• Sonuç bulunamadı

A. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI

I. BÖLÜM

1. Tanrı İnancı

Birey olarak bir dine veya tanrıya inanmayanlar olsa da geçmişten günümüze bütün milletlerin bir dini olduğu bilinen bir gerçektir. Dinlerin inanç sistemlerinde bazı istisnalarla birlikte “Tanrı inancı” başta gelmektedir. Bununla birlikte dinlerin mensuplarınca tanrı anlayışı bakımından farklı yaklaşımlar sergilenmiştir75. Sâbiîlik’te de Tanrı inancı yer almakta ancak bu inanç hakkında kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır.

İslam kaynakları Sabiîlerin tanrı inancı ile melek inancını birlikte ele almaktadır. Öyle ki bütün rivayetlerde onların Tanrı inancı hakkında bilgi verilirken bir şekilde meleklerin rolü ve görevleri bağlamında açıklamalar yapılmaktadır. Bu konuda verilen bilgilerde meleklerin özellikle tanrıya ulaşma yönündeki aracılıklarına dikkat çekilmektedir. Sabiîlerin meleklere ve yıldızlara tapanlar olarak nitelendirilmelerinde de tanrı ve melek inancı konusunda yaşanan

75 Ahmet Hikmet Eroğlu, “Tanrı”, Dinler Tarihi, ed. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları, Ankara 2013, s. 42.

kavram kargaşasının ve bu konuda zaman içinde yaşanan değişimin etkili olduğu anlaşılmaktadır.

İslam bilginlerinin eserlerinde Sabiîlerin tek tanrı inancına mensup olmakla birlikte zamanla meleklere tapmaya başladıkları bilgisi yer almaktadır. Aynı şekilde onların yıldızlara taptıkları yönünde de rivayetler bulunmaktadır. Bütün bu bilgilerin daha sonra yapılmış bazı çalışmalarda yeniden değerlendirildiği; meleklere tapmanın onları aracı rollerinden çıkarmaktan, yıldızlara tapmanın da yıldızlara meleklerin sığınakları olmaktan daha fazla bir anlam yüklemekten kaynakladığı tespit edilmiştir.

Yeniden vurgulamak gerekirse, İslam kaynaklarında Sabiîlerin inançları hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır ve onların gerçek inançlarını tam olarak tespit etmek için yetersizdir.

Örneğin birçok rivayette, Sabiîlerin meleklere yahut yıldızlara taptığı, Mecusiler ile Hıristiyanlar veya Yahudiler ile Mecusiler arasında yer aldıkları ileri sürülmüştür.76 Bir diğer görüşe göre onlar, Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında tek tanrı inancına mensup bir dini gruptur.77Abdurrahman ibn Zeyd ve Vehb bin Münebbih gibi İslam âlimleri de onların tek tanrı inancına mensup olduğunu iddia ederken; Katade, Halil, Hasan el- Basri, İbn ebi Nüceyh ve Süddi gibi İslam âlimleri onların meleklere taptıklarını iddia etmişlerdir.78 Bunların dışında Sâbiîlerin tek Tanrıya inandıklarını ancak bu Tanrıya ulaşmak ya da yakınlaşmak için farklı aracılara yöneldiklerini ileri sürenler de olmuştur. Bu iddiaya göre onların aracıya yönelme sebepleri Allah Teâlâ’yı hakkıyla bilmek, O’na nasıl ibadet

76 Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el- Mâtürîdî es-Semerkandi, Te’vîlâtü’l Kuran Tercümesi, çev. Bekir Topaloğlu, ed. Yusuf Şevki Yavuz, Ensar Yayınları, İstanbul 2015, c.1, s. 174.

77 Esed, Kur’an Mesajı, s. 19.

78 Fahrüddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l Gayb, ed. Ahmet Hikmet Ünalmış, çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, C. Sadık Doğru, Huzur Yayınevi, Ankara, 1988, c. 3, s. 56; et-Taberi, Taberî Tefsiri Câmiul Beyan Te’vili ayn Kur’an, c.1, s. 228-229.

edeceklerini anlamak, emir ve yasaklarını öğrenmek içindir. Ancak bu aracı cismani değil ruhani olmak zorundadır. Çünkü ruhaniler arınmış ve temiz varlıklar olarak Rabbe herkesten daha yakındırlar.79

Zamanla ruhaniler, aracı konumundan daha üstün tutulmuş ve Sâbiilerin bir kısmı ruhlara tapmaya başlamıştır. Bu gruba -Ashâbu’l Ruhâniyat- göre, Sâbiî dininin esası kendilerini Allah'a yaklaştıracakları inancından hareketle ruhanîlere yani meleklere ibadet etmekten ibarettir.80 Aslında Sâbiîler, kâinatın yaratıcısının bir ve O'nun kudret ve hikmet sıfatlarına sahip mukaddes bir varlık olduğunu kabul ederler; bununla birlikte: "Bize düşen görev O'nun celal ve azametini kavramaktaki aczimizi bilmek, O'na yaklaştırıcı vasıtalar olan ruhanîlerin aracılığı ile O'na yaklaşmağa çalışmak olmalıdır," anlayışına sahiptirler.81 Sâbiîlere göre Ruhaniler, yoktan yaratılmış olup hepsi de tek bir cevherdendir. Cevherleri hiçbir karanlığın bulunmadığı mutlak nurlardır. Onlara göre bu cevherler o kadar parlaktır ki duyular onları idrak edemez. Letâfetinden dolayı akıl onlar hakkında şaşkınlığa kapılır. Hayal gücü bile onlara ulaşamaz.82

Sâbiî inancına göre Ruhaniler, Tanrıya en yakın ve maddilikten en uzak varlıklar olarak görülmüş ve zamanla Tanrı ile diğer varlıklar arasındaki aracı konumundan daha ileri taşınmış, ruhaniler daha üstün tutulmuştur. Onlara ruhların yanında olmayı öğretmenleri

79 Muhammed Bin Abdülkerim eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve MezheplerTarihi, çev. Muharrem Tan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 200; Onların ifadeleri Kur’an’da şöyle nakledilmiştir: “Eğer kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, o zaman kaybedenler olursunuz.” (Mü’minûn, 23/24)

80 Ebu’l- Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşaf ‘an Hakâ’iki Ğavâmidı’t- Tenzîl ve Ûyuni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl Keşşaf Tefsiri, ed.Murat Sülün, çev. Ömer Çelik, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2017, c.1, s. 397-398.

81 İbn’ül Esir, el-Kamil fi’t-Tarih Tercümesi, s. 39-40; Ayrıca bkz. Yazır, Hak Dini Kur’anDili, c.1, s. 314,315;

el-Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an, c. 3, s. 51.

82eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi,s. 230.

Azimun ve Hermes öğretmiştir. Bu sebeple onlara yaklaşıp tevekkül etmişlerdir. Ruhaniler ve ruhanilere ulaşmak için de koydukları aracılar vesilesiyle Sâbiîler; rablerin sahibi, ilahların ilahı Allaha ulaşmaya çalışmışlardır.83

Sâbiîler ruhanilere ulaşmaları için üzerlerine bir takım sorumluluklar düştüğü inancındadırlar. Öncelikli olarak nefislerini tabiî şehvet kirlerinden temizlemeleri, şehvete ve öfkeye sevkeden güçlerin baskısından kurtarmaları gerektiğini düşünürler. Bu temizlik ve terbiye özel çaba ve riyazet yoluyla olmaktadır. Ruhlarla ilişki kurmanın yolu budur. “Yardım istemek; sığınmak, dua etmek, namaz kılmak, zekât vermek, yiyecek ve içeceklerden oruç tutarak uzak durmak, kurban kesmek, buhur yakmak ve farzlara önem vermek ruhlarla ilişki kurmanın yolları olmaktadır.”84

Sâbiî inancına göre meleklerin farklı görevleri vardır. Bu melekler Tanrı’nın emriyle dünyada yaşayan tüm canlı ve cansız varlıkların yaratılmasından, biçim ve yön verilmesinden ihtiyaçlarının karşılanmasına kadar her şeyden sorumludur.85 Onlardan kimisi yedi gezegen üzerinde tertip sahibi iken kimisi meteorolojik değişimleri düzenlerler. Yağmur ve kar yağışları, rüzgâr, havada oluşan sis, gökkuşağı, bulut ve gök gürültüsü gibi yeryüzünde ve gökyüzünde oluşan bütün doğa olayları onlar tarafından düzenlenir. Ayrıca ruhanilerin yeme, içme, tesbîh, takdis, yüceltme ve hamdetme gibi halleri vardır. Onların bazıları secdede bazıları rükûda ve bazıları da hareketsiz bir durumdadır. Sürekli Allah’ı zikir ile meşguldürler ve emrolunduğunda asi olmadan emredileni yaparlar. (Tahrim 66/6)86

Yukarıdaki bilgiler genel olarak Şehristani’ye ait görüşlerdir. Ancak İslam âlimleri arasında onların meleklere taptığı görüşü sadece Şehristani’ye ait bir görüş değildir.

83eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, ss. 228, 251.

84eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 228.

85 Küçük-Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s.187.

86eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 229-230.

Taberî’nin Hasanu’l-Basrî’den naklettiği rivayete göre; Irak bölgesinde yönetici olan Ziyad ibn Ebîhi, Sâbiîlerle karşılaştığı zaman onlardan cizye vergisini kaldırmayı düşünmüş; ancak onların meleklere taptıklarını duyunca bu fikrinden vazgeçmiştir. Yine bir diğer önemli İslam âlimi Katâde ibn Diameh, Sâbiîlerin beş vakit namaz kıldıklarını, güneşe tazimde bulunduklarını ve meleklere taptıklarını iddia etmiştir.87

Kurtubî, İbn Hazm ve Hasen el-Şeyh’in eserlerindeki bilgilere göre Sâbiîlerden Ashâbu’l Heyâkil denilen diğer bir grup, yedi gezegeni ve on iki burcu tasvir edip, onların kadim olduklarına inanırlar.88 Abdurrezzak el-Hasani’nin eserindeki açıklamalara göre onlar melekleri gözle göremedikleri için kâinatı idare ettiklerine inandıkları heyâkil adı verilen büyük varlıklar yani yedi gezegenden ibaret olan yıldızlar aracılığıyla ruhanîlere yaklaşmağa çalışırlar. Onlara göre, yıldızlar, ruhların mekânıdır. Asıl işleri yöneten ruhlardır. Yıldızlar ile bu ruhlar arasındaki ilişki ise insan nefsi ve bedeni arasındaki ilişki gibidir. Bu sebeple her ruhun bir yıldızı, her yıldızında bir feleği vardır.89 Bu gruba göre, Âlemin yaratıcısı Allah Teâlâ’dır. Allah, yıldızlara saygıyı ve bunların ibadet için kıble yapılmasını emretmiştir.

Hamdi Yazır onların yaklaşımını şu ifadelerle ortaya koyar: “Allah Teâlâ burçları ve yıldızları yaratmıştır. Fakat bu âlemdeki hayır ve şerri, sağlığı ve hastalığı meydana getiren, canlıları yöneten ve yönlendiren yıldızlardır. Şu halde bu dünyanın Rabbi onlardır ve insanların onlara saygı ve tazim göstermeleri vaciptir. Çünkü onlar da Allah Teâlâ’ya ibadet eder ve insanlara

87et-Taberi, Câmiu’l-Beyân, s. 228-29; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsir’ül Kur’ani’l-Azîm, thk. Abdurrezzak el-Mehdi, çev. Savaş Kocabaş, Karınca ve Polen Yayınları, İstanbul 2010, s. 368.

88Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Sâid b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî İbn Hazm, el-Fasl Dinler ve Mezhepler Tarihi, çev: Halil İbrahim Bulut, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul 2017, c.1, s. 230. Ayrıca bkz. Nasır b.

Ali Âyız Hasen el Şeyh, Mebâhisül AkîdeFiSuret’ül Zümer, Mektebetü’l Rüşd Yayınları, Suudi Arabistan, m.

1995/ h. 1415, s. 408.

89 Abdurrezzak el- Hasanî, es-Sâbi’a Kadîmen ve Hadîsen, Mektebetü’l Hancı Yayınları, Mısır 1931, s. 17.

aracı olurlar.”90 Bazı İslam müfessirleri Bakara 102. Ayetin tefsirini yaparken bu konuya açıklık getirecek bilgiler verirler. Buna göre, Allah Babil şehrine Harut ve Marut adında iki melek göndermiştir. Onların gönderildiği bu kavim ise Sâbii toplumudur. Bu toplum yıldızları ilah olarak tanır ve onlara taparlardı. Âlemde var olan bütün hadiselerin yıldızlar tarafından yapıldığına inanır ancak tek bir yaratıcıya inanmazlardı.91

Sâbiîlerin inancına göre yıldızlar arasında derece farklılıkları vardır ve Kutup yıldızının diğerleri arasındaki yeri farklıdır. Onlar, bu yıldızı kıble olarak kabul ederler ve bütün farz ibadetlerinde bu yıldıza yönelirler. Ayrıca bütün ibadet yerlerinin yönü de Kutup yıldızına yöneliktir. Bu yıldıza bu kadar önem verilmesinin sebebi ise sâbit olmasıdır.

Diğerleri belirli vakitlerde görünüp belirli vakitlerde kaybolurken, bu yıldız mevsim farkı olmaksızın bütün gece kaybolmamaktadır.92 Bu sebeple onlar için kutup yıldızı birinci sıradayken diğer yıldızlar ikinci sıradadır. Ay ve güneş ise hem batması hem tutulması sebepleriyle yıldızlardan sonra gelir.93 Bu konudaki diğer bir görüş Sâbiîlerin kendi içerisinde gruplara ayrıldığını vurgular. Onlardan bir kısmı güneşe tapmış ve güneşin meleklerden bir melek olduğunu iddia etmiştir. Onlara göre güneşin nefsi de aklı da vardır. Güneş, ay ve yıldızların nurunun kaynağıdır. Bütün süfli varlıklar ondan çıkmıştır. Dolayısıyla güneş;

tazimi, duayı ve secdeyi hak etmektedir.94 Râzî, İslam âlimlerinden Katade’nin bu konuda,

90Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.1, s. 314,315; Fahrüddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’lGayb, c.3, s. 56; Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, el-câmi’ li-ahkâmi’l-Kur’an, çev. M. Beşir Eryarsoy, Buruc Yayınları, İstanbul 1997, c. 2, s. 139.

91Muhammed Reşid Ali bin Şemsüttin bin Muhammed Bahaüddin Menla Ali Halife el-Kalmunî el-Hüseynî, Tefsirü’l Kur’ani-l Hâkim Tefsirü’l Menar, Hayatü’l Mısriyye Âme Yay., 1990, c. 9, s. 44.

92el- Hasanî, es-Sâbiah Kadîmenve Hadîsen, s. 9.

93el- Hasanî, es-Sâbiah Kadîmenve Hadîsen, s. 10.

94Hasen el Şeyh, Mebâhisül Akîde Fi Suret’ül Zümer, s. 407.

Sâbiîlerin meleklere tapan kimseler olduğunu söylemekle birlikte her gün beş kere güneşe doğru ibadet eden kimseler olduğunu iddia ettiğini belirtir.95

İslam bilginleri Sâbiîlerden "Eshâbu'l-eşhâs" denilen diğer bir grup hakkında da bazı bilgiler verirler. Bu bilgilere göre Eshâbu’l-eşhas, yedi gezegenin doğup battıklarını, gece görünüp gündüz görünmediklerini düşünerek gözlerinin önünde devamlı bulunmak üzere putlar ihdas etmişlerdir. Onların putlar vasıtasıyla "heyâkil" denilen yedi gezegene, bunlarla ruhanîlere, ruhanîler ile de kâinatın yaratıcısına tevessül edip yaklaşmağa çalıştıklarını belirtirler. Yeryüzünde ilk defa putların ortaya çıkışını bu düşünceye bağlarlar. Nitekim İslamiyet’ten önce Arapların arasında da bu inancı taşıyanların varolduğu bilinmektedir. Bu hususla ilgili olarak bir ayette; “(Onlar derler ki) : Biz, bunlara (putlara) ancak bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zümer, 39/3) buyrulur.96 İsfehani’nin değerlendirdiği bir diğer rivayete göre, putların ortaya çıkma sebebi bazılarının sevdikleri kişilerin veya özledikleri kişilerin suretinde putlar yapmalarıdır; böylece onlara bakarak teselli bulmuşlardır.97 Bir diğer deyişle heykeller, “birtakım saygın kişilerin, peygamberlerin, bilgelerin, meleklerin onuruna yapılan ve yokluklarında veya öldükten sonra onların anısını canlı tutmayı, öldüklerinde insanların kalplerinde ebedî bir şükran hissi yaratmayı amaçlayan anıtlardır.”98

Öte yandan yeryüzünde kendilerini Allah’a yaklaştırmaya bir vesile olması için yapılan bu putlar yüksek semavi cisimlere tekabül etmektedir. Bu putlar yapılırken söz

95Fahrüddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, Mefâtîhu’l Gayb, c.3, s. 56;Ayrıca bkz. Ebu BekirMuhammed ibn Aziz Sicistani, Kitab’ul Garibul Kur’an, thk, Muhammed Edib Abdulvahid Cemran, y.y., m.1995, s. 295-296.

96İbn’ül Esir, el-Kamil fi’t-Tarih Tercümesi, s. 39-40; Ayrıca Bkz. Yazır, Hak Dini Kur’anDili, c.1, s. 314,315;

el-Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, c.3, s.351; eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s.201.

97el-Isfahânî, Târîh Sînî Mulûk el- ‘Ard ve el-Enbiyâ, c. 1, s. 27.

98 W. Montgomery Watt, “Biruni ve İslam Dışı Dinlerle İlgili Çalışmaları”, çev. Muhammet Tarakçı, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı 3, 2013, c. 10, s. 253.

konusu cisimlerin cevher ve suretleri göz önünde bulundurulmuş, her cisim bir puta atfedilmiştir. O cisme, dua edilecek vakitler tahsis edilmiş; ibadet sırasında giyilmesi gereken kıyafetlerden, çekilecek zikirlere, yakılacak tütsülere vs. kadar her şey tek tek belirlenmiştir.99

Sâbiîlerden son olarak bahsedilmesi gereken diğer bir grup Hırnâniyye’dir. Bu gruba göre yaratıcı hem bir hem de çoktur. Zâtı bakımından bir olan bu yaratıcı; ilk, asıl ve ezeldir.

Çok olması ise gözle görülebilen varlıklara bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu varlıklar yedi gezegen ve faziletli, hayır sahibi kişilerdir. Ancak Tanrının bu varlıklara tezahür etmesi onun zatından bir şey eksiltmez.100

Tanrı, göğü ve içindeki cisimleri bu âlemin yöneticileri kılmıştır. Bunlar baba, unsurlar (hava, ateş, su, toprak) anne, çocuklar da mürekkep hükmündedir. Bu çocuklar arasından kemal sahibi olanlara Tanrı hulul eder. Her 36.425 senede bir dişi ve bir erkek yaratılır. Bunlar bu zamanın sonuna kadar yaşayıp çoğalırlar. Ancak süre dolduğu zaman yeni bir dönem başlar ve yeni insan, hayvan ve bitkiler ortaya çıkar. Bu durum sonsuza kadar bu şekilde devam eder. Peygamberlerin bahsettiği kıyamet de budur. Zira bu gruba göre bu dünyadan başka dünya olmayacaktır. Hayrın mükâfatı, şerrin cezası bu dünyanın bitişinde değil bir dahaki gelişinde verilir.101

Ekrem Sarıkçıoğlu’nun ifade ettiği gibi “dünyanın muhtelif yer ve zamanlarında yaşamış ve halen yaşamakta olan putperest kavimlerin çoğunda mutlak güç ve kudret sahibi bir yüce varlık inancı bulunmaktadır. Bu yüce varlığa ‘Allah’ ismi verilmiştir. Ancak Allah’ı çok uzaklarda resif bir tanrı olarak tasavvur ettikleri için Allah’la aralarında şefaatçi olduklarına inandıkları, düşük derecedeki ulûhiyetlere tapmışlardır. İslam’dan önce de yüce Allah inancı vardır. Ancak bu inanç aktif bir Tanrı inancı şeklinde değildir. Allah’ı çok

99eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 251.

100eş-Şehristani, el-Milel ve’n- Nihal, Dinler ve Mezhepler Tarihi, s. 270.

101el- Hasanî, es-Sâbiah Kadîmenve Hadîsen, s. 21.

uzaklarda tasavvur ettikleri için –diğer putperest kavimler gibi- dualarını O’na ulaştıracak, kendilerini ona yaklaştıracak, şefaatte bulunacak düşük derecede ilahlar tasavvur etmişlerdir.”102

İslam kaynaklarında Sâbiîlerin Tanrı inancı hakkında verilen bilgiler homojen bir yapıya sahip değildir. İslam âlimleri onların kadim bir dine sahip olduğunu, böyle bir kutuplaşmanın bir anda değil de zamanla ortaya çıktığını iddia etmiştir. Ayrıca onlar, Sâbiîleri gruplara ayırmışlar ve her bir grubun farklı bir Tanrı anlayışına sahip olduğunu iddia etmişlerdir. Onlardan ruhlara tapanlara “Ashab’ul Ruhaniyyat”, yıldızlara tapanlara “Ashabu’l Hey’akil”, putlara tapanlara “Ashabu’l Eşhas” ve tenasüh ve hulul fikrini savunanlara

“Hırnâniyye” adı verilmiştir. Modern dönem araştırmalarında ise Sâbiiler; taptıkları nesneden ziyade yaşadıkları bölgelere nispeten Harraniler ve Vâsıt Sâbiîler olmak üzere ikiye ayrılarak ele alınmışlardır. Putlara tapanların Harraniler olduğu, gerçek Sâbiilerin ise Betayih bölgesinde yaşayan kimseler olduğu iddia edilmiştir. Ancak İslam âlimlerinden Cessas, Harranîler ile Vâsıt bölgesinde yaşayan Sâbiîler arasında bir ayrım yapmaksızın her iki inancın da kökeninin bir olduğunu ve putperestliğe dayandığını savunmuştur. Ona göre bu grupların hepsi yedi gezegene tapmakta ve onları ilâh edinmektedir.103

Sâbiîlerin Tanrı anlayışı konusunda İslam kaynaklarında oldukça sınırlı bilgiler bulunurken bu eksiklik Dinler Tarihi alanında yapılan çalışmalarla giderilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de Sâbiîler üzerine yapılan en kapsamlı çalışma Şinasi Gündüz tarafından yapılmıştır. Onun “Sâbiîler Son Gnostikler” isimli çalışması Sâbiîlerin inanç ve ibadetleri hakkında yeni bilgilere ulaşılmasına imkân sağlamıştır. Klasik İslam kaynaklarında

102 Ekrem Sarıkçıoğlu, “Kur’an’a göre Müşrikler, Putperestler”, İslami Araştırmalar Dergisi, sayı 1, 1986, s. 26-27.

103Ahmet b. Ali Ebu Bekr er-Râzi el-Cassas, Ahkâmu’l- Kur’an, thk. Muhammed Sâdık el-Kamhavî, Daru’l İhyâü et-Terasi el-Arabiyye Yayınları, Beyrut, h. 1405, c. 3, ss. 326-329.

yer alan Sâbiîlerin inançları ve ibadetleri hakkındaki bilgileri yeni çalışmalar ışığında değerlendirirken diğer bazı çalışmalardan da yararlanılmıştır.

Modern dönem araştırmaları ışığında Sâbiî literatüründe melek inancından bahsetmek mümkün değildir. Zira böyle bir inancın tamamen bir yanlış anlaşılmadan kaynaklandığı iddia edilmiştir. Arapçadaki melek (çoğulu melâike) teriminin Manden dilindeki karşılığı Malka’dır. Bu terim; zaman zaman melek anlamında kullanılmış olsa da Sâbiî literatüründe genellikle “Kral, lider” anlamına gelmektedir.104 Ayrıca bu terim (malka), Işık âlemine ait iyi ruhlar için de kullanılmıştır. Zira ışık âleminin en üst mertebesinde bulunan Işık kralı, Malka d Nhura olarak adlandırılır ve Sâbiîler en üstün ve en yüce varlıkları olan Işık Kralına bu isimle dua ederler. Bu isme, bütün literatürde, dualarda ve dini metinlerde sıkça rastlamak mümkündür.105

Sâbiî tanrı inancının anlaşılabilmesi için “Hayat” kavramının anlamı ve Sâbiî inanç sistemindeki yerinin ortaya konulması gerekmektedir. Hayat kavramı; Işık Kralı’nın yaratma, var etme ve devam ettirme yani hayat verme prensibi şeklinde anlaşılmıştır. Bunun dışında Hayat; ışıktan ve nurdan önce var olan, yaratılmış şeylerin var edici sebebi olarak görülmektedir. Sâbiî kaynaklarında Hayat ilkesinin ne olduğu hakkında açık bir bilgi bulunmamaktadır.Bunun yerine kaynaklarda gnostik anlayışa uygun şifreli ifadeler kullanılmıştır.106

Hayat inancı Sâbiîliğin özünü oluşturduğu için tüm Sâbiî metinleri “Hayat’ın ismiyle”

veya “Yüce Hayat’ın ismiyle” gibi ifadelerle başlar. Ginza’da bu durum: “Bütün işlerin ötesinde olan Kudretli, yabancı (bilinmez) yüce Hayat’ın gücü ve ismiyle”107 şeklinde

104 Drower, R. Macuch, A Mandaic Dictionary, ss.243-244.

105 Gündüz, İslam ve Sâbiîlik, s.47.

106 Mehmet Alıcı, “Sâbiîlik”, Dinler Tarihi, ed. Baki Adam, Grafiker Yayınları, Ankara 2015, s. 298.

107 Ginza der schatz oder das grosse Buch der Mandaer übersetzt und erlart, Göttingen 1925, s.283.

belirtilerek, Yüce Hayatın niteliği, kudreti ve bilinemezliği açıklanmıştır. Yine bu kutsal metinler “Hayat ismiyle” başladığı gibi “Hayat yücedir”, “Hayat en üstündür” ifadeleriyle de sona erer.108

Sâbiîlere göre Hayat, bütün varlıklardan, ışıktan, nurdan, karanlıktan önce var olan ezeli ve bütün varlıkların yaratılış sebebi olan yüce varlıktır. Bu durum Sâbii kutsal metinlerinde şu şekilde ifade edilmiştir:

“Hayat’ın ismiyle, Hayat’ın Bilgisinin ismiyle ve su, nur, ışık ve ihtişamdan önce ve en eski olan bu asıl varlığın, sesiyle haykıran ve sözler söyleyen varlığın ismiyle.”109

“Kendisinden önce hiçbir varlık bulunmayan ilk Hayat, ışık âlemlerine ait olan ilâhi

“Kendisinden önce hiçbir varlık bulunmayan ilk Hayat, ışık âlemlerine ait olan ilâhi

Benzer Belgeler