günümüzde, mantık ile matematiği birbirinden keskin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir.

Nitekim mantıksız bir matematik ve matematiksiz bir mantık, Modern Bilgi Üretimi’nin doğasına uygun değildir.

(Y.n.)

(29)

31 I. Sorgulayıcı-Çözümleyici Akıl İlkesi/Yöntemi: Modern Felsefî Bilgi.41

II. Matematiksel-Ampirik (Deneysel-Çözümleyici) Akıl İlkesi/Yöntemi ve Mantıksal- Matematiksel Akıl İlkesi/Yöntemi’nin sentezi: Modern Bilimsel Bilgi.42

III. Modern Felsefî Bilgi+Modern Bilimsel Bilgi= Modern Sentetik Bilgi.

Görüldüğü gibi, kurduğumuz modelde; sabit, belirleyici ve kontrol edici ilkemiz

“AKIL”dır. Bahsettiğimiz Modern Sentetik Bilgi, Batı’da XIX. yüzyıla da miras kalarak, Devrim-Evrim diyalektiği ile kökleşerek kurumsallaşmıştır.43

41 Bu sentezin matematiksel ifadesi ise şudur: Mantık+Matematik=Modern Felsefe. Bize göre mantık, daha çok, doğaya ilişkin olay ve olgularla (bu olay ve olguları kullanarak) akıl yürütme sanatıdır; matematik ise daha çok, zihindeki ve zihne ilişkin sayılarla (bu sayıları kullanarak) akıl yürütme sanatıdır. Bu akıl yürütme sanatlarını (mantığı ve matematiği), doğaya ilişkin iki ayrı bilgi üretme yöntemi olarak da ifade edebiliriz. Felsefe ise doğa- zihin uyumunu sağlamayı amaçlayan (hayata ilişkin estetik bir kaygı taşıyan) mantıksal ve matematiksel bilgi üretme sanatı olarak ortaya çıkmaktadır. Zihindeki sayılarla akıl yürütme işlemi, doğadaki olayları açıklamada işe yaradığından, matematik doğayla uyumlu bir bilgi üretme yöntemidir. Bu bilgi türleri yanında, doğadaki nesneleri zihindeki ölçeklere uygun olarak ölçme ve biçimlendirme (aralıkları belirleme, aralıkları tutarlı olarak ölçeklendirme) sanatına ise geometri diyebiliriz. Dolayısıyla, matematik ve geometri birbirini tamamlayan bilgi dallarıdır. Yalnız geometrik nesneler ile doğadaki nesneler birbiriyle uyumlu olmak zorunda değildir; nitekim geometrik nesneler mükemmel ölçülere sahip olmasına karşın, doğada böyle mükemmel ölçülere rastlamak pek kolay değildir; üstelik bu ölçüler saptansa bile, doğada mükemmellikten bozulmaya doğru bir eğilim vardır. Bu eğilim, termodinamiğin ikinci yasası olan entropik ilkeden dolayı ortaya çıkmaktadır. (Y.n.)

42 Bu sentezin matematiksel ifadesi ise şudur: Matematik+Deney-Gözlem+Mantık=Modern Bilim. (Y.n.)

43 Doğuda/Osmanlı’da ise Modern Bilgi Paradigması (Modern Bilim-Felsefe Paradigması), Osmanlı Monarşisi’nin Nizâm-ı Âlem ideolojisinin, Devrim-Evrim motorunu durduran gerici (karşı-devrimci) rolü nedeniyle, XIX. yüzyıla kadar kurulamamıştır. Bu tarihten sonra da, ilim hayatında bütüncül olmaktan uzak, adeta bir “yamalı bohça görüntüsü” sergilenmiştir. Nitekim Klasik ve Modern İlim-Felsefe cemaatlerinin ayrı ayrı ya da iç içe bilgi ürettiği, modern ile klasik bilgi cemaatleri arasında gözle görülür ve sınırları belirlenmiş bir epistemik ayrışmanın tam olarak yaşanmadığı bir Parçalı/Füzyonik Bilgi Cemaati ve dolayısıyla Parçalı/Füzyonik Bilgi Paradigması ortaya çıkmıştır. Nizâm-ı Âlem İdeolojisi, düşünsel değişim ve dönüşümü imkânsız kılan ilkelere

(30)

32 Tüm bu açıklamalarımız, Batı’da Modern Sentetik Bilgi’nin Doğuşu’nun ve Kurumsallaşması’nın, Devrim-Evrim diyalektiğinin dinamik içsel süreçleri ile ortaya çıktığını göstermektedir. Dolayısıyla, bu süreçler, Doğu’nun da, Batı’nın izlediği çizgiyi (Akla Dayanan Aydınlanma Çizgisi’ni), kendi tarihsel ve kültürel kodlarını (medeniyetini) dışlamadan izlemesi durumunda bir Doğu Aydınlanması’nı gerçekleştirebileceğini göstermektedir.

II. BATI’DA BİLİMSEL DERNEK VE AKADEMİLERİN KURULMASI

Bu bölümde, Batı’da kurulan bilimsel dernek ve akademilere değineceğiz. Ancak, bundan önce “Epistemik Cemaat” olgusuna açıklama getirmek gerekmektedir. Epistemik Cemaat, insanı ve doğayı anlayıp açıklamayı amaçlayan bilgi topluluğu olarak tanımlanabilir.

Yani, Epistemik Cemaat; bilgiyi işlemekte, geliştirmekte (bilgiyi inşâ etmekte) ve sonraki kuşaklara miras bırakmaktadır. Dolayısıyla, Epistemik Cemaat olmadan, bilginin ortaya çıkması ve aktarılması söz konusu olamamaktadır.44

Modern Epistemik Cemaatler

Epistemik Cemaatlerin Evrimi’ni incelediğimizde; Ortaçağ, Rönesans, Aydınlanma ve sonraki dönemlerde, kesintisiz bir değişim-dönüşüm süreci yaşandığı görülmektedir.

sahipti. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında geçen “Esafil-i Şark” (Şark Sefilleri) ifadesi ise belki de, avam sınıfı için değil, Nizâm-ı Âlemciler için kullanılması lâzım gelen bir ifadedir.

Bu ifade, yine aynı kitapta geçen bir terim olan “şark fatalizmi” ile de güçlendirilebilir. Böylece, “Aydınlanma Dönemi Nizâm-ı Âlemcileri” için “Sefil Şark Fatalistleri” ifadesini kullanmak çok da tâhkir edici olarak görülmemelidir. (Y.n.)

44 Ayhan Dever, “Bilginin Efendileri: Epistemik Cemaat”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2012 Bahar, Sayı: 13, s. 206.

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin, Pierce’e göre, “bir tümcenin anlamı, tamamen, onun doğruluğu için kanıt olarak sayabileceği şeye döner”, ve Duhem’e göre, “teorik

Reşid Rıza, idarecinin kendi reyiyle değil de istişâre neticesinde elde edilen çoğunluk görüşüyle kayıtlı olduğunu ispat için, hem Hz. Peygamber, hem de sahabe

Çünkü ölçünün ötesinde başka bir kriter yoktur, yani ölçü ve ölçenin (algı) her ikisi de aynı türdendir. Sonuç olarak bütün algıların doğru

Platon ve Aristoteles açısından her insan mutlu olmak ister; ancak insanların mutluluk anlayışlarının da birbirinden farklı olduğu görülür. Örneğin bazı insanlar

588 Descartes, Foucault’nun tabiriyle, öznenin kendi içsel dönüşümünü sağlayan ve kendi üzerine yoğunlaşması anlamına gelen kendilik kaygısıyla (tinsellik) felsefe

“İslam Kaynaklarındaki Sâbiî İbadet ve Uygulamaları” adlı ikinci bölümde ise klasik İslam kaynaklarında yer alan ibadetler ile modern dönem araştırmalarında

elindeki taş son derece değersiz bir taş diye yeniler kuyumcu ve sonunda çocuk tam çıkacakken kadın omuzuna tutar o taşı ben satın almak istiyorum der ve en değerli

İşaretler, bu işaretlerin yöneldiği kişi olan ikinci bireyde açık bir şekilde oluştuğunda (oluşmasıyla aynı zamanda) bu işareti oluşturan kişide de bir tepki