• Sonuç bulunamadı

S E R Gİ B İ N A L A RI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "S E R Gİ B İ N A L A RI"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S E R G İ B İ N A L A R I

Prof. HANS VOLKART

Stutgart T.H. Si. Mimari Şûbesi, Bina Bilgisi Profesörü

İKİNCİ KONFERANS' Nisan 1959

ZAMANLARININ YAPI STİLİNİ AKSETTİREN

Alman sanat eleştiricisi Friedrich N a u m a n n, 1900 senesinde, Beynelmi-lel Paris Fuarından yazdığı mektuplarda hissiyatını şöyle anlatır:

«Üstümde, emsalsiz bir eser olan, Eiffel Kulesi yükseliyor. 1889 senesinde bir serginin sembolü olarak yapılmış ol-ması neyi değiştirir? Benim için o, ye-nidir. Teknik sahada çalışmış olsaydım, yaratıcısı olmak isterdim. Moderndir. Hiçbir kiriş fazla değil, hepsi demir: ye-ni devir böyle başlıyor!»

Ayni senelerde başka bir mektubun-dan:

Böyle bir yapı eseri, yapı sanatının gelişmesinde ne faydalar sağlar?

Gelecek zamanlarda, kitle nispetle-rinde görüşü genişletebilir.

«Böylece, yalnız yeni bir stilin form-larının değil, ayni zamanda, yeni inşa tarzlarının eşiğinde bulunuyoruz.»

Sanat eleştiricisi Naumann, ileri görüşü sayesinde, 1889 ve 1900 Beynel-milel Paris Sergileri'nin «Şekillendir-me» de inkilâp yaratacak temayüller gösterdiğini, zamanında, başkalarından önce sezmiştir:

«Sergi binaları, yalnız içerlerine yerleş-tirilen sergi eşyasını teşhire yarayan bi-nalar olarak kabul edilmemelidir. Bun-lar, zamanlarındaki diğer binalara naza-ran, devirlerinin «inşa etme arazusu» nu pervasızca, cesurca ve tertemiz tecrübe-ye yarayan kitlelerdir.»

Sergiler, 1795 de ilk defa St. Cloud Sarayında yapılan sergiden, 19. asır baş-larına kadar, daima mevcut binalarda ve ekseriyetle Saraylarda yapılırdı.

Ancak, asrın ortalarına doğru ar-tan «hacim ihtiyacı» bu sınırlamayı boz-du ve bu iş için tamamen yeni, kendine has binalar istedi.

1851 de, Londra'da ilk Beynelmilel Sergi için 1700 müracaat yapıldı. İste-nen sergi sahası 75.000 m- idi. Bu ihti-yaca cevap verecek bina için açılan mü-sabakada, 159 metre uzunluğunda bir «Cam Sarayı» projesiyle Devonshire Dü-kü'nün Başbahçıvanı Joseph PAXTON birinci oldu. Bu ilk sergi binası aslında, büyük bir «ser binası» idi. Hydepark içine kurulmuştu ve parkta mevcut bü-yük ağaçları da içine alıyordu. Binanın yaratıcısına, bu başarısından dolayı, Kraliçe tarafından asalet ünvanı verildi.

Fakat bundan sonra, cam ve demir-den yapılan «tekbinalar» ihtiyaca cevap vermemeğe başladı. Bunun üzerine, ikin-ci beynelmilel fuar olan 1855 Paris Fua-rında, Büyük Sergi Sarayı'na bazı « A n-n e xe » 1er, yan-ni ek bin-nalar ilâve edil-di. Daha sonra, galeriler ilâvesiyle de, sergi binalarında intizam ve görüşü art-tırıcı araştırmalar yapıldı. Nihayet 1873 de Viyana'da yapılan sergide, her mev-zu için muhtelif büyüklükte tek binalar inşa edildi.

Bu suretle de, tek maksatlı sergi bi.naları, yani « P a v y o n » vücuda gel-miş oldu.

Fakat, bu işin gerçek maksadı an-laşılıp da, bu maksata hizmet eden yapı formunun bulunması uzun zamana ihti-yaç gösterdi. Mevzuu ilkin Mimarî inhi-sarına aldı ve böylelikle ekseriya cessur-ca inşa edilen büyük açıklıklı binalar (alm. Hailen), historik mimarî formlar-la kapformlar-landı. Alman Yapı Sendikası'nm kurucusu olan Hermann M u t h

e-s i u e-s, 1913 de mimarîde tutulan bu yan-lış yolu göstererek şöyle yazar:

«Mimarın yalnız «maskelemek» işle-riyle meşgul olduğu zamanlarda, mühen-dis mimardan önce geliyordu. Bu devire « S t i l i z a s y o n » devri denir. Bu devirde mimar, her şeyden önce, bir ya-pının antik, gotik, rönesans veya roman tarzında mı olacağını düşünüyordu. Mi-mar âdeta bir «giydirici» olmuş ve ken-disine yalnızca, mühendisin inşaatını süslemeyi vazife edinmişti. Demir köp-rülere şato kapılarını istasyon binaları önüne İtalyan Saray cephelerini, sergi binalarına Roman kral saraylarının du-varlarını koyuyordu».

Mimar ve mimarî teorisyen Gottfried S e m p er: «Her mimarî mevzu tarihî eserlerden fikir alarak, bir stil nev'i seç-meli; meselâ Adliye Binaları için Doç-lar Sarayı, Kiliseler için Gotik, kışlaDoç-lar için bir ortaçağ şatosunu örnek olarak almalıdır» diyor.

Bu anlayışa göre, 19. asrın sonuna kadar devam eden bu devirde, hiçbir ta-rihî evveliyatı olmayan S e r g i B i n a 1 a r ı için elverişli bir örnek bul-mak imkânsızdır.

İlim ve tekniğin terakkilerine pek çok önem verildiği, ağızlarda hep «te-rakki» kelimesinin dolaştığı bir devir-de, «şekil verme» konularında ısrarla geriye bakılıyordu. Çelik inşaatın başla-dığı zamanlar bir nevi «eskiyi anma» devriydi. Mimarî adetâ «sahte bir kris-talizasyon (pseudomorphose)» için yar-dımcı oluyordu.

Semper de bunu farketmiş olduğu-nu, «Der Stil» adındaki kitabında belirt-miştir:

(2)

he-nüz kendini bulmuş değildir. Dolayısiyle, zamanımızın zevkinin tayininde açıklan-ması mümkün olamaz veya tavsiye edi-lemez.»

Bu sözler içinde, «yaşadığı zamanı historik görmek» gibi alışılmamış âkil bir edâ vardır.

Buna rağmen, yine de, tekniği bil-hassa sergi binalarında uzun müddet, «Kral Sarayları Maskesi» ile görmek mümkün olamadı. Eiffel Kulesi'yle ayni tarihte (1889) yapılan Paris Makine Sergi binası' — bunu ileride tekrar gö-receğiz — büyük açıklıkları, yeni malze-me olan demir ve camla örtmalze-me konusun-da ilk muazzam denemedir.

Fakat ilk defa 20. asrın başında «Genç Stil Hareketleri» ile, sergi bina-larına mahsus yollar aramak mecburiye-ti de doğdu. Bu hal, en kuvvetli ve rö-prezantatif tezahüratını 1914 Kolonya Yapı Sanayii Fuarında gösterdi.

Çok büyük holler ortadan kalktı. Günün ihtiyaçlarına cevap verecek bina-lara, eskinin kostümlerini giydirmekten vazgeçildi. Bunun yerine sergi anlamı-sın ciddî ana fikrine bağlı kalındı ve sergi için sınırlandırılmış malzemelerle çalışarak, mütevazi formlar içinde, ga-yeye ulaşmak için gayret sarfedilmeye başlandı. Peter J e s s e n 1915 Alman Yapı Sandikası Yıllığında bunları söy-lüyor ve Kolonya Sergisini evvelkilerine nazaran, gösterişli sergi tılsımlarına kar-şı yapılmış bir «protesto» olarak vasıf-landırıyordu. Ayrıca, bu serginin kimse-nin keyfine göre değil, iştirâk edenleri müşterek kararlarına ve D i s i p l i n lerine göre vücut bulduğunu anlatıyordu.

Yapı tarzlarında reform yapmak için mücadele eden Avantgarde mimarlardan Theodor Fischer. Peter Behrens, Pölzig, Gropiııs ve Belçikalı Van de Velde, Ko-lonya sergisine katılmışlardı.

Disiplinleri, kendilerinden evvelki Genç Stil devrinin mimarî şahsiyet kül-türünü yıkmakla başlıyordu.

Çok büyük holler ve «stil boyamala-riyle» süslenmiş şatafatlı pavyonların yerini, esas konunun temiz bir ifadesi-ni taşıyan sergi binaları alıyordu.

Sergi binaları artık, muazzam bir mağaza veya içindekilerle hiç alâkası olmayan bir gösteriş binası olmaktan kurtulmuş ve esas vazifesinin bir mem-leketin imalâtını veya belirli kategori-lere ait eşyaları için almak ve bunları iyi bir şekilde teşhir etmek olduğu an-laşılmıştır, onlara maksata uygun bir form verilmeğe çalışıldı. Ayrıca, bir ma-lın imalât safhalarının teşhiri de sergi binalarının vazifelerinden biri olarak

kabul edildi. Meselâ Matbaacılık Sergi-sinde, veya 1939 Zürih Sergisinde bir boya maddesinin bütün imalât safhaları-nın teşhiri gibi...

Böylece sergi binaları, son seneler-de öğrendiğimiz gibi, üçlü bir gaye güt-mektedir:

(1) Sergi binası, belirsiz bir takım konuları içine alarak kendini teşhir eden bir bina değil, bilâkis belirli bir gayeye hizmet edecek bir yapıdır.

Hans Ho f m a n n, Zürih'de bizzat kendisinin tertiplediği 1939 İsviçre Ser-gisinde, serginin yapılışını şöyle anlatır:

Elimizde her bina için belirli bir pro-gram vardı ve biz, güzel ve ferah pavyon-lar inşa ederek, bunpavyon-ları sonradan bir-takım panolarla veya arabölmelerle par-çalama yoluna gitmedik. Maksada uy-gun, tabiî ve sade mimarî tarzı, mevcut tabiat ve tanzimat denilen bahçelerle de bağdaştırılmıstı. Ziyaretçilerin hoşuna gi-derek, onlara rahat gelmesinin sebebi herhalde budur.

Şu halde sergi binaları tamamen fonksiyonel birer bina haline gelmişler-dir. Onlarda diğer devamlı binalar gibi, bazı müeyyidelere tabidirler, Yani fonk-siyonlarının şekilleri, tabiî ve mantıkî olarak uyması icabeder.

(2) Fakat, sergi binası, yalnızca içine konan eşya veya numuneleri mu-hafazaya yarayan bir ev değildir. Ken-disi de serginin bir parçasıdır. Görünü-mü il t? bir memleketi veya imalâtını teş-hir ettiği bir sanayi kolunu temsil eder. Seyircileri cezbetmesi gerekir. Bunun için de, röprezantatif bir cazibesi olması lâzımgelir. İşte bu fonksiyonu ile diğer binalardan ayrılır. Çünkü onlar tek ol-mamalı, komşularına uymalı ve bilhassa şehre yakışmalıdırlar. Halbuki sergi bi-nası. daimî binalara nazaran, etrafiyle daha gevşek bir bağlantı halindedir.

(3) Bu iki vazifeden, yani içine ko-nan sergi eşyasını muhafaza etmek ve sonra da kendi kendini teşhir etmekten gayri sergi binasının bir vasfı daha var-dır. O da, bugünkü kabullerimize göre, geçici olarak ve çabucak inşa edilmesi-dir. Bu yüzden, hafif malzeme ile yapılır.

Şekillenmesi, kısa süreli olmasına göre inkişaf ettirilir. Fakat, inceliğin, serbestliğin ve hafifliğin bütün meziyet-lerini gösterebilir. Aldatmak amacında değildir, bilâkis kısa bir yaz süresi için inşa edildiğini açıkça gösterir ve bu vas-fı ile de daimî binalardan ayrılır.

Bu üç esas:

(1) Maksada uygunluk, (2) Cezbedici güzellik,

(3) Hafif malzemeden yapılmış ol-mak.

Sergi binalarının son on seneler zar-fındaki inkişaf seyrini göstermektedir:

Yapı sanatı sergileri: KOLONYA 1914 BARSELONA 1929 STOKHOLM 1930 PARİS 1937 ZÜRİH 1937 BRÜKSEL 1958

sergisinde takriben yukarıda kaydedilen gelişmeleri görmek mümkün olur.

Bu inkişaf nasıl seyretmiştir? Bunu resimlerle görelim:

Tekrar bir daha inkişaf seyrini ta-kibedersek:

19. asrın sergi sarayları, ayni de-virde röprezantatif gayeler için inşa olu-nan daimî saraylardan farksızdı. Büyük olmak arzuları yüzünden, ayni zamanda sağlam da inşa edilmeleri lâzım geliyor-du. Bu yüzden mimarileri itibariyle, dai-mî diğer binalara benziyorlardı. Nerede konstrüksiyon görünüyorsa, orayı taş sa-ray cepheleriyle örtmek adetti. O zaman-lar kısa bir devre için inşa edilen bir binanın, devamlı duracak bir binadan ayrı tarzda olacağı düşünülemiyordu. 20. asrın başlarında ilkin Kolonya'da yapı-lan Yapı Sergisi, gözleri bambaşka bir dünyaya çevirdi. Sanki 1900 senesinde Paris'te yapılan sergiden bu yana yal-nızca 14 yıl değil de, âdeta bir yarım asır geçmiş gibiydi. Paris Fuarındaki Elektrik Sergisinin çinko süslemeleri ve-ya Devletler Pavyonunun stil bove-yama- boyama-ları kalmamıştı. Zaman zaman inşa edi-len sergi binalarını diğer daimî binalar-dan ayırmak için, yeni bir şekil verme arzusu uyandı. Fakat bu arzu ancak bazı binalarda sütün ve kolonları hafif rabiç konstrüksiyonunda yapmaktan ileri gide-medi. Bu suretle de bu değişik mevzuu, yalancı mimarî unsurlarla süslemenin işi halledilmediği bilâkis bu mevzuun da kendine göre bir form dili olması icab-ettiği anlaşıldı. İlkönce SENDİKANIN (Werkbund'un) maksadına uygun, alışıl-mış formları basitleştirmekle işe başlan-dı.

Fakat Kolonya Sergisinde bazı bi-nalar, meselâ Gropius'un Fabrika ve Büro binaları Grubu, Van der Velde'-nin Tiyatro Binası daha o zaman bir strüktür prensibinin mevcut olduğunu ve kendilerinin zamanlarındakilere naza-ran çok ileride olduklarını gösterirler. Bu binalar yalnızca, eski mimarların

(3)

şe-kilcilik hamallığından ve stil mimarisin-den kurtulmak için nasıl mücadele et-tikleri değil, ayni zamanda, gelecek dev-rin stil temayülledev-rini de belirtirler. Mi-mari Programlarına tamamen sadık ka-larak bu programların icabettirdiklerini yaptılar. Mütevazi, maddi ayni zamanda eski devirlerin bina düşünüşlerinden ta-mamen farklı çok cessur bir kavrayış tarzları vardı. Bu bakımdan yaptıkları binalar yalnızca sergi binası olarak de-ğil, bilâkis gelecek devir için model ya-pılar oldular. Form ile fonksiyon ara-sındaki tam anlaşmayı gösteren bir bi-na da 15 sene sonra 1930 da Stokholm-de Asplund tarafından plânlanan sergi binasıdır. O binanın zahmetsiz anlaşıla-bilir bir şekilde duruvermesi, İngiltere ve Amerikadan gelen seyircileri şaşırt-mıştı. Ciddî, klasik İsveç mimarisi ile karşılaşacaklarını düşünüyorlardı, halbu-ki karşılarında her şeyi hafif, yaz hava-sında gibi ve âdeta frenk gömleği ile, serbest bir tarz buldular.

Reprezantatif anlayıştan hiç eser yoktu:

Bu suretle de mevzu esasından ele alınmış oldu.

(1) Sergi işi, hiç merasime gelemez. (2) Sergi binası saray değildir. Ba-* sit de olsa hiçbir alçı veya rapiç süsle-mesi olmamalıdır. İçinin, hafif, ince, âdeta şeffaf bir kabuğu olmalı, plânla-masında hareketli mimarisinde de neş'e-li bir hal bulunmalıdır.

(3) Maksadının geçici olduğu gizlen-memeli, bilâkis bu hal hareketsizliği ola-rak kabul edilmelidir.

Eski Sergi Binalarına ve daimî di-ğer binalara nazaran yeni sergi binaları-nın esas farkları iki türlüdür.

İlk fark: Mimar ve malsahibi müna-sebetlerindedir.

Daimi binalarda, mimarlar, mal sa-hipleri ile karşı karşıyadırlar^ Malsahi-binin, esas arzusu, yapının iktisadî ve işe uygunluğudur. Bunun yanında mal-sahibi zevklerini empoze etmek ister. En müsait vaziyetlerde, netice, malsahibinin iktisadî olmak arzusu ile mimarın yarat-ma arzusununun bir sentezidir.

Halbuki kısa süreli sergi binaların-da mevzu, ortaya, sübjektif olarak değil kollektif olarak konulur ve vazife en münasip görülen mimarlara, bir sergi komitesi tarafından verilir. Mimar, artık başına buyruk olan malsahibi ile müca-dele halinde değildir. Ortada elit bir

müsabaka, gayesi, yalnızca mevzuun esaslarını inceliyerek ona bu esaslara göre münasip bir şekil vermek olan ide-alist bir grup içinde cereyan eder.

Ciddi olarak ele alınmış daimî bina-ların plânlanmasmda iktisadî ve malî faktörlerin değişmesini icap ettirecek haller bulunmasına mukabil geçiciliği kabul edilen sergi binalarında, malzeme-nin kalitesi bilhassa ortaya konulur. Plânlamalarında daha cessurca hareket edilebilir. Daimî binalar olsalardı, ha-kikatin pek ağır olan bazı şartlarını ye-rine getirmek için bu şekilde hareket edilemezdi.

Siparişin veriliş tarzındaki bu ayrı-lıştan sonra, bir ikinci fark da mimarın mevzuu ele alış tarzındadır:

Daimî binalarda, eserin (e b e d i y-y e n) durması gibi bir söz mimarı ilk andan itibaren, psikolojik bakımdan cid-di bir sitüasvon'a sokar. O da sahiden ebedî bir eser yaratmak için kendini va-zifeli hisseder; bu hal ruhuna işlemiştir didinip durur. Halbuki sergi binaların-da, binanın rantabl olması veya gelecek nesillere kalması gibi bir mesele mevcut olmadığından, planlayan el zaten ken-diliğinden hafifler. Bilhassa, bu binala-rın bir bayram havasına uygun olması, çok kısa süreli, meselâ bir kaç yaz ayı için yapılmış olmaları düşünülerek şöy-le denişöy-lebilir:

S"rji Binalarının Husıısivoti, cesaretin yenilenmesindedir.

Sergi inşaatının form dili, ilkin za-manlarının mimari tarzları tarafından tespit edilir. Bu bakımdan onlar da di-ğer yapılar gibi, devirlerinin stilini gös-teren aynalardır. Fakat sergi binası za-manında yapılanı veya yapılmış olanı de-ğil. gelecekte olanı veya yapılması düşü-nüleni aksettirir. Selâhiyetli bir mimar, «bunlar, yeniye bir bakış olmalı, hiç görülmemiş olanı göstermeli, fakat ge-ne de zamanlarına uymalıdır.»

demekte-dir. Bu mevzuda diğerlerinde, meselâ umumî binalarda ikametgâhlarda veya hakikate uygun diğer daimî binalarda yapılamıyan şeyler araştırılır; cesaretin müsaade ettiği nisbette, devrin mimarî temayülleri daha önce ve kolaylıkla tec-rübe edilebilir.

Zamanlarının mimarî temayüllerini tatbik etmek için sergi yeri bir nevi deneme sahasıdır. Sergi atmosferi zana-at sahiplerini ve sanayicileri, yeni

mal-larını teşhir etmeye veya onların tekâ-mülünü göstermeğe heveslendirdiği gibi, mimarları da yeni şeyler inşa etmeğe teşvik eder. Yapı malzemesindan veya konstrüksiyonundaki yenilikler ekseriya ilk defa sergilerde denenir. En büyük nümune: Londra Cam Sarayı 1851. Yeni «şekil verme» fikirleri ekseriya sergiler-den sonra harcıalem olur.

Zamanımızın mimarî tarzı, sergi bi-nalarının formları üzerine tesir etmekle beraber bilhassa en tesirli şeklini onlar-da gösterir.

Tersine olarak (hayal) diye vasıf-landırdığımız sergi binaları da hakikî mimarî üzerine bazı tesirler icra eder. Meselâ serbest formlara doğru olan in-kişaf, sergiler için lüzumlu olan neş'eli hava bir tarafa bırakılarak, hemep bü-tün yapılarda tesirini göstermiştir. Bu tesirler altında, bizim evveleden beri kullandığımız daimilik mefhumu, yapı sanatında değişikliğe uğramıya başlamış-tır.

Meselâ: Mektep mevzuunda şöyle bir sual ortaya atılmıştır: Acaba okulları, masif yaparak, öğretimin inkişafını uzun zamanlar için evvelden tespit etmek doğ-ru mudur? Birçok memleketlerde, yeni mektepler, eski taş mektepsarayları ha-linde inşa edilmiyor. Serbest ve geçici olarak yapılıyor, bu bakımdan da bir nevi güzel sergi binaları şekline geliyor-lar.

Stokholm, Zürih - en kuvvetli bu iki nümuneyi söyliyelim - hattâ Mies van der Rohe'nin yaptığı jenyal Alman pav-yonu ile 1929 Barselona Fuarlarının mi-mari üzerine yaptıkları tesirlerin kıyme-ti. kolav kolay anlatılamaz.

Zamanımızın mimarisinde, daha temiz, daha kuvvetli ifadesini bulan bu sergi-lerin aksi tesirleri hâlâ devam etmek-tedir.

1939 Zürih millî sergisinde, Şef Mi-mar Hans Hofmann, bu reform hareket-lerini, mütevazi fakat yerinde olarak şöy-le ifade eder:

«Sergiden daha iyi, geçicilik için lüzumlu olan serbest ve tehlikesiz bir tecrübe sahası var mıdır? Daimî bina-ların mı sergi binaları üzerine, yahut ser-gi binalarının mı daimî binaların üzeri-ne tesir yaptığı şüphelidir.»

Konferansı tercüme eden:

Referanslar

Benzer Belgeler

Şartnamede, nazarı dikkatimizi çeken birkaç noktayı bu münasebetle zikretmek istiyoruz.. Memleketimizde jüri azalıklarına icabeden ehemmiyeti vermemiz

Meşhur Kaiser tarafından inşa edilen Kolumbia nehrinde Grad coules «barajı».. Kaiserin inşa ettiği

d î endişeler ise devlet yapılarının herşeyden evvel devamlılık ve sağlam prensiplerine uygun olarak yapılması icabeder.. Posta ve Tel- graf işlerine

Salon kısmının balolara elverişli bir vazi- yette olması için zemini meyilsiz yapılmış ve temsil veya mü- samere aralarında halkın istirahati için bahçe kısmına camlı

Nihayet 1904 senesinde (Lüisiania) sergisi açıldı. Bu sergi Chicago sergisinden iki misli büyüktü ve kat kat daha güzeldi. Teşhir edilmiş olan eşya arasında yüz otomobil

İtalyan Mimarlar birliği Milânoda genel bir toplan- tı yapmış ve bütüıı yapı işlerinde yerli malı kullanmayı, yapı malzemesi ve endüstrisinin ileri gelenleı-ile

Orhanın karısı Nilüfer Hatunun yaptığı köprüden tutunuz da bugünkü mahallât arasında yaşıyan birçok âbidelerin (Hatun) ke- limesi ile nihayetlenen isimleri bu kuvvetli

[r]