• Sonuç bulunamadı

KANSERÝN PENCERESÝNDEN BÝR YAÞAM SENTEZÝ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KANSERÝN PENCERESÝNDEN BÝR YAÞAM SENTEZÝ"

Copied!
50
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2007-01 OCAK SAYI: 457 FÝYAT: 3.5 YTL

MATERYALÝZASYON HADÝSELERÝ GERÇEK MÝDÝR?

KANSERÝN PENCERESÝNDEN BÝR YAÞAM SENTEZÝ

NE MUTLU MERHAMETLÝ OLANLARA

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Dr. Refet Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar Özenç Kayserilioðlu

Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve

Okur/Abone Ýliþkileri:

Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 Faks: 02122491828

Yönetim Yeri:

Oba Sok. Sýlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul

Baský:

Ýnkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.

100. Yýl Matbaacýlar Sitesi 4.Cad.

No: 38 Baðcýlar/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 YTL Yýllýk Abone: 40 YTL

Yurt Dýþý: 50 YTL

Materyalizasyon Hadiseleri

Gerçek midir? ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Ne mutlu merhametli olanlara - II ... 7

Ahmet Kayserilioðlu

Son Bir Kez ... 18

John Edwards

Çocuklarýn geçmiþ yaþamlarý ... 21

Carol Bowman

Kanserin Penceresinden

Bir Yaþam Sentezi ... 26

Özer Baysaling

Pilates Basics ... 32

Nihal Gürsoy

Basýn aynasýndan yansýyanlar

Son Çivi, Avrupa Birliði ... 38

Güngör Özyiðit

Hayatýn Hediyesi ... 44

Funda Ceyhan

Cilt: 39 Sayý: 457 Ocak 2007

(3)

SEVGÝ DÜNYASI 1

Sevgili Dostlar

Nasýl da gülüyorlar, ellerinde taze kesilmiþ et parçalarýyla, bir zafer kazan- mýþ gibi… Zavallý bir deveyi uluslararasý bir yerin açýklýðýnda adak için kur- ban etmiþler. Ýhtimal ki, sýcaðý sýcaðýna çekilmiþ o resimde, o soðuk havada ellerindeki az önce bir canlýya ait etler de sýcaktý. Etlerin az önceki sahibinin bir insan ya da bir hayvan oluþu hiç fark eder mi, onlardan çýkan kan kokusu her yana yayýlýrken... Gözlerini kan, burunlarýný kan bürümüþ insanlar, dini arkalarýna aldýklarýný zannederek zaferle gülümsüyorlar bize. Adeta diyorlar ki, dikkat edin, sýra size de gelebilir. Biz din adýna, Allah adýna her þeyi göze alabiliriz. Günü gelince akýbetinizin böyle olmasýný istemiyorsanýz, siz de katýlýn bize, hep birlikte, milletçe kasap olalým, keselim, biçelim bizim gibi olmayanlarý.

Kurban etmek gibi, binlerce sene önceki toplumlarda geçerli olan zihniyeti hala yaþatmaya çalýþmak ve bunu aleni, göstere göstere, dayatarak yapmak, bu zihniyeti tamamen terk etmiþ insanlarý tiksindirmektedir. Çünkü bilinmekte- dir ki, kitaplý dinler getirdikleri ve hepsinde ayný olan ana esaslarý indirirken, o toplumlarda zaten varolagelen kurallarý, toplumu sarsmadan, o toplumun hak ve adalet anlayýþýna göre daha insani kurallara baðlamaya, bir orta yol bularak düzene sokmaya çalýþmýþlardýr. Eðer kutsal kitaplarda kurban, adak gibi kavramlar ve bunlarýn kurallarý varsa, olaný ýslah etmek için vardýr.

Yaratan'a karþý sorumluluk bilinciyle, O'nun rýzasýný kazanmak için, söyledik- lerinin arkasýnda gizlenen, satýrlarýnýn arasýndan bize sevgiyle bakan asýl demek istediklerini bulup, anlayýp uygulamaya çalýþmalý, kendimizi onlara uydurmak için yükselmeye doðru itmeliyiz; yoksa kendimizde zaten varolan ama geliþmek için deðiþtirmemiz gereken taraflarýmýza, o gerçekleri uydu- rarak kendi kendimizi kutsamak gibi bir þaþkýnlýða düþmemeliyiz.

Bir düþünsek, Her þeyi Sevgisinden Vareden yeniden bize, tüm insanlýða bir- den elini uzatsa, söylediklerini duysak, ne derdi bize? Aferin, sizler ve dünya çok iyi gidiyorsunuz, benim dediklerimi yapa yapa bu günlere erdiniz, devam edin mi? Yoksa; Üzülmeyin, hepinizi çok seviyorum, hepiniz benim gözümde birsiniz, çünkü sizi ben yarattým. Artýk içinizde beni daha iyi anlayacaklar daha çoðunlukta. Ýþte aranýzdayým, bozulaný düzeltmek, zamana göre deðiþme- si gerekenleri deðiþtirmek için… Ýnsanlarým, benim sevgililerim… mi derdi?

Biz, ikincisini duyacaðýmýzý ümit edenlerdeniz.

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Aslýnda hepimizin bedeni kendi

ruhumuzun kendini belli etme,

ortaya koyma aracý deðil midir? Özden ile Erdem’in

diyologlarýndan

oluþan dizimizin bu bölümünde ana tema olan materyalizasyon olayý ile ruhun

varlýðýnýn kanýtlarýný incelemeye devam ediyoruz...

Dr. Refet Kayserilioðlu

MATERYALÝZASYON

HADÝSELERÝ GERÇEK MÝDÝR?

(5)

Erdem- Ruhlarýn beden- lenerek göründüðünden bahsediliyor. Bu bazen yüz, el, kol gibi vücudun sadece bir kýsmýyla, bazen de bedenin tümüyle görünmesi þeklinde ortaya çýkýyormuþ. Hattâ buna dair, kýrmýzý ýþýkta, hattâ renkli olarak çekilmiþ boy boy resimler neþrediliyor.

Zaman zaman bunlarýn bazýlarýný RUH ve MADDE' dergisinde görmekteyiz. Ruhlarýn bir maddeleri veya bedenleri yoksa, bunlar medyum- larýn maddelerinden isti- fade ederek nasýl görünebilirler?

Özden- Ruhlarýn bizim anladýðýmýz manâda bir bedenleri yok demek, onlarýn tesir vasýtasý olarak kullandýklarý hiçbir maddeleri yok demek deðildir. Bir kere perispi- rileri (ruhun tesir vasý- tasý) vardýr ve tekâmül seviyelerine göre

etraflarýnda teþkil ettikleri az akýcý veya çok akýcý bedenleri veya maddi vasýtalarý vardýr. Yalnýz bu maddi vasýtalarýnýn dünya bedeni gibi sabit bir þekli yoktur.

Ruhlarýn medyumlardan çýkan ve ektoplâzma denilen maddelerden isti- fade etmeleri daha

doðrusu medyum kanalýyla faydalanmalarý bir hakikattir.

Erdem- Ama medyumun maddesinden faydalan- malarý nasýl olur? Herkes kendi bedenine kendisi hâkim deðil midir? Baþka bir varlýk medyumun beden maddelerine nasýl tesirler gönderip þekiller verebilir?

Özden- Bir kere ruhlarýn görünmeleri bir hakikat.

Ortada yüzlerce tecrübe var. Büyük alimlerin yap- týklarý birçok gözlem, alý- nan birçok resim mevcut-

tur. Bunlarý sizin inkâr edebileceðinizi zannet- miyorum. Siz yalnýz iþin mekanizmasý

yönünden itirazda bulunuyorsunuz.

Medyumun beden mad- delerine, yabancý bir ruh tesir edemez diyor- sunuz. Bu itirazýnýzda kýs- men haklýsýnýz, haksýz olduðunuz yön de var.

Normal þartlar içinde herkes kendi bedenine hâkimdir ve kendi beden maddelerine gelen tesir ancak kendi ruhunun aracýlýðý ile mümkün olur.

Bu duruma göre ektoplâz- malara þekil veren bizzat

SEVGÝ DÜNYASI

Bütünüyle ektoplazmayla bedenlenmiþ (materyalize olmuþ) ruh- sal kiþi: Agg Teyze. Ýki dakika süresince görünmüþtür. Kodak'la kýzýl ýþýk kullanýlarak 1948 yýlý Þubat ayýnda çekilmiþtir

3

(6)

medyumun ruhudur. Fakat medyum bu þekli bedensiz varlýktan aldýðý izlenim ve imajlara göre vermektedir.

Yani burada medyum bir heykeltýraþ gibi modele bakarak elindeki maddeye þekil vermektedir.

Erdem- O halde

gördüðümüz bizzat ruhun kendisi deðildir ve onu teþkil eden de bizzat o görünen ruh deðildir!..

Özden- Dostum, görünen bizzat ruh elbette deðildir.

Ruhun görünecek maddesi var mý ki? Gördüðümüz medyumun ektoplâz- masýdýr. Onu þekil- lendiren, doðrudan deðil de dolayýsýyla irtibatta bulunan ruhtur. O ruhtan medyum belli tesirleri almazsa ektoplâzmasýný o tarzda þekillendiremez ki... Yani burada þöyle bir durum olmaktadýr: Bir büyük adam yazý yazmayý henüz öðrenmiþ bir çocuðun elini tutarak yazý yazdýrmaktadýr. Fikirler yazdýrana ait olduðu gibi, yazýnýn üslubu da

yazdýranýn üslubudur.

Burada eli tutulan çocuk elini ne kadar serbest býrakýrsa yazý o derece yazdýranýn üslubuna uya- caktýr. Çocuk müdahale ettikçe, elini kendi

bildiðine göre hareket ettirdikçe üslup esas yazdýranýnkinden uzak- laþacaktýr.

Erdem- Yani burada medyum kendini gelen varlýða teslim etmiþ bir vasýta mýdýr?

Özden- Teslim etmek diye bir þey yok. Kalemi tutan çocuk da yazdýrana teslim olmuþ deðildir.

Sadece iradesini, hâkim varlýðýn iradesine baðlamýþ, onun istediði istikamette gene kendi iradesi ile elini hareket ettirmektedir. Ayrýca bu pek yakýþýk olmayan bir benzetmedir. Bir ruhla ir- tibat esnasýnda medyum kendi iradesini bedensiz varlýðýn iradesi yönünde bizzat kendisi sevketmek- tedir.

Erdem- Burada görünen, medyumlarýn kendi kendi- lerinin ürettikleri imajlar olamaz mý? Yani medyum ektoplâzmasýna tahayyül ettiði þeylere göre þekilleri veremez mi?

Özden- Medyumun bedeninden ektoplâz- masýnýn çýkmasý yalnýz medyumun kendi ruh kudretiyle olabilecek bir iþ deðildir. Burada rehber

ruhlarýn çok büyük yardýmý ve müdahaleleri vardýr. Beden mad- delerinin bir takým kimye- vi, fiziki ve biyolojik deðiþikliklere uðrayarak ektoplâzma haline gelme- si, hattâ bir tek ruhun deðil, birçok ruhlarýn müþterek çalýþmalarýyla neticelendirdikleri büyük bir hadisedir. Burada medyumun dünya þuuru kenara itilir. Yalnýz devamlý görünmez rehber- lerle irtibat halinde bulu- nan kendi ruhunun tesir- leri vardýr. Bir materyali- zasyon hadisesi esnasýnda medyumlarýn üst tesirler- den serbest kaldýklarý kýsa zaman aralýklarýnda kendi tahayyüllerinin tesiriyle ektoplâzmada deðiþiklik- ler meydana getirdikleri olmuþtur. Hattâ bu tarzda halen hayatta bulunan bir þahsýn fantomunu (hayali- ni) oluþturup gösteren medyumlar vardýr. Bunu yukarýda verdiðimiz yazý yazdýrma misali ile mukayese edersek, küçüðün elinden tutarak yazý yazdýran adamýn elini gevþettiði anlarda

küçüðün kendi kudreti nispetinde müdahaleler yapmasýna ve yazýda kendi üslubunu belli etme- sine benzetebiliriz. Þunu tekrar ifade etmek isterim

(7)

SEVGÝ DÜNYASI

5

ki materyalizasyon kom- pleks ve çok çeþitli olay- larýn bir arada iþlendiði büyük bir tezahürdür. Bu sadece medyumun ruhuyla olabilecek bir iþ deðildir.

Erdem- Yani materyali- zasyon hadisesinin olabil- mesi için bedensiz rehber- lerin yardýmlarý þarttýr di- yorsunuz. Ektoplâzma maddesi medyumun beden maddelerinden çýktýðýna ve onun ruhunun kontro- lünde bulunduðuna göre burada baþka ruhlarýn yardýmýna neden ihtiyaç duyulsun?

Özden- Bir bedenden ektoplâzmanýn çýkma- sýnýn büyük ve karmaþýk bir olay olduðunu söyle- miþtim. Bu esnada medyu- mun bazý hücreleri ölmek- te, bazý maddeleri parça- lanmakta, yeniden oluþan ektoplâzmaya ise ruhlar tekrar enkarne olarak (baðlanarak) onu canlý dokular haline getirmekte- dir. Kaba taslak anlatmaya çalýþtýðým bu büyük hadi- sede birçok bedensiz var- lýk vazife alýr. Hattâ bir materyalizasyon celsesin- de yalnýz medyumun mad- desinden deðil, celsede bulunanlarýn maddelerin- den ve elbiselerinden dahi istifade ederler. Ondan dolayý bu celselere iþtirak

edenlerin bazen

elbiselerinde delikler mey- dana gelir. Yani ruhlarýn bedenlerini göstere- bilmeleri için vasýta olan ektoplâzma maddesinin oluþturulmasýnda yalnýz medyum deðil, celsede bulunan þahýslarda bede- nen ve ruhen vazife alýrlar.

Elbette bedensiz rehberler bu kolektif faaliyeti sevk ve idare ederler.

Erdem- Peki bu materya- lizasyon hadisesi esnasýn- da görünen varlýðýn bedensiz varlýk olduðunu nereden anlayacaðýz?

Özden- Baþta konuþtuðu- muz hususlarý unut- mayýnýz. Görünen ekto- plâzmik beden ruhun biz- zat kendisi deðildir. Fakat ruhun medyum kanalýndan gönderdiði tesirlerle þekil alan, hareket eden ve icabýnda konuþan canlý bir âlet ve vasýtadýr. Esasen hepimizin bedeni de kendi ruhumuzun bir tezahür âleti deðil midir? Yalnýz buradaki fark, arada tesir nakledicisi olarak medyu- mun bulunuþudur.

Diðer taraftan irtibatta bulunulan ve materyalize olarak (bedenlenerek) bize

Ektoplazmanýn medyumun aðzýndan çýkýþý. Tamamen karanlýk ortamda kýzýl ötesi ile Aralýk 1948' de çekilmiþtir.

(8)

görünen ruhun bedensiz varlýk olduðunu,

tanýdýðýmýz bir kimse ise þeklinden, tavýrlarýndan, kendine has olan nitelik- lerinden ve konuþarak verdiði delillerden kolayca anlarýz. Tanýmadýðýmýz varlýðýn hüviyetini tespit ise bu celselerde bol bol verilen delillerin incelen- mesiyle mümkün olur.

Dünyada da bir kimsenin hüviyetini tespit ederken bunun gibi bir takým yön- temlere baþvurmaz mýyýz?

Erdem- Materyalizasyon hadiselerinin ruhlarýn ölümden sonra yaþadýk- larýný göstermekten baþka bir faydasý olabilir mi?

Özden-Materyalizasyon olaylarýný sadece böyle basit taraflarýyla ele alýp, incelemek çok hatalýdýr.

Evet o ölümden sonra yaþanýldýðýnýn ve esas hüviyetimizin bedeni- mizde deðil, ruhumuzda olduðunun çok açýk bir delilidir.

Fakat bir tek ruhi hadise içinde bile bedenli ve

bedensiz birçok varlýklarýn ortak- laþa ve düzenli olarak vazife gördüklerini ve bütün bu

düzenleri ilâhi kanunlara uyarak meydana getiren meleklik

mertebesindeki büyük rehberlerin bulunduðunu göstermesi, materyalizasyon hadisesinin en mühim

neticesidir.

(9)

NE MUTLU

MERHAMETLÝ OLANLARA - II

Psikolog Ahmet Kayserilioðlu TINTORETTO, Bacchus ve Ariadne, 1578

(10)

Geçen sayýmýzda Hz.Ýsa'nýn "Daðdaki Vaaz"ýnýn beþinci bildirisinde dile getirilen merhamet prensibinin ülkemizdeki olumlu ve olumsuz uygulamalarýndan örnekler

sunmuþtuk. Ayný konuya devam ediyoruz.

MERHAMET ÇEÞMESÝNDE BÝR ÝÇÝM SU KALMAMIÞ

Güzin Abla'ya gönderilen bir mektup- tan kýsaltarak aktarýyorum (Hürriyet 7 Ekim 2006 Cumartesi eki)

"Yer: Muhsin Ertuðrul Tiyatrosu. Bir yavru kedi, tiyatro salonunun hava- landýrma boþluðuna düþmüþ. Caný yan- mýþ, aç, susuz. Deniyor ki bu kedi iki gündür ciyak ciyak baðýrýyor; tiyatroda

oyunlarýný sergileyen ekip ise hiçbir þey yapmadan provalara devam ediyor.

"Ve oyunun sahnelendiði gece...

Seyirciler oturmuþ, perde açýlmýþ. Yavru kedi acý içinde aðlamasýný sürdürüyor.

Belki inanmayacaksýnýz ama oyuncu- lar gayet rahat oynamaya, seyirciler de izlemeye devam etmiþ. Anlamý, 'beni kurtarýn!..' olan bu miyavlamayý duy- mazdan gelmiþler. Rahatsýz bile olmamýþlar.

1400 YIL ÖNCE ÇÖL GÜNEÞÝ ALTINDA...

Güvenilir 6 hadis kitabý "Kütüb-i sitte"

de O en güzel gülyüzlü, son Nebi Hz.Muhammed, bir fahiþe kadýnýn gerçekleþtirdiði, gökleri titreten emsalsiz bir merhamet olayýný anlatýr.

Çöl güneþi altýnda yorgun argýn, susamýþ ve acýkmýþ güçlükle yol almakta olan, herkesçe hafif meþrep tanýnan kadýncaðýz, uzaktan gördüðü su kuyusuna doðru büyük sevinç ve heye- canla adýmlarýný sýklaþtýrýr. Bu esnada kulaðýna çalýnan acý solumalar ve hýrýltýlara dikkat kesilince, bir de görür ki, kuyuya epeyce uzak bir yerde bir zavallý köpek, susuzluktan ölümün eþiðinde boylu boyunca serilip öylece kalakalmýþ.

Kendi derdini unutup hemen kuyuya koþan kadýncaðýz sevinçle görür ki su o kadar derinde deðil. Üstünden baþýndan yýrttýðý kumaþ parçalarýný bir çomaða iyice sarýp kuyuya sarkýtarak emdirdiði suyu, birkaç sefer yapma pahasýna köpeðin aðzýna sýkýp boþaltarak, ölümün sýnýrýndan yaþama çevirir.

Güvenilir baþka kitaplarda, göklerdeki- ni duygu çaðlayanlarýyla titreten bu

muhteþem merhamet olayýnýn; anýnda, kadýnýn ismi cismiyle ve sýfatýyla Hz.Muhammed'e "Bilgi Meleði" tarafýn- dan vahiyle bildirildiði anlatýlýr. Nice sonra olayýn kahramaný olan ve herkesçe fahiþe olarak tanýnan kadýn- caðýzýn ölüm haberini alan

Peygamber'in, açýk talimat vererek: "Onu bana býrakýn, cenaze namazýný bizzat ben kýldýracaðým" demesi, kadýnýn kim- liðini bilenleri hayret ve þaþkýnlýða sürük- ler. Hz.Muhammed, onlara yalnýz ken- disinin bildiði o emsalsiz olayý bir bir anlatarak þaþkýnlýklarýný giderir ve sözünü þöyle tamamlar: "Yaptýðý bu hayýr, Allah katýnda öyle deðerli görüldü ki, onun tüm günahlarýnýn baðýþlandýðý, bana apaçýk bir vahiyle haber verildi."

Bu davranýþ ne kadar deðerli görülmüþ ki "Bizim Celselerimiz" de tekrar hatýr- latýlýr: "Bir zamanda hayrýn en büyüðünü, hani kimsenin beðenmediði bir garip kiþi, yalnýz bir parça bez ve bir çomakla iþle- di. Siz iþte onun kadar da hayrý bile- meyecek, iþte onun kadar da doðruyu göremeyecek misiniz?.."

(11)

9

"Seyircilerden Mihriban Haným, oyun arasýnda yönetmen ile konuþmuþ. Bir þey yapýlamayacaðýný, kedinin provalarda da miyavladýðýný, daha önce de ayný yere sýkýþan bir kedinin öldüðünü, oyunlarýný leþ kokusu içinde oynamak zorunda kaldýklarýný söylemiþ. Vay adi kedi!..

deðil mi? Hem günlerce baðýrýp kulak- larýnýza tecavüz etmiþ, hem de ölüp ortalýðý kokutmuþ.

"Mihriban Haným ve birkaç duyarlý seyirci, itfaiyeyi aramýþ. Peki diðer seyir- cilerin tepkisi ne olmuþ dersiniz?

Oyunun ikinci yarýsýný izlemeleri, bir canlýnýn hayatýnýn kurtarýlmasý sebebiyle 20 dakika geciktiði için baðýrýp,

hakaretler yaðdýrmýþlar"

Neyse ki bu kedicik þanslý çýktý.

Mihriban Haným'ýn gayretleriyle -Tiyatro seyircisine göre ise: gayretkeþliðiyle- yavru kedi kurtarýlmakla kalmadý, kur- tarýcýsýnýn ev kedisi oldu. Eðer o olmasaydý yavrucak baðýra çaðýra ölüp tiyatroyu kokutacak, oyuncularý ve seyir- cileri rahatsýz edecekti.

ANNE EVLÂDINI ATEÞE ATAR MI HÝÇ?!..

Kuran'da terbiyevî amaçla sýk sýk tekrarlanan cehennem ateþi azabýnýn yanýsýra; O'nun merhametinin sonsuzluðu ve baðýþlamasýnýn sýnýrsýzlýðý da sürekli dile getirilir. En güvenilir hadis kitap- larýndan Müslim'de Hz.Ömer'den nakledilen þu hadis ne ibret verici ve düþündürücü:

Hz.Muhammed'in huzuruna bir takým savaþ esirleri getirilmiþti. Esirlerin arasýnda, büyük üzüntü ve telaþla ara- makta olduðu emzikli yavrusuna kavuþan bir kadýncaðýzýn, çocuðuna sýmsýký yapýþýp kalmasý, insanlara savaþý, ganimeti unutturmuþ, derin bir duygu ortamýna sürüklemiþti. Kadýn yavrusuna hasretini giderir gidermez anýnda vicdan planýndan, görev planýna geçerek onu emzirmeye koyulmuþtu. Bu büyük þefkat manzarasýný etrafýndakilerle birlikte seyretmekte olan Peygamber dayanama- yarak sordu:

"Þu kadýnýn kendi yavrusunu ateþe ata- caðýný düþünür müsünüz?!.."

Cevap verdiler: "Hayýr vallahi, atmak bir yana, gücü yettiðince onun ateþten korunmasý için elinden geleni yapar!.."

Bunun üzerine Peygamber sözü Yüce Yaradan'ýn sonsuz merhametine getirerek hiç unutmamamýz gereken þu gerçeði ortaya döker:

Ýslâm dininde sadece din kardeþlerine, sadece insan kardeþlerine deðil, tüm canlýlara yönelik merhamet tavsiyesi sürekli tekrarlanýr. Behçet Kemal Çaðlar'ýn "Kur'an-ý Kerim'den Ýlhamlar" kitabýnda Dehr Suresindeki merhameti öðütleyen þu âyetler ne coþku verici:

"Bunlar adaklarýný yerine getirenler;

Kendi kýsmetlerinden yoksullara verenler.

Onlardan ne karþýlýk, ne de minnet beklerler Hattâ ne de Tanrý'dan ayrý rahmet beklerler;

Güldükleri yerlerde inilti dinsin diye, Ýçlerine Allah'ýn nimeti sinsin diye.

Allah böyle kulunu korumaz olur mu hiç?

Ötede de var ona asýl þevk, asýl sevinç."

SEVGÝ DÜNYASI

(12)

"Ýþte þüphesiz ki Yüce Allah kullarýna bu kadýnýn çocuðuna þefkatinden daha merhametlidir!!!.."

Ýslâm'da merhametin önemini anlamak için bu çok anlamlý âyet ve hadisleri hatýrlatmaya hiç gerek duymadan gün içinde defalarca tekrarladýðýmýz besme- lenin, "Bismillâhirrahmânirrahîm"in anlamý üzerinde biraz kafa yormamýz yeterli olacaktýr. Her iþe baþlarken RAH- MAN ve RAHÝM olan Allah'ýn adýný anarak baþarý ve hayýr duasý yapýyoruz.

RAHMAN sözcüðü yalnýzca, tek ve eþsiz olan, Hepimizi Sevgisinden Vareden Yüce Rabbimiz için kullanýlan özel bir isimdir. Çünkü yoktan varet- meyi; iyi, kötü, büyük, küçük, canlý, can- sýz bütün yarattýklarýný sonsuz bir rah- met, þefkat, fedakârlýk ve merhametle kuþatmayý; eþ sevgiyle karþýlýk bekleme- den sýnýrsýz vericiliði ifade eden

"Rahman" özelliðine; ancak ve ancak baþlangýcý ve sonu olmayan, varedilme- den vareden, tüm âlemlerin sahibi o Yüce Varlýk sahip olabilir. Ne kadar geliþirse geliþsin hiçbir kul bu sonsuz güce asla eriþemeyeceðinden, Rahman adýyla anýlmaya hak kazanamaz. Benzer özellikleri, büyük rahmet, þefkat ve mer- hameti; alabildiðine verici olmayý dile getiren RAHÝM sözcüðü ile, Yaradan'ýn, ön þartsýz tüm varlýklarý kuþatan bir sýfatý deðil; ancak O'nun deðiþmeyen ahlâk kurallarýna göre yaþayan akýl sahibi kullarýna bir ödül ve ihsaný vurgulanmak- tadýr. Bir özel isim deðil, bir sýfat

olduðundan benzer özelliklere sahip kullar için de kullanýlabilir. Nitekim yakýn geçmiþte Rahim Efendi, Rahime Haným gibi isimlerle sýkça

karþýlaþtýðýmýz halde, Rahman adýný hiç duymadýk. Yalnýzca Abdürrahman (Rahman'ýn kulu) gibi isim tamlamalarýy-

la O'nun Rahman adýný yücelterek, kul- luðumuzu hatýrda tutmaya çalýþýyoruz.

O'nun Rahman ve Rahim sözcükleriyle dile getirilen sonsuz merhameti sadece Varedicinin duygu planýnda kalan bir acýma ve sevgisi asla deðildir. Yani O evreni varetmiþ, sonra da bir kenara çe- kilmiþ olmayýp, evrenleri kaplayan, her an, her saniye iþlemekte olan aktif bir icraatýn sahibidir. Rahman ve Rahim kelimeleriyle O'nun korumasýnýn verici- liðinin ve varediciliðinin sürekli gün- demde olduðu sýnýrsýz ve aktif sevgisini dillendirmekteyiz aslýnda. Türkçe'mizde öz olarak: *Koruyan, Veren ve Varedeni Anarak Baþlarým denerek besmeledeki Yaradan'ýn bu sýnýrsýz aktif sevgisi tam anlamýný bulmaktadýr.

GÜNÜMÜZDE DÝNDARLAR DAHA MI MERHAMETLÝ?!..

Merhametin bu denli övülüp

yüceltildiði Ýslâm Dini kültüründen 1000 yýldan beri beslenen, insanlýk dostu Mevlânalar, Yunuslar yetiþtiren Ülke- mizde, tiyatro salonlarýný dolduran büyük kalabalýklar acý çeken yavru kediye nasýl bu kadar duyarsýz kalabiliyor? Dinsel öðretiden uzak yetiþmelerinin ve dinin özündeki doðruluk, iyilik, çalýþma, bilgi ve sevgiyi unutmuþ olmalarýnýn yanýsýra;

atalarýmýzdan bizlere miras kalan acýma, þefkat damarlarý da kurudu anlaþýlan. Ýyi ama tam da eðitimleri bu konuda olan ve dolayýsýyla dinsel öðretiden uzak

yetiþmeleri söz konusu bile olmayan Ýmam Hatip'ten, Ýlâhiyat'tan mezun din adamlarýmýz, hocalarýmýz, ilâhiyat pro- fesörlerimiz ve dindar kitle, besmelede sürekli yinelenen Yaradan'ýn sonsuz mer- hametine uygun sözler ve davranýþlar mý sergiliyorlar Ülkemizde?!..

(13)

Bu, yerden göðe haklý sorunun cevabýný gerçek bir Müslüman olan Felsefe Doçenti Nurettin Topçu'nun (1909-1975) Hareket Yayýnlarýnca Temmuz 1969'da "Ýslâm ve Ýnsan" adýyla neþredilen kitabýndan aktar- mak istiyorum.

“Ýslâm ahlâkýnýn hürmet, merhamet ve hizmet'ten oluþan üç temel direði olduðu-nu etraflýca açýklayan Sayýn Topçu, üç temel direkten biri olan merhamet prensibinin yaþadýðýmýz dönemde Ýslâm dünyasýndaki ters uygulamalarýndan o denli rahatsýz ki, duygu ve düþüncelerini kahrolarak da olsa ateþli ifadelerle yazýya dökmekten kendini alamýyor. Dilini biraz sadeleþtirerek bazý bölümlerini aynen alýntýlýyorum:

"Türlü sefaletlerle, tutkularýn parça parça böldüðü hasta bir vücudu andýran Ýslâm dünyasý, en talihsiz devirlerinden birini yaþýyor ve her Ýslâm ülkesinde ruhlar bir- birinden ayrýlmýþ, birbirlerine saldýrýyorlar...

Bu halin sebebi Ýslâm'ýn temeli ve Kuran'ýn özü olan ahlâkýn kaybedilmiþ olmasýdýr.

Bugünkü Müslümanlar, birtakým geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan baþka endiþesi olmayan ilkçaðýn ve ilkel devrin sihirbazlarýný andýrýyorlar. Kuran mucizesi olan ilâhî ahlâk Ýslâm diyarýnda çoktan gömülmüþtür." (önsöz)

"Adetâ bugün tutuculuk cihadý yapýlmak- tadýr. Sahtekâr mürþitlerle, dolandýrýcý þeyhler ve derviþler olayý, yumruk ve tehdit çýðlýklarý arasýnda yol alýrlarken, nikâh kaçakçýsý hocalar, çýðlýkçý duacý ve mevl- itçiler, pazarlýkla Kuran âyetleri satan hafý- zlar, baþtanbaþa cehalet ve tutuculuk ser- mayesini kullanan sözde dini yayýnlar...

hepsi de tarihin kaydettiði en ileri küs- tahlýða bürünmüþ, Ýslâm'ý tüyler ürpertici bir karanlýða götürüyorlar...

Din adamlarý tarafýndan halka yayýnlanan ve din okullarýnda verilen din kültürü; Ýslâm dünyasýnda asýrlarca hakim olan sko- lastiðin tekrar ele alýnmasýndan baþka bir þey deðildir. Üstelik zamanýmýzda ciddi ilim adamý da bulunmadýðýndan Ýslâm'ýn uyanýþýný bunlardan beklemek boþunadýr.

(s:23)

"Kuran'ý anlamadan tekrarladýlar, hattâ

sattýlar, lâkin onu yaþamadýlar. Ahlâki tecrübeyi nefsinde yapanlar tasavvuf insan- larýydý. Tasavvuf, Ýslâm'ýn ruhunu yaþattýðý halde, kuralcýlar onun sesini boðdu.

Skolastik, zulmünü yaptý. Medrese, Mevlâna'yý maðlup etti. (s:27)

"Dinî hayat, ikiyüzlülükle baðdaþmaz. Din adamlýðý ise âhiret ticareti ve bezirgânlýðýn çok yükseklerinde, bunlarla asla bir arada olmayacak yüce görevlerdir. Ruhumuzu Allah'a götürecek içsel tecrübeye girip onda derinleþmek suretiyle, düþünen insandan ibaret gerçek varlýðýmýzýn sahibi Allah'ý arayan ve bütün hayat amaçlarýný buna baðlayan bir neslin Ýslâm dünyasýnda seferber olmasý, yarýnýn insanlýðýný kurtara- cak biricik ümittir. Bu neslin kutlu müjdeci- leri ise Yunuslar ve Mevlânalardýr (s:44)

"Pascal, deðerleri bakýmdan ruhlarý, bedenlerden; merhameti ruhlardan ve her þeyden üstün tutmak suretiyle, insanýn esas özünün merhamet olduðunu söylüyor- du. Bu özü kaybeden insan kendini yitir- miþtir ve merhametin yok edildiði yerde zulüm ayaklanýr. Kendimizi yitirmemiz, kendimize karþý iþlenmiþ ilk ve en büyük zulümdür. Gerçek ve geniþ anlamýyla bize bizden daha zalim birisi yoktur... Ýnsan kendi özü olan merhameti kaybettikten sonra acaba hâlâ var mýdýr? (s:61)

"Ýslâm ahlâkýnýn merhamet prensibi Ýslâm dünyasýnda bugün tanýnmayacak bir ucûbe gibidir. Yüzyýlýmýzýn getirdiði bunca

sefaletler karþýsýnda namazýný kýlýp, hac görevini yapmakla Müslüman olduklarýný sanarak geleceklerinin parlaklýðýna güve- nenler, taþ gibi duygusuz ve tasasýz yaþayabiliyorlar. (s:69)

"Son 300 yýllýk tarih, yýkýlýþýmýzýn tarihidir.

Yer yer yýkýlan ve parça parça enkaza dönüþen bina yirminci yüzyýlda bütün bütün çatýrdadý ve çöktü. Ruhî yýkým temelde tamamlandý. Bunalým bugün bütün kurum- lara, gençliðe ve milletin bütün varlýðýna bulaþmýþ durumdadýr. Bugün bu milli felâkete çare bulmak, yeniden ayaða kalk- manýn yollarýný aramak ve Allah'a götüren yolu tutmak ve aydýnlatmak için çalýþmak zorundayýz. (s:71)

"ÝSLAM ve ÝNSAN"…

(14)

SIRF ACIMA,

MERHAMET DEÐÝLDÝR

Sadece duygu planýnda kalan; acýma, hayýflanma, "vah vah çok yazýk!.." iç çekiþleriyle noktalanan; eyleme yönelik bir adým bile atýlmayan durumlarla;

kendimizde ve çevremizde çok sýk karþýlaþmaktayýz. Toplumsal ve bireysel sorunlarý, acýlarý, trajedileri hafifletmek ve çözmek için; aklýmýzý, bilgimizi ve tecrübelerimizi sonuna kadar kullanarak;

planlý, programlý ve sürekli çaba, gayret, alýn teri ve fedakârlýklar sergilediðimiz zaman gerçek bir merhametten söz ede- biliriz. Ve bizi en üst basamaða, sevgi basamaðýna götüren önemli bir basamak- týr. Böyle tanýmladýðýmýz merhamet eylemleri þu sözlerle de ortaya konur:

* Sevgiye giden yolun ilk adýmlarý merhamet, tolerans ve saygýdýr mut- lak. Sizin için þart bu adýmlarla baþla- mak.

* Siz merhamet ve þefkat yumaklarý oluþturacaksýnýz. Siz herkesi gön- lünüze almak için herkesi baðýþlaya- caksýnýz

* Siz birbirinize sevgi ve merhametle destek olunuz.

Sevgi ve merhametin nasýl da et ve týr- nak gibi ayrýlmaz bir ikili oluþturduðunu görüyoruz. Ýþ ve eylemle sonuçlanmayan acýma duygularýný merhamet saymazken;

parmaðýmýzý kýmýldatmadan sýrf gönülde kalan sevgi duygularýna, nasýl "gerçek sevgi" diyebiliriz?!.. Aþaðýda ise özne:

Sevgi; Yüklem: "Yapýlan Ýþ" olan þu muhteþem sevgi tanýmý; sahte sevgileri ayýrt edebilmemiz için ne kadar aydýn- latýcý:

SEVGÝ; hiçbir þeyi ayýrt etmeksizin sevenlerin; sabrederek sevmek;

sevmek için çalýþmak, çalýþtýkça

sevmek; severken saygý duymak, saygý duyarak sevmek için YAPTIKLARI ÝÞTÝR!.."

Çok yýllar önce bulunduðum bir misafir celsesinde, yüce bir varlýðýn merhamet konusun- da bir haným konuða verdiði umulmadýk cevabý aktarmadan geçemeyeceðim. Merhametin akýl ve mantýkla; plan ve programla yapýlan bilinçli eylemler olduðunu bilmediðinden, acýma duy- gusuyla geliþigüzel davranýþ ve yardýmlara kalkýþýp "Merhametten maraz doðar" misali kötü sonuçlarla karþýlaþtýðýný sandýðýmýz haným konuðumuz derdini þöyle dile getirmiþti:

- Bende aþýrý bir merhamet var. Bunu biraz azaltmak istiyorum, acaba ne yapayým?

Yüce Varlýk sözü hiç uzatmadan, hiç de ummadýðý tek bir kelime ile cevaplamýþtý hanýmýn sorusunu:

- Artýrýnýz!..

Akýllý, hesaplý ve planlý yapýlan gerçek mer- hamet eylemlerinde; yanlýþ anlamalar, sýkýntýlar, tehdit, zorlama ve saldýrýlar zaten peþinen göze alýndýðýndan eylem sahibini korkutup yýldýramaz.

Böyle durumlarda onun dua ve dileði; merhame- tinin azaltýlmasý deðil, mümkünse daha da artýrýl- masý olabilir ancak; Varlýðýn tek bir sözcükle dile getirdiði gibi...

Çok þükür ki dünyamýzda yüz kiþiden bir kiþi bile olsa, böyle yýlmaz öncüler, gönül erleri hâlâ nefes alýp veriyorlar aramýzda.

(15)

13

DAVUT, GOLYAT'A KARÞI

1950'li yýllarýn baþlarýnda soðuk savaþýn en alevli döneminde ABD'de Senatör McCarthy hayali bir komünizm paniði yaratarak; baþta yazarlar, sanatkârlar, tele- vizyoncular, sinema artistleri olmak üzere; sorgulamalar, tehditler, ekmeðiyle oynamalarla pek çok kimsenin hayatýný söndürdü, intiharlara neden oldu.

Korkudan herkesin dut yemiþ bülbüle döndüðü, bir köþeye sinip saklandýðý o zorlu yýllarda CBS Televizyonunda haber programlarý yapan Edward R. Murrow yapýlan zulüm ve haksýzlýklarýn acýsýný yüreðinde duyuyordu. Çocukluðunda annesinin her gece Kutsal Kitap'tan okuduðu Hz.Ýsa'nýn söz ve davranýþlarýn- da "Protestan ahlâkýný" ve "vicdan sahibi olmayý" gereðince öðrenmiþti. Vicdan, gözüpeklikle birleþmezse bir iþe yarar mý? Murrow'da ikisi de vardý. Bu neden- le Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýnda Londra, Nazi uçaklarý tarafýndan bombalanýrken, damlarýn üstünde patlama uðultularýna karýþan tok sesiyle CBS radyolarýndan savaþý naklen dinleyicilere aktarmýþ, demokrasi mücadelesinde onlarý göreve çaðýrmýþtý. Þimdi, elindeki tek televizyon silahýyla; tüm devlet gücünü eline geçir- miþ McCarthy ejderhasýyla savaþmasýný kim ondan isteyebilirdi ki?!.. Ne var ki Murrow, sürüdeki koyunlardan biri de- ðildi. Tüm hayati riskleri umursamadan C B S Televizyonunda bir McCarthy programý hazýrlamaya koyuldu. Gazete- lerde programýn tanýtým ilanlarýný bile cebinden ödedi. Yaptýðý açýþ konuþmasý

"unutulamazlar" arasýnda yerini aldý:

"Korkularýmýz nedeniyle bir akýlsýzlýk çaðýna sürüklenmeyeceðiz. Tarihimize baktýðýmýzda korkak insanlar soyundan

gelmediðimizi görürüz. Atalarýmýz konuþmaktan, yazmaktan, çok fazla taraftarý olmayan haklý davalarý savun- maktan korkmadýlar. Senatör

McCarthy'nin yöntemlerine karþý çýkan- larýn sessiz kalacaðý gün deðil, bugün.

Atalarýmýzýn mirasýný ve tarihimizi red- dedebiliriz ama bunun yaratacaðý sorum- luluktan kurtulamayýz..."

McCarthy, her zaman yaptýðý gibi onu da, Komünistlikle suçlamaktan geri kal- madý ama, program ancak bardaðý taþýran son damla olmuþ; halk, Londra bombar- dýmanlarýnýn bu cesur sesinin yanýnda yer almýþtý. Nitekim kýsa bir süre sonra Sena- to, McCarthy'yi kýnayarak o korkunç dö- nemi kapatmýþtý. Kutsal Kitaplar geçmiþ olaylarý boþuna mý anýmsatýyor. Ýsa'dan 1000 yýl önce Yahudilerin baþýna belâ olmuþ dev gibi güçlü Golyat'ý, nasýl ki Davut'un hedefini bulan bir tek taþý yere serip öldürmüþse, þimdi de Murrow'un bir tek taþý ejderhayý yok etmeye yetip art- mýþtý bile. (Ünlü Sinema Sanatçýsý George Clooney geçen yýl, Amerikan yayýncýlýðýnýn azizi diye anýlan Murrow'un öyküsünü anlatan bir film çevirdi: Good Night, And Good Luck (2005))

Edward R. Murrow “Burasý Londra” diyerek CBS için yayýna baþladýðýný bildirirken (1939) SEVGÝ DÜNYASI

(16)

KÖTÜLER ÝÇÝNDE BÝR ÝYÝ

37 yaþýndayken sýrf Yahudi olduðu için Nazi Kamplarý cehennemine týkýlýp amele olarak üç korkunç yýl geçiren Psikiyatri ve Nöroloji Profesörü Viktor Frankl, zulmün ve gaddarlýðýn her yerde kol gezdiði ve prim yaptýðý o dönemde;

kurþuna dizilme riskini göze alarak, sürüdeki koyunlar gibi davranmayan iyi kalpli Nazi SS subaylarýndan ve

gardiyanlarýndan övgüyle bahseder.

"Ýnsanýn Anlam Arayýþý" Kitabýnda özgürlüðüne kavuþtuðu günlerdeki Nazi Kamp Komutanýnýn öyküsünü þöyle anlatýr:

"Gardiyanlar arasýnda bile bize acýyan- larýn bulunduðunu belirtmek gerek.

Burada sadece özgürlüðüme kavuþtuðum kampýn komutanýna deðineceðim. Özgür- lükten sonra bu komutanýn, tutuklular için en yakýn Pazar kasabasýndan ilaç

almak amacýyla kendi cebinden önemli miktarlarda para harcadýðý ortaya çýktý.

Bu SS komutanýyla ilgili ilginç bir olay onun denetimi altýndaki bazý Yahudi tutuklularýn ona yönelik tutumlarýyla ilgiliydi. Savaþýn sonunda kurtarýcýmýz Amerikan birlikleri tutuklularý serbest býrakýnca, Macaristanlý üç genç Yahudi;

Toplama kamplarýnda insanlýðýn ve ümidin yitiriliþinin görüntüsü Viktor Frankl

(17)

SEVGÝ DÜNYASI

15

bu SS komutanýný Bavyera

Ormanlarýnda saklamýþ. Daha sonra onu yakalamaya çok hevesli Amerikan komutana giderek, bu SS komutanýnýn yerini bildiklerini, ancak bazý þartlarla söyleyebileceklerini anlatmýþlar.

Amerikalý komutanýn bu adama kesinlik- le zarar vermeyeceklerine söz vermesi gerekiyormuþ. Bir süre sonra Amerikalý komutan genç Yahudilere, bu þeref sözünü vermiþ. Komutan sözünü tutmak- la kalmamýþ bir anlamda eski görevine iade etmiþ. Bavyera köylerinden giysi toplanmasý ve bunlarýn serbest býrakýlan esirlere daðýtýlmasý görevinin baþýna bu eski SS komutanýný getirmiþ.

SÝLAH VE TANKI OLMAYAN ÝLK ÝSRAÝLLÝ

Yahudi bir anne babanýn çocuðu olarak Arjantin'de doðan, müzikteki çok üstün yeteneði küçük yaþlarýnda ortaya çýkan, ailenin Ýsrail'e göçmesiyle on yaþýndan itibaren ortak yaþam çiftliklerinde, Kibutz'larda büyüyen, çok geçmeden müzik kariyeri için ülke ülke dolaþan, dünyaca ünlü orkestra þefi Daniel Barenboim'in 1999'da Chicago senfoni orkestrasý þefi iken yaþamýný zora soka- cak hiçbir nedeni yoktu. Yýlda kazandýðý 1.5 milyon dolarla lüks ve saygýnlýk içinde gül gibi yaþar giderdi. Ama küçük yaþlarda okuduðu 17'nci yüzyýlýn Yahudi Filozofu Spinoza'nýn Ethica'sý ve

havradan kovulma pahasýna filozofun sergilediði özgürlükçü ve baðýmsýz düþünce yapýsý, Barenboim'in tüm davranýþlarýnda etkisini sürdürüyordu.

Bu nedenle Filistinlilere reva görülen baský ve zulümler ruhunda fýrtýnalar estiriyordu. Öte taraftaki benzer kiþi ise

Filistinli Profesör Edward Said'di.

Columbia Üniversitesi öðrenim görevlisi olan ve ülkemizde "Oryantalizm"

"Filistin Sorunu" kitaplarýyla tanýnan Edward Said'le, Barenboim'in 1953'de tanýþýp kaynaþmalarý, sorunlar üzerinde uzun tartýþmalarý, iki berrak gönlün ayný noktalarda kolayca buluþmalarýný saðlamýþtý. Evet Ýsrail'in yaþama hakkýna saygý gösterilecekti ama; evlerinden, ülkelerinden kovularak kamp yaþamýna mahkûm edilen Filistinlilerin de...

Çünkü onlar da insandý ve onlarýn da yaþam hakký vardý, en az Yahudilerin olduðu kadar. Ýki kafadar vardýklarý sonuçlarýn sadece teoride kalmamasý, iki halkýn nefret ve düþmanlýktan kurtul- masý, birbirlerini tanýyýp sevmeleri için çareler aradýlar. Nihayet 1959 yýlýnda dýþ destekler bularak isteklerini gerçek- leþtirdiler. Orkestra Þefi Barenboim;

Filistinli, Arap kökenli Yahudi, Alman...

bütün ülkelerin çocuklarýndan ve genç- lerinden bir orkestra kuracak, onlarý

Daniel Barenboim

Edward Said

(18)

yetiþtirecekti. Filistin, Ýsrail baþta olmak üzere tüm dünyada konserler verecekler- di. Gençleri birbirine yaklaþtýracak semi- nerler düzenlemek ise Edward Said'in görevi olacaktý. 1.5 milyon dolarlýk gelir terkedildi; Said'de tüm izinlerini ve tatil- lerini orkestra üyelerine ayýrdý. Olmaz gibi görünen gerçekleþmiþti. Ama her iki milletin fanatiklerinin boy hedefi

olmalarý, aþaðýlanmalarý tehdit ve zorla- malarý onlarý alabildiðine yordu.

Yýlmadýlar, erken bir yaþta 2003'de Edward Said'in ölümüne raðmen, karýsýnýn devreye girip iþbirliði yap- masýyla kurduklarý vakýfla çalýþmalarýný sürdürdüler. Ýyilerin gözle görülmeyen ordularý olduðu gibi, gözle görülenleri de olabilir. Deðiþik ülkelerde konserler verirken, Ýspanya hükümeti boþ durmadý.

Yer tahsisi, yýllýk yardým fonlarýnýn yanýsýra tüm orkestra üyelerine diplo- matik pasaport saðlayarak, orkestranýn en umulmadýk yerde, Filistinlilerin acýlar içinde yaþadýklarý Ramallah'da konser verme imkânýnýn kapýsýný araladý. Geçen yýl, ölüm tehditleri altýnda Ramallah'da gerçekleþtirdikleri konser, çabalarýnýn en lezzetli meyvesi olmuþtu. Orkestranýn kuruluþu, üyelerinin yaþam görüþleri, tartýþmalarý ve konserleriyle ilgili belge- seli bu yýl Aðustos Ayýnda Ýstanbul'da Aya Ýrini'de verdikleri konser öncesi televizyonlarýmýzda seyrederken gözyaþlarýmýzý tutamadýk. Ramallah'da Beethoven'in 9.senfonisini dinlerken gözyaþlarýmýz sel oldu. Hele konser son- rasý dinleyicilerden bir küçük Filistinli kýzýn, orkestra þefi Barenboim'e teþekkür ederken þu içten gelen cümlesi hepimizi hýçkýrýklara boðdu:

"Ýnanýr mýsýnýz?.." diyordu küçük kýz:

"Ýlk defa tüfeksiz ve tanksýz bir Ýsrailli

ile karþýlaþýyorum!!!.."

"Sizin yaptýðýnýz da iþ mi, müzikle, orkestrayla barýþ mý saðlanýrmýþ?!.." di- yerek yaptýklarýný naif ve çocukça gören soydaþlarýna Barenboim'in cevabý çok çarpýcý:

"Sizlerin 60 yýldýr sürdürdüðünüz yön- temlerin barýþ bir yana, düþmanlýk ve nefretleri alabildiðine körüklediði gün gibi ortada, öyleyse gelin bir de bu yön- temi deneyelim!.."

Ýnsanlar ne çabuk unutuyorlar. Hedefi bulan bir taþýn bir devi yere serivermesi kendi tarihlerinde anlatýlan bir öykü olduðu halde...

DURUMDAN VAZÝFE ÇIKARMAK Bu güzel örneklerle yazýmý bitirmek, tatlý üzerine turþu yedirmemek isterdim ama, ne çare çok acý olaylar yaþanýp duruyor dünyada ve ülkemizde. Þeker Bayramý sonrasý 27 Ekim 2006 da Hürriyet Gazetesi'nde Bekir Coþkun'un alýntýladýðýmýz "Manyak Makinesi"

baþlýklý köþe yazýsýnda ülkemizdeki bu acý gerçeklerin altý, mizahî bir üslûpla, çarpýcý ifadelerle çizilmiþ. Tel tel

dökülen kurumlarýmýz, geçmiþ yýllardaki

"Cumhuriyete Kanat Gerenlerin" örnek davranýþlarýyla ayakta durabilecekler ancak!..

Toplumumuzda koruma, korunma, hukuk ve saygý tamamen yok olmadan;

her alanda öncülerin ortaya çýkýp iþe el koymasý, bireysel olsun; sivil toplum örgütleri þeklinde olsun çalýþarak, insan- larýmýzý aydýnlatmasý, harekete geçirmesi milletimize yapýlacak en büyük hizmet olacaktýr. Doðuþtan bu azimle dünyaya gelenler de, eðitim, görgü ve tecrü- beleriyle bu hizmet aþkýna ulaþanlar da

(19)

17

mutlaka vardýr aramýzda. Ancak ünlü

Ýngiliz roman ve deneme yazarý Aldous Huxley (Oldýs Haksli)nin 1932'de kaleme aldýðý Yeni Cesur Dünya (Brave New World) kitabýndaki öngörüleri geçerliliðini sürdürmektedir. Ýnsanlarýn teknolojik geliþmelerin esiri olacaðý, düþünme yetilerini yitireceði, ciddi ki- taplarý okuyanlarýn azalacaðý, her taraftan yaðan bilgi ve haber bombardý- maný altýnda bireylerin basit uðraþlarla, sonu gelmeyen eðlencelerle ömür tükete- ceði öngörülerinin büyük ölçüde gerçek- leþip, daha da yoðunlaþtýðýný görüp dur- maktayýz.

Ýster doðuþtan gelen, ister sonradan oluþan hizmet etme aþkýyla yananlarýn

eyleme geçmesini, ya da hizmetteki hýzlarýný frenleyen toplumun direnmesin- den çok daha fazla, kiþilerin nefisleriyle savaþmayý býrakýp Huxley'nin öngördüðü gibi günlerin getirdiðince öylesine yaþayýp ömürlerini boþa harcamalarýdýr.

Bu durumda merhamet duygularýmýz dumura uðrar; çabasýz, eylemsiz yalnýzca tribünde olaylarýn seyircisi olarak kalýrýz.

Ülkemizde her alanda; bilgili, akýllý, vicdanlý, þefkat ve merhamet sahibi, azimli, gözüpek, zorluklardan yýlmayan, planlý ve programlý çalýþmaya, iþbirliði yapmaya yatkýn Murrow'lara, Edward Said'lere, Barenboim'lere çok, ama çok ihtiyaç var. Gün, bugündür. Öyleyse hodri meydan!..

Bayramý, yedi masum insaný zevk için öldüren iki manyakla geçirdiniz. Ve muhtemelen "Bu manyaklar nereden çýký- yor?" diye sordunuz.

Oysa bu düzen bir "manyak

makinesi"dir, sadece iki manyaðýn ortalýk- ta dolaþmasý azdýr. Annelerin makine gibi doðurup doðurup sokaða saldýklarý, sevgi- siz, bakýmsýz, eðitimsiz büyüyen çocuk- larýn ülkesidir burasý.

50 yýldýr iktidardaki ahmak maneviyat- çýlarýn nüfus planlamasýna yanaþmayýp

"Doðurabildiðiniz kadar doðurun" dediði...

Aptal zenginlerin eðitimsiz kalabalýktan

"Genç nüfus" diye övünerek söz ettikleri...

Sonuçta 250 bin çocuðun sokakta yaþadýðý, 1.5 milyon çocuðun okul yüzü görmediði, okulu bitirenlerin aç ve iþsiz gezdiði ülkedir bu ülke...

"Manyak makinesi" burada durmaz:

Halkýn eðitiminden sorumlu televizyonlar, eli tabancalý diziler sunar çocuklara. Dizi- lerin kahramanlarý kurþun sýktýkça, kan ak- týkça, insan öldürdükçe kahramanlaþýrlar.

Ýnsan öldürmenin yüzlerce çeþidini öðretir filmler.

Ýþkence yöntemleri, göz oyma þekilleri, býçaklamanýn bin bir türü, insan boðmanýn incelikleri... "Manyak makinesi" gerçek hayatta da boþ durmaz:

Eþkýyaya yakýlmýþ türkülerle büyüyen babalarýn çocuklarý, kapýsýnda esrar satýlan okullarýn önünde, sustalý býçak- larýný sallaya sallaya "itibarlý" olmayý öðrenirler. Katili "kahramandýr" bu meleketin. Çetecisi "vatansever" oluverir.

Kanunlarý en çok çiðneyenlerin, mafya bozuntularýný, kent eþkýyalarýný "efsane"

yapmadýnýz mý?..

Ve "manyak makinesinin" kendine göre hukuku vardýr, bu kez sistemin yarattýðý suçlularý korumaya gelmiþtir sýra:

Sýk sýk çýkartýlan af yasalarýyla suçlu- larýn sokaklarda dolaþtýklarý... Masum insanlarýn evlerine sinip korku ve dehþet içinde "adaleti" boþuna bekledikleri bir hukuk düzenidir bu...

Ýþte "Bu manyaklar nereden çýktý?"

sorusunun yanýtýdýr tüm bunlar. "Manyak makinesi"dir bu, durdurulamaz...

Sadece bu iki manyak az bile.

Az...

MANYAK MAKiNESi...

Bekir Coþkun (Hürriyet 27.10.2006) SEVGÝ DÜNYASI

(20)

Geçen ay, medyumumuz John Edwards, annesi öldükten sonra ondan gelecek iþaretleri beklemeye baþlamýþ ama bu arada annesinin kendisiyle doðrudan temasa geçmesini iþine duygularýný karýþtýrmamak amacýyla reddetmiþti. Annesi bu kez baþka bir medyum kanalýyla ona seslenerek bir daha baþka medyumlar kanalýyla deðil de doðrudan kendisiyle konuþmak istediðini bildirmiþti. Edwards annesiyle konuþsa bile ondan beklediði özel iþaretlerin bir türlü gelmemesini, hayatýný bunlara baðlayarak yaþamamasý gerektiðinin bir kanýtý olarak düþün- meye baþlamýþtý. Öte alemdekilerin görevi, dünyada yaþayanlarýn sorduklarý her soruya cevap vermek yerine onlara yanýnda olduklarýný hissettirmekti.

Psiþik Medyum, öte alemdeki sevdiklerimizle konuþuyor

SON BÝR KEZ

John Edwards/Çeviri: Arýn Ýnan

(21)

19

Geçen ayýn bir diðer konusu ise, medyumumuz Edwards'ýn kendisine bildirilen bilgileri sansürsüz olarak müþterilerine iletmesi hakkýndaydý. Elbet ki kötü ve tra-

jik haberleri verirken onlarý hayýr diliyle aktarmaya gayret ediyordu. Edwards'ýn altýný çizdiði esas konu, insanlara sadece bilmeleri gerekenlerin söylendiði idi.

Bu nedenle bir ölüm ya da kaza haberinin vuku bulmadan önce söylenmesi yal- nýzca kiþinin duymasýnda hayýr olabileceði inancýyla iletilebiliyordu.

Bu ay konumuza kaldýðýmýz yerden devam ediyoruz.

Baþka durumlarda ise kendimi bir- denbire insanlarla ruhlarýn ortasýnda kalmýþ bir vaziyette bulurum. Bir keresinde ölmüþ bir ünlünün ruhuyla temas kurmak üzere bir seansa çaðrýlmýþtým. Bu iþi organize edenler oraya basýný da çaðýrmýþlardý. Seansýn sonlarýna doðru bu ünlü kiþinin, adý Donald olan birisini iþaret ettiðini his- settim ve hemen: "Aranýzda adý Donald olan birisi var mý?" diye sordum.

O an bir sessizlik oldu. Sonra arkalardan bir ses geldi ve: "Ben Donald'ým" dedi. Bu, benimle daha önce röportaj yapmýþ olan bir muhabir- di. Temkinli davranmaya gayret ettiðini hissettim. Hiç istemediði halde, trans okumasýnýn içine çekilmiþti. Yüzünde isteksiz bir ifade vardý. Ona: "Donald, baban burada" dedim. "Adýnýn Frank olduðunu ve Joe adýnda kendisi gibi ölmüþ olan bir erkek kardeþinin olduðunu söylüyor" diye ekledim.

"Evet, Frank benim babam, Joe ise, amcamdýr" dedi Donald. Ben devam ettim: "Joe amcan balýk tutmayla ilgili bir þeyler söylüyor. Seni Narrows'a balýk tutmaya götürürmüþ". Donald ona ilettiðim bilgilerden hayli çarpýlmýþa benziyordu. "Evet bu doðru. Amcam, küçük teknesiyle beni buraya balýk tut- maya götürürdü" dedi.

"Burada bir diþi figür daha var. Yoksa senin annen mi? Neden gözlerini kap- atýyor? Yoksa kör müydü?" diye sor- dum.

"Hayýr!"

"Ama gözlerini kapatýyor. Neden kapattýðýný anlayamýyorum."

Sonra birdenbire anlayýverdim:

Kadýn ölmeden önce oðlunu göremediðini söylemek istiyordu.

Hemen: "Onu görmeye gelmediðini söylüyor annen" dedim. Ancak, aðzým- dan çýkan bu sözlerin karþýmdaki kiþiyi ne denli rahatsýz edebileceðini hesap edememiþtim. Mesajý her zamanki gibi karþýmdaki kiþiye iletirken bunun objektif, gerçek ve geçerli bir bilgi olduðuna inanmýþtým.

Donald: "Annem yirmi yýl önce öldü.

Florida'da yaþýyordu ve aðabeyimden onun hastanede olduðuna dair bir çaðrý almýþtým. Hemen gitmem gerektiðini biliyordum ve bunu istiyordum da ama o zamanlar serbest çalýþýyordum ve önceden planlanmýþ olan bir röportajým vardý. Üstelik de bunu ayarlamak için aylarca uðraþmak zorunda kalmýþtým.

Önce röportajýmý yapýp, sonra anneme gitmeyi kararlaþtýrdým ama o, ertesi gün vefat etti. Bunu hiç kimseyle daha önce paylaþmamýþtým. Yirmi yýldýr da bununla ilgili suçluluk duygusu duyu- yordum" dedi.

Peki ben bu bilgiyi kendime mi sak- lamalýydým? Böyle olduðunu düþün- müyorum. Sansür uygulamak benim iþim olmamalý. Ben sadece bana veri- len bilgileri iletmekle sorumluyum.

Neticede, Donald'ýn annesi bu mesajý bana bilerek iletmiþti. Ama, istemeden

SEVGÝ DÜNYASI

(22)

de olsa, Donald'ýn suçluluk duygusunu yeniden yaþamasýna neden olmuþtum.

Bazen bana ne olursa olsun karþým- dakine iletmem gereken güçlü mesajlar gelir. Böyle durumlarda karþýmdaki- lerin eylemlerinden sorumlu olmaya- caðýma dair kesin bir kuralým vardýr.

Özgür irade benim için çok önemlidir.

Hastanede çalýþtýðým yýllarda adý Catherine olan bir hanýmla dostluk kur- muþtum. Kendisi mikrobiyoloji depart- manýnda çalýþýyordu ve göðüs kanseri- ne yakalanmýþtý. Bir gün bana: "Sana bir soru sorma ihtiyacý duyuyorum. Bir operasyon geçirdim ve doktorlar benim bir seçim yapmam gerektiðini söylü- yorlar. Kemoterapi, ýþýn ya da baþka türlü tedaviler uygulayacaklar. Aslýnda onlara göre artýk temizmiþim ama yine de tedbirli davranmak adýna eðer kabul edersem bunlarý uygulamak istiyorlar.

Sence hangisini yapmam gerekir?

Bunu sana bir arkadaþ ya da dost olarak deðil, bir medyum olduðun için soruyorum" dedi.

Ona, bu soruyu cevaplayamaya- caðýmý söyledim. "Eðer böyle bir kararý ben verecek olursam, senin eylem- lerinin de sorumluluðunu üstlenmiþ olurum. Ben burada senin bir arkadaþýn olarak bulunuyorum. Ne yaparsan yap, seni destekleyeceðim. Ama eðer senin yerinde ben olsa idim, kemoterapi alýrdým. Elimden gelen her þeyi yap- mak isterdim. Bu senin önüne konul- muþ olan fýrsattýr. Ben olsam alýrdým"

dedim.

Bunu ona söyledim çünkü kemotera- pi almasý gerektiðini biliyordum. Ona:

"Bunu yap, aksi taktirde öleceksin"

demedim çünkü bunu bilmiyordum.

Bildiðim tek þey, kanserle elinden gelen her türlü mücadeleyi yapmasý gerektiði idi.

Catherine kemoterapi almayý reddetti.

Aslýnda kemoterapiden korkuyordu ve saçlarýný kaybetmek istemiyordu. Ve ne yazýk ki kanser geri geldi ve bütün bedenine yayýldý. Catherine'i yirmi sekiz yaþýnda kaybettik. Yine de:

"Acaba kemoterapi almasý için ona daha da ýsrarcý olsa mýydým?" diye kendime soru sorduðum olmuþtur. Son günlerinde bana: "Seni dinlemeliydim"

demiþti.

Catherine öte aleme geçtikten sonra, benim kanalýmla asla bana bir bilgi iletmedi. Bu hikayeden tahmin edebile- ceðiniz gibi, insanlarla uðraþmanýn aslýnda kiþiyi huzursuz eden bir yaný vardýr. Bir keresinde bir seminere katýl- mak üzere arabamla yola çýkmýþtým.

Yolda karþýdan karþýya geçmek isteyen bir kadýna neredeyse çarpmýþtým. Ýyi olup olmadýðýný kontrol etmek amacýy- la baktýðýmda orada hiç kimseyi göre- memiþtim. Evet hiç kimse yoktu! Ýþte o zaman: "Bu kadýn Stacey Sullivan'ýn annesine benziyordu" dedim.

Stacey Sullivan, benim liseden sýnýf arkadaþýmdý. Bu kadýnýn onun annesi olduðunun farkýna vardýðýmda, bu konunun benim ilgimi beklediðini de anladým. Otele vardýðýmda arkadaþým Valerie'i aradým ve ona: "Sana garip bir soru soracaðým. Stacey Sullivan'ýn annesinin nesi var?" diye sordum.

"Aman Allahým! Yeni öldü. Hem de bir kaç gün önce. Göðüs kanseriydi" dedi.

(Gelecek ay: Konumuza kaldýðýmýz yerden devam edeceðiz)

(23)

ÇOCUKLARIN

GEÇMÝÞ YAÞAMLARI

Geçmiþ Yaþam Anýlarý Çocuklarý Nasýl Etkilemektedir?

Carol Bowman'ýn, "Children's Past Lives" Kitabýndan

Çeviren: Nelda Bayraktar

(24)

ZAMAN, YALNIZCA ONU YAÞAYARAK FETHEDÝLÝR

Kýþ geldi ve geçti ve ben yýllardan beridir ilk kez hastalanmadým. Mart ayýnda anormal bir kar fýrtýnasý yaþadýk. Bu belki de kýþ mevsimi boyunca yaþanan en büyük kar yaðýþý oldu. Daðlarýn üzerine yaðan pudramsý kar onlarý ýþýltýlý bir harikalar diyarýna dönüþtürmüþ, evimizin hemen yanýnda bulunan golf sahasý ise þehrin en dik ve en hýzlý kayýlan bir tepesi haline gelmiþti.

Nitekim, çocuklar bütün

gün bir þambriyelin üzerinde kayýp durdular.

O akþam Steve ve ben, çocuklarýn uyumalarýný beklemiþ ve onlar uyur uyumaz da kendi hazýr- ladýðýmýz kar partisine katýlmak üzere dýþarýya çýkmýþtýk. Gökyüzünün yýldýzlarla kaplý olduðu muhteþem güzellikteki bir kýþ gecesiydi. Gençler, en yüksek tepenin üzerinde bir ateþ yakmýþlardý.

Alevlerin ýþýðý kaya- caðýmýz tepeyi aydýnlatý- yordu. Steve ile beraber bir þambriyelin üzerine binerek kaymaya

baþladýk. Kendi etrafýmýz- da dönerek, zaman zaman

da minik tepeciklerin üzerinden fýrlayarak, gülerek ve çýðlýklar atarak kayýyorduk. Aþaðýya iner- inmez de bir sonraki kayýþ için büyük bir hevesle yu- karýya doðru týrmanýyor- duk. Ciðerlerime çektiðim taze ve soðuk havanýn gü- zelliðini ve beni ne denli zinde kýldýðýný hissedince aklýma bir önceki yýl ya- takta geçirdiðim o kor- kunç kýþ geldi. O zaman- lar, öylesine hastaydým ki zorlukla nefes alabiliyor- dum. Ýþte o an gerçekten iyileþtiðimi anladým.

Tepemde bana göz kýrpan yýldýzlarýn þahitliðinde Tanrýma þükrettim.

Hatýrlayacaðýnýz gibi, geçen ay, regresyon deneyiminden sonra

Carol Bowman'ýn neler hissettiðine tanýk olmuþtuk. Geçirmiþ

olduðu acý hayatlarýn duygularýný bu deneyim sýrasýnda yeniden

yaþamak zorunda kalan Bowman hayli sarsýlmýþ olmasýna raðmen,

reenkarnasyon ile ilgili inancýný somutlaþtýrmýþtý. Artýk sadece bir

bedenden deðil, bir ruhtan da ibaret olduðuna ve ruhunun çeþitli

deneyimlerle olgunlaþtýðýna inanmýþtý. Bu bakýþ açýsýyla çocuk-

luðuyla ilgili anýlarýna dönen Bowman, henüz küçük bir çocuk iken

arkadaþlarýyla beraber Nazilerden kaçma oyunu oynadýklarýný

anýmsamýþtý. Yine ayný þekilde odasýnda oyuncaklarýyla oynarken

annesinin çaldýðý bir plaktan yayýlan müzikle kendinden geçtiðini

ve notalarý önceden biliyormuþçasýna mýrýldanabildiðini hatýr-

lamýþtý. Bu ay, konumuza "Zaman, Yalnýzca Onu Yaþayarak

Fethedilir" baþlýðýyla devam ediyoruz.

(25)

Kesin olan bir þey vardý.

Bu: geçmiþ hayatlarýmýn her birinde ciðerlerimle ilgili bir rahatsýzlýktan dolayý ölmüþtüm. Erkek olarak yaþadýðým önceki yaþamýmda ruhsal olarak tükendiðim için, kadýn olarak yaþadýðým hayatta ise ciðerlerime dolan gaz nedeniyle can vermiþtim.

Her iki travmanýn da izleri ciðerlerime kazýnmýþtý.

Bunlar bilincime çýk- madýklarý sürece de beni rahatsýz etmeye devam edeceklerdi. Ama Norman Inge'nýn yapmýþ olduðu regresyon çalýþmalarýyla bunlar su üzerine çýkýnca ve bilincime doðru

itildikçe aðrýlarým azalmýþ, travma ise son bulmuþtu.

Yeniden nefes alabildiðim için mutluydum.

Fiziksel travmalarýn bir diðer özelliði ise henüz bitmemiþ bir þeylerin ve öðrenecek daha büyük derslerin olduðunun da bir göstergesiydi. Herkesin hayranlýkla izlediði genç piyanistin hayatý, bir insanýn hayatýna tatmin duygusu verebilecek yaratýcý bir yönün, sevgi

ve yakýnlýk ihtiyacýyla dengelenmesi gerektiðini öðretmiþti. Bunu anlamak ise, hayatýma yeni bir yön çizmemi saðlamýþtý.

Gaz odasýnda can verdiðim diðer hayatýmda ise bitirilmemiþ bir iþim vardý. Gaz odasýnda geçirdiðim süre içinde ben artýk bir insan bile

deðildim. Ruhum adeta hissizleþmiþti. Ailem ve boþa giden hayatým için döktüðüm ýstýraplý göz yaþlarý bedenimi de don- durmuþtu. Bir hayat sonra bu acýnýn yoðun baskýsý farkýndalýðýmý yükseltmek amacýyla çocukluk rüyalarýma bile girmeye baþlamýþtý. Ýþte o zaman gerçek su yüzüne çýkmýþ, ben aðlayarak ve ýstýrap çekerek geçmiþ hayat- larýmýn yükünü boþalt- mýþtým.

Hasta yataðýmda:

"Reenkarnasyonun bu hayatým için önemi nedir?"þeklinde ölüm- kalým derecesinde önemsediðim soruma da cevap bulmuþtum. Cevap direkt ve kolay uygulana- bilir nitelikte idi: Geçmiþ

hayatlarýmý yeniden deneyimlemek, beni, geçmiþimin

kelepçelerinden kur- tararak, þimdiki hayatýmda yeni sayfalar açmamý saðlamýþtý.

Adeta aydýnlanmýþtým.

Bu deneyimle saðlýðýma kavuþmuþ ve yeni bir hedefim olmuþtu. Bu baþkalarýyla da paylaþ- mayý arzu ettiðim bir deneyimdi. Bunu arkadaþlarýmla,

yabancýlarla, akrabalarla ve beni dinlemeye hazýr hissettiðim herkesle konuþtum. Arkadaþlarýmýn çoðu anlattýklarýmdan heyecan duydular ve kendileri de geçmiþ hayat- larýný Norman Inge vasý- tasýyla öðrenmek istediler.

O Aðustos öðleden son- rasýnda Norman Inge'nýn mutfaðýmýzda Chase ve Sarah ile çalýþma yapmak için gelmesi iþte bu nedenle olmuþtu. Aradan yýllar geçtikten sonra geçmiþe baktýðým zaman, Norman'ýn regresyon çalýþmalarýndaki

olaðanüstü becerisi, benim geçmiþ yaþamlarý hatýrla- mamýn hemen ardýndan þifa bulmam ve çocuk- larýmýn korkularýndan kur- tulmalarý bir araya gelerek küçük bir mucizenin ortaya çýkmasýna hizmet

23

Neden iyileþmiþtim? Bunun daha önceki hayatlarýmý hatýrlamamla ve oradaki anýlarýn bu hayatýmý nasýl etkilediklerine tanýk olmamla bir ilgisi vardý.

SEVGÝ DÜNYASI

(26)

etmiþlerdi. Norman'ýn Chase'e: "Annenin kucaðý- na otur, gözlerini kapa ve seni korkutan yüksek ses- leri iþittiðin zaman neler gördüðünü bana anlat"

demesiyle gözlerim açýlmýþ ve hayatýmýn yönü deðiþmiþti.

BÖLÜM ÜÇ

OYUN ALANINDA DERÝN DÜÞÜNCELERE DALMAK

Sarah ve Chase'in regresyon deneyim- lerinden haftalar sonra Chase'in ana okulunda gönüllü olarak çalýþma sýrasý bana gelmiþti. Oyun alanlarýnda baðýran, çýðlýk atan ve gülen çocuklarýn ortasýnda durarak onlara gözetmenlik yapmak durumundaydým. Chase'in minik arkadaþlarýný izli- yordum. Güneþin sonba- har olmasýna raðmen par- lak ýþýnlarýyla aydýnlattýðý sahada dört ya da beþ yaþýndaki çocuklar kovalamaca oyunu oynu- yorlar, oradaki bir kafeste bulunan tavþaný besliyor- lar, salýncaklarda sallaný- yorlar ve kendileri için hazýrlanmýþ olan barlarýn tepelerine týrmanmaya çalýþýyorlardý. Bir kaç çocuk ise orada bulunan

eski bir deniz botunun üzerine týrmanmýþlar, kendileri gibi yapmak isteyen diðer çocuklara baðýrýp, ellerini sallýyor- lardý. Renkli pelerinleri içinde hoplayýp, zýplayan iki küçük kýz ise kendile- rine göre bir þarký tuttur- muþlardý.

Chase, kýrmýzý saçlarýyla hemen ayýrt ediliyordu. O da diðer çocuklarla beraber týrmanma direk- lerinin üzerindeydi.

Kendisi kadar istekli olmayan bir arkadaþýný ikna etmeye çalýþýyordu.

Bunlarý hatýrlayabilirler miydi? Onlara sormuþ olsam, Kuzey kutbunda yaþamýþ olan bir Eskimo, Rusya'daki bir çiftçi ya da Afrika'da yaþamýþ olan bir çoban olduklarýný bana söyleyebilirler miydi?

Sonra gözlerim, tavþan kulübesinin önünde eðilmiþ ve büyük bir hevesle tavþanla konuþ- maya çalýþan minik bir kýza takýldý. Hemen arkasýnda dans ederek þarký söyleyen iki kýz

vardý. Sonra kendi çocuk- luðuma dönüverdim. O zamanlar benim Betty adýnda hayali bir tavþaným vardý. Bu tavþanýn boyu neredeyse bir insan kadardý. Onun hayali bir varlýk olduðunun farkýnda olsam bile, bana iyi bir arkadaþlýk yaptýðý için ondan çok memnundum.

Beraber bisiklete binerdik.

Betty hemen arkama otu- rurdu. Sonra da çocuk- luðumla ilgili diðer hayali maceralar geldi aklýma.

Arkadaþlarýmla beraber Hudson Nehrinin kýyýsýn-

da kaleler inþa ederdik.

Bunlarý yaparken,

kendimizi hayali düþman- lardan koruduðumuza inanýrdýk.

Sýnýfa geri dönerken bu çocuklarýn hayal

dünyalarýnýn ne kadar zen- gin olduðu üzerinde yeniden düþüncelere daldým. Geçmiþ hayat- larýnda yaþadýklarý olaylar, onlarýn hayal dünyalarýnýn öðelerini oluþturarak, baþka bir zamanda baþka bir insan olmalarýný, bazý

O an aklýma, Chase'in savaþta yaralanmýþ olan zenci bir asker olduðu geldi.

Peki ya, diðer çocuklar? Acaba onlar

geçmiþ hayatlarýnda neler yaþamýþlardý?

(27)

þeyleri diðer insanlardan farklý görebilmelerini ve aslýnda hiç varolmayan hayali kiþilerle konuþ- malarýný gerçekleþtire- biliyor olabilirdi. Bu konu üzerinde daha da

düþündükçe gerçeklerle hayaller arasýndaki farký bilmenin kolay olabile- ceðini gördüm. Hayali bir oyuna dalan bir çocuk, kendi iradesiyle deðiþe- bilen bir geçici bir gerçek- lik inþa eder. Bu nedenle kendini kolaylýkla kafasýn- da yarattýðý kiþinin karak- terine büründürebilir ve örneðin bir asker gibi kýlýcýný sallayabilir ya da Krala ve Kraliçeye tartlar hazýrlayan bir fýrýncý gibi davranabilir. Her iki hay- ali oyunda da belirgin olmayan nitelikler bir araya karýþarak çocuðun oynadýðý oyuna inan- masýný saðlarlar. Sonuç ise gerçeklerle hayali öðelerin oluþturduðu bir karýþýmdýr.

Sarah ve Chase geçmiþ hayatlarýný hatýrladýklarý zaman baþka bir gerçek- likle karþýlaþmýþlardý:

Akýlcý ayrýntýlarýn mevcut olduðu saðlam bir içsel gerçeklik ve bozul- mamýþlýk. Bu hatýralarda gerçeðin ta kendisi vardý.

Anlattýklarý olaylar bu hayatlarýnda gördük- lerinden daha trajikti.

Onlar hayallerinde kur- duklarý bir oyunu oynamýyorlardý.

Chase'in sýnýfýndaki halýnýn üzerinde oturmuþ, öðretmeninin bir fare ve bir motorsikletle ilgili anlattýðý hikayeyi dinliyor- dum. Yanýmda oturan ço- cuklarý tek tek inceliyor- dum. Bazýlarý gerçekten dinliyorlar ve hikayeden keyif alýyorlardý. Diðerleri ise halýnýn üzerine yatmýþ, gözleri kapalý vaziyette sessizce dinliyorlardý. Bu küçücük sýnýfta bile bir- birinden oldukça farklý olan bu minik þahsiyetleri izledikçe, geçmiþ yaþam- larýnda neler yaþadýklarýný düþünmekten kendimi alýkoyamýyordum. Acaba

geçmiþ yaþamlarý onlarýn þimdiki þahsiyetlerini ve davranýþ biçimlerini ne kadar etkiliyordu?

En iyi arkadaþlarý olan Henson ve Mari'nin yanýn- da oturan Chase'in gözleri yorgun bakýyordu.

Çocuðumun geçmiþ yaþamýnda katýldýðý, yara- landýðý ve sonunda öldüðü zorlu bir savaþtan sonra sevdiði arkadaþlarýnýn ortasýnda rahat bir biçimde oturmasýna içim- den ýlýk ýlýk akan bir sevgi ve minnettarlýk duygusuy- la þükrettim.

(Gelecek ay konumuza:

"Düþünceler Zihnime Akýn Ediyor" baþlýðý ile konumuza devam ede- ceðiz.

SEVGÝ DÜNYASI

25

(28)

kanserin penceresinden bir yaþam sentezi

Sayýn Sevgi Dünyasý Okurlarý,

Deðerli dostum Sayýn Ahmet Kayserilioðlu Beyefendi geçirdiðim kanser hastalýðý sebebiyle, bu konudaki duygu ve deneyimlerimi dergide tefrika halinde, bütün açýk- lýðýyla yazmamý ve bunlarý sizlerle paylaþmamý önerdi. Ben de layýk olabilirsem, bu teklifi onur kabul ettim.

Yaþamýn acý gerçekleri arasýnda olan böylesine bir hastalýðý hiç kimsenin yaþama- masýný dilerim. Ancak sadece kanserliler deðil, onlara bakanlar veya empati ile yak- laþanlar açýsýndan okuyanlara bir nebze olsun faydalý olabilirsem amaca ulaþmýþ olacaðým. Bu vesileyle, tüm okurlara saðlýklý günler dilerim, sevgi ve saygýlarýmla.

Av. Özer Baysaling

Referanslar

Benzer Belgeler

Çünkü biz insanlar korkularýmýzla ve bizi kýsýtlayan her türlü duygu ve düþünce kalýplarýmýzla yüzleþtiðimiz zaman da büyümeye baþlarýz. Bu basit harita

Güç bir durumdan kurtulmak için canýna kýyýyorsa, kendi kiþiliðini daha rahat ve iyi bir yaþam için sadece bir araç olarak görüyor demektir ki, bu da ahlâk yasasýna

Daha önce hiç olmadýðý þekilde birçok þey ile uyum içine gireceðiniz için alanýn hayýrseverliðinin saðlýðýnýz üzerinde müspet yönde çok daha büyük etkisi

Ayþegül Uçar - Seyhun Haným, insanýn tekamülü için en önemli deðer sevgi, her þeyin içinde onun olmasý lâzým.. Mesela yalan söylemek kendini sevmemek

Eðer geliþmiþ uygarlýklarýn parçasý olarak yaþadýðýnýz ömürler olduðu ile ilgili bazý hisleriniz varsa, bunda büyük oranda gerçeklik payý vardýr ama burada

1964 yýlýndan bu yana önce ulusal ve daha sonra uluslararasý etkinlikler ile kutlanan Hacý Bektaþ-ý Veli törenlerine gerek yerli, gerekse yabancý ziyaretçi- ler tarafýndan

Maddi sýkýntýlar ile boðuþmakta olan ve banka hesabýn- da para olmayan ama bolluk içinde olduðunu, günlük yaþamý bakýmýndan endiþeleri olmadýðýný ve bunu hak etmiþ

Ya da doðrudan Cebrail denilen bilgi meleði kendi hüviyetinde çok kanatlý heybetli bir varlýk olarak görünür veya insan þek- line girerek (Hz. Muhammed'e olduðu gibi) bilgi