• Sonuç bulunamadı

AKAN BÝR IRMAKMEVLÂNÂ’DAMETAFORLARAKILKARIÞTIRAN OLAYLAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "AKAN BÝR IRMAKMEVLÂNÂ’DAMETAFORLARAKILKARIÞTIRAN OLAYLAR"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AKAN BÝR IRMAK

MEVLÂNÂ’DA METAFORLAR

AKIL KARIÞTIRAN OLAYLAR

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Cilt: 51 Sayý: 602 Þubat 2019 Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

0535 4554223 - 0549 7220248 Yönetim Yeri:

Hayri Eðmezoðlu Sk. Ýkizler Ap.

No: 8 D: 32 Erenköy/Ýst.

Baþkasýnýn Cesedine

Basarak Yükselenler ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Akýl Karýþtýran Olaylar ... 6

Ahmet Kayserilioðlu

Mevlânâ’da Metaforlar ...13

Güngör Özyiðit

Arýlar Yok Olursa

Ýnsanlar da Yok Olur mu? ... 20

Çaðrý Mert Bakýrcý

Merhaba Komþu ... 23

Seyhun Güleçyüz

Þefkat Evrime Ýyi Gelir

...

... 32

Aysu Uygur

Çocuklarýn Gizli Spiritüel Dünyalarý

Akan Bir Irmak

.

... 36

Çev: Nelda Ýnan

Celse 2 ... 43

(Canlý Kryon Celsesi)

Ruh Paylaþýmýna Yeniden Bakýþ ... 46

(Canlý Kryon Celsesi) Dergimizin internet sitesini

www.sevgidunyasidergisi.com, www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

ÝÇÝNDEKÝLER

(3)

Sevgili Dostlar

O’nun adýný, Bizi Sevgisinden Yaradan’ýn adýný ne kadar sýklýkta anýyoruz?

Elbet ki darda ve tehlikede kalýnca, elbet ki çok korktuðumuzda; çünkü bizi her türlü zordan kurtaracak olan yalnýz O’dur... Büyük sevinçlerimizde, gerçekten huzurlu ve saðlýklý hissettiðimiz zamanlarda; çünkü gerçek hayýr yalnýz O’ndan gelebilir ancak ve buna iman edenler gerçek þükür içinde olurlar... Bunlarýn yanýnda gün içinde sýk sýk O’nu ananlar vardýr. Evet günün belli saatlerinde ibadet edenler bu hâli yakalamak için diðerlerine göre daha þanslýdýrlar, eðer ibadetlerini vazife gereði ya da yasak savmak maksadýyla deðil de istekle ve neþeyle yapýyorlarsa. Bir de hep O’nun huzurunda olduðunu bilerek yaþayanlar vardýr, O’nun önünde içten ve dýþtan ellerinden gelebilecek en temiz hâlleriyle hayatlarýný sürdürmeye gönüllü olanlar... Aðýzlarýndan çýkan sözler, kafalarýndan geçen düþünceler her zaman kendi denetimleriyle dikkatli ve ölçülüdür. Ýnsan çok sevdiði, çok saydýðý, çok önem ve deðer verdiði bir sevgilinin yanýnda nasýl olabilirse iþte öyle. Üstelik bu sevgili bizi her þeyimiz ve her hâlimizle biliyor, tanýyor, seviyor, hem gönlümüzün baþ köþesinde, her yanýmýzý doldururcasýna içimizde hem de bir o kadar uzakta bizden. Hani saygýsýz sevgi olmaz denir ya, o huzurda yaþamaya niyetli olanlar bunu öylesine bariz hisseder ve görürler ki, ayný özden yaratýldýðý insan kardeþine, baþka canlýlara, baþka varoluþ þekillerine farklý gözlerle bakmaya baþlarlar. Eðer baþlarýna istemedikleri, zararlý gördükleri þeyler gelirse, öncelikle kendi yanlýþlarýný arayýp bunu gidermeye çalýþýrlar; deðilse o zaman O’ndandýr, O’ndan olan her þey gereklidir, yerindedir, zamanýndadýr. Bunu ancak O’nun doðrularýna ve þartlarýna uygun yaþayan, vesvese verenle ve kötülükle mücadelenin insan olma safhasýnýn gereklerinden biri olduðunu bilen, deðiþmeyen sevginin ve gerçek sabrýn en büyük güç olduðunu anlayan kiþilikler kabul edebilirler.

Daha az konuþurlar, daha çok düþünürler ve gözleri yaþlýdýr. Bu gözyaþý kendi derdine aðlamaktan deðil, sevgiliye özlemdendir çoðunlukla. Her baktýklarý yerde O’nu görmeye çalýþanlar, þu her yanýmýzdan kýsýtlanmýþ dünya ortamýnda O’na yakaranlar hem duyulduklarýný bilirler hem de gerek dünyanýn topluca insan bilincine göre kalýnlaþýp incelen perdesinden gerek de kiþisel perdelerimizden dolayý gelen cevaplarý tam hissedemezler. Ama O oradadýr, O her yerdedir, içimizdedir, bizi duyar, cevap verir, bizi Yaradan bizi çok sever. Ýþte inanç böyle bir þeydir. Ýþte o nedenle O’na gerçek inananlar her nefeslerinde O’nu anarlar, O’nun adý geçtiðinde boynu bükük titrerler. Onlardan biri olmayý istemek, o bitmez yolculuða çýkmak demektir. Kapýlar açýk, kararýmýzý bekliyor.

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Baþkasýnýn Cesedine Basarak Yükselenler

Dr. Refet Kayserilioðlu

Baþkalarýnýn cesedine basarak yükseldiklerini sananlarýn hiçbirinde huzur ve mutluluðun eserini bulamazsýnýz.

Çünkü huzur ve mutluluðun yolu kötülükten geçmez.

Huzura, mutluluða

ve gerçek yükselmeye,

iyilik yolundan, bilgiden,

sevgiden, doðruluktan ve

çalýþma yolundan gidilir

ancak.

(5)

BÝR KADIN VARDI ve BÝR ADAM VARDI Bir haným vardý, güzel- ceydi ama eþi bulunmaz bir nimetmiþ gibi davranýrdý çevresine. Hele kocasý onun elinde emir kulu, hoyratça kullanýlan bir yanaþmaydý sanki. Herkesin yanýnda kocasýný azarlamaktan, suçlamaktan ayrý bir haz duyar, onu hýrpaladýkça, kendisinin yükseldiðini sanýrdý. Oysa çoðu kadýn onun kocasýna bu saygýsýz davranýþýný ayýplar, "þunun yaptýðýnýn onda birini biz kocalarýmýza yapmayýz "

derlerdi. Erkekler de onun bu kötü davranýþý karþýsýnda homurdanýrlar, sanki kendi- lerine yapýlýyormuþçasýna aðýrlarýna gider, erkekliðin gururunun incindiðini düþünürlerdi. Ýçlerinde bu kadýnýn, karýlarýna kötü örnek olmasýndan endiþe edenleri ise, arkadan ala- bildiðince o kadýný ve ona katlanan kocasýný kötüler- lerdi. Kocasýný hor tutan kadýn, kendisini de alçaltý- yordu. Kocasýný ezerek, on- da gurur, saygýnlýk ve kiþi- lik býrakmayarak, yani onun cesedine basarak yük- selmek isterken, kendisini de herkesin gözünde þirret, haddini bilmez, edepsiz bir kadýn olarak takdim etmiþ oluyordu. Kocasýný ezdiði-

ni, ondan üstün olduðunu göstermek isterken, farkýn- da olmadan, deðersiz bir adamýn karýsý olduðunu da ilân etmiþ oluyordu.

Bu haným neden böyle davranýyordu? Belki kocasýnda aradýklarýný bula- mamýþtý. Belki annesi de babasýna böyle hoyrat davranýyordu, onu örnek alýyordu. Belki de tam tersi babasý annesini çok ezmiþti, kocasýndan annesinin intikamýný alýyordu. "Þu erkek milleti deðil mi, caný cehenneme!" diyordu. Belki de içinde yenemediði bir aþaðýlýk duygusu vardý.

Kocasýný ezerek kendini yükselteceðine inanýyordu.

Her ne sebeptense hanýmýn tutumu yanlýþtý, bilgisizce, sevgisizce idi.

Bir adam vardý, çocuk- luðunda çok ezilmiþ ve çok horlanmýþtý. Babasýndan sýk sýk dayak yemiþti. Her yap- týðý suçtu. Hiçbir davranýþý beðenilmezdi. Bir aðabeysi vardý, o uslu idi, çalýþkandý.

Hep o övülür, örnek göste- rilirdi. Kendisi ise daima haylazdý, yaramazdý, azarlanýrdý. Babasý, o ortaokula giderken ölmüþtü.

Tahsile ortaokuldan sonra devam edememiþti. Sokak satýcýlýðýndan maðaza sahibi olmuþ, sonra daha

çok kazanmýþ, mal mülk sahibi, zengin bir kiþi olmuþtu. Orta halliyken evlendiði karýsýný beðen- miyordu. Ýki tane de çocuk- larý olmuþtu, atamýyordu ve ayrýlamýyordu da. Karýsýný yükseltmek aklýna gelmi- yordu. Onun her haline her konuþmasýna kýzýyor, kötülüyor, yerin dibine batýrýyordu. Kadýn öyle hor muameleler karþýsýnda büs- bütün þaþkýna dönüyor, yan- lýþ üstüne, yanlýþ yapýyordu.

Kocasýný seviyordu, ken- disini ona beðendirmek için bütün gücüyle gayret edi- yordu. Fakat ne süslenme- si, ne evini düzene koymasý ne de en güzel yemekleri yapmasý yarar saðlýyordu.

Kocasý bunlarý ya görmüyor ya da yine bir kusur bulu- yor, onu kötülüyordu.

Karýsýna bu kötü davran- malarý akraba ve komþularý arasýnda da tenkit ve adamý suçlama konusu oluyordu.

Bu adam neye böyle davranýyordu? Babasýnýn kendisini ezmiþ olmasýnýn bir tepkisi mi idi? Ýçindeki aþaðýlýk duygusunun bir sonucu mu idi? Yoksa son- radan görmüþlüðün bir hazýmsýzlýðý mýydý? Her ne sebeptense, karýsýný hor tut- masý, ezmesi onu yükselt- miyordu. Karýsýnýn cesedine basarak yükselemiyordu.

(6)

Aksine, onca servetine ve imkânýna raðmen alçaltý- yordu o tutumu onu.

KÖTÜ ÝÞVEREN ve KÖTÜ ÝÞÇÝ

Ýþçilerini ezen, onlara kötü davranan, hayvan- mýþlar gibi muamele eden iþveren tipleri bugün ülkemizde azalmýþ olmakla beraber, az da olsa görünen- leri de oluyor. Bu tip kiþi- lerden birini ben tanýmýþ- tým. Baþkalarýyla ve hele müþterileri ile konuþurken aðzýndan bal akan adam, iþçileri ile baþbaþa kalýnca kötü konuþan, kötü

davranan madden ve manen ezen bir zalim oluyordu. Bu adam insanlarý sevmiyordu.

Kendi çýkarýný seviyordu yalnýz. Bir de içinde yene- mediði bir kendini aþaðý görme duygusu vardý.

Gücünün yettiklerini ezerek kendini tatmin etmeye çalýþýyor, öyle yükseleceði- ni sanýyordu.

Bir baþka örnek: Bir mat- baada birkaç kiþi çalýþýyor- du. Matbaanýn sahibi hesap- sýz yatýrýmlara ve borca gir- miþ, o yüzden iflâsa doðru gidiyordu. Ýþçi sayýsý azala azala üç, dört kiþiye inmiþti.

Onlar da düzenli çalýþmý- yorlar, matbaa sahibine zarar vermekten haz duyu-

yorlardý. Haince makineleri bozuyorlar, hattâ kýrýyor- lardý. Ýþ çýkmýyordu ellerinden. Ýþveren biraz söylenecek olsa, "Ýþler yetiþmiyor" diye bin bir türlü lâf iþitiyordu. Daha ileri giderse döveceklerdi adamý. Ýþçileri iþten de çýkaramýyordu. Aðýr tazmi- natlarý vardý, onlarý ödeye- cek gücü yoktu.

Bu iþçiler neden böyle kötü, neden böyle haince davranýyorlardý? Bu tarz davranýþlarýnýn batmak üzere olan adamý daha batýracaðýný bildikleri halde, neden böyle insafsýz ola- biliyorlardý? Bunun altýnda da patrona duyulan aþaðýlýk duygusu, haset, kýskançlýk ve sevgisizlik yatmýyor muydu? Ýnsanlar kendi kiþi- liklerini ve saygýnlýklarýný kazanabilmek için baþkala- rýný ezmekten baþka yol bilmiyorlar mý? Bu yol onlarý sandýklarý gibi yük- seltiyor mu? Yoksa daha mý alçaltýyor?

VE KATÝLLER Birkaç kiþi öldürmüþ, belâlý katiller vardýr. Orda burada kabadayýlýk ederler.

Ona buna "höt" diyerek, korkutarak iþleri yürütmek, çýkar saðlamak, ilgi ve saygý toplamak isterler.

Toplum içinde yükselmenin en kýsa yolu saydýklarý bu kötü yol, onlara çok kazançlý görünür. Ama aslýnda bu tipler, isten- meyen, sevilmeyen, ilk fýr- satta ezilmek istenen kim- selerdir. Onlar da bunu bildikleri için her an tetikte ve her an kuþkudadýrlar.

Genellikle sonunda, en güçlü göründükleri anda, ummadýklarý kiþi tarafýndan öldürülürler. Baþkalarýnýn cesetleri üzerinde, baþkalarýný ezerek yük- selmek isterken,

baþkalarýnýn ayaklarý altýn- da ezilmekten kurtulamaz- lar. Herkes ne ekerse onu biçer sonunda. Saðda ve solda birbirini ezerek hem kendilerini, hem de inandýklarý fikirleri yüksel- teceklerini sanan, katilliði kahramanlýk gibi gören delikanlýlar var. Onlarýn bil- gisizliði, tecrübesizliði, onlarýn her þeyi bildiklerini sanarlarken, çok þeyi bilmeyiþleri, yanlýþ ve çýk- maz yollara sürüklüyor onlarý. Karþý kamptaki kardeþlerinin cesetlerine basarak yükselebilecekleri- ni, ülkeye hükmedecekleri- ni sanýyorlar. Bugüne kadar hiçbir tarafýn yükse- lebildiðini görmedik.

Aksine battýkça batýyorlar bataða. Geri dönemeyecek- leri suçlara sürükleniyorlar.

(7)

Bu suçlarýn hesaplarýnýn bir gün sorulacaðýndan korku- yorlar. Bir gün karþý taraf- tan veya kendi taraflarýndan birisi tarafýndan öldürüle- ceklerinden korkuyorlar. Ve þüphesiz kendileriyle baþ baþa kaldýklarýnda yaptýk- larý iþin pisliðini görüyorlar ve vicdan azabý çekiyorlar.

Nasýl kurtulacaklar bu kötü yoldan? Nasýl girdiler bu kötü yola? Onlara yol göstermesi gerekenler mi ittiler? Yoksa içlerindeki aþaðýlýk duygularý, doyum- suzluk ve eziklik mi onlarý sürükledi bu yola? Her iki halde de kendi bilgisizlik- leri apaçýk sýrýtmýyor mu?

Ve kötülük, zulüm, acýmasýzlýk, yalnýz kendi çýkarýný düþünme ve bunun için her kötülüðe kendinde hak görme, alabildiðine yaygýnlaþtý ülkemizde.

Yöneticilerin duruma hâkim olamayýþlarý daha da cesaretlendiriyor kötüleri.

GERÇEK YÜKSELME HUZUR GETÝRÝR Baþkalarýnýn cesedine basarak yükseldiklerini sananlarýn hiçbiri huzur ve mutluluk içinde deðildirler.

Onlar hem her kötülüðü yaparlar hem de hep hal- lerinden þikâyet ederler.

Dikkat ediniz, onlardan hiç huzurlu ve mutlu olanýný göremezsiniz. Sebep nedir?

Huzur ve mutluluðun yolu kötülükten geçmez de ondan. Huzur ve mutluluða iyilik yolundan, sevgiden ve doðruluktan gidilir.

Bir arkadaþým sýk sýk:

"Cennetin kapýsýný iyilik edenler açar." derdi. Bizce cennetin bir kapýsý vardýr, o kapýnýn da beþ tane anahtarý vardýr. Bu beþ anahtarýn beþini de iyi kullanmasýný öðrenenler cennetin kapý- sýný kolaylýkla açabilirler.

Anahtarlardan birisi, Ýyi- lik anahtarýdýr. Ýyilik eden- ler ve herkese iyi davranan- lar o anahtarý ellerine almýþ olurlar. Anahtarlardan ikin- cisi doðruluk anahtarýdýr.

Doðru olanlar, herkesin hakkýna saygý gösterenler, dürüst davrananlar o anahtarý ellerine alýrlar.

Üçüncü anahtar çalýþma anahtarýdýr. Düzenle çalýþanlar, yýlmadan, býk- madan ve çalýþmayý bir zevk haline getirenler o anahtarý ellerine alýnlar.

Dördüncüsü bilgi anahtarýdýr. Her gün bir þeyler öðrenen ve bilgisini artýran, bilmeye ve öðren- meye son olmadýðýný bilen kiþiler o anahtarý ellerine alýrlar. Beþinci sevgi

anahtarýdýr. Her insaný, iyi kötü ayýrt etmeden sevenler, her hayvaný güzel çirkin, zararlý, yararlý diye ayýr- madan sevenler, Yaradan'ýn yarattýðý her þeyi sevip, onlarda Yaradan'ý bulanlar, sevgi anahtarýný ellerine almýþ olurlar. Eðer bir de Yaradan'ýn huzurunda eðiliyorlar, Ona sevgi ve saygýlarýný sunuyorlarsa daha iyi durumdadýrlar demektir. Ama yalnýz ibadet edip de, bu beþ anahtarý kullanmaya gayret etmiyor- larsa ibadetleri boþunadýr.

Çünkü ibadet onlara bu beþ anahtarý buldurmak içindir.

Bu beþ anahtar ayný zamanda "Yükselmenin Beþ Esasý" veya Beþ Basamaðýdýr, biliyorsunuz.

Dünyada mutluluða da, ahirette cennete de bu baþ esas benimsenerek ulaþýla- bilir ancak. Doðru yol budur. Çünkü huzura, mut- luluða, yücelmeye, güçlen- meye yalnýz bu yoldan gidilerek ulaþýlabilir.

Baþkalarýný ezerek, hor tutarak, öldürerek ise yalnýz karanlýk bir yola ve yalnýz bataklýða gidilir. Ýdealiniz ve gayeniz yüksek bile olsa, amacýnýz kutsal bile olsa, yolunuz ve araçlarýnýz kötüyse asla iyiye gidemez, yalnýz kötüye gidersiniz ve yalnýz kötü olursunuz.

(8)

Gülyüzlülerden Ýbretler: 63

Akýl Karýþtýran Olaylar

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

PEYGAMBERÝN KARISINA BÜYÜK ÝFTÝRA

Peygamber zamanýnda Müslümanlarýn açýk bir toplum olduðunun, akýllarýna uymayan konularda düþüncelerini açýkça ortaya koyduklarýnýn örneklerini geçen yazýlarýmda sizlerle paylaþmýþtým. Kýsaca hatýrlayalým: Bedir Savaþýnda Peygamberin seçtiði ordugâh yerini beðenmeyen ve gerekçelerini açýkça ortaya koyan kiþinin gösterdiði yeni yere ordugâhý taþýmýþlardý. Hendek Savaþýnda Müslümanlar iki ateþ arasýnda ölüm kalým mücadelesi içindeydiler. Peygamber, düþ- man ordusunun önemli bir bölümüne

devþirildiði zaman Medine hurmalarýnýn üçte birini vaat etmiþti. Böylece savaþtan vazgeçeceklerdi. Ne var ki hurmalarýn sahibi Medine'nin iki lideri hurmalarýný vermeyi kabul etmemiþlerdi. Umre için konakladýklarý Hudeybiye'de, Mekke ile barýþ antlaþmasýnýn yapýlmasý esnasýnda olup bitenler, bu açýk toplumun tam bir örneði idi. Peygamber'in dýþýndaki hepsi de anlaþma metnini beðenmemiþti. Ömer gibi ileri gelenleri Peygamberi herkesin önünde sorgulamýþtý bile. Umrenin gerek- lerini uygulamalarý için, Peygamberin arka arkaya üç defa tekrarladýðý emri bir teki bile yerine getirmemiþti.

Peygamber'in son seferi Tebük'te olanlar

(9)

da ikiyüzlülerin neler yapabileceðinin bir örneði idi. Devesini kaybedip bulamayan Peygamberin, nasýl olur da bir de Allah'tan bilgi almasýyla alay eden birisi etrafýný da etkilemiþti. Neyse ki, Peygamber devesini bulunca hevesi kursaðýnda kalmýþtý. Þimdi sýra bu açýk toplumun en olumsuz örneðine geldi. Peygamber'in karýsý Ayþe'nin, kocasýna ihanetle suçlandýðý bir iftira, bir ay boyunca bütün Medine'yi dedikoduyla doldurmuþtu. Kimse görmediði, bir tek tanýk bile olmadýðý halde, bir görüntüye dayanarak neler neler uydurulmuþtu. Cinsel olaylarda her devirde yapýlanlar bu deðil midir zaten?

Olay kýsaca þöyle: Hicretin 5. yýlýnda Hendek Savaþý kazasýz belâsýz atlatýldýk- tan sonra, Medine'ye saldýrmaya hazýr- lanan komþu kabile, Peygamber'in komu- tasýnda ani bir baskýnla zararsýz hale geti- rilmiþti. Þimdi Ýslâm ordusu bol ganimetlerle Medine'ye dönüyor þehrin çok yakýnýnda þimdi dinlenme halindeler.

Aralarýnda Peygamber'in karýsý Ayþe de var. Örtünme emri yeni geldiðinden, bir deve üzerinde ahþap bir kafeste yanlarý örtülü bir þekilde oturuyor. Zayýf ve az kilolu. Tuvalet ihtiyacý için deveden inip iþini bitirince dönüyor. Görüyor ki gerdan- lýðý oralarda kalmýþ. Tekrar onu arayýp bulmak için ikinci defa iniyor. Sürücünün onun yokluðundan haberi yok.

Gerdanlýðýný buluyor ama döndüðünde bakýyor ki ordu çekip gitmiþ. Ayþe akýllýca bir kararla olduðu yerde oturuyor. Nasýlsa yokluðunu anlayýp geri dönüp onu bulurlar. Ama buna bile gerek kalmýyor.

Artçýlardan yakýþýklý bir genç, devesinden inip onu bindirerek, güpegündüz þehrin

içinden geçirip evine býrakýyor. Ordu gazadan yeni dönmüþ, millet ganimeti paylaþmakla meþgul. Bunlar halledildik- ten sonra sýra dedikodu ve iftiraya geliyor.

Yakýþýklý genç ve gençlik çaðýndaki Ayþe neden böyle arkadan geldiler? Neler yap- týlar acaba? Ýkiyüzlüler devrede.

Peygamberin hala kýzý, þair erkeklerden biri, bir Bedir gazisi bile dedikoduyu her tarafa yaydýlar. Ancak Peygamber'in diðer eþleri bu iftirayý asla onaylamýyorlar.

Medine'in iki büyük kabilesinden biri inanýyor biri reddediyor. Neredeyse çatýþacaklar. Peygamber de duyuyor ve etkileniyor. Bir tek Ayþe habersiz. Zaten 20 gündür aðýr bir hastalýk geçiriyor ve kocasýnýn eski þefkatini görmediðinden tedavisi babasý Ebubekir'in evinde yapýlýyor. Peygamber kuþkulanýyor ama inanmasý için önce soruþturmasý gerek, Rabbinden de bir iþaret yok.

Nihayet Ayþe de duyuyor. Yýldýrýmla vurulmuþa dönüyor. Ona sadece gece gündüz aðlayýp Rabbine yalvarmak kalý- yor. Anne babasý bile suskun.

Peygamber'in, Ayþe'nin gýyabýnda Ebubekir'in evinde birkaç kiþiyle olayý soruþturmasýnda Ali'nin: "Kadýndan çok ne var, boþayýver gitsin" sözleri, doðruyu söylemesi için Ayþe'nin cariyesini dövme- si, onun da iftirayý yayanlardan olmasý bence sonradan ikilik çýkarmak için baþ- tanbaþa uydurulmuþ kuyruklu yalanlar.

Hiç Ali gibi Ehlibeyt'ten Ýslâm için canýný ortaya koymuþ saðduyu sahibi biri, Ayþe'nin babasý Ebubekir'in yanýnda Peygamber'e "Onu boþa" gibi acý bir söz eder mi? Cariyeyi dövüp dedikoducularýn

(10)

arasýna katýlýr mý? 150-200 yýl sonralarý kitaplarda bunlarýn anlatýlmasýnýn bence önemi yok. Akýl mantýk terazisinde tart- madan ne duydularsa yazýp durmuþlar.

Nihayet Peygamber, anne babasýnýn yanýnda Ayþe'yi sorguya çekti. Ayþe ken- dinden emin, aðlamýyor artýk. Kocasýnýn:

"Yaptýnsa tövbe et Rabbimiz affedicidir"

hitabýna cevabý kesin: "Ne tövbesi, masu- mum. Sadece susuyorum". Ve aðabeyleri Yusuf'u kuyuya attýklarýnda babasý Yakub'un davranýþýný hatýrlatarak. "Onun gibi susuyor ve sabrediyorum" diyor.

Ve çok geçmedi aradan. Herkes Ayþe'nin bu sözlerini düþünürken Peygamber'e vahiy geldi. Nur suresi'nin 11'den 21'e kadarki âyetleri tamamen bu konuyla ilgili. Bu âyetlerde bunlarýn hep- sinin iftira olduðu açýkça ifade ediliyordu.

Sonra da 4 þahit getirmedikleri için hemen reddedilmesi gerektiði önemle vurgu- lanýyordu. Hakkýnda hiç bilginiz olmayan þeyleri etrafa yayýp dururken bunun önemsiz olduðunu sanmanýn doðru olmadýðý, edepsizlikleri yayanlarýn büyük azaba uðrayacaðý, þeytanýn adýmlarýnca gidilmemesi gerektiði net bir þekilde ortaya konuyordu. Ayþe çok acýlar çek- miþti ama bu olaydan, gelecekte insanlar ibret alarak yanlýþa düþmemeleri için bu çok önemli tavsiyelerden yarar- lanacaklardý. Bu da Ayþe için her çek- tiðine deðerdi.

ZEYD - ZEYNEP OLAYI

Ýþte Ýslâm tarihi boyunca tartýþýlmýþ, hâlâ da tartýþýlmakta olan bir olay. Öyle

ki, olanlarý iki ayrý karþýt yönde inatla savunanlar var. Doðu bilimciler ve bazý Ýslâm tarihi kitaplarý Peygamberin bir görüþte Zeynep'e âþýk olduðunu söylerler.

Ama Müslüman bilginleri, asla böyle bir þeyin söz konusu olmadýðýný mantýki delillerle savunurlar. Lâkin bu savunma sýrasýnda bile bizlere kadar hiç irdelen- meden gelmiþ, tek bir tanýðý bile olmayan yanlýþ ifadeleri de aktarýrlar ve kafalarý karýþtýrýrlar.

Ýnanýr mýsýnýz, bir Güzel Sanatlar Lisesinde rehberlik yaparken, tiyatro eðitimi gören 16 yaþýndaki bir delikanlý bile ilk tanýþtýðýmýzda: "Hocam benimle Zeyd-Zeynep olayýndaki kanaatini pay- laþýr mýsýn?" diye dilekte bulunmuþtu.

Okuldaki kültürlü ve çok yararlandýðým bir öðretmen ise: "Peygamber de insan.

Zeynep'in o güzel halini görünce çarpýldý ona âþýk oldu. Aksini bana asla kanýtlaya- mazsýn" diye meydan okumuþtu. Ben ise böyle bir aþk olayýna asla inanmýyorum.

Bu konudaki mantýðýmý sizlerle paylaþa- caðým. Bunun için biraz detaya da gire- ceðim. Karar kuþkusuz sizin.

Önce Zeyd'den söz etmek istiyorum.

Kuzey Arabistan'daki özgürlük içinde yaþayan kabilelerin birinde doðmuþ, herkes gibi o da siyahî ama sevimli bir çocuk. Annesiyle yolda iken esir tacirleri onu kaçýrýp Hatice'ye satýyorlar. Hatice o zaman Hz. Muhammed'le evli deðil. Zeyd köle olarak onun yanýnda biraz daha büyüyor. Hatice Peygamber ile evlen- diðinde delikanlýlýk yaþýnda olan Zeyd'i, Peygamber'e hediye ediyor. Peygamber o zaman 25 yaþýnda, Peygamber olmasýna

(11)

daha 15 yýl var. Zeyd köleliðini unutmuþ, bu çok zarif, anlayýþlý, bilge kiþiyle beraberlikten çok, pek çok hoþnut.

Oðlunun kaçýrýlmasýndan kara yaslara bürünen baba, teselliyi gözyaþý içinde yazdýðý þiirlerde buluyor. Kavminden Kâbe'ye Hac için gelenler Zeyd'i tanýyor- lar ve güzel haberi hemen yaslý babaya ulaþtýrýyorlar. Baba, fidyesini de hazýr- layýp, kardeþiyle birlikte Zeyd'i Hz.

Muhammed'den almak için ona baþvuru- yorlar. Üçü bu konuyu müzakere ederken

"En doðru kararý Zeyd'e býrakalým" diyor Hz. Muhammed. Zeyd çaðýrýlýyor.

Babasýný ve amcasýný tanýyor, kararý kesin:

"Ben sahibimden çok iyilik gördüm, bura- da kalacaðým" diyor. Þaþkýna dönüyorlar.

Þefkât dolu Hz. Muhammed onlarýn bu derin üzüntülerini sevince ve coþkuya gö- türen þu kararýný bildiriyor onlara: "Beni tercih eden bu delikanlýyý karþýlýk alma- dan azâd edip özgürlüðüne kavuþturuyo- rum. Ayrýca onu oðlum olarak kabul edip birbirimizin mirasýna ortak edeceðim."

Hz. Muhammed bunu Mekke'dekilerle paylaþýyor ve Zeyd'i herkes onun oðul- luðu olarak belliyor. Eski sahibinin lütfu bu kadarla da kalmýyor. Onu, yine sahibi olduðu, yaþý Zeyd'den epeyce büyük bir siyahî cariyesiyle evlendirip masraflarýný da kendisi karþýlýyor. Çok mutlu bir evlilikleri var ve büyümekte olan, ilerde babasý gibi ordu komutaný olacak bir oðula da sahipler. Bu geçen zaman içinde Hz. Muhammed'in peygamberliði ve hicreti de var. Ne var ki, karýsýnýn ölme- siyle, Zeyd'in bu mutlu beraberliði de sona eriyor.

Dul kalmýþ oðulluðu Zeyd'i görüp gözetecek, evlendirecek olan yine babasý yani Hz. Muhammed. Peygamberin bu defaki niyeti bambaþka. Ýnsanýn insana farksýzlýðýný, köle efendi ayrýmýnýn yanlýþ- lýðýný çarpýcý örnekle insanlara göstermek.

Halasýnýn kýzý Zeynep Peygamber'e ilk iman edip Medine'ye de ilk göçenlerden.

Hicretin 4. yýlýnda 35 yaþlarýnda güzel ve bekâr bir kadýn. Kendini dine, ibadete, çevresindeki yoksullara adamýþ, kendi halinde yaþýyor. Peygamber insanlar arasýnda sýnýf farkýný kaldýrmak için dul oðulluðu Zeyd ile evlenmesi teklifinde bulunuyor ona. Bu o zaman da hattâ bu zamanda da "evet" denmesi ne kadar zor bir teklif. Zeyd azad edilmiþ olsa da nihayet siyahî bir köle onun için. Ailesi ve erkek kardeþi de Zeynep'le ayný fikirde.

Bu evliliðe asla onay vermiyorlar.

Peygamber'in teklifinde ýsrarý sonucunda istemeye istemeye de olsa evlilik gerçek- leþiyor. Aslýnda Zeyd de böyle asil bir ailenin kýzýyla evliliðe taraftar deðil zaten.

Uzatmayayým bir yýl kadar süren evlilik- leri hýrgür ve karþýlýklý sert hitaplarla ikisi için de çekilmez durumda. Boþanma isteklerini Peygamber her ikisiyle sürekli konuþarak durduruyor. Zeyd'e sürekli

"Eþini yanýnda tut, Allah'tan kork" diyor.

Ama nereye kadar sürecek bu iþ?

Araplar arasýnda o zamanlarda kesin bir kural var. Bir kiþinin oðlu deðil, oðulluðu da olsa, öldüðünde veya boþadýðýnda dul karýsýný onun babasý alamaz. Onu ayný gerçek oðulmuþ gibi deðerlendiriyorlar.

Ortada böyle bir gelenek var iken boþansalar dahi, Peygamber'in Zeynep'le

(12)

evlenmesi hiç söz konusu olabilir mi?!..

Böyle bir olasýlýðý, Peygamber zaten onlarý evlendirirken sýfýra indirmiþ durum- da. Bunlar apaçýk gerçekler iken, kitaplara kanýtsýz, ispatsýz geçmiþ þu uydurmalara hangi mantýkla inanabiliriz ki? Güya Peygamber yine nasihat için onlara uðradýðýnda Zeyd evde yokmuþ kapýyý banyodan yeni çýkmýþ Zeynep açmýþ.

Halasýnýn kýzý olarak çocukluðundan beri onu tanýyan daha bir yýl önce Zeyd ile evlendirmek için defalarca görüþen Peygamber sanki ilk görüyormuþ gibi bu güzellik karþýsýnda yýldýrýmla vurulmuþa dönmüþ. Dediðim gibi hiçbir tanýðý olmayan, olsa olsa metoduyla uydurulmuþ bu senaryoya nasýl inanýyorlar gerçekten anlamýyorum. Hele Zeyd'in Peygamber- deki bu aþk durumunu görünce "Ýstersen Zeynep'i boþayayým da onu sen al"

dediðine nasýl inanýlýr? Zeyd gibi oðulluk kuralýný yakinen bilen birisi için bu nasýl mümkün olabilir? Bunlarýn hepsi uyduru- larak dilden dile aktarýlmýþ þeyler. Zorla güzellik olmaz. Nihayet beklenen oldu bo- þandýlar. Peygamber iki nedenle çok üzün- tüde. Köle efendi ayrýmýný tam yýkama- dýðýndan ve ayrýca Zeynep'in ortada kal- masýndan kendisini sorumlu tuttuðundan.

Bu arada Peygamber gerçek oðulla, oðulluðu ayný gibi addedip, dul kalan eþle babanýn evlenmesi yasaðýnýn saçmalýðýný da derinden düþünüyor. Lâkin zaten iki- yüzlülerin de bolca olduðu halk ne der?

Asla bunu göze alamýyor. Eðer bu kural olmasaydý Zeynep'i de eþleri arasýna katarak onun gönlünü hoþ eder, sorumlu- luktan kurtulurdu. O böyle düþünedursun âyet gelmekte gecikmedi.

** Kendisine hem Allah'ýn ikramda bulunduðu hem de senin ikramda bulun- duðun kimseye þöyle dediðini hatýrla:

"Eþini yanýnda tut, Allah'tan kork." Kendi içinde Allah'ýn ortaya çýkaracaðý þeyi gizliyordun. Ýnsanlardan çekiniyordun.

Oysa Allah kendisinden çekinmene daha lâyýktýr. Zeyd o kadýnla iliþiðini kestiðinde, Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlýklar eþleriyle iliþkiyi kestiklerinde, onlarýn eþleriyle evlenmede müminlere bir güçlük olmasýn. Allah'ýn buyruðu gerçek- leþmiþtir.(33/37)

Böylece bu yanlýþ oðulluk kuralý kaldýrýlmýþ ve Peygamber'in Zeynep ile evliliði gerçekleþmiþtir. Doðaldýr ki Medine'de ikiyüzlüler arasýnda ileri geri çok söylentiye neden olmuþtur ve þimdi bile tartýþýlmaktadýr.

PEYGAMBERÝN EÞLERÝ

* Hatice: Hz. Muhammed 25 yaþýnda ve peygamberliðine daha 15 yýl var.

Kervan sahibi olan, ticaretle zenginleþmiþ Hatice iki ayrý evliliðinde kocalarý erken öldüðünden 2 çocuklu güzel bir dul.

Her istediði ile kolayca evlenebilir. Ama o kervanlarýnda çalýþtýrdýðý Hz.

Muhammed'deki yüksek ahlâka hayran olup, onunla evlenmeye talip oluyor ve evleniyorlar. Yaþý peygamberden büyük.

25 yýl süren çok mutlu bir evlilikleri var.

Ve Peygamberliðinin ilk 9 yýlýnda, Mekke'deki en zorlu yýlýnda onun en büyük yardýmcýsý da Hatice. O devirde erkekler istedikleri kadar sayýda eþ sahibi olabilirler. Hz. Muhammed ise o 25 yýlý en büyük aþký Hatice ile tek eþli olarak

(13)

geçiriyor. Ve 2'si erkek 4'ü kýz 6 evlat sahibi oluyor Hatice'den.

Hemen hemen bütün kitaplarda Hatice'nin Peygamber'den 15 yaþ büyük olduðu söyleniyor. Yani evlendiklerinde 40 yaþýnda imiþ. Bu yaþtan sonra nasýl 6 çocuk doðurabilir? Bunu sorgulayanlar da var. Hatice'nin kocasýndan biraz büyük, belki otuzlu yaþlarýn baþlarýnda olduðu kanaatindeyim.

Peygamber'in Medine'deki ilk 7 yýlýnda gerçekleþmiþ evliliklerini ele almadan önce þu tarihi gerçekleri tekrar hatýrlaya- lým. Ýlk 5 yýlda Bedir, Uhud, Hendek gibi ölüm kalým savaþlarýyla uðraþtýlar.

Sonraki yýllarda ise Peygamber'in komu- tasýnda 20 kadar sefere çýktýlar. Barýþ zamanlarýnda bile her an, bir saldýrýyla öldürülme tehlikesiyle karþý karþýya.

Toplumun en çetin sorunlarýný da o çözümlemek zorunda. Özetle Peygam- ber'in bir eli yaðda bir eli balda karýlarýyla zevk ve sefa içinde yaþayacak ne kadar zamaný olabilir ki o çetin yýllarda.

* Ayþe: Ýstanbul Erkek Lisesi üçüncü sýnýfýndayken 15. yüzyýlda Ýspanya'da Kastilya kraliçesi Ýsabel ile Aragon Kralý Ferdinand'ýn evlendiklerini tarih kitabýn- dan okumuþtuk. Böylece kuvvetlenmiþler ve 780 yýldýr Ýspanya'da hüküm sürmüþ Müslüman Endülüs Emevileri'nin sonunu getirmiþlerdi. Tarih dersinde hocamýz bize þunu sormuþtu: "Çocuklar Ýsabel ile Ferdinand nerede karþýlaþtýlar da, büyük bir aþkla yanýp tutuþup bu evliliði gerçek- leþtirdiler?" Aslýnda kafamýzý çalýþtýrarak tarihe bakmamýzý saðlamak istiyordu. Aþk

falan yok, derin siyaset var. Evliliklerinde hep hesap ve kitap var, Ýspanya birliðini saðlamak için.

Ýþte bunun gibi Peygamber'in Hatice'den sonraki evliliklerinde de Ýslâm birliðini perçinlemek yolunda ince siyaset, derin hesap var.

Ebubekir'in kýzý Ayþe ile evlenerek, Ýslâm'ýn ilk halifesi ile yakýn akraba olmuþ, birlikteliklerini saðlamlaþtýrmýþtý.

Bakire olarak tek evliliði Ayþe ile olandý.

Pek çok kitapta 7 yaþýndaki Ayþe ile niþan- landýðý, 9 yaþýnda ergenliðe adým atýnca da evlendiði yazýlýyor. Kitaplardaki bu ifadelerden daha fazla önem verdiðimse, Medine açýk toplumunun hicretin 1. yýlýn- daki bu küçük yaþtaki evliliðe ne tepki gösterdiðidir. Yani kitaplardaki ifadeler doðru bile olsa, o zamanki toplumda bunun genel geçer mi yoksa sýrf Peygam- ber'e özgü mü olduðunu bu tepkilerden açýklýða kavuþturabiliriz. Medine'ye yeni adým attýklarý, henüz orada saðlamca temel atmadýklarý, ikiyüzlülerin, onlarý orada istemeyenlerin çok olduðu bir sýra- da görüyoruz ki, halk arasýnda bu evlilikle ilgili tek bir tenkit ve þikâyet yok. Demek ki, o zamanki toplumda bu normal karþýlanan bir davranýþ diye düþünebiliriz.

Ýslâm tarihinde kitap, kayýt, belge çok bol. Bize düþen bu belgelerin doðruluðunu yanlýþlýðýný mantýk süzgecinden geçirerek deðerlendirmek. Ýþimize geldiði için düþünmeden hemen kabul etmek deðil.

Küçük yaþlardaki kýzlarla evliliði þimdi zamanýmýzda bile uygulamak iþlerine gelenler, Peygamberin bu davranýþýný dile

(14)

getirip, toplumu þaþkýna çeviren ifade- lerde bulunuyorlar.

Taberi tarihi ve benzerleri gibi, Hicri 2.

3. yüzyýllarda, bulduklarý her þeyi mantýk terazisinde tartmadan kitaplara geçiren- lerin her yazdýklarýna itibar etmek zorun- da deðiliz. Nitekim Kahire El-Ezher ilâhiyat mezunu Ömer Rýza Doðrul (1893- 1952) ve Yaþar Nuri Öztürk gibi geniþ görüþlü, derin araþtýrmacý Ýslâm bilginleri saðlam kanýtlar ileri sürerek Ayþe'nin 17- 18 yaþlarýndayken Peygamber'le evlendiðini söylüyorlar. Kýsaca þöyle:

Peygamberliðinin 10. Yýlýnda Hz.

Muhammed Ebubekir'e kýzý Ayþe ile evlenme teklifini yapýyor. Ebubekir ona Ayþe'yi akrabalarýndan zengin bir ailenin oðluyla evlendirme sözü verdiðini, eðer onlar vazgeçerse bunun mümkün olabile- ceðini söylemiþ. Ebubekir daha ilk yýlda iman etmiþ ama o akrabalarý putperestlik- lerini sürdürüyorlar. Bundan dolayý Ebu Bekir kýzýnýn böyle bir aileye gelin gitmesini istemiyor. Onlara henüz Muhammed'e Peygamberlik gelmeden bu evlilik sözünü vermiþti. O zaman inanýp inanmama sorunu olmadýðýndan bu kolay- dý. Þimdi ise bu sözü karþý tarafýn boz- masýný beklemekte. Nitekim damat adayýnýn annesi oðlunu bu Müslüman kýzla evlendirirse onun da din deðiþtire- ceðinden korktuðundan bu sözden vazgeçiyor. Besbelli ki, ilk söz verme Peygamberlikten önce gerçekleþmiþ.

Çünkü Ebubekir, kýzýný bir putperest ailenin çocuðuna vermezdi zaten. Kýsacasý bu söz verme iþi Ayþe'nin 5. yaþýnda ise,

Peygamberliðin 10. yýlýnda Hz.

Muhammed ona talip olduðundan bu sýra- da Ayþe'nin 15 yaþýnda olmasý gerekir.

Evlilikleri 3 yýl sonra gerçekleþtiðinden bu sýrada 18 yaþýnda olmasý gerekir.

Günümüzde Ýslâm bilginleri baþka kanýtlar üzerinde hesaplar yaparak ayný sonuca ulaþmaktadýr. Ýnternette bu konuda epeyce bilgi var.

* Diðer evlilikleri: Ýkinci halife Ömer'in kýzý Hafsa'nýn kocasý savaþta þehit düþtüðünden Hz. Muhammed onun- la evlenerek Ömer'le de dostluðunu pekiþtirdi. Peygamber 3. halife Osman'ý önce bir kýzýyla, onun ölümü üzerine diðer kýzýyla evlendirdi. 4. Halife Ali ile amcazade olmakla yetinmeyip bir kýzý ile de onu evlendirdi. Bütün bunlarýn hep- sinin belli bir amaca hizmet ettiðini anla- mak ne kadar kolay.

Peygamber'in 53 ile 60 yaþ arasýndaki 7 yýlda diðer evliliklerinde de koruma kolla- ma amaçlarý apaçýk ortada. Bedir, Uhud gibi savaþlarda kocalarý þehit olup dul ve çaresiz kalan kadýnlarla olan evliliklerini de böyle deðerlendirmek gerekir.

Kabilelerin reislerinin kýzlarý ile olan evliliklerini de usta bir siyaset dâhisinin öngörüleri olarak deðerlendirebiliriz.

Azýlý düþmaný Mekke'nin reisi Ebu Süfyan'ýn kýzý ile evlenerek Mekke'nin fethinin kansýz bir þekilde gerçek- leþmesinde bunun da payý oldu. Hele azýlý düþmaný Yahudi Huyey'in kýzý ile evlen- mesi farklý dinler arasýndaki soðukluklarý gidermede emsâlsiz bir örnek olmuþtur.

(15)

eta; sonra, öte, fora ise aktarmak anlamýna gelir.

Metafor; bir konuyu baþka bir þekilde, örnek göste- rerek, bir þeye benzeterek anlatmak demektir. Edebiyata sanatçýnýn hayal gücünün zenginliðini gösterdiðini gibi, anlatýmýna da güzellik ve renk

kazandýrýr. Bilim ve felsefede metafor, anlaþýlmasý güç konularý olabildiðince anlaþýlýr hale getirmek, kavranmasýný

kolaylaþtýrmak için yapýlýr. Bunun için benzetmeye, örneðe baþvurulur. Týpký, gibi, sanki nasýl ki, öyle ki, mesela, yani nitekim ve benzeri kelimeler, metafora açýlan pencerelerdir. Öylece akýl ile kavranýlamayan þeyler, örnek ile açýklanýrsa anlaþýlýr hale gelir. Nasýl ki insan aynaya bakýnca kendini görür.

Gördüðü kendi deðil, aynadaki haya- lidir aslýnda. Ama ayna olmadan da hayalini, dolayýsýyla kendini göremez.

Mevlânâ’da Metaforlar

Güngör Özyiðit, Psikolog

Aklýn süsü dildir, dilin süsü söz, Kiþinin süsü yüzdür, yüzün süsü göz Kutagu-Bilig

M

(16)

Gerçeði benzetme yoluyla açýklama- da, yani metafor yapmada olaðanüstü bir ustalýk gösteren Mevlânâ, insanýn kendi kusurlarýný nasýl farkýnda olmadan karþýsýndakine yansýttýðýný ve o yolla birbirine ayna tuttuðunu bakýn ne güzel dile getirir:

"Ýnsandaki kötü huylar da kellere, çýbanlara benzer. Kendinde olduðu zaman, insan bundan iðrenmez. Oysa baþka birinde ondan bir parçacýk göre- cek olsa iðrenir, nefret eder. Þu halde sen, ürktüðün gibi, o da senden ürker, incinirse hoþgör. Senin incinmen onun suçu ise, onun incinmesi de senin suçundur. Çünkü o da ayný þeyi görür.

Bunun için Peygamber "Ýnananlar bir- birinin aynasýdýr, buyurmuþtur."

REÝSLÝK BÝLGÝDE

Ýnsanlarýn yoluna ýþýk tutan, onlara yol gösteren önder kiþilerin, baþta bulunmalarýnýn saltanat sevgisinden, hükmetme isteðinden deðil, hizmet etme ve yararlý olma ihtiyacýndan kay- naklandýðýný belirterek þöyle der:

"Çerað (ýþýk) eðer yüksekte olmak isterse, bunu kendisi için istemez.

Maksadý, bundan baþkalarýnýn fay- dalanmasýdýr. Onlar çeraðýn nurundan zevk alýrlar. Yoksa o, ister yukarda olsun, ister aþaðýda, ayný ýþýktýr.

"Büyüklerin maksadý, dünya ehlini madde tuzaðýndan kurtarmaktýr. O nedenle yüksekliði, mevkii, insanlarý daha yücelere çýkarmak için isterler.

Meselâ, Mustafa, Mekke'yi ve diðer

beldeleri kendi ihtiyacý olduðu için deðil, herkese hayat baðýþlamak, orada yaþayanlarýn kalplerini nurlandýrmak için zapt etmiþti."

Mevlânâ insanýn yüceliðinin, dýþtaki zenginlikten, gösteriþ ve þatafattan deðil, içteki erdemlerden, iyi sýfatlar- dan kaynaklandýðýný belirtir. Öylece varolmakla, varlýklý olmak arasýndaki sýnýrý iyi çizer. Reisliðin bilgide

olduðunu, kendini fethedemeyen, arzu- larýna egemen olamayan insanýn görünüþte padiþah da olsa, gerçekte köle olduðunu söyler: "Padiþah ona derler ki padiþahlýðý kendisinden olsun.

Hazinelerden, ordulardan deðil.

Padiþah zaten temiz kiþidir. Hür olan da odur. O ne þehvetinin esiri olur, ne boðazýnýn." Fakat halk, çoðu kez kendi nefsine köle olaný padiþah sanmýþtýr.

(17)

Oysa baþ olma tutkusu ve saltanat hýrsý, o tür kimseleri zulme ve adaletsizliðe yöneltir. Þöyle ki: "Bir sofranýn çevre- sine yüz tane adam oturur, yer, içer.

Fakat BAÞ OLMAK isteyen iki adam dünyaya sýðmaz. Þeytanlýðýn sözlük anlamý 'baþ çekme'dir. Bu sýfat lânete layýktýr. Hattâ padiþah iktidarýna ortak olur diye babasýný ve çocuklarýný bile öldürür. Duymuþsundur ya 'saltanat kýsýrdýr' derler. Padiþahlýk davasýnda olan korkusundan akrabalýðý filan hep keser. Çünkü saltanat kýsýrdýr, onun evlâdý yoktur. Ateþ gibi, kimseyle dostluðu olmaz. Kimi bulursa yakar yýkar. Kimseyi bulamazsa kendini yer."

Padiþahlara (mevki sahiplerine) fazla sokulmanýn, onlara yaranmaya çalýþ- manýn tehlikelerine de iþaret eder:

"Padiþahlarla bir arada bulunmak, bir yönden tehlikelidir. Padiþahlarýn nefis- leri kuvvetlenip ejderha gibi olur.

Onlarla konuþup, onlarýn dostluðunu ve onlarýn mallarýný kabul eden kimse, mutlaka onlarýn keyfine göre konuþur.

Hatýrlarý hoþ olsun diye, onlarýn kötü düþüncelerini benimser ve aksini söyleyemez olur: Ýþte bu tehlikelidir.

Çünkü insan, onlarýn tarafýný tuta tuta, Hakka ve halka yabancýlaþýr."

ÝÞTE ÖRNEK, ÝÞTE GERÇEK Ýlk bakýþta idrak edemediðimiz þeyler, misal ile anlaþýlýr hale gelir demiþtik ya. Örneðin ahrette kimine sað, kimine sol tarafýndan verileceði söylenen amel defteri, melekler, arþ, cennet, cehennem, terazi, hesap, kitap

gibi soyut kavramlar, Mevlânâ'nýn dilinde bir örnekle canlanýr gözümüzün önünde:

"Gece bütün insanlar kunduracý, padiþah, demirci, terzi olarak uyurlar.

Bütün düþünceleri kafalarýndan silinir.

Lâkin sabah olup uyandýklarýnda, her birinin düþüncesi uçan bir kitap gibi sahibine döner. Ve hiç yanýlmaz.

Terzinin düþüncesi terziye, demircinin düþüncesi demirciye, zalimin düþüncesi zalime, âdilin düþüncesi âdile döner gelir. Hiç kimse terzi uyuyup, gündüz kunduracý kalkmaz. Zira herkes kendi iþi ile meþgûl olur. Ahrette de iþte böyle olur. Ýnsan, görünen misaller üzerinde iyice düþünür ve onlarýn kün- hüne varýr, ahiret âleminin bütün hal- lerini bu dünyada görür, hisseder."

Kuran iki yüzü olan, ipekli bir kumaþ gibidir. Bazýlarý onun bir yüzünü görür, bazýlarý diðerini. Kimi dýþ yüzünden alýr nasibini, kimi içyüzüne, özüne diker gözünü. Þunun gibi: "Meselâ bir kadýnýn kocasý ve henüz memede bir çocuðu vardýr. Her ikisi de o kadýndan nasibini alýr. Çocuklar onun sütünden zevk alýr, kocasý ise eþi olmak bakýmýn- dan ondan haz duyar. Avam denilen sýradan halk, Hak yolunun çocuklarýdýr.

(18)

Onlar Kuran'ýn dýþýndan zevk alýrlar.

Yani sütünü emerler. Olgun ve seçkin ruhlar ise, Kuran'ýn hakikatinden zevk alýrlar."

ÝYÝLÝK DE KÖTÜLÜK DE DÖNÜCÜDÜR

Mevlânâ, iyiliðin ve kötülüðün dönücü olduðunu çok basit bir örnekle anlaþýlýr hâle getirir: "Netice þudur ki dünya bir daða benzer. Ýyi ve kötü ne dersen, aynýný yanký olarak daðdan iþi- tirsin. Ben iyi söyledim, dað kötü cevap verdi dersen, yanýlýrsýn. Çünkü bülbül daðda öttüðü zaman, oradan karga veya eþek sesi gelmez. En iyisi, sen daða karþý seslendiðinde, sesini güzelleþtir. Karga ya da eþek gibi ses çýkarma. Þu mavi gök altýnda hoþ bir sedâ býrakmak daha güzel deðil mi?"

Hamallarýn yük taþýmada birbirleri ile kavga edip çekiþmelerini, hizmet için varedilen gönülerlerine örnek verir:

"Onlar en aðýr yükü taþýmaya çalýþýyor- lar. Birbirlerinin yükünü almak için uðraþýyorlar. Çünkü yük ne kadar aðýr- sa, ücreti o kadar büyük oluyor. Ýnsan da sýkýntýlarýn, dertlerin ve sorumluluk- larýn yükünü yüklenmekten çekin- memeli. Ve bilmeli ki, taþýdýðý aðýrlýk kadar ücret alacak. Allah tarafýndan ödüllendirilecek."

AVA GÝDEN AVLANIR

Ýnsan tedbir alýr ama takdirin ne olduðunu bilmez. Ýnsanýn yolu içinde, asýl yolu gizlidir. Ve Yüce Yaradan,

hepimizi olaylar içinde yoðurup yetiþtirir. Ve bizi, bizim için en hayýrlý yere vardýrýr:

"Ýbrahim Ethem, padiþahken ava çýk- mýþtý. Bir ceylanýn arkasýndan koþtu. O kadar koþtu ki, askerlerinden uzak düþtü ve yorgunluktan kan ter içinde kalmýþ olduðu halde, yine atýný sürüyor, koþturuyordu. O sahada iþ haddini aþýn- ca ceylan söze geldi ve yüzünü ona çevirip: "Sen bunun için yaratýlmadýn;

Tanrý seni beni avlaman için yarat- mamýþ, yoktan varetmemiþtir. Tut ki, beni avladýn. Ne olacak sanki?" dedi.

Ýbrahim bunu iþitince baðýrýp, kendini attan yere attý. Orada çobandan baþkasý yoktu. Ýbrahim ona yalvardý:

"Mücevherlerimi, padiþah elbiselerimi, silâhlarýmý, atýmý benden al ve o abaný bana ver, kimseye de bir þey söyleme, benden bahsetme" dedi. Abayý giydi ve yola koyuldu. Gerçeði arayan bir derviþ oldu. Þimdi bak, onun istediði neydi, Tanrý'nýn istediði neydi! O ceylan avla- mak istedi, yüce Tanrý onu ceylan ile avladý. Bilesin ki, bu dünyada yalnýz O'nun istediði olur."

AKIL VE TESLÝMÝYET

Aklýn, daha üst bir akýl karþýsýnda teslimiyet göstermesi gerektiðini, tes- limiyetin de kendine göre bir mantýðý olduðunu çok güzel belirtir: "Meselâ bir elbise diktirmek için bir kumaþ alýrsýn. Akýl seni terzinin önüne kadar götürür. Ve buraya götürünceye kadar, senin için önemlidir, farklýdýr. Fakat onu hemen býrakman, terzinin karþýsýn-

(19)

da kendi bilgini terk etmen gerekir.

Bunun gibi hastanýn aklý da, kendisini doktora götürünceye kadar gereklidir.

Götürdükten sonra, hastanýn kendisini doktora teslim etmesi lâzým gelir."

MEVLÂNÂ VE KADIN 'Onun içinde içindekiler vardýr' anlamýna gelen "Fihi Mâfih' isimli eserinde Mevlânâ, kadýný kapatmaya, örtmeye çalýþmanýn, onun namusunu koruma yönünden ne denli yanlýþ bir uygulama olduðunu çarpýcý bir örnekle vurgular: "Meselâ bir ekmek al, koltuðunun altýna koy ve insanlarýn görmesine engel ol. Eðer sen: "Ben bunu insanlara vermeyeceðim, vermek þöyle dursun, göstermeyeceðim bile"' dersen, ekmek bolluðundan, ucuz- luðundan sokaklara dökülmüþ de olsa, görünmesine engel olduðun için, bütün insanlar peþine düþüp görmek isteye- ceklerdir. Çünkü insanlar menedildik- leri þeye karþý haris (istekli) olurlar.

Sen ne kadar kadýna 'kendini sakla, örtün' diye emretsen,

onda kendini gösterme arzusu o ölçüde çoðalýr. Þu halde, sen oturmuþ iki tarafýn da görmek ve görülmek

arzusuna, raðbetini artýrýyorsun. Bununla da onu düzelttiðini sanýyorsun. Oysa yaptýðýn þey,

fesatçýlýðýn ta kendi- sidir."

GÖNÜL ARINDIKÇA GERÇEÐÝ GÖRÜR

Gönüldeki olumsuz duygularýn akla nasýl perde olduðunu, o durumda insanýn sadece gözünün önündeki per- denin rengini gördüðünü, gerçeðe kör baktýðýný belirtir. Ve insanýn ancak aklý ile gönlünü yýkayýp arýndýkça, gerçeði olduðu gibi görebileceðini ne tatlý anlatýr:

"Herkes bu âleme kendi görüþ açýsýn- dan bakar. Mavi cam güneþi mavi gös- terir. Kýrmýzý camýn arkasýndan

bakarsan, güneþi kýrmýzý görürsün.

Oysa camlarýn her hangi bir rengi olmasaydý, her þey olduðu gibi görünürdü. Beyaz cam ise hepsinden daha doðru gösterir."

ÇOKLUKTA BÝRLÝK

Hepsinden önemlisi, çokluðun ardýndaki birliði sezebilmek, olan þeylerin çeþitliliði içinde "Olduran Bir'i

(20)

görebilmek. Nasýl mý? Mevlânâ'yý dinleyelim:

"Eðer maksada bakacak olursak ikilik kalmaz. Ýkilik ayrýntýdadýr. Esas birdir.

Bunun gibi, þeyler görünüþte türlü türlü, iþleri ve sözleri farklý ise de, maksatlarý bakýmýndan birdirler. Bu da Tanrý'yý talep etmektir. Meselâ bir sarayda rüzgâr esse, halýnýn ucunu kaldýrýr, havuzun suyunu halka halka eder, dallarý, yapraklarý oynatýr. Bütün bu birbirine benzemeyen haller maksat, esas ve hakikat bakýmýndan birdir.

Çünkü hepsinin hareketi tek rüzgâr- dandýr."

Tanrý çoðu kere, iþte böyle tozu gös- terir de yeli gizler. Gerçek erler, görü- nen tozun arkasýndaki görünmeyen yeli sezer.

GERÇEÐÝ GÖRMEK

Birilerinin Þemseddin Tebrizi'yi gördük demeleri üzerine, Mevlânâ þu karþýlýðý verir:

"Bir evin damý üzerinde duran deveyi görmeyen adam: 'Ben iðne deliðini gördüm ve ona iplik geçirdim' der. Ne güzel söylemiþler o hikâyeyi! Ýki þeye güleceðim gelir: Biri, zencinin parmak- larýnýn ucunu siyaha boyamasý, diðeri de bir körün dýþarýyý seyretmek için pencereden baþýný dýþarýya çýkarma- sýdýr. Ýç gözleri kör olanlar, bu vücut penceresinden baþlarýný çýkarsalar da ne görecekler?" Göz görme yeteneði varsa gözdür, geri söz!

DÜNYA ARZULARI

Dünya arzularýna, ihtiras derecesinde pek fazla düþkünlük, sonunda insanýn yüzünü yere eðmesine, tutkusunun tut- saðý olmasýna yol açar. Mevlânâ deniz ve gemi metaforu ile bunu somut bir biçimde dile getirir: "Dünya istekleri deniz gibidir. Ýnsan da gemi: Deniz geminin altýnda olursa gemiyi yüzdürür, içinde olursa batýrýr."

O nedenle dünya isteklerini makul ölçüler içinde tutmak gerekir. Dünyada yolcu ve göçücü olduðumuzu bilip, geçici þeylere fazla bel baðlamamalýyýz

Mevlânâ dünya arzularýný merdiven basamaklarýna benzetir ve "Merdiven basamaklarý oturup kalmak için deðil, üzerine basýp daha yukarý çýkmak içindir" der.

MECNUN'UN LEYLÂSI

"Sevilen kimse güzeldir. Yani her güzel sevilmez. Güzellik sevilmiþ olmanýn, sevimliliðin bir parçasýdýr"

diyen Mevlânâ bunu bir örnekle açýk- lar: "Mecnun'un zamanýnda da güzeller vardý ve onlar Leylâ'dan daha güzeller- di. Fakat Mecnun bunlara sevgi göster- memiþti. Ona 'Leylâ'dan daha güzelleri var, sana onlarý getirelim' dediler. O,

"Ben Leylâ'yý dýþ güzelliði ve görü- nüþü bakýmýndan sevmiyorum. O, görünüþten ibaret deðildir. Leylâ benim elimde bir kadeh gibidir. Ben o kadeh- ten þarap içiyorum ve bu þaraba aþýðým.

Sizin gözünüz sadece kadehte. Ýçindeki

(21)

þaraptan haberiniz yok' dedi. Ve devam etti: 'Bana eðer mücevherlerle süslü, altýn bir kadeh verseler, fakat içinde sirke bulunsa, bu benim ne iþime yarar? Oysa içinde þarap olan eski, çatlak bir bardak benim için o kadehten daha iyidir. Þarabý kadehten anlamak için de aþk ve þevk lâzýmdýr.

Meselâ on gündür bir þey yememiþ bir açla, günde beþ öðün yemek yiyen bir tok, her ikisi de ekmeðe bakarlar: Tok olan ekmeðin dýþýný, þeklini, aç olan ise canýný, özünü görür. Çünkü bu ekmek kadeh, onun tadý ise þarap gibidir. Bu þarap ancak iþtah ve þevk gözüyle görülebilir."

GÖNÜL AYNASI Çok zengin ve güzel biri, kendisini ziyaret eden dostuna sorar: "Bana ne armaðan getirdin?"

Ziyaretçi yanýtlar: "Sende olmayan ne var ki? Senin neye ihtiyacýn olabilir ki?

Yalnýz senden güzel biri olmadýðýndan, her an kendi yüzünü seyretmen, güzel- liðini görmen için sana bir ayna getirdim."

Tanrýya giden bir insan da O'na, O'nda olmayan ne götürebilir ki?

Tanrý'nýn hiçbir þeye ihtiyacý olmadýðýndan, O'na olan borcunu O'nun yarattýklarýna hizmet ederek ödeyebilir ancak. Ýkinci olarak, aklýyla yýkayýp arýttýðý gönül aynasýný götürür ki, bu O'na verilecek en güzel

armaðandýr. Tanrý orada kendi nurunu görür ve gösterir. Zira O'nun yeri gönüllerdedir.

ÝKÝLÝKTEN KURTULMAK Tanrý'nýn yanýnda iki ben olmaz.

Ben'lerden biri ölmeli ki, ikilik ortadan kalksýn. O'nun ölmesi imkânsýzdýr.

"Öyleyse sen öl ki" der Mevlânâ,

"O'nun birliði ve gücü sende belirsin:

Ve Tanrý seni yücelere uçursun."

"Ýki canlý kuþu birbirine baðlarsan iki tane olan kanatlarý dört tane olduðu halde uçamazlar, ama ona ölü bir kuþ baðlarsan uçar, zira ikilik kalmamýþtýr"

GÖZ VE SÖZ

Önceleri bir din bilgini, Þems'le ta- nýþtýktan sonra aþkla coþan bir gönüleri olan Mevlânâ'nýn fizik portresini, onu yakýndan tanýyanlar þöyle çizer: "Buð- day benizli ve zayýf idi. Âdeta beden- den soyutlanmýþtý. Ne var ki, harikulâ- de etkili gözleri, bu olaðanüstü yaratýlý- þýn bütün mânâsýný kendinde toplamýþ- tý. O gözler bizim görmediðimiz nice âlemleri görmüþtü." Ve eklemek gere- kir: Gördüðünü eþsiz benzetmeleri, muhteþem metaforlarý ile görmek iste- yen herkese de göstermiþti. Göz ve söz güzeliydi.

Görmek, gös- termek için seçilmiþti.

Ýranlý Molla Câmî'nin dediði gibi, peygamber deðildi ama kitabý, kitap- larý vardý...

(22)

rýlar yok olursa, insanlar yok olur!" iddiasýný mutla- ka duymuþsunuzdur. Peki bu iddianýn aslý var mý? Bu soruya verebileceðimiz en kýsa ve dolambaçsýz cevap, "Evet!" olacaktýr.

Fakat bunun çok basamaklý bir denk- lem olduðunu ve arýlar yok oldu diye bir anda insanlarýn yok oluvermeye- ceðini belirtelim.

Ayrýca, hangi arýlardan söz ettiðimiz de önemlidir. Örneðin bal arýlarý, her ne kadar en çok göz önünde olan arýlar olsa da, bu arýlarýn yok olmasý sonucu tüm ekosistemin etkilenmesi pek olasý gözükmemektedir. Öte yandan Bombus cinsi tozlaþtýrýcý arýlarýn yok olmasý, daha geniþ ekosistemleri etkileme potansiyeline sahiptir.

Dahasý, bu tür iddialar genellikle ev- rimin adapte edici gücü göz ardý edi- lerek yapýlan yorumlardýr. Popülasyon içi gen daðýlýmlarýný ve çevrenin öngörülemez þekilde deðiþmesine baðlý olarak bunlar üzerinde oluþabilecek seçilim baskýlarýný öngörmek çok güç olduðu için; hangi türün yok olup, hangilerinin hayatta kalacaðýný kestirmek zordur. Ne var ki, doðadaki bazý türlerin yok olmasý halinde, zincir- leme olarak birçok diðer türün, hattâ insanlarýn bile soyunun tükenebileceði doðrudur.

Ekosistem, evrimsel süreç içerisinde çeþitli denge noktalarýnda sabitlenir (örneðin "Nash Dengesi" bunlardan birisidir). Fakat bu dengeler statik deðildir; çevre kaotik ve öngörülemez

Arýlar Yok Olursa

Ýnsanlar da Yok Olur mu?

Çaðrý Mert Bakýrcý

"Eðer arýlar yok olursa, insanlar da yok olma tehlikesiyle karþý karþýya kalacaktýr." Gerçek mi? Gerçek…

Ýddia, arýlarýn bitki tozlaþmasýnda kilit bir role sahip olmasýndan ve insan- larýn da sayýsýz bitkiye baðýmlý olmasýndan dolayý, ileri sürülmüþtür.

“A

(23)

olarak deðiþtikçe, bu denge noktalarý da durmaksýzýn deðiþir. Ýþte bu deðiþi- me türler, evrimsel olarak farklýlaþarak tepki gösterirler. Tabii ki bunu bilinçli olarak yapmazlar: Deðiþerek "yeni standart" haline gelen çevre koþullarýna en uyumlu olanlar hayatta kalýr ve ürer, diðerleri yok olur. Böylece nesiller geçtikçe canlýlarýn özellikleri yeni denge noktasýna uyum saðlarlar.

Yavaþ Deðiþimler ve Düzen Yanýlgýsý

Belirttiðimiz gibi, çevrenin deðiþimine ve popülasyonlarýn gen daðýlýmlarýnýn bu deðiþen çevresel koþullarla etkileþimine baðlý olarak denge noktalarý, týpký çevrenin kendisi gibi, kaotik ve öngörülemez bir þekilde deðiþir. Bu deðiþim genellikle oldukça yavaþtýr. Zaten etrafýmýzda bir "düzen yanýlgýsý" görmemiz, bu deðiþimin yavaþlýðýndandýr. Kendimizi içinde bul- duðumuz düzen, sürekli deðiþim halinde olan bir düzendir. Bu deðiþim çok yavaþ olduðu için; jeolojik, astronomik ve ekolojik süreçlerin uzunluðuna nazaran, göz açýp kapayýn- caya kadar kýsa ömürlere sahip olan biz insanlar, deðiþimi algýlamakta zor- lanýrýz. Buna baðlý olarak da içinde bulunduðumuz ortamýn (gezegeni- mizin, yýldýz sistemimizin, galak- simizin veya Evren'imizin) kusursuz olduðu sanrýsýna kapýlýrýz. Bu büyük bir hatadýr.

Dahasý, bu deðiþimler kimi zaman hýzlanýr, kimi zaman daha da yavaþlar.

Hýzlandýðý dönemlerde kimi zaman kontrolsüzleþebilir bile! Bunun en güzel örneði, bundan 65 milyon yýl önce, Dünya'ya çarpan göktaþýyla baþlayan aþýrý kaotik ve hýzlý deðiþim dönemidir. Bu kaos içerisinde bile bazý denge noktalarý bulunmaktadýr; ancak pek az canlýnýn gen havuzu (popülas- yon içerisinde bulunan genlerin tümü), bu denge noktalarýna ulaþabilecek kadar çeþitliliði içerisinde barýndýrýr.

Bu nedenle ani deðiþim zamanlarýnda, çoðunlukla toplu ve kitlesel yok oluþlar görürüz. Yine de bazý þanslý türler bu denge noktalarýna ulaþýrlar ve hayat- larýný sürdürürler. Böylece evrim, yepyeni patikalara girerek sürekli olarak ilerler.

Bu ani deðiþimlerin tek nedeni, gök- taþý çarpmalarý, volkanik patlamalar, þiddetli depremler gibi devasa fiziksel etkiler deðildir. Kimi zaman, içerisinde bulunduðumuz denge haline katký saðlayan önemli canlýlar, çeþitli neden- lerle etkisiz hale gelirler veya yok olurlar. Bu dengeyi sürdürücü önemli canlýlara ekolojide anahtar türler adý verilir. Bu anahtarý olmasý gereken yer- den çektiðinizde, tüm denge bir anda alt üst olur. Elbette yine, bu kaos içerisinde bile yeni denge noktalarý bulunur. Ancak o noktalara ulaþabile- cek türlerin sayýsý, çoðu zaman epey azdýr. Burada anlaþýlmasý gereken daha önemli nokta ise, söz konusu dengeyi saðlayýcý türlerin "bu görev onlara verildiði" için deðil, evrimsel süreçte karþýlýklý olarak evrimleþtikleri canlý- larla olan iliþkileri bu tür kritik görev-

(24)

leri doðurduðu için bu görevleri üstlen- miþ olmalarýdýr. Bunun en güzel örneði de arýlardýr!

Anahtar Tür Olarak Arýlar

Arýlar (ve diðer bazý böcekler), bitki- lerin en önde gelen polinatörleridir (polen taþýyýcýlarýdýr). Evrimsel süreçte arýlar ve bitkiler, karþýlýklý evrim denen bir süreçle, birbirlerine baðlý olarak evrimleþmiþlerdir. Bitkiler arýlarý üzer- lerine çekecek, ayný zamanda onlara besin deðeri de olan nektarlar üretirler;

arýlar ise bu nektarý toplarken ister iste- mez vücutlarýna yapýþan polenleri diðer çiçeklere taþýrlar. Böylece bitkiler sürekli olarak çoðalýr, arýlar da sürekli olarak kolonilerini doyurabilir. Eðer arýlarý bu denklemden çekecek olur- sanýz, çiçekli bitkilerin önemli bir bölümü inanýlmaz büyük yaralar ala- caktýr. Çoðu yok olacaktýr. Bu çiçekli bitkilerinse önemli bir bölümü, insan- larýn tükettiði bitkilerdir! Ýþte bu nedenle insanlar da beslenme konusun- da ciddi yaralar alabilecektir.

Dahasý, sözkonusu bitkilerin yok olmasý, sayýsýz diðer canlýnýn yaþam alanlarýný da tahrip edecektir. Buna baðlý olarak arý-bitki ekosistemleriyle alâkasý bile olmayan canlýlar hýzla yaþam alanlarýný yitirecektir. Bu da, alâkasýz olan diðer denge sistemlerinin çökmesi veya yer deðiþtirmesiyle sonuçlanacaktýr. Ýþte bu nedenle arýlarýn yok oluþu risklidir. Her canlýnýn yok oluþu, ekosistem üzerinde böylesi aþýrý yýkýcý etkiye sahip deðildir. Örneðin

evcil köpeklerin yok olmasý böyle bir dengesizliði doðurmaz. Öte yandan yýlanlarýn yok olmasý, birçok ekosiste- mi bozabilir; fakat süreci arýlar kadar etkilemeyebilir. Arýlar anahtar türler dâhilindeki en etkili türlerden biri olmalarý bakýmýndan bu kadar önem- lidirler ve göz önündedirler.

Ýnsan Teknolojisi Çözüm Olabilir!

Tabii ki bu felâket senaryolarýnýn gözardý ettiði bir diðer nokta, insan teknolojisidir. Teknolojimiz ilerleyip güçlendikçe, arýlarýn yarattýðý boþluðu doldurabilecek ilaçlar ve yöntemler geliþtirmemiz mümkün olabilir. Fakat þu anda elimizde böylesine kapsamlý ve uzun vadede etkili olabilecek hiçbir yöntem bulunmamaktadýr. Üstelik arýlar doðal bir þekilde bu iþi yaparken, sýrf aç gözlülüðümüz ve kontrolsüz- lüðümüz nedeniyle böylesine devasa bir yýkým yaratmak anlamsýz ve aptalca bir risk olacaktýr. Bunun yerine derhal arýlarý koruyucu araþtýrmalara aðýrlýk verilmeli ve ekosistem dengesinin doðal seyri sürdürülmelidir.

Yoksa çok daha zorlu testlerle baþa çýkmamýz gerekecek.

(25)

eyahat etmeyi çok seven biri olarak bir yandan yeni gözlere sahip olma çabamý sürdürürken yeni yerler gör- meye de devam ediyorum. Bu kez, Selânik'e gitmek üzere yola çýktým. 29 Aralýk sabahý, Kýþ Güneþi'nin parlak aydýnlýðý içinde, her sokaðý denize çýkan enfes bir þehirde buldum kendi- mi. Selânik, komþu ülkenin ikinci en büyük ve en güzel þehri. MÖ 316'da Makedonya Kralý Kassandros tarafýn-

dan kurulmuþ. Kendisi Büyük Ýskender'in kýzkardeþi Therman Thessaloniki ile evliymiþ ve karýsýnýn adýný þehre koymuþ. Selânik þehri ise adýna yakýþýr biçimde hep hayran olu- nacak güzelliðe ve canlýlýða sahip.

Sade, temiz, neþeli, aydýnlýk bir küçük Ýzmir sanki. Bir liman kenti, ayrýca Mecadonian ve Aristoteles Üniver- siteleri'nin burada olmasý, çok canlý, sevinçli bir þehre dönüþtürmüþ burayý.

Selânik þehrindeki kafeler ve lokanta-

Merhaba Komþu…

Seyhun Güleçyüz

S

"Gerçek bir keþif gezisi, yeni yerler aramayý deðil,

yeni gözlere sahip olmayý gerektirir" Marcel Proust

(26)

lar, sevinç aþýlayan mutlu insanlarla dolu. Burasý sahil boyunun güzelliði ile birleþince, birlikte yolculuk yaptýðým arkadaþlarýma ve bana çok iyi geldi.

Köklü geçmiþi, Roma, Bizans ve Osmanlý'nýn izlerini taþýyor. Eski evleri ile, neoklasik binalar yan yana

dizilmiþ. Bu yüzden, þehri gezerken farklý zamanlarý iç içe yaþadým.

Yolumuzun üzerinde Modiano isimli bir balýk pazarý vardý. Burada herkes hem alýþveriþ yapýyor hem de birbir- leriyle selâmlaþýp sohbet ediyor.

Pazarýn gözdeleri ise çok davetkâr dizilmiþ olan deniz ürünleri. Oradan yürüyerek az ilerdeki Aya Dimitros Katedrali'ne geldik. 4. yüzyýlda inþa edilmiþ, 1988'de Unesco Dünya Mirasý listesine alýnmýþ. MS 324'de Doðu Roma Ýmparatoru I. Konstantin, Hristiyanlýk'ý resmi devlet dini olarak kabul ettikten sonra yapýlan ilk kated-

rallerden biri. Katedralin içi huzur veren bir sakinlikte; çok süslü ve kalýn sütunlarýn ve ikonlarýn bulunduðu büyük bir ibadethane.

Aya Dimitros Katedrali'nin biraz ilerisinde Atatürk'ün doðup, büyüdüðü ev var. Aðaçlý bir yolla evin yüksek duvarýný takip ederek, bahçe kapýsýndan içeri girdim ve 6-7 basamakla evin içine adým attým. Kalbim çarpmaya baþladý, onun odasý çok sadeydi.

Birçok eþyayý restore etmek için

almýþlar ama daha henüz getirmemiþler.

Evin mevkii Türk mahallesinde

bulunuyor. Bu mahallenin adý Anapoli, Selânik'e yolu düþen herkes buraya bir kere gelirmiþ. Türk Konsolosluðu da burada bulunuyor. Arnavut kaldýrýmlý ulu aðaçlarýn gölgelediði bu yer Anadolu Hisarý'ný anýmsatan sokaklar gibi geldi bana. 1870 Atamýz'ýn evini Rodoslu müderris Hacý Mehmet Bey

(27)

yaptýrmýþ. Müze olarak kullanýlan Atatürk'ün evindeki, az eþyalar hepimize hüzün yaþattý.

Günümüze ulaþan o dönemin güzel Osmanlý evlerinden biri. Selânik merkezde Aya Sofya (Aziz Sofya) kilisesi MS.620-630 yýllarýnda yýkýlan büyük bir Bizans bazilikasýnýn üzerine yapýlmýþ. Venedik egemenliðindeyken Selânik Katolik Katedrali olmuþsa da Osmanlýlar döneminde Merkez Camii olmuþ. 1912'den beri kilise olarak görev yapýyor ve 1988'de Unesco Kültür Mirasý listesine alýnmýþ.

Þehrin ana meydaný en çok sevilen bölge, kalabalýk ve buluþma yeri, adý Aristoteles Meydaný. Fransýz mimar Ernest Hebrard 1918'de dizayn etmiþ.

Meydanýn tam ortasýnda Büyük Ýs- kender'in bir heykeli var ve meydana tarihi bir deðer katýyor. Selânik'in simge yapýlarýndan olan Beyaz Kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde kale olarak yaptýrýlmýþ, garnizon olarak da kullanýlmýþ. II. Mahmud döneminde kulede çok kan döküldüðü için þehir el deðiþtirince simgesel olarak vaftiz edi- lip, beyaza boyatýlmýþ. Altý katlý bir hi- sar olan bu yapý, 1988'de erken Hýristi- yanlýk ve Bizans anýtlarýyla birlikte Unesco Kültür Mirasý listesine alýnmýþ- týr. Ayný yýl kule, Europa Nostra ödülü de almýþtýr. Günümüzde müze olarak kullanýlmaktadýr. Ýçini göremedik çünkü Noel tatili sebebiyle kapalýydý.

Aristoteles Meydaný, Beyaz Kule ile tamamlanan derin kývrýmlý körfez cad-

desi olan Lefkos Pyrgos, görünüþüyle ve deniz kenarýnda oluþuyla Ýzmir Kordon'u çarpýcý bir þekilde andýrýyor- du. Her gün her saat yol boyunca ulu aðaçlarýn gölgelediði banklarý, kafeleriyle çok canlý ve kalabalýk insanlarýn doldurduðu bir bölge. Çok güzel lokantalarýn birinde, yol üstünde hem Türkçe hem Ýngilizce konuþan neþeli garsonlarýn hizmetiyle zevkle yediðimiz leziz öðle yemeðinden sonra Kamara (Galerius Kemeri) denilen þehrin, önemli noktalarýndan birinde olan Zafer takýný gördük. MS. 3.

yüzyýlýn sonlarýnda, Roma Ýmparator- luðu'nun dört büyük liderinden biri ve Balkan Yarýmadasý'nýn yöneticisi olan, 299 yýlýnda Selânik 'i bu bölgenin baþkenti yapan Sezar Galerius Perslere karþý kazanýlan zaferi kutlamak için yaptýrmýþ. Ayný zamanda o bölgede bulunan Osmanlýlar'a ait ismi Rotonda Camii olan yeri ziyaret etmek istedik ama tatil nedeniyle kapalýymýþ.

Þehrin sýrtlarýnda bulunan Yedi Kule (Heptapyrgion) Osmanlýlar zamanýnda 1431'de yapýlmýþ. Þimdi açýk hava müzesi olarak kullanýlýyormuþ. Þehrin en güzel panoramik görüntüsünü seyretmemize sebep oldu. Güneþ'in batýþý sýrasýnda, Selânik'in Ege sula- rýna düþen zarif siluetinin güzelliðini hissederek, huþu içinde, otelimize döndük. Akþam Selânik'in çok ünlü sayýlan tavernalarýndan birine gittik.

Yerlerimiz Ýstanbul'dan haftalar önce ayrýlmýþ. Bir aileye ait olan çok büyük bir mekân burasý. Yemekler ve Yunan müziði çok güzeldi. Ýstanbul'un

(28)

kalburüstü bazý kiþilerini ve müzisyen- lerini de orada görmek sürpriz oldu bizlere. Bir ara alkýþlar çok arttý ve sah- neye yaþlýca bir bey, elinde buzukisiyle çýktý ve en hakiki ve öz Yunan müziði- ni çalýp söylemeye baþladý. Bu zat oranýn sahibiymiþ ve yediðimiz nefis yemeklerin aþçýsýymýþ. Saat 23.00'den sonra sahne alýyor ve saat 04.00'e kadar çalýp söylüyormuþ. Hayranlýkla din- ledik ve izledik, çünkü o güne kadar hiç görmediðimiz çok otantik Yunan danslarý yapan müþteriler çýktýlar ortaya ve muhteþem bir dans þöleni baþladý. Bazýlarý epey þiþman olmalarý- na raðmen dansýn gerektirdiði ritimle sanki havada uçarcasýna çevik ve hafif folklorik danslarý hem yaptýlar hem söylediler. Bir ara akapella da söyledi- ler, inanýlmaz bir gösteriydi benim için.

Bizler yolcu olduðumuz için bu danslý, þarkýlý þöleni yarým býrakýp otelimize döndük. Sabah, ortalama yedi saat sürecek olan Atina yolculuðumuz baþladý.

Benim bu seyahati yapmamýn ikinci sebebi olan yolumuzun

üzerindeki Meteora böl- gesine geldik. Burasý volkanik kayalýklardan oluþan ve yemyeþil ormanlarýn bulunduðu bir manastýrlar bölgesi.

Meteora "Göklerde asýlý" ve "göklerdeki"

demekmiþ. Çünkü burasý volkanik kaya- larýn en tepesinde, yer-

den ortalama 550 m. yükseklikte, kayalara birebir yerleþtirilmiþ gibi inþa edilen 24 manastýrdan ibaret bir bölge.

Manastýrlar birbirinden baðýmsýz inþa edilmiþ. Tam bir doða harikasý.

Ortodoks keþiþler, Hýristiyanlýk'ýn ilk dönemlerinde inzivaya çekilmek ve Tanrý'ya daha yakýn olmak amacýyla kayalarýn uçlarýna yapmýþlar manastýr- larý. Farklý büyüklükteler her biri ve Unesco Dünya Mirasý listesine alýn- mýþlar. 14.yüzyýlda Osmanlý akýnlarýn- dan Ortodoksluðu korumak için de, buralarda yaþamýþlar.

Yapýlan araþtýrmalarda buralarýn 60 milyon yýl önce bir deniz olduðu ve volkanik patlamalardan sonra sularýn çekilmesiyle bu sivri kayalarýn oluþ- tuðu tespit edilmiþ. Bu bölgeye adýný veren, manastýrlarýn en büyüðüdür.

Þimdilerde bunlardan altý tanesi restore edilmiþtir. Bunlardan bir tanesi sýrf rahibelere aittir. Biz ulaþýlmasý en rahat olaný olduðu için ona gitmek üzere, virajlý yollardan daða týrmandýk ama

(29)

belli yerden sonra otobüsten inip yürüdük, bir köprüyle yola baðlanmýþ olan manastýr, küçük bir terasla içeri açýlýyordu. Terasta kendimi havada asýlý bir platformdan dünyayý seyredi- yor gibi hissettim. Manzara muhteþem- di. Ýçeride ikonalar, freskler vardý.

Buraya inþaat yaparken ihtiyarlar için, halatlarla baðlanmýþ, çekmek suretiyle çalýþan büyük sepetler kullanýlmýþ ve daha sonra da halatlar ve sepetler çe- likten yapýlmýþ makara sistemi ile çalýþtýrýlmýþ. Þimdi de ihtiyarlar için bunlar kullanýlýyor, bazýlarýnýn karayla aralarýna teleferik koymuþlar.

Meteora'nýn geçmiþi 23 bin yýl önceye dayanýyormuþ.

Buralardaki maðaralarda rüzgârdan korunmak için yapýlan antik setlerin izleri hâlâ görülmekte ve biz de gördük. Yunanistan'da en dikkat çeken özellik temizlik, burada tertemiz halk tuvaletleri vardý. Yollarda hiç çöp, nay- lon torba, pet þiþe yok. Çok turist vardý ama hepsi tertemiz insanlardý. Bir de çok saðlýklý sokak köpekleri ve kedileri var. Meteora da bile uçurum kenarýnda- ki duvar üstünde yürüyen tombul bir kedicik gördüm. Çaðýrýnca geldi sevdim. Manastýrdaki din görevlileri bakýyor herhalde. Gezimizin sonunda beþ yüz basamaklý bir orman yolundan aþaðýdaki kasabaya indik. Moni

Megalon'da 640 adet el yazmasý kitabýn bulunduðu paha biçilmez bir kütüpha- nenin olduðunu öðrendik.

Nihayet öðleden sonra Atina'ya geldik. Panoramik bir þehir turu yaptýk.

Atina, Avrupa'nýn 4. Büyük baþþehri, ülkenin güneyinde Attika bölgesinde bulunuyor. M.Ö. 500 yýllarýna dayanan bir dönemde "Perikles'in Altýn Çaðý"

olarak bilinen süreçte büyüleyici bir zaman dilimi yaþamýþ. Sonra yýllar boyunca çok sayýda fetihler görmüþ, 1834'de Modern Yunan Devleti'nin baþkenti olmuþtur. 4 milyon nüfusuyla yoðun tarihi eserin olduðu bir

metropoldür. Akþamüstü otuz dakika süren bir sahil yolundan çok þýk, görkemli evleri seyrederek, akþamý karþýlamaya Pire Limanýna geldik. Pire Limaný caddesinde biraz gezindikten ve güzel bir kýyý lokantasýnda deniz mahsullerinden ibaret olan akþam yemeðimizden sonra Atina'ya otelimize döndük.

Sabah Atina gezimizde önce Atina'nýn ortasýndaki MÖ 6. yüzyýlda dünyanýn antik döneminin en büyük tapýnaðý olan Zeus Tapýnaðýný gördük, hâlâ sayýsý azalmýþ da olsa 2400 sene- lik sütunlarýyla çok görkemliydi. Sonra Ýmparator Hadriyanos'un yaptýrdýðý kemerden geçip, Akropolis bölgesine geldik. Otobüsten indikten sonra biraz ilerdeki Akropolis müzesine girip Akropolis'teki gerçek heykelleri görüp, ardýndan epey bir yokuþ çýktýk.

Yolumuzun sað tarafýnda, Dionysos açýk hava tiyatrosu tepenin eðimine uygun bir þekilde amfitiyatro þeklinde yapýlmýþ, M.Ö 5. Yüzyýldan bu yana hâlâ kullanýlýyormuþ. Çünkü akustiði dünyanýn en iyi konser alanlarýndan biri olarak kabul ediliyormuþ.

Akropolis, Yunanca'da "Yukardaki

Referanslar

Benzer Belgeler

Olgumuzda belirgin dismorfik yüz görünümünün olmasý, kraniografide sagittal ve koronal sütürlerde sinostozis saptanmasý ve tipik yüz görünümü stigmatlarýnýn özellikle

Daha çok sayýda insan küresel bilinci benimseyip kendilerini dünya vatandaþý olarak tanýmladýkça ve bu durum kiþiler arasý olandan baþlayýp toplumsal, kültürel, ekonomik

Ayþegül Uçar - Seyhun Haným, insanýn tekamülü için en önemli deðer sevgi, her þeyin içinde onun olmasý lâzým.. Mesela yalan söylemek kendini sevmemek

Ya da doðrudan Cebrail denilen bilgi meleði kendi hüviyetinde çok kanatlý heybetli bir varlýk olarak görünür veya insan þek- line girerek (Hz. Muhammed'e olduðu gibi) bilgi

Newberg'in sözlerini biraz açarsak, bizim gerçek olarak kabul ettiðimiz þey- lerin, gerçek her neyse ,onun yalnýzca beynimizin süzgecinden geçmiþ bir yoru- mu olduðunu

Norman, Chase'e geçmiþ hayatýnda mutlu birisi olarak yaþamanýn kendisi için iyi bir þey olduðunu ve güzel anýlarýn tüm hayatlarý boyunca kendisiyle beraber ola-

ülkesinde yaþayan tüm insanlar›n mutlu olabilmeleri için kültürel geleneklerin, çevrenin ve doðal kaynaklarýn korunmasý, daha da verimli bir hale getirilmesi, duyarlý

ġekil 2 „de çizilen AE-DMYP temel bileĢenleri Ģu Ģekildedir; yakıt kanalı (YK), anot destek tabakası (ADT), anot membran (AM), akan elektrolit kanalı (AEK), katot membran