• Sonuç bulunamadı

ÖLÜM BÝR SON MU? ÖLÜM BÝR SON MU?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÖLÜM BÝR SON MU? ÖLÜM BÝR SON MU?"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KUTSAL BÝLGÝ YOLU: VAHÝY

ÖLÜM BÝR SON MU?

ÖLÜM BÝR SON MU?

GÝZEMLÝ ÝÇSELLÝK

GÝZEMLÝ ÝÇSELLÝK

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

0535 4554223 - 0549 7220248 Yönetim Yeri:

Hayri Eðmezoðlu Sk. Ýkizler Ap.

No: 8 D: 32 Erenköy/Ýst.

Baský:

Hedef Dijital Baský Taksim Cad. No: 19/A

Taksim/Ýstanbul Fiyatý: 7 TL Yýllýk Abone: 80TL

Yurt Dýþý: 100 TL Cilt: 46 Sayý: 542 Þubat 2014

Birbirimizin Derdi ile

Dertlenmedikçe ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Hz. Lût ve Toplumsal

Eþcinsellik ... 6

Ahmet Kayserilioðlu

Kutsal Bilgi Yolu:

Vahiy ... 12

Güngör Özyiðit

Mevlânâ ve Semâ ... 16

Derleyen: Nihal Gürsoy

Ölüm Bir Son mu? ... 20

Derleyen ve Çeviren: Zuhal Voigt

Roma Uygarlýðýnda

Kadýnlar - 2 ... 26

(Kadýnýn Bitmeyen Çilesi)

Yalçýn Kaya

Nefesi Bir Araç Gibi

Kullanmak ... 36

Çeviren: Nelda Bayraktar

Gizemli Ýçsellik ... 40

(Canlý Kryon Celsesi)

Dergimizin internet sitesini

www.sevgidunyasidergisi.com, www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

ÝÇÝNDEKÝLER

(3)

Sevgili Dostlar

Her bakýmdan zorlayýcý etkiler altýnda olduðumuzu hissediyor ve görüyorsunuz. Dünyamýzýn ve aydýnlanma yolunda olan dünya fertlerinin bir geçiþ sürecinde olduðunu okuyoruz. Ülkemizde hukuk, kaideler, doðru ve yanlýþ adýna bir komedinin oynandýðýný, ama görmediðimiz bir yerlerde boðaz boðaza kapýþan ve din adýna mangalda kül býrakmayanlarýn çýkar savaþý yaþadýðýný izliyoruz. Gökyüzündeki etkilerin rahatlatýcý olmaktan uzak, biraz nefes aldýrýp yeniden bizden dikkat, sabýr ve sebat istediði söy- lencelerini dinliyoruz. Ýþte böyle zamanlar doðru bildiklerimizi test etme, neye ne kadar inandýðýmýzý ve baðlandýðýmýzý idrak etme, inançlarýmýzý, ilkelerimizi ve prensiplerimizi hangi þartlar- da nereye kadar koruyup arkasýnda duracaðýmýzý görme zaman- larýdýr. Belki þartlar daha da zorlayýcý olacak, karanlýk gittikçe artýyor gibi görünecektir de. Ama ne gam... Bunlarýn hepsinin geçeceðine, biteceðine, iyilerin özlediði düzenin mutlaka gele- ceðine inanmýyor muyuz? Elbette Evet. Siz de her þeyi anlamsýz görenlerden deðilsiniz, öyle deðil mi? O, en kötülere bile cezayý sabýrla verir deniyor bir bilgide. Kimse için ceza dilemeyiz. Ama o sabýrdan biraz olsun bizde de olsun istiyorsak, bu günler Yaradanýmýz’ý daha da çok anacaðýmýz, gönlümüzdeki O’nun yerini iyice temizleyip O’nu oraya davet edeceðimiz günler olsun.

Kimsenin kirli çamaþýrlarýný aðzýmýza sakýz etmeden kendi çamaþýrýmýzý temizleyelim. Bizi içine çekecek dedikodu, magazin ve kavga girdabýndan kendimizi korumasýný bilelim. Ýyi ile iyi olmayanýn mücadelesinde iyinin, güzelin, inceliðin, sadakatin, vefalýlýðýn, bilgili oluþun, doðruluðun ve sevginin tarafýnda yerimizi alalým.

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Birbirimizin Derdi Ýle Dertlenmedikçe

Dr. Refet Kayserilioðlu

Dertlerinizi azalt- manýn yolu, dert- lerinize üzülmek,

gözyaþý dökmek deðil, baþkalarýnýn dert- leriyle gönülden ilgilenmektir. Böyle bir tutumun bir yararý da, kendi dertlerinizi daha

soðukkanlý ve telâþsýz

bir þekilde düþünüp,

giderilme çarelerini

de daha doðru bir

þekilde bulmanýza

imkân hazýrlamasýdýr.

(5)

iþantaþý'nda ara sokaklarda bir dosta rastladým.

Uzun süredir görüþmü- yorduk. Hal hatýr sorup gönül alýyorduk. O esna- da üstü baþý pis, yýrtýk iki delikanlý, sýrtlarýnda çöplerden topladýklarý kâðýt parçalarýyla dolu çuvallarla arkamdan geçtiler. Dostum onlara iðrenerek ve tiksinerek baktý ve "Ayýlar daðdan inip Ýstanbul'u bastýlar.

Ýstanbul'un en temiz olmasý gereken semtinde bunlarýn iþi ne?" diye verip veriþtirmeye baþladý. Dönüp baktým yüzlerine, köylü ve hele daðlý hiç deðillerdi.

Yüzleri kirliydi ve pisti ama, þehir çocuðu inceliði ve görgülü hali vardý. Demek ki fakirlik ve sýkýntý içinde idiler.

Ekmek paralarýný kaza- nabilmek için en pis iþe razý olmuþlardý. Ýçim ezildi, dostumu da kýr- mamaya dikkat ederek:

"Herhalde çok büyük zaruret içindeler" dedim, sonra da, aslýnda "onlarýn bu halinden hepimiz sorumluyuz" diye düþündüm. Çýkarýp çocuklara yüklüce bir para vermek içimden geldi. Ama þimdi sýrasý deðildi. O isteðimi bir

baþka sefere býraktým.

Dostumdan ayrýldýktan sonra da uzun uzun düþündüm ve üzüldüm.

Ýnsanlar, ayný milletten de olsalar, ayný þehirde de otursalar, birbirlerine ne kadar uzaklar, ne kadar birbirinin dert- lerinden ve sýkýntýlarýn- dan habersizler!..

Hâlbuki biz kardeþiz.

Ve o delikanlýlar askere gitseler, hepimizin huzu- ru için gerektiðinde can- larýný tehlikeye atacaklar.

"Vatani Görev" diyerek belki de ölecekler. Ya vatandaþlarý onlara ne veriyor? Yüzlerini buruþ- turup, tiksinerek bakýyor- lar ve "Ayýlar daðdan indi" diyerek bir de hor- luyorlar. Onlara karþý insanlýk görevimi yapa- madýðým için üzüldüm, utandým. Onlara karþý sorumluluðumu bir anlýk üzüntüyle ödeyemeyece- ðime, mutlaka bir þeyler yapmam gerektiðine ka- rar verdim. Darda olan- lara, sýkýntýda olanlara topluca yardýmcý olma- mýz için örgütlenmek gerektiðini düþündüm.

Mevcut yardým kurum- larýna destek olmak için bütün dostlarýmý harekete geçirmeye karar verdim.

Ýþte þimdi sizlere de sesleniyorum.

DERTLERÝNÝZÝ AZALTMANIN YOLU Vaktiyle yazdýðým bir yazýya þöyle bir baþlýk koymuþtum: "Kendine Aðlayan Derdini Arttýrýr.

Baþkasýna Aðlayan Gönlünü Arýtýr"

Gerçekten hep kendi dertlerini düþünüp onlarý gözünde büyüten, dert- lerini gidermek için gerekli çabayý göstere- mez. Acizce gözyaþý döker, baþkalarýnýn da kendisine acýmasýný bek- ler. Çoðu zaman çevrenin ilgisizliðiyle karþýlaþýr.

Bu da onu ayrýca üzün- tülere sürükler. Aslýnda baþkasýna sitem etmeye hiç hakký yoktur. Çünkü kendisi de baþkalarýnýn dertleriyle hiç ilgilenme- mektedir. Ýþte bu sebep- lerden kendine aðlayan, hep kendine acýyýp duran dertlerini artýrýr.

Hâlbuki baþkasýna að- layan, baþkasýnýn dertle- riyle gönülden ilgilenen, insanca bir yaklaþýmda bulunmanýn iç huzuru içindedir. Baþkalarýnýn derdine çare bulup, onlarý huzura kavuþtu- runca da iyi bir iþ baþar-

N

(6)

manýn, bir hayýr yapma- nýn coþkusu, onun gön- lünü sevinçle doldurur.

Ýnsanýn suçlarýnýn ve yanlýþlarýnýn lekesini yal- nýz yaptýðý iyilikler sile- bilir. Ayrýca baþkalarýnýn dertleriyle candan ilgi- lenmeye baþlayan kendi dertlerini unutur, onlarýn ruhunu karartmasýna izin vermemiþ olur.

Dertlerinizi azaltma- nýn yolu, dertlerinize üzülmek, gözyaþý dök- mek deðil, baþkalarý- nýn dertleriyle gönül- den ilgilenmektir.

Böyle bir tutumun bir yararý da, kendi dert- lerinizi daha soðuk- kanlý ve telâþsýz bir þekilde düþünüp, giderilme çarelerini de daha doðru bir þekilde bulmanýza imkân hazýrlamasýdýr.

Ýnsan yalnýz kendi der- dini düþününce, kendi derdinin dünyanýn en büyük derdi olduðu sanýsýna kolayca sapa- bilir. Oysa baþkalarýnýn dertleriyle ilgilenen, çoðu zaman kendi der- dinin onlarýnkinden küçük olduðunu görmek- te gecikmez. Derdinin küçüklüðüne þükretmeye bile baþlayabilir.

KADER BÝRLÝÐÝ ÝÇÝNDEYÝZ Geliþmemiþ, ilkel insanlar yalnýz kendileri- ni, kendi istek ve

ihtiyaçlarýný ve kendi dertlerini düþünmeyi en akýllýca bir davranýþ olarak göregelmiþlerdir.

"Bana ne baþkalarýndan",

"Ben kendi dümenime bakarým", "Her koyun kendi bacaðýndan asýlýr"

ve "Gemisini kurtaran kaptandýr" gibi sözler, yalnýz kendini düþün- menin en doðru ve en akýllýca davranýþ

olduðunu kanýtlamak için kullanýlýr. Ama biraz düþününce, bunlarýn, bir adým ötesini göremeyen bencil kiþilerin mantýðýna uygun olduðunu görmek- te gecikmezsiniz.

Farz edelim ki fýrtýnaya yakalanmýþ bir gemideki beþ yüz yolcudan birisiniz. Herkes gibi sizin de can derdine düþerek þuursuzca saða sola koþmanýz mý daha faydalý, yoksa herkesi sükûnete kavuþturmaya çalýþarak, yardýmlaþmayý ve birlikte hareketi saðla- manýz mý daha faydalý?

Paniðe kapýlmýþ ve yal- nýz kendi derdine düþmüþ bir topluluk, hepsini bir-

den felâkete sürükleye- cek yanlýþlarý yaparlar.

Korkuyla hep birlikte bir tarafa yýðýldýklarýný düþünün, batmayacak gemiyi batýrmazlar mý?

Bir yuvadaki, bir toplu- luktaki, bir þehirdeki, bir ülkedeki, nihayet tüm dünyadaki insanlar da ayný bir gemideki insan- lar gibi kader birliði içindedirler. Onlarýn her birinin yalnýz kendilerini düþünmeleri baþkalarýnýn dertleriyle ilgilenmeme- leri hepsinin dertlerini ve anlaþmazlýklarýný artýrýr.

Toplum yaþamý, aslýnda dertlere ortak çözümler bulmak için örgütlenmek deðil mi? Seçilen bir meclis, milletvekilleri ve hükümet, dertlerin ortak- laþa çözümlenmesini saðlayacak temsilciler deðil mi? Onlarýn koya- caklarý kararlar ve kanunlar, iþleri düzene koyar, dertleri ve sýkýn- týlarý giderir ve yaþamý herkes için kolaylaþtýrýr.

ÝLÂHÝ DÜZENÝN ÝSTEÐÝ

Yaradan'ýn ve Ýlâhi Düzenin insanlardan en büyük dileði, insanlarýn aralarýnda birliðe ulaþ- malarýdýr. Birlik, insan-

(7)

larýn birbirlerinin dert- leriyle ve sevinçleriyle ilgilenerek, birbirlerine her konuda deðer verip, destek olarak kurulur.

Bunlarý yapabilmek ancak birbirini severek mümkün olur. Birbirini gerçekten seven kiþiler, hem birbirlerine deðer verirler, hem destek olurlar, hem de dert- leriyle dertlenip çare bulurlar. Bir bakýma bu iþleri yapmak sevgiyi artýran birer etkendir de.

Öyleyse insanlar birbir- lerini tam gönülden sevemiyorlarsa, hiç deðilse kendi insanlýk- larýnýn, merhametlerinin gereði baþkalarýnýn acýlarýný gönüllerinde duymaya, onlara acýmaya çalýþsýnlar. O acýmalar, o merhametler, o dertlere yardýma koþmalar yavaþ yavaþ gönüllerde sevgi filizlerinin yeþermesine yol açacaktýr. Ayný þekilde baþkalarýnýn se- vinciyle, kýskançlýða gönülde yer vermeden, sevinmeye çalýþmak, baþkalarýnýn mutluluðu ile mutlu olmak o kiþilere karþý gönülde sevgilerin yeþermesine yol açar. Hele

baþkalarýnýn sevincine ve mutluluðuna sebep olan kiþinin gönlündeki sevgi,

hem yaptýðý o hayýrlý iþten dolayý hem de aldýðý sevgi ve teþekkür- lerden dolayý gittikçe artar.

Ýnsan olarak varol- mamýzý, yaratýlmamýzý, dünyada yaþamamýzý, saðlýk içinde olmamýzý, yiyeceðimizi, içeceðimizi ve aldýðýmýz havayý Hepimizi Sevgisinden Yaratan'a borçluyuz. O'na olan borcumuzu O'na ne versek ödeyemeyiz. Ne sevgimiz ne ibadetimiz ne þükrümüz, O'na yeni bir þey kazandýrmaz, yeni bir deðer katmaz. O en büyüktür. Eriþilmez Olandýr, her þeyi Sevgi- sinden Varedendir çünkü.

Öyleyse O'na olan bor- cumuzu ancak O'nun kullarýna hizmet ederek ödeyebiliriz. Bu fakirdir, bu zengindir, bu güzeldir, bu çirkindir diye ayýrt etmeden, bu bizdendir, bu karþý taraftandýr, bu dosttur, bu düþmandýr diye ayýrmadan, O'nun kuludur, O'nun Sevgisin- den Varettiðidir, O'nun eseridir diye saygý duya- rak hizmete ve yardýma koþmak zorundayýz.

Ýnsan olarak hepimiz ayný dünyayý paylaþýyo-

ruz. Birbirimizin dertleri, açlýklarý, yoksulluklarý karþýsýnda duygusuz kalýrsak nasýl kardeþ olu- ruz, nasýl O'na olan bor- cumuzu öderiz?

Herkesin yalnýz kendi çýkarýný, menfaatini düþünmesi, baþkalarýnýn dertlerine ve sevinçlerine karþý duygusuz davran- malarý insanlýða sýðan bir davranýþ deðildir. Gerçek insan, üstün insan, yalnýz kendisi için yaþayan insan olamaz. Yalnýz kendisi için yaþayanýn hayvandan farký yoktur.

Topluluk kurabilen hay- vanlarda bile yardýmlaþ- ma baþlamýþtýr.

Ýnsandan beklenen gerçek insan olmaktýr.

Gerçek insan, diðer insanlarý kardeþ olarak görür, onlarýn dertleriyle ve sevinçleriyle ilgilenir, onlarýn hizmetinde olmakla mutlu olur.

Ve Yaradan'a olan borcunu ancak böyle ödeyebileceðini bilir.

O'nun insanlardan bek- lediðinin de iþte böyle, gerçek insan olmak olduðunu görür.

(8)

Gülyüzlülerden Ýbretler: 3

Hz. Lût ve Toplumsal Eþcinsellik

HÝÇBÝR MÝLLETÝN YAPMADIÐINI....

Hz. Ýbrahim sevinçliydi. Ýþte yine sofrasý misafirsiz kalmamýþtý. Üstelik nur yüzlü konuklardý bunlar. Ama o ne, konuklar,

kýzarmýþ mis gibi buzaðýya el bile sürmüyor- lardý. Kimin nesiydi bu adamlar?!. Ýçine bir kuþku düþtü, korktu da. Ýçinden geçeni bili- yorlardý. "Korkma Ýbrahim" dediler ve eklediler: "Biz Lût kavmine gönderildik!..."

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

(9)

Lût, zamanýmýzdan 4000 yýl kadar önce Filistin topraklarýnda peygamberlik yapmak- ta olan Hz. Ýbrahim'in yeðeniydi. Bir süre ona bu çetin görevinde yardýmcý olduktan sonra, ilâhi âlemden Lût'a da peygamberlik görevi verilmiþti. Ama görev yeri baþkaydý.

Hz. Ýbrahim'in kuzey komþusu, bugünkü Ürdün topraklarýnda Erden Irmaðýnýn Lût Gölüne döküldüðü yerdeydi. O bölgede baþlýca þehirleri olan Sodom ve Gomorra'da halký doðru yola çaðýrmasý emredilmiþti.

Çok zor bir görevdi bu. Sodom ve Gomorra hukuk bilmez, hak tanýmaz, birbirini doðru yoldan saptýran, zorbanýn zorbasý insanlarla doluydu. Üstelik o zamana kadar dünyanýn hiçbir yerinde toplumsal bir sapýklýk haline gelmemiþ, sadece tek tük kiþilerin gizliden gizliye iþledikleri bir eþcinsellik, onlar arasýnda açýkça iþlenen, sakýnýlmasý gerek- meyen gündelik bir iþ olup çýkmýþtý.

** Lût halkýna dedi ki: "Siz, sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadýðý rezaleti mi yapýyorsunuz? Siz kadýnlarý býrakýp erkeklere þehvetle gidiyorsunuz.

Doðrusu siz aþýrýya kaçan bir topluluk- sunuz." (Kuran 7/80-81)

Lût, bu bilgisiz ve topyekûn çamura saplanmýþ insanlarla yýllarca uðraþmýþ, kendi ev halkýndan baþkasýný doðru yola çekememiþti. Üstelik karýsý bile dýþtan inanýr gözükmesine raðmen gönülce o azgýnlardan uzak deðildi.

HATASIZ KUL OLMAZ

Hz. Ýbrahim'in konuklarýnýn Hz. Lût ve halký ile serüvenini sonraya býrakarak;

dergimizde 33 yýl önce "Günümüzde

Eþcinsellik" baþlýklý yazýmda, bugün hatalý gördüðüm bir yargýmý düzeltmek istiyorum.

Yukarýdaki âyette "rezalet" diye Türkçe- leþtirilen "fâhiþete" sözcüðünün, bazý Kuran yorumcularý tarafýndan "bireysel eþcinseller"

için de kullanýlagelmesiydi beni esas hataya yönelten. Kuran'da geçen fahþa, fuhþ, fahiþe sözcükleri aslýnda haddi aþmýþ, çok çirkin edepsizlik anlamýndadýr. Türkçemizde de

"fahiþ fiat" gibi tamlamalarda kullanýlmak- tadýr. Kuran'da bazen zinâ'nýn tam karþýlýðý olarak yer almaktadýr. Lût Peygamberin halkýyla ilgili âyetlerin dilimize "eþcinsellik"

diye aktarýlmasýna kim karþý durabilir?

Çünkü âyetin devamýnda zaten "Siz kadýn- larý býrakýp, erkeklere þehvetle gidiyor- sunuz" denerek hangi anlamda kullanýldýðý açýkça belirtilmektedir. Ne var ki, giriþ cüm- lesi olan " Siz, sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadýðý rezaleti" sözü üzerinde mutlaka yeterince düþünmek zorundayýz.

Bunu ýskalarsak hatalý sonuçlara varmamýz kaçýnýlmaz. Öyle ya eðer "bireysel eþcinsel- lik" söz konusu olsaydý, Lût'dan önce yaþamýþ insanlar arasýnda hiç mi eþcinsel yoktu da, "hiçbirinin yapmadýðý" gibi bir söz söyleniyor burada. Nisa Suresinin 15 ve 16.

âyetlerinde geçen ve zinâ anlamýnda kul- lanýlan "fahiþete" sözcüðünü anlamýndan saptýrýp eþcinsellik, lezbiyenlik diye Türkçeleþtirmek, bugünkü düþünceme göre konuya yaklaþmamýzda bizleri hatalý sonuçlara götürmektedir; yýllar önce benim de düþtüðüm hata gibi. Lût'un halkýnda ilâhi âlemin "rezalet" diye gördüðü, þu veya bu nedenlerle bireylerin yaþayageldikleri

"eþcinsellik"ler deðil; toplumun tümüyle gerçek bir nedenleri olmadýðý halde, birbir- lerini yoldan çýkararak topluca eþcinsellik çukuruna düþmeleridir. Bugün Batý toplum-

(10)

larýnda sýnýrsýz özgürlük kisvesi altýnda, aslýnda doðalarýnda hiç de eþcinsel bir güdü- leri olmadýðý halde, kadýn ve erkeklerin ista- tistikleri tepetakla eden bir oranda bu fiile yönelmeleri, bugün üzerinde çok durmamýz gereken bir büyük problemdir. Geçerli argü- manlarý olan bireylerle uðraþarak özgürlük, saygý, sevgi ve hak sýnýrlarýný çiðnemek ye- rine bu toplumsal cinnet üzerinde ala- bildiðine durmalýyýz. Lût Peygamber, yýllar boyu büyük çabalarý sonucunda ancak iki kýzýný inandýrabildi. Ama onun günümüz insanlarýna miras olarak býraktýðý bu örnek eðer ders alabilirsek bütün çabalarýna deðer.

Herhalde ilâhi nizamýn da Lût örneðini ortaya koyarak bizleri kendimize getirmek isteði bu olsa gerek. Bu epeyce uzun açýkla- madan sonra biz tekrar Hz. Ýbrahim'in konuklarýna dönelim:

GÜLYÜZLÜ

GÖZYAÞLARIYLA YALVARIYOR.

Konuklar Lût'un milleti için görev aldýk- larýný söylüyorlardý. Son derece yumuþak huylu, merhametli bir insan olan Hz.

Ýbrahim'in yüreði yanýp tutuþmuþtu.

Anlamýþtý ki bu gelenler, insan deðillerdi.

Tanrý'nýn melekler arasýndan seçip gön- derdiði, insan kýlýðýna girmiþ elçilerdi onlar.

Ve Sodom - Gomorra'nýn altýný üstüne getirmek için emir almýþlardý. Kuran'da karþýlýklý konuþma þöyle anlatýlýr:

** Ýbrahim sordu: "Amacýnýz ne ey elçiler?" Dediler: "Biz günahkâr bir top- luma gönderildik, üzerlerine çamurdan taþ atalým diye, Rabbin katýnda sýnýr taný- mazlar için iþaretlenmiþ taþlar." Orada müminlerden kim varsa çý- kardýk ve orada bir ev dýþýn- da Müslümanlardan kimse bulamýyorduk. (51/31-36)

Hz. Ýbrahim, adetâ pazarlýða giriþmiþti elçilerle. "50 iyi kiþi bulursanýz baðýþlar mýsýnýz Sodom - Gomorra'yý?." diye sordu. "Varsa elli iyi kiþi hepsi- ni baðýþlarýz" dediler. Hz.

Ýbrahim, elli iyi kiþinin bulun- mayacaðýndan korkarak sayýyý kýrk beþe düþürdü. Onu da kabul ettiler. Eksiltme devam etti ve sonunda Elçiler Sodom - Gomorra'da 10 iyi kiþi bulurlarsa hepsini baðýþlaya- caklarýna söz verip Lût kavmine doðru yola çýktýlar...

(11)

Güzel erkeklerin Lût'a misafir geldiði sapýklar arasýnda çabucak yayýldý. Da- yandýlar kapýsýna, illâ onlarý isteriz diyerek.

Lût: "Ýþte kýzlarým onlarý alýn" dedi. Fakat sapýklar olduklarýndan gözleri erkeklerdey- di. Çok utandý, çok sýkýldý, çok korktu Lût.

Elçilerin kendilerini koruyacak güçte olduk- larýný bir an için unuttu sanki.

Söz buraya gelmiþken ayný olayý Tevrat'ýn Tekvin (yaratýlýþ) 19. Baptan okurken, Lût'un o sapýklara 8. âyette: "Ýþte benim ere varmamýþ iki kýzým var" diye konuþmasý, dört âyet sonrasýnda ise damatlarýndan söz etmesi çeliþkisini, Kutsal Kitabý derleyenler hiç mi fark etmediler diye insan hayýflaný- yor. Hele âyetlerin devamýnda kurtuluþtan sonra iki kýzýnýn peygamber Lût'u sýðýndýk- larý maðarada þarapla sarhoþ edip peþ peþe iki gece babalarýyla yatarak gebe kaldýk- larýnýn anlatýlmasý, insanýn aklýný baþýndan alýyor. Batý dünyasýnda, özellikle 19. yüzyýl- da düþünen kafalarýn Kutsal Kitaplarýn yük- sek eleþtirileriyle alabildiðine uðraþýp, ki- taplara Yaradan'ýn muhteþem öðütlerinin yaný sýra insan eliyle ekler yapýldýðýný ortaya koymalarýna yerden göðe hak veriyoruz.

Evet, sapýklar misafirlere tecavüz etmekte kararlýydýlar

*(Lût) onlarý azabýmýzla uyarmýþtý.

Fakat bu ihtarlarý þüphe ile karþýladýlar.

Onun misafirlerine kötülük yapmaya kalkýþtýlar. Biz de gözlerini silme kör edi- verdik. Haydi, azabýmý ve uyarýlarýmý tadýn bakalým. (54/36 - 37).

Bu son uyarýdan da gerekli dersi almayan Sodom - Gomorra'nýn artýk bir gecelik ömrü kalmýþtý. Sonrasýný yine Kuran'dan okuyalým:

** (Lût'a) dediler: "Gerçek þu ki, biz günahkârlarýn hakkýnda kuþku edip dur- duklarý þeyi sana getirdik. Sana gerçeði getirdik. Biz özü sözü doðru olanlarýz.

Gecenin bir yerinde aileni yola çýkar. Sen de arkalarýndan onlarý izle. Hiçbiriniz geri dönüp bakmasýn. Emredildiðiniz yere kadar gidin."

Ona þu emri bir hüküm olarak ilettik:

Þunlar kökleri kesilmiþ olarak sabahla- yacaklardýr.

Nihayet Güneþ doðduðu sýrada o korkunç ses onlarý yakalayýp yok etti. O kentin üstünü altýna getirdik ve üzerleri- ne piþmiþ çamurdan taþlar yaðdýrdýk. Hiç kuþkusuz bunda iþaretlerden anlam çýkaranlar için ibretler vardýr. O kentin izleri, iþaretleri hâlâ iþleyen bir yol üze- rindedir. Ýnananlar için bunda elbette bir ibret vardýr. (15/ 63-66) (15/73-77)

Peygamber Lût, karýsý ve iki kýzý, þehir o çýldýrtýcý sesle harap olurken çoktan çok uzaklara varmýþlardý. Onlara verilen emir tek idi: Ne duyarlarsa duysunlar arkalarýna bak- mayacaklardý. Karýsý zaten bir türlü inanan- lardan olamamýþtý, þimdi bile kuþku içindey- di. Bu korkunç ses gerçek miydi yoksa büyü müydü? Dayanamadý, arkasýna baktý ve anýnda yere çakýldý. Bu Kuran'da þöyle anlatýlýr:

(12)

** Bir zamanlar biz onu ve ailesini kur

tardýk. Helâk olup batanlar arasýnda- ki yaþlý karýsý hariç. (37/134-135)

Bizim Celselerimizde bu dramatik sondan yer yer þöyle söz edilir:

** "Hani ona da söz vermiþti ya, geçkin yaþlý kadýný yola çýktýklarýnda, dönüp arkasýna bakmamaya... Hani söz verdiði halde dönüp baktý ve O'nun gücünün bir zerresini gördü de kýyametin olduðu yerde, olduðu gibi kaldý ya..."

** "Hani o zaman, o yerde, O'nun emri bildirildi de, oradakiler þaþýp sapýnca, O'nun ateþi yeri göðü yak- madý mý? Hani kurtulanlardan biri, önde giderken, emre raðmen geri dönüp bakmadý mý? Ýþte o zaman O'nun emriyle yerinden çýkmýþ olan, onu topraða çakmadý mý?"

** "Hani bir zaman o da, hayatýnýn bir süresini beraber götürdüðü kadýnýndan söz almýþtý ya, yola çýktýk- larýnda geri dönüp bakýlmayacak diye.

Ve o gün O'nun emriyle gücün bir zer- resinin kýyamet kopardýðý yerden giderlerken, söz verdiði halde kadýn, döndü de geri baktý ya.. Yedinci dönüþün bitimine kadar olduðu yerde kaldý, o zamandan bu zamana."

Bir peygamberin en yakýný, karýsý veya oðlu bile olsanýz gerçek inanç ve gerçek ahlâk sahibi olmadýkça kurtuluþa varýlama- yacaðýný Nuh Tufaný döneminde insanlar ibretle izlemiþlerdi. Yaradan'ýn bu asla deðiþmeyecek kanununun çok daha dra- matik bir sonla, Hz. Lût'un karýsý için de aynen gerçekleþtiðini görüyoruz. Üstelik aradan binlerce yýl geçtiði halde bir ibret örneði olarak þimdi bile topraða çakýlý kaldýðýný, tekâmülünün mühürlendiðini görmekteyiz. Hz. Ýbrahim ve Hz. Lût gibi iki peygamberin örnek davranýþlarýndan bile etkilenmeden, kendini ele alýp yanlýþlarýn- dan kurtulamayan bir kiþinin yeniden yaþamlarla, reenkarnasyonla tekâmül imkâný bile elinden alýnýveriyor. Bu ilâhi kanun Kuran'da açýklýkla þöyle vurgulanýr:

** Onlar orada (öte âlemde) þöyle feryat ederler: "Ey Rabbimiz, bizi çýkar da (önce) yapageldiklerimizin dýþýnda faydalý iþler yapalým."

(Allah onlarý þöyle cevaplayacak:)

"Biz size öðüt alacak olanýn, öðüt ala- caðý kadar bir süre ömür vermedik mi? Hem size peygamber de geldi. (Ar- týk) tadýn bakalým (azabý) Zalimlere yardým edecek hiç kimse yoktur.

(35/ 37)

EÞCÝNSELLÝÐE YENÝ BÝR BAKIÞ Yanlýþ terbiye gören, genetik ve hormon sisteminde farklýlýklar olan ya da Kryon bil- gilerinden okuduðumuz kadarýyla enkar- nasyonlarýnda kadýn veya erkek kimliðine

(13)

yeni bürünen kiþilerde uyumlanma güçlüðü gibi nedenlerle eþcinsellik yaþayan çok kardeþimiz var bugün aramýzda. Abart- madan, reklamýný yapmadan kendi özel dünyasýnda yaþayan kiþilere bugün daha insana yakýþýr yaklaþýmlar sergilenmektedir Batý ülkelerinde. Tek ki, yukarýdaki özellik- lerin hiçbirini taþýmayan kiþileri bile, özendirme, kendilerine benzetme gayretkeþ- liklerine girmesinler. Onlardan tek istenen bu olmalý bence.

Kadýn ve erkek iki ayrý cinsin uyum deneyimlerinden, doðal bir aile yaþamýnýn sevinçlerinden yoksun yaþamak, eþcinseller için önemli bir kayýp gerçekten. Daha da kötüsü, ülkemiz dâhil dünyanýn pek çok yerinde dýþlanmanýn, hor görülmenin, itilip kakýlmanýn zorluklarýyla dolu bir yaþam sürüyorlar. Ve bunun doðal bir sonucu olarak, savunma sistemleri onlarý topluma tepkili, hoþ olmayan davranýþlara yön- lendiriyor. Bunlarý görünce de sanki doðalarý böyle imiþ gibi yanlýþ sonuçlara varýyoruz.

Doðal bir sebep sonuç iliþkisi olduðunu düþünmüyoruz bile.

Eþcinsel yaþamýn ne kadar zorluklarla dolu olduðunu, çok ünlü bir modacý eþcinsel arkadaþým yýllar önce sabahlara kadar süren bir aile toplantýsýnda detaylarýyla anlatýnca yüreðim paramparça olmuþtu. Çünkü her âþýk olduðu genci kesinlikle bir gün kaybe- deceklerine emin olduklarýndan peþ peþe büyük acýlar yaþýyorlar. Doðaldýr ki, vakti gelince âþýk olduðu genç seçtiði bir kýzla evlenip yuva kuracak ve onu ebediyen terk edecek. Bu uzun sohbetimizde þu anýsýný da kahkahalarla anlatmýþtý. Tatil yöresindeki bir

akþam yemeðinde yeni tanýþtýðý bir býçkýn delikanlýnýn sözü dönüp dolaþtýrýp biteviye onun eþcinselliðini imâ eden alaylý sözleri üzerine:

"Ey arkadaþ kendine gel.. Evet, ben senin dediðin gibiyim. Þu sebepten veya bu sebepten. Ama ben kendi mesleðimde yük- seldim, bilgimi artýrdým ve toplumda bileðimin hakkýyla bir yere geldim. Ya senin, benim þu kýnadýðýn durumda olmamaktan baþka ne meziyetin var, söyler misin bana?!..."

Bir yakýným, özenle yetiþtirdiði, en yüksek eðitimle donattýðý 20'li yaþlarýn sonundaki oðlunun açýkça "Baba ben eþcinselim" diye- rek durumunu ortaya koyduðunda bütün bu güçlükleri düþünerek "Oðlum çok zor bir yaþamý seçtin. Ama bu hayat senin. Nasýl mutlu olacaksan öyle yaþa. Ama ben ve annen daima senin yanýnda, sana destek ola- caðýz bunu bil" diyebilmiþti sadece.

Eþcinsel yaþamýn zorluklarýný böylece gördükten sonra, baþkalarýný da ayný zorluk- lara çekmenin övülecek bir tarafý olabilir mi? Hz. Lût neredeyse sýrf bu örneði vermek ve toplumsal eþcinselliðin tehlikelerinden insanlýðý haberdar etmek için çileli bir hayat yaþamýþ gibi görünüyor. Ancak eskiden fark- lý düþünüyordum ama bireysel eþcinselliði bugün bir hastalýk gibi görmüyor "kendine özgü" bir olgu olduðuna inanýyorum. Ne var ki, yaygýnlaþmasýnýn önüne geçmek de boynumuzun borcu. 4000 yýl önceki Hz. Lût örneði tam da bugünler için ibret alýnmasý ve unutulmamasý gereken bir olgu olarak önümüzde duruyor gerçekten!..

(14)

ize bildirilenler kategorisine giren tanrýsal bilgilerle insan, gerçeði daha berrak bir þekilde görür ve hayra daha yakýn durur.

Hakiki vahiyle karþýlaþma, peygam- berlerin yaþadýðý üst düzeyde bir

tecrübedir. Üstün bir tecrübeyi yaþa- mak, her þeyden önce o tecrübeyi uygun kýlacak bir ön hazýrlýðý gerek- tirir.

Ýnsan bilgi ile yükselir. Bilgi akla yol göstererek, onun kendini gerçek-

B

Kutsal Bilgi Yolu: Vahiy

Güngör Özyiðit, Psikolog

(15)

leþtirmesini ve etkin olmasýný saðlar.

Ayrýca bilgi, yazý ile saklanabildiðin- den diðer kuþaklara bir kültür kalýtý olarak aktarýlabilir. Öylece öncekilerin öðretilmesi, düþünerek bulunan yeni bilgilerin onlara eklenmesi, zaman zaman Tanrý katýndan gülyüzlüler kanalý ve vahiy yoluyla bildirilen bil- gilerle insanlýk ilerler. Özellikle bize bildirilenler kategorisine giren Tanrýsal bilgilerle insan, gerçeði daha berrak bir þekilde görür ve hayra daha yakýn durur.

VAHÝY NEDÝR?

Tanrýsal bildirilerin peygamberle vahiy yoluyla indirilmesi, kutsal bir bilgi yolu olarak vahyin önemini ve deðerini belirtir. Yapýlan araþtýrmalar vahyin, çok geniþ bir alaný kapsadýðýný ve birçok anlamý birden içerdiðini göstermiþtir.

Sözlük anlamý olarak vahiy, gizli konuþmak, gizli ve süratli bildirmek, imâ ve iþaret etmek, fýsýldamak, seslen- mek, emretmek ve ilham gibi çeþitli anlamlara gelmektedir. Ama asýl aðýr- lýk, gizli ve süratli bildirme anlamý üzerindedir. Bütün bu anlamlarý göz önünde bulundurularak vahiy, tanrýsal olmayan ve tanrýsal olan vahiy diye ikiye ayrýlmýþtýr.

TANRISAL OLMAYAN VAHÝY Zekeriya peygamberin imâ ve iþaret anlamýnda kavmine yaptýðý vahiy buna

bir örnektir: "Zekeriya mihraptan kavminin huzuruna çýktý ve onlara sabah-akþam Allah'ý tespih etmeyi vahyetti." (Meryem Suresi 10)

Yine insan, cin ve þeytanlarýnýn gizlice söylemek ve fýsýldamak anlamýndaki vahyetmeleri, tanrýsal olmayan vahye diðer bir örnektir:

"Biz böylece insan ve cin þeytanlarýný peygamberlere düþman ettik, bunlar birbirini aldatmak için süslü ve yalan sözleri vahyederler." (En'am 112)

Ayný surenin 121. âyeti de þöyle der:

"Üzerinde Allah'ýn adý zikredilmeyeni yemeyin, çünkü fýsk yapmýþ olursunuz.

Þüphesiz þeytanlar dostlarýna sizinle mücadele etmesini vahyederler. Eðer onlara itaat ederseniz müþrik (Tanrý'ya ortak koþan) olursunuz." Buradaki vahiy kelimesi telkin ve teþvik etmek anlamýndadýr.

TANRISAL VAHÝY

Tanrýsal vahye gelince, o da kendi içinde bir kaç çeþide ayrýlýr:

1.Cansýz madde (yeryüzü) ve gökyüzü ile ilgili vahiyler: "O gün yer bütün haberlerini anlatacaktýr. Çünkü Rabbin kendisine (o þekilde) vahyet- miþtir." (Zilzal 4-5) Fussilet süresinin 12. ayetinde vahiy kelimesi yine emret- ti, buyurdu anlamýna kullanýlýr:"Her gökte ona ait emri vahyetti."Tanrýnýn cansýz maddeye vahyini doða yasalarý olarak düþünebiliriz.

(16)

2.. Canlýlardan bal arýsýna vahyini, ona doðuþtan yerleþtirilmiþ bir program veya içgüdü olarak deðerlendirebiliriz.

"Rabbin bal arýsýna daðlardan, aðaçlardan ve (insanlarýn sizin için yapacaklarý) çardaklardan evler (kovanlar) edin. Sonra meyve (ve çiçek) lerin her birinden yiyin, sonra Rabbin yolunda baðlýlýkla yürüyün diye vahyetti." (Nahl 68-69)

3.Meleklere duyurulan vahiy: "Hani Rabbin meleklere: þüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi, iman eden (o mücahitlere) sebat ilham edin. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacaðým diye vahyediyordu." (Enfâl 12)

4.Ýnsanlardan Hz. Ýsa'nýn havarile- rine ve Hz. Musa'nýn anasýna gelen vahiyler: "Hani havarilere, bana ve resûlüme iman edin diye vahyetmiþtim.

Ýman ettik, hakiki Müslüman olduðu- muza sen de þahit ol demiþlerdi."

(Maide 111) "Musa'nýn anasýna, onu emzir, ona ait bir tehlike gelince ken- disini denize býrak (boðulacaðýndan) korkma, (ayrýlýðýndan) kederlenme.

Çünkü biz onu yine sana geri döndüre- ceðiz, hem onu peygamberlerden biri de yapacaðýz diye vahyettik." (Kasas 7)

Ýlkindeki vahiy, emir ve imâ mânâsý- na, ikincideki ise ilham, rüya ve görüþ (vision) karþýlýðýnda kullanýlmýþtýr.

5.Hakiki vahiy: Gizli ve hýzlý bildiri, kutsal mesaj ve haber anlamýna

peygamberlere ulaþtýrýlan vahiydir.

Kur'an bununla ilgili olarak Hz.

Muhammed'e þöyle der: "Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyet- tiðimiz gibi, sana da vahyettik.

Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ýshak'a, Yakup'a, Yakup'un torunlarýna, Ýsa'ya, Eyyüp'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik ve Davud'a Zebûr verdik."

(Nisa 162)

Tanrý, ilke olarak insanlarla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasýndan, ya da bir elçi göndererek konuþmuþtur.

Bu da Kur'an'da açýkça bildirilir:

"Vahiy ile yahut perde arkasýndan veyahut da elçi gönderip, ona kendi izniyle dilediðini vahyetmesi suret- lerinden baþka hiçbir surette Allah'ýn konuþmasý hiç bir insana müyesser olmaz. Þüphesiz ki O çok yücedir, mut- lak bir hüküm ve hikmet sahibidir."

(Þurâ 51)

Hakiki vahiyle karþýlaþma, peygam- berlerin yaþadýðý üst düzeyde bir tecrübedir. Üstün bir tecrübeyi yaþa- mak, her þeyden önce o tecrübeyi uygun kýlacak bir ön hazýrlýðý gerek- tirir. Bu iþ için seçilen gülyüzlüler, akýl ve ahlâk güzelliði ile bunu hak ettikten ve ruhen hazýr olduktan baþka, o dünya yaþamlarýnda da düþünerek, doðruyu arayarak, ayrýlýkta olanlar için üzülüp kaygýlanarak, gönüllerini arýtýp sürekli hayrý dileyerek kendilerini zihnen de Tanrýsal gerçeklere hazýr etmiþlerdir.

Ayrýca onlar aynen çýkan sadýk rüyalar- la da melekût âleminin þartlarýna ve vahiye alýþtýrýlmýþlardýr. Günü ve saati geldiðinde melek (Cibril) uyurken veya

(17)

uyanýkken peygamberin kalbine gizlice ve görünmeksizin Tanrý'dan getirdiði bilgiyi býrakýr. Diðer þekilde melek, çeþitli biçimlere bürünür ve Tanrý iþit- tirmek istediði þeyi ses olarak herhangi bir cisimden duyurur, öylece perde arkasýndan konuþur. Ya da doðrudan Cebrail denilen bilgi meleði kendi hüviyetinde çok kanatlý heybetli bir varlýk olarak görünür veya insan þek- line girerek (Hz. Muhammed'e olduðu gibi) bilgi verir. Bütün bu söylemeye çalýþtýklarýmýzý Rehber Varlýk, üç büyük dinin üç büyük peygamberi, Hz.

Musa, Hz. Ýsa ve Hz. Muhammed için;

"Hani o üçüne ayný gelen, biliyor- sunuz ya, birinde bir alevdi iþareti, birinde bir güvercin ve birinde hani sözü geçen o melek..."diyerek Meleðin (Cibril) Musa'ya alev, Ýsa'ya güvercin ve Muhammed'e Cebrail olarak (kendi hüviyetinde veya insan þeklinde) göründüðünü belirtir. Ve yine

o üçünün insanlýðýn hayrýna bilgi almak için nasýl tek baþlarýna yol aldýk- larýný ve zorlandýklarýný da ayný celsede anlatýr; "Hani o üçünün de birbirle- rine benzer bir yönü vardý bir tek þeyde: Üçü de almak için tek baþýna yol alýrlardý, sýkýlarak, titreyerek, çýr- pýnarak..."

KUTSAL ÇABA

Onlarýn, o gülyüzlülerin ve yardým- cýlarýnýn insanüstü çabalarý, her zorluða göðüs germeleri, hiçbir karþýlýk bekle- meksizin yalnýz Tanrý rýzasý için, aldýk- larýný vermeleri yüzünden, bugün hâlâ O'nun sözleri var.

Hz. Muhammed'in 40 kadar vahiy kâtibi, bunu kutsal bir iþ edinerek, inen her âyeti harfi harfine, o zamanýn imkânlarý içinde hurma dallarýna, ince beyaz taþlara, kürek kemiklerine ve iþlenmiþ ince deri üzerine titiz bir þekilde kaydettiler. Ve bu özenli çalýþ- ma, kutsal çaba, Tûr sûresinde "Tûr daðýna ve iþlenmiþ ince deri üzerine yazýlmýþ kitaba yemin ederim" þeklinde Kur'an'a geçti. Ve okunup yaþanmak üzere tertemiz bir þekilde yarýnlara emanet edildi.

Vahyin asýl yazýlmasý gereken yer ise;

insanýn aklý ve gönlüdür. Tanrý'nýn buy- ruklarýný akýlla gönül kitabýna yazan, gönlü O'na yer olacaðýndan, O'nun yeryüzünde gönüleri, eli ve dili olur.

Öylece baþka gönüllere girmeye, orada da Yaradan için yer yapmaya yol bulur.

(18)

16

evlânâ'nýn babasý Bahaeddin Veled ile Ferideddin Attar, Niþabur'da görüþüp sohbet ediyorlardý. Bu esnada henüz çok genç neredeyse çocuk yaþta olan Mevlâna da yanlarýnda bulunuyordu. Ferideddin

Attar, çocuðu dikkatlice süzdükten sonra "Bu delikanlýda dünyayý yakacak bir ateþ var" der. Ayrýlýrlarken de: "Hey gidi koca dünya! Bir nehir, koskoca- man bir denizi önüne katmýþ gidiyor"

diyerek duygularýný dile getirir.

Mevlânâ ve Semâ

Derleyen: Nihal Gürsoy

M

(19)

Küçük yaþlarýndan beri bilgi ve anlayýþta ileri giden, bugün hâlâ düþüncelerinin ýþýðýyla dünyamýzý aydýnlatan Mevlâna'nýn tüm eserlerinde pek çok öðretici, ibret verici, yol gös- terici hikâyelerinin yanýnda zaman zaman dost meclislerinde, sohbetin dýþýnda semâ törenlerinin yapýldýðýný da görüyoruz.

Sufî Meditasyonu da denilen Semâ (Devran, Hatme) bir þey üzerinde derin ve kapsamlý bir þekilde düþünmek demektir. (Eforsuz bir düþünce hali, ruhla bütünleþme) Bir þeyin asýl gerçeðine kavuþmak amaç ve umudu ile, zihne dolan gereksiz fikirleri geri göndererek, o anda cevap beklenen sorunun açýklýða kavuþturulmasýna çalýþmaktýr. Daha da açacak olursak insanýn ruhsal varlýðýyla irtibata geçmesidir. O nedenle ayný zamanda

"iþitmek" anlamýnda "dinlemek"

anlamýnda da kullanýlýr.

Sema, sembolik olarak, kâinatýn oluþumunu, insanýn âlemde diriliþini, Yüce Yaratýcý' ya olan aþk ile harekete geçiþini ve kulluðunu idrak ederek

"Ýnsan-ý Kâmil"e doðru yöneliþini ifade eder. Semâ edenlere Semâzen adý verilmiþtir.

Semâ'ý ibadet gibi yapan Mevlânâ'nýn Þems-i Tebrizi ile tanýþtýktan sonra semâ etmeye baþladýðý söylenir. Sultan Veled'de (oðlu) Ýbtidaname isimli eserinde, Mevlânâ'nýn Þems ile

tanýþtýktan sonra semâya baþladýðýný ve Þems'den ayrýldýktan sonra, ayaklarýnda

derman kalmayýnca yerlerde dönerek semâ ettiðini, bütün þehir halkýnýn da ona uyarak semâ ettiðini yazar.

Eflâki'nin naklettiklerine göre ise hoþa giden herhangi bir þey veya güzel bir ses, anlamlý bir söz Mevlânâ'yý semâ ettirmeye kâfi gelirdi. Sokakta, pazar- da, Meram Mescidi'nde, Ilýca'da, deðir- mende, Konya meydanýnda ne zaman isterse semâ ederdi. Tasavvuf geleneði içinde baþlangýçtan beri varolagelen sema, Mevlânâ ile yaygýnlýk kazan- mýþtýr. Mevlânâ'nýn kendi baþýna yap- týðý semânýn dýþýnda toplu olarak yapýlan semâ törenlerine de sýklýkla katýldýðý görülmektedir. Semâ ederken topluluða arkasýný dönmeyi saygýsýzlýk olarak kabul ederdi. Zaman zaman semâ halinde þiirler okur, altýn daðýtýr, fetva isteyene fetva verirdi.

Gerek Mevlânâ'nýn gerekse

Mevlevî'lerin semâ ayinleri için þöyle bir deðerlendirme yapmak mümkündür.

Derviþler ruhsal enerjilerini birleþti- rerek semâ tekniði sayesinde transa giriyorlar topluca manyetik bir çekim alaný oluþturuyorlardý. Ortaya çýkan bu yüksek enerji, içsel coþkuyu artýrarak kabuklarýn kýrýlmasýna ve açýlmasýna yol açýyor, kendi ruhsal varlýklarýyla, dolayýsýyla bütünle birleþmelerine, farkýndalýklarýnýn artmasýna neden oluyordu. Elbette bu ortak enerjiden herkes kendi ruhsal kabý ölçüsünde alýyordu. Derviþlerin semâ törenlerine katýlmadan önce hem semâ tekniðine alýþtýrýlmalarý hem de bilgiyle donatýl- malarý gerekiyordu.

(20)

Tabiidir ki ruhun kabuklarýný kýran, onu besleyip büyüten en önemli araç doðru yaþama bilgileridir. Ýnsan yaþamýna yön veren, yaþamýn asýl amacýna hizmet eden bilgilere sevgiyle baðlanmak ve onlarý uygulamak kiþinin geliþimini ve ruhsal büyümesini hýz- landýran en önemli faktördür. Ýlâhi kay- naklý tüm öðretiler, dinler, kadim bil- giler deðiþen ve geliþen insanýn ihti- yacýna göre bu görevi üstlenirler. Bu, Tanrýsal bir yardým, bir el uzatmadýr insana. Çünkü insan, varlýðýnýn sýnýrlarý nedeniyle bilgi ve sezgi aracýlýðýyla belli bir yere kadar gidebilir. Temel gerçekler hiçbir zaman deðiþmemiþtir.

Ancak insan geliþtikçe aklý ve tecrü- beleri arttýkça O'nun gerçeklerine daha çok nüfuz edebilir. Bu nedenledir ki dinler ve ilâhi yol göstermeler özünde ayný olmakla birlikte, insanlýðýn evri- mine yol gösterecek mahiyette yeni bil- gileri de içerirler. O nedenledir ki Mevlâna; "Dünle beraber gitti can- caðýzým, ne kadar söz varsa düne ait.

Þimdi yeni þeyler söylemek lâzým"

diyerek bu gerçeði dile getirmiþtir.

Mevlâna semâ ile dönmesini de bir rubaisinde þöyle deðerlendiriyor.

"Bu dönüþü ben kendi canýmdan öðrendim. Beden kalýba girmeden önce can âle- minde böyle dönerdim. Bana sabýr ve sükûn daha uygundur diyorlar. Ben bu sabrý da sükûnu da size baðýþladým."

(Rubailer 903) Semâ halindeki coþkusunu görenlerin: "Aman efendim biraz yavaþ olsanýz" uyarýlarýna ise þöyle cevap vermektedir:

"Deliliðe aþýðým, akýllýlýða usluluða doydum" (573)

Semâ yaparken giyilen siyah hýrka;

kabir topraðýna, beyaz giysi saflýða ve kefene, baþa takýlan baþlýk ise Allah'ýn birliðine (tevhid) ve nefsin mezar taþý- na iþaret eder. Mevlânâ sað el göðe doðru, baþ saða doðru yatmýþ vaziyette, sol el aþaðýya yere doðru yapýlan semanýn kendisi için "Allahtan alýrým, halka daðýtýrým" anlamýna geldiðini söylemiþtir. Yazar Muammer Saðlam'ýn bu konudaki araþtýrmalarý ve semâ hakkýndaki yorumu oldukça detaylýdýr:

"Mevlevi semâsýndaki duruþun anlamý ve gayesi, vecd ile baþlar. Vecd hali ise bedendeki manyetik alanýn þiddetini artýrýr, çekim güçlenir. Kozmikten gelen akýþlar hýzla bedene dolmak ister.

Bu akýþýn normal giriþ kapýsý ise býngýl- daktýr. Çýkýlmasý gereken seviyeye ulaþabilmek için, evrensel sistem gereði, hem dönmek hem de devinmek gerekir. Bedendeki enerji akýþ yönü ise saðdan sola doðrudur. Bu sebeple sað kol omuz hizasýndan biraz yukarýda, avuç içi evrene dönük, parmaklar açýk, akýþý kontrol edip baþa indirirken, baþýn hafifçe saða yatýk olmasý da akýþýn býngýldaða, yönelmesine yardým içindir.

Sol kol omuzdan aþaðý tutularak avuç yere dönük, parmaklar yine açýk ve serbest, yerden gelecek ters yönlü

(21)

akýþlarý idare eder. Tennüre'nin (giyilen elbise) beyaz saf veya beyaz ipek olmasý ve dönerken daire þeklinde açýlacak biçimde dikilmesi de yine yer- den gelecek ters yönlü akýþlarýn engel- lenmesi içindir. Kumaþýn cinsi, rengi ve modeli önemlidir."

Semâzenlere, neyzen, kudümzeri, ayinhan ve naat hanlar gibi musiki erkâný eþlik eder. Sýralarýna göre yer- lerini alýrlar Semâ ayinlerinde müzikle eþlik edenlere mutrib denilir. Mutribin önünde semâ meydaný, onun da tam karþýsýnda þeyh postu vardýr. Postun ucunda semâhanenin ortasýna kadar uzandýðý varsayýlan çizgiye ise (hatt-ý istiva) denir. Bu gerçeðe ulaþan, Vahdete giden en kýsa yol olarak kabul edilir. Bu çizgi asla çiðnenmez. Post en

büyük manevi makamdýr ve kýrmýzý renklidir.

Semâzenler hem kendi etraflarýnda dönerler, hem de meydaný devrederler.

Týpký, gezegenlerin, yýldýzlarýn ve dünyanýn, Güneþ'in cazibesiyle hem kendi etrafýnda, hem de Güneþ'in etrafýnda döndükleri gibi… Semâ bütün âlemlerin Güneþ'i Allah'ýn huzu- runda bir devr-i âlemdir.

Esasen semâ, gerçek varlýða

ulaþtýran, insaný kendinden geçiren bir cezbe vasýtasý, kendinden geçen kiþinin can sarhoþluðudur. Mevlâna'mýzýn ifadesiyle: "Semâ, aþka kavuþmak, buluþmak sultanlýðý için, perdeleri kaldýrýp içeriye girmek devleti için, can elbisesidir."

(22)

"Joe Tiralosi, New York þehrinde, Manhattan'da arabasýný yýka- ma ünitesinden geçirdikten hemen sonra, kendisini tuhaf bir þe- kilde kötü hissetti. Midesi bulanýyordu ve kendi kendisinin yanýnda duruyormuþ gibi bir hisse kapýlmýþtý. Kendisi ünlü bir borsacýnýn þoförü olarak çalýþýyordu ve o anda, 2009 yýlýnýn sýcak bir Aðustos günü akþamýnda, o günkü vardiyasýnýn bittiðine memnun olarak, arabasýný evinin bulunduðu Brooklyn yönüne sürmüþtü. Oto kli- masý sonuna kadar açýktý ama Tiralosi ter içindeydi. Aslýnda paniðe meyli olmayan, gerçekçi bir insandý ama bir zaman sonra artýk tahammül edemedi ve arabayý kenara çekip, karýsýna telefon etti. Karýsý ona, arabayý derhal bir hastaneye sürmesini söyledi.

Ama Tiralosi, otosunu bir sonraki kavþaða kadar bile götüreme- di. Direksiyona yýðýlýp kalmýþtý. Bir þeyler olduðunu anlayan karýsý, derhal Tiralosi'nin iþ arkadaþý olan bir diðer þoföre telefon ederek, arabanýn yerini bildirdi. Olay yerine yetiþen bu iþ arkadaþý Tiralosi'yi derhal Presbyterian Hastanesine kaldýrdý. Hastaneye vardýðýnda bilinci hâlâ yerinde olan Tiralosi, kendisini karþýlayan hemþireye durumunu anlatmayý denedi ama daha cümlesini

tamamlayamadan kendinden geçti. Kalbi o anda duruvermiþti. Ve Tiralosi o anda öldü."

Ölüm, Týp Dünyasý ve Ölüm Ötesi

Ölüm Bir Son Mu?

Derleyen ve Çeviren: Zühal Voigt

(23)

Bu satýrlar, uzun yýllar New York'un çeþitli hastanelerinde çalýþmýþ ve sonuçta "Reanimation" (Diriltme, yeniden canlandýrma) konusunda, dünya çapýnda üne kavuþmuþ kardiolog Dr. Sam Parnia'nýn Ýngilizce adýyla

"Erasing Death" (Ölümü Silmek, Ortadan Kaldýrmak) Almanca baþlýðýy- la " Der Tod muss nicht das Ende sein"

(Ölümün Bir Son Olmasý Gerekmez) isimli, 2013 senesi baþlarýnda yayýnlan- mýþ son kitabýnýn giriþ bölümünden.

Yani kitapta bahsedilen konular dünyadaki en son araþtýrmalarý akset- tiriyor. Dr. Sam Parnia, þimdilerde New York Stony Brook Devlet Hastanesinde

"Reanimation Araþtýrmalarý" bölümü yöneticisi olarak çalýþýyor. Uzman haline geldiði konuya olan ilgisi ise, çocukluk yýllarýnda dokuz yaþýndayken baþlamýþ. O yýllarda 47 yaþýnda olan babasý nörolojik bir hastalýk dolayýsýyla tekerlekli iskemleye mahkûm kalmýþ ve gitgide kötüleþerek, çevresi ile iliþki bile kuramayacak durumda, kimseyi tanýmadan, sadece yatakta, yaþayan bir ölü gibi geçirdiði 17 yýldan sonra dünyadan ayrýlmýþ. Parnia, çocukluðu ve gençliði boyunca, yalnýzca yataktaki hareketsiz bir beden olarak algýladýðý, konuþamadýðý, nasýl olduðunu sora- madýðý babasýnýn kiþiliðinin,

hatýralarýnýn, onu o insan yapan özel- liklerin nereye gittiðini düþünmüþ ve sonuçta doktor olup, bu þekilde hasta- lanan baþka insanlarýn beyinlerini kur- tarmak için çalýþmaya karar vermiþ.

Beyin üzerindeki çalýþmalarý onu zamanla, ani kalp durmasýyla ölen kiþi- lerin beyinlerinde meydana gelen

zararlarla karþý karþýya getirmiþ ve böyle durumlarda beynin zarar görmesini önleyebilmek konusuyla uðraþýrken de, kendisini ölüm

konusunu araþtýrýrken bulmuþ. Dr. Sam Parnia bir yandan, aniden kalp dur- masýna uðrayan insanlarýn, en iyi þe- kilde hangi þartlar altýnda yaþama geri döndürülebileceði konusunda uðraþ verirken, öte yandan da týbben ölmüþ olduðu kabul edilen insanlarýn bilinç- lerinin, yaþama geri döndürme çabalarý esnasýnda nerede kaldýðýný araþtýrýyor.

Ve bunu yaparken de, konunun doðasý icabý, ölümötesi deneyi yaþayan insan- larla karþýlaþýyor ve bu da onu, ölümün ne demek olduðu ve insan bilincinin baþýna, ölüm ötesinde ne geldiði, insan bilincinin ya da kiþiliðinin veya insaný insan yapan ruhsal özelliklerin, ölümün gerçekleþtiði andan itibaren ne halde olduðu, nereye gittiði sorularýyla karþý karþýya getiriyor. Bu sorularýn cevap- larýný aramak için , ABD'de ve Avrupa'nýn bazý ülkelerinde yüzlerce doktorun ve bilim adamýnýn katýldýðý

"AWARE" isimli dünya çapýnda bir çalýþma baþlatýyor. AWARE araþtýr- malarýnýn hedefi, birçok hastanede kalp durmasý nedeniyle ölüm ötesi olayý yaþayan hastalarýn deneyimlerini bilim- sel bir þekilde toplamak ve yayýnlamak.

Bu çalýþmalarýn sonuçlarý, çalýþmalar halâ devam ettiðinden, bugüne kadar henüz tam olarak toplanýp deðerlen- dirilmemiþ durumda.

Dr. Parnia'nýn araþtýrdýðý ve deðindiði konular çok geniþ kapsamlý ve týp tari- hinde yepyeni bir görüþ açýsý, yepyeni

(24)

bir yol ve yepyeni bir araþtýrma alaný ortaya koyuyor. Bu yazýda ve belki de sonrasýnda, bu çalýþmalarýn ortaya koy- duðu en son gerçekleri, bu konularda atýlmýþ en yeni adýmlarý, týp dünyasýnýn konuya karþý takýndýðý çeþitli tavýrlarý ve belki de gelecekte þekil alacak bir bilim dalýnýn ilk adýmlarýný sizlere aktarmaya çalýþacaðýz.

Yaþama Dönüþ

Yazýnýn giriþinde sözünü ettiðimiz Joe Tiralosi'nin kaldýrýldýðý hastanede tesadüfen, reanimasyon (diriltme) bölümünde çok tecrübeli doktor ve hemþireler ve en son teknikle çalýþan makineler mevcut. Tiralosi'ye derhal aletlerle göðüs kompresyonlarý ve elek- trik þoklar tatbik ediliyor. Ve dakikalar akýyor. On dakika, on beþ dakika, yarým saat, kýrk dakika. Tiralosi'nin kalbi cevap vermiyor. O günlerde, en fazla on dakikalýk bir oksijen yokluðu- nun, beynin hücrelerini öldürmeye baþladýðý ve bu durumda kiþi yaþama döndürülse bile, beyni artýk normal çalýþamayacaðýndan, artýk içi boþ bir kýlýf halinde yani zihinsel faaliyetleri olmadan yaþayabileceði bilinmekte týp dünyasýnda. Bu bilgiye raðmen, reani- masyon uzmanlarý, onu yaþama döndürme çabalarýna devam ediyorlar.

Ve tam kýrk beþinci dakikada, 4500 Toraks kompresyonu ve sayýsýz adrena- lin iðnesinden sonra, Tiralosi'nin kalbi birden titremeye baþlýyor. Sevinç çýðlýðý atan doktorlar onu derhal kalp kateter ünitesine naklediyorlar. Þimdi de kalbi durduran asýl sebebi bulmaya

çalýþmalarý gerek. Çünkü o sebebi bulup ortadan kaldýramazlarsa, hasta yeniden ölecek. Orada bir kere daha duran kalbi, bir kere daha çalýþtýrdýktan sonra, kasýktan damara soktuklarý sonda ile kalbe ulaþan doktorlar, Tiralosi'nin kalbi besleyen atardamar- larýndaki týkanýklýklarý keþfediyorlar.

Balonlarla bu yollarý açarak stentler takýyorlar ve böylece hasta yaþama geri dönüyor. Hem de bir zaman sonra, has- taneden çýkarak, hiç bir þey olmamýþ gibi normal yaþamýna dönüyor, iþini yapmaya devam ediyor ve ailesiyle sürdürdüðü mutlu günlerine kavuþuyor.

Kýrk beþ dakika boyunca oksijensiz kalmýþ olan beyninin hiçbir hasar görmeden, onu felçli, yatalak veya bilinçsiz yapmadan normal yaþamýna döndürmesindeki sýr ise, o hastanede kullanýlan bir metod. Hastaneye getiril- diði andan itibaren Tiralosi'nin bedeni 24 saat boyunca, Arctic Sun isimli özel bir gereç yardýmýyla soðutuluyor.

Böylece, "Hypothermie" adý verilen bu metodla, normalin çok altýnda bir ýsý derecesine getirilmiþ olan bir bedende- ki, beyin dâhil tüm organlar, ölme sürecini yavaþlatýyor ve esaslý bir zarar görmeden uzun bir süre tekrar yaþama dönmeye hazýr halde bekleyebiliyorlar.

Dr. Sam Parnia, Tiralosi'nin, kalbi duran hastalarý yaþama döndürme ko- nusunda tecrübesi ve gerekli gereçleri de olan bir hastaneye rastlamasý ile ne kadar þanslý olduðunun altýný çizdikten sonra, böyle bir ani kalp durmasý veya kalp krizi yaþayan her hastanýn maale- sef ayný derecede þanslý olmadýðýný ve

(25)

soðutma olmadan yapýlan kýsa süreli kalp masajlarýnýn ve ilaç takviyelerinin ya sonuç vermediðini veya verse bile hastalarý yaþama, beyni zedelenmiþ, sakat insanlar halinde geri döndürdüðü gerçeðini ifade ediyor.

Tiralosi olayý ama bu kadarla da bit- miyor. Tiralosi ölü olarak geçirdiði kýrk beþ dakikalýk süre içerisinde bir de ölüm ötesi deneyimi yaþamýþtýr. Bu konuya daha sonra döneceðiz.

Tarihten Bugüne Reanimasyon Canlýnýn ölümü, özellikle de insanýn ölümü, tarihin baþlangýçlarýndan bu yana insanoðlunun bir türlü kabul edip sindiremediði acý bir gerçek olarak günümüze kadar süregelmiþtir. Bu yüz- den de insan sürekli ölüme çare aramýþ, ölenleri geri getirebilmek için de çeþitli yollar denemiþtir. Bunlar arasýnda, ölen kiþiyi sýcak tutmak, sýcak suya veya sýcak küle, hattâ sýcak dýþký içine yatýr- mak, bazý bölgelerde ölen kiþinin bede- nine anüsten duman püskürtmek, nefes almasýný temin etmek için boðazýný kuþ tüyleriyle gýdýklamak gibi, naif ve bir o kadar da etkisiz metodlar da var.

Etkili olmuþ ve oldukça bilimsel ilk metoda Amsterdam'da rastlýyoruz. On sekizinci yüzyýlda, Amsterdam'ýn nüfusu arttýðýnda, þehrin güzel ve romantik kanallarýna düþüp boðulan insanlarýn sayýsý da þiddetli bir artýþ gösteriyor. Þehir yöneticileri bir yandan kanal kenarlarýnda emniyet tedbirleri almaya çalýþýrken, kanala düþmelerin

tamamen engellenememesi üzerine, düþüp boðulanlarý kurtarmanýn çareleri- ni aramaya baþlýyor. Bunun için de, bugünkü modern yapay solunum gerecinin dedesi olabilecek basit bir körük kullanýlýyor. O yýllarda kurulan Amsterdam Hayat Kurtarma Derneði, kanallar boyunca belirli yerlere, bugün örneðin hava alanlarýnda bulundurulan defibrilatörler (kalp masajý yapan gereç) gibi, bu körüklerden yerleþtiri- yor. Gerçekten de bu körükler kul- lanýlarak, dört yýl içinde yüz elliden fazla insan yaþama döndürülebiliyor.

O zamanlarda, kýyýlardan uzakta yaþayan insanlar da, aniden ölen insan- larý göðüs kýsmý aþaðýya gelecek þekil- de bir fýçýya baðlýyorlar ve fýçýyý saða sola döndürüyorlar veya ölüyü bir atýn sýrtýna ayný þekilde baðlayarak atý týrýs yürüyüþüne geçiriyorlar. Bunlar her iki durumda da, göðüs kafesine etki edil- mesi gerektiðinin, insanlarca kavranmýþ olduðunu gösteren metodlar. Derken 1949'da, Ýngiliz doktor H.R.Silvester, sonradan "Silvester" metodu adýyla yaygýnlaþan, kiþinin kollarýný kaldýraç gibi kullanarak ciðerlere hava giriþ çýkýþýnýn saðlanmasý metodunu bulur.

Yirminci yüzyýlýn baþlarýnda ise, kalp masajý ortaya çýkýyor. Bunu yapmak için doktorlar göðüs kafesini açarak, doðrudan kalbe masaj yapýyorlar ama bu metod da, birçok tehlikeyi içinde barýndýrdýðýndan sýk kullanýlmýyor.

Bundan sonra 1949'da James Elam adlý bir anestezi uzmaný, aðýzdan aðýza yapýlan suni solunumu keþfediyor. Ama

(26)

ancak 1960'larda doktorlar ve bilim adamlarý, ölen birini yaþama

döndürmek için bu iki unsurun; yani kalbe yapýlan kompreslerle, aðýzdan hava verilmesinin birlikte yapýlmasýnýn baþarýya ulaþtýrdýðýný anladýlar. Daha sonralarý, kalbi yeniden çalýþtýrmak için elektrik verilmesi de devreye girdi- ðinde, bugünkü modern kalp ve ciðer çalýþtýrýlmasý kavramý bulunmuþ oldu.

Bunun yanýnda normal bir tansiyon yaratmak için bazý ilaçlar da verildi.

Kalbi aniden duran bir hastaya, bir- biriyle baðlantýlý olarak tatbik edilen bu unsurlar bugün tüm dünyada "hayat kurtaran acil tedbirler" olarak biliniyor.

Ve bu yeni geliþmeler, týp dünyasýna yepyeni bir þey öðretmiþ oldu: Ölümün geri çevrilebileceðini, ölen kiþinin tekrar yaþama dönebileceðini. Yalnýz bu, artýk ani kalp durmasýyla ölen her kiþinin geri döndürüleceði anlamýna gelmiyordu. Bu eylemin baþarýya ulaþabilmesi için pek çok þeyin bir- biriyle koordine edilmesi gerekiyordu ve geri döndürme çabasýnýn baþýndan sonuna kadar, hastayla ilgili olan bütün kiþiler ve yaptýklarýnýn kurduðu zin- cirin bir noktasýnda bir hata olduðu takdirde, hastayý yaþama kazandýr- manýn mümkün olmadýðý görülüyordu.

Örneðin kiþi, hayat kurtaran tedbirler baþlatýlýncaya kadar on dakikadan fazla ölü kalmýþsa, cankurtaran geç gelmiþse, hastaneye kaldýrýlmasý gecikmiþse, kalbin çalýþtýrýlmasý mümkün olsa dahi, hasta takip eden saatlerde veya gün- lerde tekrar ölüyor ve yeniden geri getirilmesi mümkün olmuyordu.

Böylelikle hastalarýn yüzde ellisinin

kalbi yeniden çalýþtýrýlsa bile, bunlar- dan ancak yüzde on beþinin, yaþayan biri olarak hastaneden çýkýp gidebildiði istatistiklerden anlaþýlýyordu.

Yapýlan araþtýrmalarda, kalbin dur- masý nedeniyle oksijen gitmeyen tüm organlara, daha sonra fazla miktarda oksijen gönderildiðinde, bu oksijenin bir çeþit zehir etkisi yaptýðý tespit edil- miþti. Bu oksijen miktarýnýn bir þekilde ayarlanmasý gerekiyordu. Ayný þekilde, ciðerlere çok fazla miktarda hava veril- mesi de, "Airtrapping" denen, havanýn göðüs kafesinde sýkýþýp kalmasýna ve kalbe baský yaparak kan ulaþýmýnýn engellenmesine yol açýyordu. Ayrýca kalp durmasýyla baþlayan hücre ölüm- leri esnasýnda bedene hücrelerden çok miktarda kimyasal elementler gönderil- diði ve bunun da bir Tsunami þeklinde tüm bedende iltihaplara yol açtýðý fark edilmiþti. Evet, ölen bir insanýn kalbi yeniden çalýþtýrýlarak kiþi hayata döndürülebilmekteydi ama hayatta kalabilmesi için daha pek çok engelin aþýlmasý ve her þeyden önce bu tedbir- lerin, kalbi duran, kalp krizi geçiren her insana, dünyanýn her yerinde, her hastanede baþarýyla tatbik edilebilmesi için, tabiri caizse, daha kýrk fýrýn ekmek yenilmesi gerekiyordu.

Dr. Parnia, bugünkü durumda ABD ve Avrupa içinde bile, herkesin ayný þansa sahip bulunmadýðýný ifade ediyor.

Teknolojinin geliþmiþ olduðu

Güneydoðu Asya ülkeleri, Japonya da bu konuda daha iyi durumdalar ama tüm dünya düþünülecek olursa, böyle

(27)

bir hedef daha çok çok uzaklarda görünüyor.

Neden Ölüyoruz?

Dr. Parnia, çeþitli ölüm sebeplerinin kat ettikleri ölüme giden yolun son kýs- mýnýn hemen hemen ayni olduðunu ve sonuçta týbbi bir þok durumu hali arz ettiklerini söylüyor. Bunun karakteris- tiði ise, organlarýn oksijensiz kalmasý, neticesi ise kalbin durmasý. Þiddetli kanamalar, kanser, enfeksiyonlar, zehirlenmeler veya kalp sekteleri gibi birbirinden farklý sebepler, giderilme- dikleri takdirde bedende bir þok duru- mu yaratýyorlar ve bu durum son- landýrýlamazsa, neticede tüm önemli organlar çalýþmalarýný durduruyor.

Bedeni, ölümle sonuçlanabilecek olan þok durumuna, þu dört asýl fiz- yolojik süreç götürüyor:

1.Beden sistemimizde yeterinde kan olmazsa. Bu örneðin bir kurþun yarasý veya herhangi bir baþka sebepten fazla kan kaybý neticesinde oluþuyor. Bu durumda kalp normal ve muntazam çalýþsa bile, sistemde yeterinde kan olmadýðýndan organlar oksijensiz kalýyorlar.

2.Kalbimiz bedenimize kan pompa- lamayý, örneðin bir kalp krizi yüzünden veya herhangi bir sebepten býrakýrsa.

3.Kan damarlarýmýz herhangi bir sebepten dolayý aðýr bir enfeksiyona uðrar ve çok geniþlerse. Böylece kan

dolaþýmýmýzýn mekaniði deðiþip, kan merkezi bölgelerden, el ve ayak böl- gelerine çekilir ve dolaþým kýsýtlanýrsa.

4.Ana damarlarýmýzdan birinde her- hangi bir engel yolu týkayýp, normal kan akýþýný engellerse.

Bu þok durumlarý vaktinde tedavi edilip ortadan kaldýrýlmazsa, er veya geç kalp durmasýna yol açýyorlar.

Kalbin durmasý ise, anýnda ölmemizi saðlayan tek olgu. Diðer bütün organ- larýn hastalanmasý veya faaliyetlerini durdurmasý, aðýr hastalýklara yol açý- yor, tedavi edilemezse, ölüme gidebili- yor, örneðin beynin zarar görmesi bizi komaya sokuyor ama bizi faaliyetini durdurduðu anda doðrudan öldürebilen tek organ, kalbimiz. Ama 60'lý yýllar- dan beri yapýlan çalýþmalarýn kazancý olarak, onu tekrar çalýþtýrabilerek, yaþa- ma tekrar dönebilmemiz, her þey doðru yapýlýrsa, þimdi artýk imkân dâhilinde.

Gelecek sayýda, "ölüm" kavramýna yeni bir ýþýk altýnda bakarak; yeni edinilmiþ bilgilere göre, ölümün ne zaman gerçekleþtiði, ne zamana veya hangi duruma kadar tersine çevrilebilir, iptal edilebilir olabileceði, týbbýn bugüne kadar aldýðý ve alamadýðý yol- larý ve organ nakli, yaþamý sürdüren gereçlerin durdurulmasý gibi etik konu- larý irdelemeye çalýþacaðýz.

Alýntýlar:

"Der Tod muss nicht das Ende sein"

Dr. Med. Sam Parnia

(28)

Kadýnýn Bitmeyen Çilesi

RomaUygarlýðýnda Kadýnlar - 2

Yalçýn Kaya

oma, Ý.Ö. 215 krizini atlattý. 14 yýl sonra savaþ sona erdi.

Ancak, Oppia Yasasýnýn yürür- lükten kaldýrýlmasý daha altý yýl alarak Ý.Ö. 195'i buldu. Kimi tutucu senatörler yasanýn yürür-

lükte kalmasýný istiyordu. Tartýþmalar gün- lerce sürdü. Eylem baþarýsýzlýða uðrayacak gibi görünüyor, kadýnlar giderek çileden çýkýyorlardý. Evli kadýný artýk ne hatýr evde tutabiliyordu, ne namus ne de kocasýnýn buyruðu... Roma'nýn tüm sokaklarýný ve foru- ma giden tüm yollarý kuþattýlar. Kadýn kala- balýklarý her gün daha büyüdü; taþradan da kadýnlar kente akýn etmeye baþladý.

Kadýnlarýn, bu yasanýn kaldýrýlmasýna karþý duran Tribinuslar'ýn bürolarýna saldýrmalarýyla iþ çýðýrýndan çýktý. Tribunuslar'dan Lucius Valerius, Roma evliliðine iliþkin bu tüyler ürpertici görüþe katýlmýyordu. Cato, yasanýn kaldýrýlmasý durumunda erkeklerin kadýnlarý zapt edemeyeceðini söylemiþti. Cato'ya karþý çýkan Valerius, "Hiç de deðil." diye yanýtladý.

Valerius'un kadýnlarý koruyan bu tutumunun tonu, Cato'nun dürüst baðnazlýðýna oranla

R

(29)

aslýnda kadýnlarý daha çok aþaðýlýyor olsa da, Oppia Yasasý yürürlükten kaldýrýldý. Ancak uzun vadede haklý çýkan Cato oldu.

Modanýn göstergesi, kumaþ ve süslemeler- di. Sur'dan gelme pahalý boyalar, kolyeler, broþlar, yüzükler, aðýr altýn bilezikler;

Hindistan'dan gelme pamuklular, taçlar o zamanlarýn moda dünyasýnýn deðiþmezleriydi.

Asya'nýn uzak ülkelerinden getirtilmiþ ve arazili mülklerden daha yüksek deðerde taþlarla süslü küpeler; Çin'den gelme, tam anlamýyla aðýrlýðýnca altýn deðerinde olan en iyi cins ipekten yapýlma giysileri de listeye ekleyelim....

Önemli olan bunlardý. Antik Helen'de olduðu gibi, bilinen dünyanýn geniþlemesi, Roma'ya baþlangýçta para ve lüks getirdi ama bu akýþ zamanla tersine döndü. Birinci yüz yýla gelindiðinde, Plinius'un tahminlerine göre, Roma'nýn Asya ile ticareti, günümüz deðeriyle yýlda 40 milyon dolar düzeyinde açýk vermekteydi. Bu açýk günümüz ölçüleri- ne göre son derece düþük olsa da, antik dün- ya için çok önemli bir tutardý. Roma'nýn cum- huriyet döneminde Akdeniz, Galya, Ýspanya ve Batý Asya'daki fetihlerinden bir yýlda getirdiði ganimetin dört ya da beþ katýydý.

Asya'dan ve Afrika'nýn doðu kýyýsýndan Roma dünyasýna ithal edilen mallarýn neredeyse yarýsýný baharat oluþturmaktaydý.

Roma'nýn beþ temel lüksünden diðer dördü ise, Çin'den gelen ipek, Afrika'dan gelen fildiþi, Arabistan'dan gelen tütsü ve Germen ülkelerinden gelen kehribar idi.

Ne yazýk ki, diðer ülkelerin bunlarýn karþýlýðýnda Roma'dan aldýklarýnýn sayýsý pek azdý. Çin'deki Lo-Yang'dan gelip Romalý tüc- car ya da aracýlarla Orta Asya'nýn tenhalýk-

larýnda, Pamirlerin kuzeylerinde ünlü Taþ Kule'de buluþan kervanlar, narin ipekliler ile egzotik baharatlarýn karþýlýðýnda az miktarda Roma camý, çömlek, amyant, giysi, mercan boncuk, oymalý mücevherler ve üzüm þarabý, yüksek tutarlarda altýn ve gümüþ alýyorlardý.

Denge bir süre gayet iyi iþledi; Çinliler gümüþü, Romalýlar altýný yeðliyordu.

Zamanla deðerli maden kýtlýðý doðdu. Helen yarýmadasýndaki devasa gümüþ madenleri tükendi; 3. yüzyýla girilirken, Roma'nýn öz kaynaklarý artýk tükenmek üzereydi. Roma parasý, önceleri yavaþça ve sonra hýzla deðer yitirmeye baþladý. Sonunda, tüm ekonomi tökezlemeye yüz tuttu.

Akademisyenler, Roma Ýmparatorluðu'nun çöküþünde etkili olan çeþitli politik, toplum- sal, askerî ve ekonomik nedenler arasýndan birine diðerlerine oranla "en önemlisi" diye- memiþtir. Ancak savurganlýðýn da -özellikle kadýnlarýn savurganlýðýnýn- önemli bir yan etmen olduðuna kuþku duyulamaz.

Üst sýnýflardan Romalý kadýnlar antik dünyada ender görülen bir özgürlüðe sahip olacak konumdaydý. Ancak bu özgürlüðün onlara bir yararý yoktu. Pek çok þeyi yap- malarýna izin veriliyordu; yapýcý bir þey olmadýðý sürece...

Yasal bakýmdan kýsýtlý olmalarý ve toplum- sal baský sonucunda, çevrelerine, içerisinde neredeyse istedikleri gibi düþünüp hareket edebilecekleri bir tür entelektüel karantina kordonu çekiliyordu. Diðerlerini etkileyip erkek alanýna girmeyi, hattâ düþünülemeye- cek bir þeyi yapýp Roma'nýn siyasal ve imparatorluk politikalarýný etkilemeyi denediklerinde, bu kordonu aþamýyorlardý.

Bu nedenle de kendilerini, para harcayarak,

(30)

kocalarý deðil, âþýklarý için güzelleþerek, dine sarýlarak ya da boþanma davasý açarak tatmin ediyorlardý. Ünlü Romalý düþünür Seneca, 1.

yüzyýlda kimi çaðdaþlarýný, "çok çaba harca- yarak hiçbir þey yapmama sanatýnda uzman- laþmýþ" olmakla eleþtirmiþti.

Bu, hiç kuþkusuz, kadýnlarýn günlerini geçirme þekillerinin iyi bir tanýmýydý.

Erkeðin yapmasý gereken tek þey, þafaktan önce kalkýp sandaletlerini ayaðýna geçirmek - yatmadan önce çýkardýðý tek giysi oydu- sadece Romalýlara özgü olan togasýný üzerine almak ve bir kupa su içmekti. Artýk dünya ile karþýlaþmaya hazýrdý. Sonradan belki traþ olmak için berbere gidebilir, öðleden sonrayý da hamamda geçirirdi.

Karýsý ise istediði saatte kendi yatak odasýn- da kalkar, -ancak en bayaðý kadýnlar

kocalarýyla ayný yatak odasýný paylaþýrdý-, ter- liklerini giyer, uyurken giydiði kuþaðýn, göðüs baðýnýn ve tuniðin üstüne iç gömleðini geçirir, o da bir kupa su içer ve dünya ile deðil, ayna ile hizmetçileriyle ve sayýsýz kozmetik kavanozuyla karþýlaþmaya hazýr hale gelirdi.

Kayýtlý tarihin büyük bölümü boyunca kadýnlar ve erkekler, doðanýn verdiðini düzeltmek(!) için ellerinden geleni yapmaya çalýþmýþlardýr. Daha Sümer çaðlarýnda göz- lerini büyütmek için çevresine "sürme" çek- miþ ve kýzýlboyalarla yanaklarýný renklen- dirmiþlerdi. Aristophanes'in dediðine göre;

Atinalý kadýnlar, rimel olarak antimon cevheri, yüz pudrasý olarak kýrmýzý boya, gözaltlarýný gölgelemek için de beyaz kurþun, yosun boyasý ve yüz kremi kullanýrdý. Bu karýþýmlarýn çoðu, ne yazýk ki suya dayanýklý deðildi. Helenli ozan Eubulos, hinlik ederek:

"Yazýn dýþarý çýktýðýnýzda, gözlerinizden iki kara derecik akar; yanaklarýnýzdan akan ter allýk damlalarýný boynunuýza dek taþýr ve alnýnýzdaki pudradan saçýnýz bembeyaz olur!"

demiþti.

Helen kadýnlarýnýn giydiði, peplos ve chiton denen giysiler bedene yapýþýrdý. Kemerleri vardý ve kimi zaman belde toplanýrdý. Bu nedenle Helenler, "korse" konusunda önemli ilerleme göstermiþti. Günümüzdeki gibi bilimsel olarak yapýlandýrýlmýþ olmasa da, yeterince iþe yarayan yarým sütyeni icat etmiþlerdi. Kuþaklarý da vardý. Bunlarý daha

çok hamile olduðunu gizle- mek isteyen hetairalar takardý. Romalý kadýnýn ise, stoa adý verilen, daha bol ve hatlarýný gizleyen bir giysisi vardý; daha ince ipeklilere parasý yetenler ve mutlaka gelecek olan eleþtiri yaðmu- runu göz ardý etmeye hazýr olanlar dýþýnda...

Bedenini en göz alýcý biçimiyle gösteremediði için, yüzüne ve saçlarýna çok zaman ve para harcardý.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Ve sonrasında Rosalind'in çekmiş olduğu fotoğraflar ile bize Watson- Crick DNA çift sarmal modeli olarak öğretilecek olan DNA çift sarmal yapısı Watson ve Crick

Muhammed’in ve İslam’ın güç kazandığını belirten yazar, daha sonra kabilesine karşı boykot uygulandığından ve iki büyük kaybı olan Ebû Talib ve eşi

Daha önce hiç olmadýðý þekilde birçok þey ile uyum içine gireceðiniz için alanýn hayýrseverliðinin saðlýðýnýz üzerinde müspet yönde çok daha büyük etkisi

Ayþegül Uçar - Seyhun Haným, insanýn tekamülü için en önemli deðer sevgi, her þeyin içinde onun olmasý lâzým.. Mesela yalan söylemek kendini sevmemek

Eðer geliþmiþ uygarlýklarýn parçasý olarak yaþadýðýnýz ömürler olduðu ile ilgili bazý hisleriniz varsa, bunda büyük oranda gerçeklik payý vardýr ama burada

Newberg'in sözlerini biraz açarsak, bizim gerçek olarak kabul ettiðimiz þey- lerin, gerçek her neyse ,onun yalnýzca beynimizin süzgecinden geçmiþ bir yoru- mu olduðunu

Kanser hastasý olmak sanki benim suçummuþ gibi, bana harcadýðý her saniye için ondan özür

ülkesinde yaþayan tüm insanlar›n mutlu olabilmeleri için kültürel geleneklerin, çevrenin ve doðal kaynaklarýn korunmasý, daha da verimli bir hale getirilmesi, duyarlý