• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKDENİZ’DEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI: MISIR ÖRNEĞİ Doktora Tezi Ertuğrul Cevheri Ankara-2018

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKDENİZ’DEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI: MISIR ÖRNEĞİ Doktora Tezi Ertuğrul Cevheri Ankara-2018"

Copied!
306
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKDENİZ’DEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI: MISIR ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Ertuğrul Cevheri

Ankara-2018

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKDENİZ’DEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI: MISIR ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Ertuğrul Cevheri

Tez Danışmanı Prof. Dr. Çağrı Erhan

Ankara-2018

(3)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

Ertuğrul Cevheri

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKDENİZ’DEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI: MISIR ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Çağrı Erhan

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

………. ……….

………. ……….

………. ……….

………. ……….

………. ……….

Tez Sınavı Tarihi: ………

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (……/……/2……..)

Tezi hazırlayan öğrencinin Adı ve Soyadı

………

İmzası

……….

(5)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... İ KISALTMALAR ... İV

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM: KAVRAMSAL VE KURAMSAL TARTIŞMALAR ... 23

A.OTORİTER MUKAVEMET PARADİGMASI ... 25

1. Arap İstisnacılığı/Müslüman İstisnacılığı (Kültürel Faktörler/Dini Faktörler) ... 26

2. Materyal Faktörler ... 26

B.DEMOKRATİKLEŞME PARADİGMASI ... 27

1. Demokratikleşmenin Yerel Faktörler Üzerinden Açıklaması ... 28

a. Modernleşme Teorisi ve Demokratikleşme (Yapı Temelli Açıklama) ... 28

b. Orta Sınıflar ve Demokratikleşme ... 31

c. Modernleşme Teorisinin Karşıtları (Aktör Temelli Açıklamalar) ... 32

2. Demokratikleşmenin Dış Faktörler Üzerinden Açıklaması ... 35

a. Demokratikleşme Dalgaları ve ‘Kartopu Etkisi’ ... 35

b. Demokrasi Teşviki ... 37

(1) Liberal Yaklaşım ... 45

(2) Realist Yaklaşım ... 50

(3) Eleştirel Yaklaşım ... 56

İKİNCİ BÖLÜM: AB’NİN AKDENİZ POLİTİKALARINDA DEMOKRASİ TEŞVİKİ-İSTİKRAR ARAYIŞI DENGESİ ... 63

A.AB-GÜNEY AKDENİZ İLİŞKİLERİ ... 64

1. Barselona Süreci ... 68

2. Avrupa Komşuluk Politikası ... 77

B.AB’NİN AKDENİZDEKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ POLİTİKALARI ... 81

1. Demokrasi ve Demokrasi Teşvikinin Yasal Dayanakları ... 81

2. Demokrasi Teşvikinde Kullanılan Araçlar ... 85

a. Antlaşmalar ve Ortaklıklar Üzerinden Demokrasi Teşviki ... 87

(1) Barselona Süreci’nde MEDA I VE MEDA II Desteklemeleri ... 87

(2) Avrupa Komşuluk Politikası’nda ENPI/ENI Desteklemeleri ... 95

b. Sivil Toplum Üzerinden Demokrasi Teşviki ... 111

(1) MDP/DİHAA Üzerinden Sivil Toplumun Desteklenmesi ve Demokrasi Teşviki ... 117

(2) Arap Baharı Sonrası Ortaya Çıkan Sivil Toplumun Desteklenmesine Yönelik Araçlar ... 125

i. Demokrasi için Avrupa Bağışı Üzerinden Sivil Toplumun Desteklenmesi ve Demokrasi Teşviki ... 126

ii. Sivil Toplum Tesisi Üzerinden Sivil Toplumun Desteklenmesi ve Demokrasi Teşviki ... 128

c. Yaptırımlar ... 130

C.AKDENİZDE DEMOKRASİ TEŞVİKİSTİKRAR DENGESİSTİKRAR UĞRUNA DEMOKRASİ TEŞVİKİNİN GERİ PLANA ATILMASI ... 132

1. AB’nin Akdeniz’deki Demokrasi Teşviki Faaliyetlerinde Retorik ve Pratik Arasındaki Uçurum ... 132

(6)

a. AB’nin Aktörlüğü Üzerine Tartışmalar ve Aktörlüğün Demokrasi

Teşviki Üzerindeki Etkisi ... 134

b. Çıkarların Retorik ve Uygulama Arasında Farklılık Doğmasına Yol Açması ... 136

2. Demokrasi Teşvikinin Geri Plana Atılması ... 139

a. MEDA ve ENPI/ENI Projelerinde Demokrasi Teşvikinin Geri Planda Kalması ... 141

b. DİHAA’da GONGO’ların Desteklenmesi ve İslamcı Aktörlerin Devre Dışı Bırakılması ... 144

c. Negatif Koşulsallığın Devre Dışı Bırakılması ve Pozitif Koşulsallığın Potansiyelinden Faydalanılmaması ... 146

3. ‘Demokrasi Teşviki’ Politikalarının Bölge Rejimlerini Güçlendirmesi ... 149

a. AB Tarafından Desteklenen Sınırlı Politik Liberalizmin Otoriter Rejimlerde ‘Baskı Azaltıcı’ Etki Yapması ... 151

b. Demokrasi Teşviki Adı Altında Yürütülen Faaliyetlerin Otoriter Rejimleri Ekonomik Açıdan Daha Güçlü Kılması ... 153

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: AB’NİN MISIR’LA OLAN İLİŞKİLERİNDE DEMOKRASİ TEŞVİKİ ... 156

A.MISIRIN SİYASİ VE EKONOMİK ÖZELLİKLERİ İLE MISIR-ABİLİŞKİLERİ ... 157

1. Mısır’ın Siyasi Yapısı ... 158

a. Mübarek Öncesi Dönem ... 158

b. Mübarek Dönemi ... 161

c. Arap Baharı ve Sonrası Dönem ... 163

2. Mısır’ın Ekonomik Yapısı ... 166

3. Mısır-AB İlişkileri ... 169

B.AB’NİN MISIRDAKİ DEMOKRASİ TEŞVİKİ FAALİYETLERİ ... 174

1. Antlaşmalar ve Ortaklıklar Üzerinden Mısır’da Demokrasi Teşviki ... 174

a. MEDA I ve MEDA II Desteklemeleri ... 174

b. ENPI/ENI Desteklemeleri ... 179

2. Sivil Toplum Üzerinden Mısır’da Demokrasi Teşviki ... 187

a. MDP/DİHAA Üzerinden Sivil Toplumun Desteklenmesi ve Demokrasi Teşviki ... 197

b. EED Üzerinden Mısır’da Sivil Toplumun Desteklenmesi ve Demokrasi Teşviki ... 201

3. Yaptırımlar Üzerinden Mısır’da Demokrasi Teşviki ... 203

C.MISIRDA DEMOKRASİ TEŞVİKİ İSTİKRAR DENGESİSTİKRAR UĞRUNA DEMOKRASİ TEŞVİKİNİN GERİ PLANA ATILMASI ... 215

1. İstikrarlı Bir İş Birliği Ortağı Olarak Mübarek Rejimi ... 215

2. Mısır’da Demokrasi Teşvikinin Geri Plana Atılması ... 218

3. Arap Baharı: Yeni Bir Başlangıç mı, Yoksa Eskinin Aynısı mı? ... 223

4. AB Politikalarının Mısır’daki otoriter rejimi güçlendirmesi ... 226

SONUÇ ... 233

KAYNAKÇA ... 241

ÖZET ... 289

ABSTRACT ... 291

EKLER ... 293

EK1:BARSELONA SÜRECİNE DAHİL GÜNEY AKDENİZ ÜLKELERİ İÇİN 1995 VE 2005 YILLARINDA FREEDOM HOUSE VERİLERİ ... 293

(7)

EK2:2007-2010YILLARI ARASINDA GÜNEY AKDENİZ ÜLKELERİNDE YÜRÜTÜLEN

DİHAAPROJELERİ ... 294 EK3:2013-2016YILLARINI KAPSAYAN AB-MISIR TİCARET DENGESİ ... 295

(8)

KISALTMALAR

AAD: Avro-Arap Diyaloğu

AASTB: Avro-Akdeniz Serbest Ticaret Bölgesi

AB: Avrupa Birliği

ABA: Avrupa Birliği Antlaşması

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

ABİHA: Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma

AESK: Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi

AET: Avrupa Ekonomik Topluluğu

AGİT: Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı

AGS: Avrupa Güvenlik Stratejisi

AiB: Akdeniz için Birlik

AKÇT: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

AKDD: Arap Kadınları Dayanışma Derneği

AKP Ülkeleri: Asya, Karayip ve Pasifik Ülkeleri

APİB: Avrupa Politik İş Birliği

AT: Avrupa Toplulukları

ATÇD: Avrupa Topluluğu Çalışmaları Derneği

AYB: Avrupa Yatırım Bankası

BASTİB: Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi

BMENA: The Broader Middle East and North Africa

Initiative (Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Girişimi)

BMGK: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi

CARDS: Community Assistance for Reconstruction,

Development and Stabilisation (Yeniden

(9)

Yapılanma, Kalkınma ve İstikrara Yönelik Toplum Yardımı)

CIA: Central Intelligence Agency (Merkezi İstihbarat

Teşkilatı)

DİHAA: Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı

DİHAG: Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Girişimi

DKSTB: Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi

DKK: Devrimci Komuta Konseyi

DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü

ECU: European Currency Unit (Avrupa Para Birimi)

EED: European Endowment for Democracy (Demokrasi

için Avrupa Bağışı)

EİP: Eğitim İyileştime Programı

ENI: European Neighbourhood Instrument (Avrupa

Komşuluk Aracı)

ENPI: European Neighbourhood and Partnership

Instrument (Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı)

Euratom: European Atomic Energy Community (Avrupa

Atom Enerjisi Topluluğu)

EuroMeSCo: Euro-Mediterranean Study Commission (Avro-

Akdeniz Çalışmaları Komisyonu)

FIS: Front Islamique du Salut (İslami Selamet Cephesi)

GAP: Global Akdeniz Politikası

GIA: Groupe Islamique Arme (Silahlı İslami Grup)

(10)

GONGO: Government Organized Non-Governmental Organization (Hükümet Tertipli Sivil Toplum Örgütü)

GSYH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla

HSH: Hür Subaylar Hareketi

IMF: International Monetary Fund (Uluslararası Para

Fonu)

KSF: Kalkınma Sosyal Fonu

KOBİ: Küçük ve orta büyüklükte işletme

MEDA: Mesures D’accompagnement (Eşlik eden

tedbirler)

MDP: MEDA Democracy Programme (MEDA

Demokrasi Programı)

MSKYK: Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi

MUİHK: Mısır Ulusal İnsan Hakları Konseyi

NED: National Endowment for Democracy (Demokrasi

için Ulusal Bağış)

ODGP: Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

ÖAP: Özgürlük ve Adalet Partisi

PDP: PHARE Democracy Programme (Phare

Democracy Programme)

PHARE: Pologne, Hongrie Assistance a ala Reconstruction

Economique (Polonya ve Macaristan Ekonomilerinin Yeniden Yapılanması için Yardım)

(11)

SAP: Stabilisation and Association Process (İstikrar ve Ortaklık Süreci)

SMP: Sanayi Modernizasyon Programı

SPMK: Siyasi Parti Meseleleri Komitesi

SPRING: Support for Partnership, Reform and Inclusive Growth (Ortaklık, Reform ve Kapsayıcı Büyüme için Destek)

SRDP: Sağlık Reformunun Desteklenmesi Programı

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

STT: Sivil Toplum Tesisi

TACIS: Technical Aid to the Commonwealth of

Independent States (Bağımsız Devletler Topluluğuna Teknik Destek)

UCM: Uluslararası Ceza Mahkemesi

UDP: Ulusal Demokrasi Partisi

YAP: Yenilenmiş Akdeniz Politikası

YAŞ: Yüksek Askerî Şûra

(12)

GİRİŞ

Tıpkı diğer uluslararası örgütler gibi, örneğin “Uluslararası Para Fonu” (International Monetary Fund, IMF) veya Dünya Bankası, Avrupa Birliği’nin (AB) de Soğuk Savaş öncesi kalkınma politikalarında demokrasinin teşvik edilmesi herhangi bir yer tutmamıştır. Soğuk Savaş döneminin realpolitik mantığı çerçevesinde Batılı devletler ve örgütler, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere otoriter rejimlerle birliği yapmaktan ve bu rejimleri açık bir şekilde desteklemekten kaçınmamışlardır. General Pinochet dönemi Şili’si – demokratik yollarla göreve gelmiş Salvador Allende hükümetinin “Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (Central Intelligence Agency, CIA) da dahliyle devrilmesini de göz önünde bulundurduğumuzda – ve Somoza ailesinin hâkim olduğu yıllarda Nikaragua bu konuda gösterilebilecek en iyi örneklerdendir. Verilen destekler elbette bu iki örnekle sınırlı değildir, Akdeniz de dahil dünyanın her bölgesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) veya daha genel bir biçimde ifade edecek olursak komünizm/sosyalizm karşıtı bütün otoriter rejimler veya diktatörlükler bu karşıtlıklarına binaen açık bir şekilde destek görmüşlerdir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber Batı bloğu açısından Sovyet tehdidinin de ortadan kalkmasının etkisiyle yalnızca yapısal uyuma dair ekonomik politikalar değil demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi yönetişim ile alakalı konular da tüm Batılı devletlerin ve örgütlerin gündemine girmeye başlamıştır. Şüphesiz ki AB de evrensel bir değer olduğu öne sürülen demokrasinin yükselişinden muaf olmamıştır, 90’lı yıllarda demokrasi, AB’nin kalkınma politikalarının hedeflerinden biri haline gelmiştir.

Dahası, demokrasi aynı zamanda AB’nin kalkınma politikalarının koşulu haline gelmiştir, başka bir şekilde ifade edecek olursak demokratik prensiplere veya bu prensiplerle bağdaştırabileceğimiz kavramlara, örneğin insan hakları, saygı gösterilmesi

(13)

veya riayet edilmesi AB’nin dağıtmış olduğu yardımları alabilmek için uyulması gereken koşullardan biri haline gelmiştir.

Demokrasinin yardım için bir koşul haline gelmesi AB’nin farklı bölgelerde uyguladığı politikalarda gözlemlenebilmektedir. Örneğin eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerle imzalanan ortaklık ve iş birliği antlaşmaları, Afrika, Karayip ve Pasifik ülkelerine (AKP Ülkeleri) yönelik iş birliğini düzenleyen Cotonou antlaşması ve son olarak Akdeniz’de yer alan AB komşularıyla yapılan ortaklık antlaşmaları demokrasinin hem hedef hem de koşul olması bakımından önem arz etmektedir. Dahası, 90’lı yıllarda demokrasi veya daha spesifik bir biçimde ifade etmemiz gerekirse demokratik prensiplere saygı, AB’ye üye olmak için yerine getirilmesi gereken şartlardan biri olmuştur.

Demokratik koşulsallığın ve demokratikleşme hedefinin kâğıt üzerinde AB kalkınma politikalarının bir parçası haline gelmesi söz konusu politikaların kararlılıkla takip edildiği anlamına gelmemektedir. Özellikle genişleme bağlamında kararlı bir biçimde uygulanan demokratik koşulsallığın diğer bölgelerde aynı azimle takip edildiğini söylememiz güçtür. Özellikle Akdeniz bölgesi bu kapsamda önemli bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Barselona Süreci öncesi, yani Soğuk Savaş öncesinde ağırlıklı olarak ekonomik konularda devam eden iş birliği Barselona Süreci’nin başlamasından günümüze kadar olan süreçte de bu niteliğini korumuştur. Geçmişte başta serbest ticaret olmak üzere ekonomik konularda iş birliğine terörizmle mücadele ve göçmenlik gibi yeni iş birliği alanları eklenmişse de demokrasi ve demokrasiyle alakalı yönetişim konularında yapılan iş birliğinde kayda değer bir ilerleme yaşanmamıştır. Yani başka bir ifadeyle, Akdeniz bölgesinin otoriter rejimleriyle yapılan iş birliği veya ortaklık, bu rejimlerin otoriter niteliğinde herhangi bir değişme yaşanmadan aynı şekilde ilerlemeye devam etmiştir.

(14)

AB üye ülkeleri, Akdeniz’in güneyinde yer alan ülkelerin ekonomilerinde önemli yer tutarlar. Güney Akdeniz ülkeleri açısından AB üye ülkeleri hem en önemli ithalat hem de en önemli ihracat ortağıdır. Ancak söz konusu ticaretin dengeli bir ticaret olduğunu iddia etmemiz güçtür, AB’nin Akdenizli ortakları – Libya istisna tutulmak kaydıyla – AB üye ülkeleriyle yaptıkları ticarette önemli bir miktarda açık vermektedirler. Bu açığın olmasının iki önemli sebebi vardır. Bunlardan birincisi Güney Akdeniz ülkelerinin sanayilerinin gelişmiş Avrupa sanayileriyle rekabet etme imkânın olmamasıdır, dolayısıyla Akdeniz’in güneyinden Avrupa’ya aktarılan veya ihraç edilen ürünler katma değeri yüksek teknolojik ürünler olmaktan çok petrol ve doğalgaz gibi hammaddelerdir. İkinci sebep olarak ise tarım ürünlerinin ticaretini gösterebiliriz. Tarım ürünleri Güney Akdeniz ülkelerinin AB üye ülkeleriyle olan ticaretinde göreceli olarak avantaja sahip olduğu tek alan olsa da bu ülkelerin sahip olduğu avantaj, AB’nin Akdeniz’in güneyinden gelen tarım ürünlerine karşı sergilemiş olduğu korumacı politikalar yüzünden hiçbir zaman gerçek potansiyeline ulaşmamıştır. AB’nin korumacı politikalar sergilemesindeki en önemli etken, varlığı ve modus operandisi serbest ticaret mekaniklerine aykırı olan ortak tarım politikasıdır. AB, Güney Akdeniz’le olan ilişkilerinde sıklıkla ticaretin serbestleştirilmesini sağlamak amacıyla veya daha spesifik bir şekilde ifade edecek olursak Güney Akdeniz ülkelerinin uyguladıkları serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik faaliyetlerde bulunurken aynı zamanda kendi içinde yer alan serbest ticarete yönelik engellerin – en azından tarım ürünlerine yönelik olanları – kaldırılmamasında bir sakınca görmemektedir.

Soğuk Savaş öncesi dönemde ağırlıklı olarak ekonomik alanda sürdürülen ilişkiler Soğuk Savaş sonrası dönemde de bu özelliğini önemli ölçüde korumuştur. Elbette bu diğer alanlarda iş birliğinin tamamen gözden çıkarıldığı anlamına gelmemelidir,

(15)

özellikle göçmenlik ve terörle mücadele gibi diğer konularda da Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgenin otoriter rejimleriyle iş birliğine gidilmiştir. Ayrıca, diğer konular kadar önemli olmasa da yönetişime dair konularda da özellikle de yolsuzlukla mücadele veya yargı modernizasyonu gibi iyi yönetişim prensipleriyle eşleştirebileceğimiz gibi konularda da belirli bir ölçüye kadar iş birliği sürdürülmüştür. Soğuk Savaş sonrası dönemde, retoriksel olarak önem kazanmasına rağmen neredeyse gözden çıkarılan belki de tek konu Güney Akdeniz’de demokratikleşmenin sağlanmasına yönelik hamlelerdir veya başka bir şekilde ifade edecek olursak demokrasinin teşvik edilmesidir.

Genişleme kapsamında oldukça kararlı bir biçimde takip edilmesine rağmen, eski Sovyet coğrafyasında ise genişleme kapsamındaki kadar olmasa da belirli bir ölçüye kadar uygulanan demokrasi teşviki politikaları neden Akdeniz bölgesinde büyük ölçüde geri plana atılmıştır? Bu soruyu cevaplayabilmemizin anahtarı bölgenin siyasal yapısında yatmaktadır. En azından Arap Baharı’na kadar olan dönemde Güney Akdeniz bölgesi, İsrail hariç, otoriter rejimler tarafından yönetilmiştir. Söz konusu otoriter rejimlerin Güney Akdeniz gibi çalkantılı bir bölgede istikrar sağladığına yönelik olan inanç, bölgedeki demokrasi teşviki politikalarının içeriğinde önemli bir kısıtlamaya gidilmesine yol açmıştır. Demokrasi teşviki politikaları tamamen terk edilmese de politik liberalleşme yerine ekonominin liberalleşmesine öncelik verilmiştir. Demokrasi teşvikinin tamamen gözden çıkarılmamasının en önemli sebebi, evrensel bir kavram olduğunu öne sürebileceğimiz demokrasinin uygulanmakta olan ve bölge halkları açısından önemli sonuçları olan liberal ekonomi politikalarının daha az tartışmalı hale gelmesini sağlamasıdır. Ancak ilerleyen bölümlerde de tartışılacağı üzere liberal ekonomi politikaları sonucunda bölgede kayda değer bir demokratikleşme yaşanması bir yana, söz konusu politikalar daha güçlü otoriter yönetim biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunda en büyük pay, demokratik kurumların denetimi altında

(16)

yapılmayan başta özelleştirmeler olmak üzere liberal ekonomi politikalarının alt sınıflar ve sıklıkla demokratikleşmenin sürükleyicisi olduğu iddia edilen orta sınıflar yerine rejim elitlerinin veya rejim yanlısı elitlerin güçlenmesine yol açmasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bölgede zaten problemli olan gelir eşitsizliğinin, Batılı aktörlerin de yoğun dahli sonucu uygulanan liberal ekonomi veya neoliberal ekonomi politikalar sonucu kontrol edilemez bir hale gelmesidir. Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendini yakması sonucu Arap Baharı olarak adlandırdığımız olaylar silsilesinin ortaya çıkmasındaki belki de en önemli sebep bölge halklarının yoğun sosyoekonomik eşitsizlikler altında yaşaması ve bu durumdan yaşamış olduğu memnuniyetsizlikleri aktarabilecekleri demokratik politik kurumların veya uygulamaların – örneğin seçimler – olmamasıdır. Dolayısıyla söyleyebiliriz ki AB’nin uygulamış olduğu liberal ekonomi politikaları kısa vadede demokratikleşmenin aleyhinde ve otoriter rejimlerin lehine olsa da uzun vadede AB’nin arzulamış olduğu otoriter rejimler altında istikrarı tehdit etme niteliğine sahip olmuştur.

Arap Baharı bölge tarihi ve dünya tarihi açısından çök önemli bir olay olsa da söz konusu olayı bölge politikasının demokratikleşmesi açısından bir milat olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Arap Baharı sonrası 3 ülkede – Tunus, Mısır ve Libya, ayrıca bir güney Akdeniz ülkesi olmasa da Yemen’i de dahil edersek 4 – bölgenin uzun süredir iş başında olan otoriter liderleri koltuklarından olmuşlardır, hatta Muammer Kaddafi yalnızca koltuğundan değil canından da olmuştur. Ancak söz konusu ülkelerde lider değişimlerinin yaşanması daha demokratik yönetim biçimlerinin ortaya çıktığı anlamına gelmemelidir, günümüz itibarıyla yalnızca Tunus’ta demokratik bir yönetim biçiminin ortaya çıktığını iddia etmemiz mümkündür. Tunus harici diğer ülkelerde ise daha demokratik yönetim biçimleri çıkması bir yana, daha otoriter yönetim biçimleri ortaya çıkmıştır, örneğin Mısır’da, Hüsnü Mübarek döneminde zaten oldukça problemli

(17)

bir durumda olan sivil toplum ve sivil toplum üzerindeki baskılar Abdülfettah El Sisi döneminde daha kötü bir hal almıştır. Fas ve Ürdün gibi rejim değişikliği yaşamayan ülkelerde ise, protestolara karşılık yapılacağı iddia edilen reform hamleleri tam anlamıyla uygulanmaya konmamıştır, bu durumun özellikle Fas’ta gözlemlenebildiğini söylememiz mümkündür.

Arap Baharı’nın Fas ve Ürdün gibi ülkelerde nispeten daha ılımlı geçmesi ve rejim değişikliğiyle sonuçlanmamasının en önemli sebeplerinden biri yapılan ekonomik reformların sınırlı politik reformlarla desteklenmesidir. Tunus gibi kapalı rejimlerin aksine Fas ve Ürdün’deki otoriter rejimler bir hayatta kalma stratejisi olarak sınırlı ölçekte reform hareketleri izleme yoluna gitmişlerdir. Bu sebepten dolayı esasında otoriter bir lider olan Fas Kralı 6. Muhammed – babası ve aynı zamanda selefi 2.

Hasan’ın aksine – özellikle Batı basınında sıklıkla reformist bir lider olarak anılmaktadır. Bu duruma tek istisna olarak Cezayir’i göstermemiz mümkündür. İç savaşı takip eden süreçte politik alanda kayda değer bir reform sürecinden geçmemesine rağmen Arap Baharı’nın – bazı protesto olaylarını göz ardı etmemek kaydıyla – Cezayir’e sıçradığını söylememiz olası değildir. Ancak bunda en önemli etkenlerden biri 100.000’in üzerinde insanın canına mal olan iç savaşın anılarının taze olması ve dolayısıyla Cezayirlilerin önemli bir kısmının herhangi bir çatışmaya yol açması muhtemel protesto hareketlerinden kaçınmasının da etkisi vardır.

Fas ve Ürdün gibi ülkelerin sınırlı reform politikaları tam olarak da AB’nin Güney Akdeniz’de yürüttüğü demokrasi teşviki stratejisiyle uyumludur. Bahsettiğimiz gibi AB’nin demokrasi teşviki politikaları siyasal alanın değil de ekonomik alanın liberalleştirilmesine yani pazar ekonomisinin hâkim olmasına yönelik türden bir stratejidir. Doğrudan politik alanın hedef alındığı reformlarda ise pazar ekonomisinin

(18)

daha verimli işleyebilmesine yönelik bir amaç güdülmektedir, örneğin AB’nin Akdeniz’de sıklıkla izlediği stratejilerden biri yolsuzluk ve kara para aklama gibi pazar ekonomisinin işleyişine yönelik engellerin ortadan kaldırılması için yargının güçlendirilmesidir. Yani yargının güçlendirilmesindeki temel amaç yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi doğrudan demokratikleşmeyle eşleştirebileceğimiz – otoriter rejimlerin gücünün kısıtlanmasından dolayı – konularda iyileşme sağlanması değil pazar ekonomisinin daha kusursuz işleyişinin sağlanmasıdır. Ekonominin liberalleştirilmesine yönelik değil de doğrudan politik alanın liberalleştirilmesine yönelik nadir zamanlarda ise temel amaç demokratikleşmeden çok siyasal alanın kısmi bir şekilde liberalleştirilmesidir. AB’nin Akdeniz’de en çok takip ettiği siyasal reform faaliyetleri kadın ve çocuk hakları gibi kendi içlerinde önemli olduğu şüphe götürmeyen ancak siyasal alanın doğrudan demokratikleşmesine yönelik olmayan dolayısıyla otoriter rejimlerin varlığını tehdit etmeyen türden reform faaliyetleridir. Ancak yine de belirtmeliyiz ki, özellikle kadın haklarını doğrudan olmasa da dolaylı bir şekilde demokratikleşmeyle ilişkilendirmemiz mümkündür.

AB’nin demokrasi teşviki stratejisinin aslında demokratikleşmeyi geri plana attığının bir diğer kanıtı da AB’nin bölgenin otoriter rejimlerine olan bakış açısında yatmaktadır.

AB’nin bölge rejimleriyle olan ilişkilerinin temel altyapısını oluşturan ortaklık antlaşmaları AB’ye – veya teknik olarak söyleyecek olursak antlaşmanın taraflarına – demokratik prensiplerin ihlali durumunda ortaklık ilişkisini askıya alma olasılığını sunmasına rağmen AB, tarihsel olarak Akdeniz’in güneyiyle olan ilişkilerinde bu maddeye başvurmamıştır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, AB, Barselona Süreci boyunca güneyli komşularında yaşanan demokratik prensiplerin göz göre göre ve defalarca ihlal edilmesini görmezden gelmiş – ilerleme raporlarında yer alan son derece ihtiyatlı eleştiriler ve Avrupa Parlamentosu’nun belirli zamanlar yayımladığı eleştirel

(19)

kararlar istisna tutulmak kaydıyla – başka bir ifadeyle siyasal koşulsallığa başvurmama yoluna gitmiştir. AB’nin bölgedeki demokrasi teşviki stratejisi bölgenin otoriter rejimlerini karşısına almaktan çekinen, aksine söz konusu rejimlerle iş birliğine gitme üzerine dayalı bir modeldir, demokratikleşmeden en çok zararı görecek tarafın otoriter rejimler ve söz konusu rejimlerin liderleri olduğu düşünüldüğünde iş birliğine dayalı bir yöntemin etkili olmayacağı söylenebilir, zaten Güney Akdeniz bağlamında da AB’nin faaliyetlerinin kayda değer bir demokratikleşme sağlamadığı açıktır. Hatta ilerleyen bölümlerde daha detaylı aktarılacağı üzere AB’nin söz konusu politikalarının otoriter rejimlerin daha da güçlenmesine yol açtığı söylenebilir.

İddialı retoriğin aksine AB’nin Akdeniz’de demokrasi teşvikini geri plana atması kuşkusuz ki önemli bir olaydır. Ancak burada ilgilenmemiz gereken esas mesele demokrasi teşvikinin neden geri plana atıldığıdır. Demokrasi teşvikinin Akdeniz’de geri plana atılmasının en önemli sebebi AB’nin söz konusu bölgede yaşadığı

‘demokratikleşme-istikrar/istikrarı sağlama’ ikilemidir. Bölgede yaşanacak bir demokratikleşmenin, güney Akdeniz gibi zaten hassas olan bir coğrafyayı daha da istikrarsız hale getireceği dolayısıyla da göçmenlik, terörizm ve serbest ticaret gibi konularda yapılan iş birliğinin sekteye uğrayacağı düşüncesi AB’yi Akdeniz’de demokrasi teşviki konusunda gönülsüz davranmaya, hatta söz konusu girişimleri neredeyse tamamen rafa kaldırmaya itmiştir. İşte demokratikleşme-istikrar ikilemi de tam olarak budur, AB, bölgede yaşanması muhtemel demokratikleşmenin sonuçlarını kestiremediğinden/sonuçlarından çekindiğinden, otoriter rejimleri ve söz konusu rejimlerle çeşitli konularda yaptığı iş birliğini – ekonomik, güvenlik ve siyasal alanlarda, ki bu son alana oldukça önemli bir bölgesel gerçek olan Orta Doğu Barış Süreci’ni de ekleyebiliriz – gerçekleşmesi muhtemel demokratikleşmeye nazaran ehveni şer olarak kabul etmesidir.

(20)

AB’nin diğer bölgelerde değil de Akdeniz’de yaşanacak bir demokratikleşmeden çekinmesinin sebebi bölgenin kendine has siyasi yapısında mevcuttur. Bölgede yaşanacak demokratik bir kırılmadan veya daha spesifik bir biçimde ifade edecek olursak bölgede serbest ve adil seçimlerin düzenlenmesinden en çok fayda görecek kesimin bölgede faaliyet gösteren siyasal İslamcılar olacağı kesindir. Yakın geçmişe ait bir örnek olarak, Arap Baharı sonrası Tunus’ta gerçekleşen serbest ve adil seçimleri siyasal İslamcı Ennahda partisinin kazanmasından da anlaşılabileceği üzere bölgenin siyasal İslamcıları, serbest ve adil seçimlerde, hatta bazı durumlarda serbest ve adil olmayan seçimlerde bile örneğin 2005 Mısır parlamento seçimleri, genel olarak başarılı bir tablo sergilemektedirler. Bu başarının arkasında ideolojik etkenler kadar maddi unsurlar da etkilidir, neredeyse 30 yılı aşkın bir süredir bölgede uygulanan neoliberal ekonomi politikaları sonucu devletin servis sağlama sektöründen çıkması sonucu ortaya çıkan boşluğu genel olarak İslamcı gruplar doldurmuş ve bölge halklarına çeşitli konularda örneğin sağlık ve eğitim, hizmet sağlamışlardır.

Siyasal İslamcıların seçim başarılarına ilerleyen bölümlerde daha detaylı bir biçimde değinilecektir. Burada önemli olan konu AB’nin söz konusu başarılardan neden rahatsızlık duyduğu ve hatta çekindiğidir. AB’nin veya genel olarak Batı dünyasının siyasal İslamcılara olan bakış açısı bir günde şekillenmekten çok bazı olayların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş sonrası özellikle iki önemli olayın siyasal İslamcılara yönelik bakış açısını şekillendirdiğini söylememiz mümkündür.

Bu olaylardan ilki olarak 90’lı yılların başında Cezayir’de yaşanan demokratikleşme denemesini ve bu başarısız denemeden sonra çıkan olayları gösterebiliriz. Dönemin Cezayir Cumhurbaşkanı Şadli Bin Cedid, Cezayir’de düzenlenmesi muhtemel çok

(21)

partili seçimleri bir fırsat olarak görüyordu. Bin Cedid’e göre farklı kutuplara ayrılmış Cezayir toplumunda yapılacak seçimler sonucunda ortaya çıkması muhtemel bölünmüş parlamento Bin Cedid’in işini oldukça kolaylaştıracaktı, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse Bin Cedid, bölünmüş bir parlamentonun olduğu bir ortamda rakiplerini saf dışı bırakıp cumhurbaşkanlığı yetkilerini rahat bir biçimde kullanabileceğini düşünüyordu. Yani sonuç olarak Cezayir’de çok partili seçimlerin düzenlenmesi demokratikleşmeye yönelik atılmış sahici bir adımdan çok Bin Cedid tarafından yapılan pragmatik ve stratejik bir hamleydi. Sebebi ne olursa olsun, Cezayir’in tarihinde ilk kez gerçekleşen adil ve serbest seçimlerin ilk turu, Bin Cedid’in istediği biçimde değil, siyasal İslamcıların yani “İslami Selamet Cephesi’nin” (Front Islamique du Salut, FIS) açık bir zaferiyle sonuçlanmıştır. Yalnızca Cezayir’de değil Avrupa’da da büyük yankı uyandıran bu sonuçların hem bölge siyaseti hem de uluslararası siyaset açısından önemli sonuçları olmuştur.

Cezayir ordusu, çok partili denemenin sonucunda siyasal İslamcıların birinci çıkmasının faturasını Bin Cedid’e kesmiş ve onu istifaya zorlamıştır. Dahası ilk turu henüz sonuçlanmış seçimlerin ikinci turu iptal edilmiş ve ordu yönetime el koymuştur.

Gerçekleşen bu askeri darbe sonucunda çeşitli İslamcı gruplar, başta “Silahlı İslami Grup” (Groupe Islamique Arme, GIA) olmak üzere askeri yönetime karşı silahlı mücadele başlatmışlardır. 10 yılı aşkın süren iç savaş sonucunda daha önce de belirtildiği gibi 100.000’in üzerinde Cezayirli hayatını kaybetmiştir. Ancak iç savaşın etkileri sadece Cezayir’le sınırlı kalmamıştır, göçmenlik ve terörizm gibi konular üzerinden Avrupa açısından da önemli bir güvenlik tehdidi oluşmuştur. Cezayir’deki askeri rejime karşı savaşan İslamcı gruplar yalnızca söz konusu rejimi değil terör saldırılarıyla Avrupa ülkelerini de hedef almışlardır, örneğin GIA, Fransa’nın Cezayir’deki askeri rejimi desteklediği gerekçesiyle bir Air France uçağını kaçırıp üç

(22)

yolcusunu öldürmüş, daha sonrasında ise Fransa’nın farklı yerlerinde bombalı saldırılar düzenlenmiştir.

Cezayir’de yaşanan olaylar sonucunda AB’nin ve AB üye ülkelerinin siyasal İslam’ı istikrar karşıtlığı ve terörizmle eşleştirmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Bu gelişmenin de etkisiyle Barselona Süreci boyunca AB politikaları, siyasal İslamcıları çeşitli taktiklerle kontrol altında tutan otoriter liderleri karşısına almaktan kaçınan – söz konusu süreç yaptırım haklarını örneğin maddi yardımların kesilmesini saklı tutmasına rağmen – aksine bu rejimlerle iş birliğine dayalı bir temele oturmuştur. Elbette siyasal İslamcılara veya siyasal İslam’a olan karşıtlığı AB politikalarının tek belirleyicisi olarak addetmek doğru bir yaklaşım olmaz. Sonuç itibarıyla, AB üye ülkeleri ve Güney Akdeniz’in otoriter rejimleri arasında enerji kaynakları, ticaret, göçmenlik, terörizmle mücadele ve Orta Doğu Barış Süreci gibi hassas ve önemli konularda çıkar ortaklığı mevcuttur.

Ancak yine de siyasal İslam karşıtlığının belirli bir ölçüye kadar AB politikasının belirleyicisi olduğunu söylemek mantıklıdır.

AB’nin siyasal İslamcılara bakışını etkileyen veya değiştiren ikinci olaydan bahsetmeden önce bahsetmemiz gereken bir diğer önemli olay 11 Eylül saldırılarıdır. 11 Eylül saldırıları yalnızca dünya tarihi açısından değil Batılı aktörlerin demokrasi teşviki politikaları açısından da oldukça önemli bir olaydır. Dönemin ABD başkanı George W.

Bush, saldırıların yani terörizmin nedeni olarak Orta Doğu’da mevcut olan demokrasi eksikliğini göstermiş ve ABD’nin politika değişikliğine gideceğinin sinyalini vermiştir.

Bush’a göre uzun yıllar boyunca diktatörlerin tolere edilmesi ABD’yi daha güvenli bir hale getirmemiştir, dolayısıyla demokrasi teşvikini merkeze alan bir dış politika değişikliğine ihtiyaç vardır.

(23)

ABD’nin demokrasi teşvikini dış politikasının merkezine oturtması büyük ölçüde retoriksel düzeyde kalmış, Mısır ve Suudi Arabistan gibi otoriter ama dost rejimlerle iş birliğine aynı şekilde devam edilmiştir. Bir farklılık olarak ABD’nin söz konusu rejimlere, tam olarak demokratikleşme olarak adlandıramasak da siyasal alanın kısmi olarak liberalleşmesine yönelik bazı konularda baskı yapmasını gösterebiliriz, örneğin ileride de bahsedileceği üzere Mısır’ın önemli liberal figürlerinden biri olarak kabul edilebilecek Saad Eddin Ibrahim’in tutuklanmasından sonra ABD tarafından Mübarek yönetimine yapılan Ibrahim’in serbest bırakılmasına yönelik baskıları bu bağlamda değerlendirebiliriz. Demokrasi teşvikinin veya sadece demokrasinin söylemsel düzeyde kaldığı bir diğer konu ise Irak’ın işgaliydi, Irak’a ‘demokrasi getirilmesi’ söz konusu ülkeye yönelik harekâta ideolojik zemin hazırlamak için kullanılmışsa da önemli bir çoğunluk tarafından bu gerekçe inandırıcı bulunmamış ve sonuç itibarıyla demokrasi teşviki önemli bir ölçüde itibar kaybına uğramıştır.

AB’nin 11 Eylül saldırılarına tepkisi, özellikle demokrasi teşviki kapsamında düşündüğümüzde, ABD’ninki kadar radikal olmasa da birtakım politika değişimlerinin yaşandığını söylememiz mümkündür. AB, saldırı sonrası ağırlıklı olarak kültürel diyaloga önem verse de Güney Akdeniz’de demokrasi teşvikinin kurumsallaşması adına birtakım adımlar atılmıştır. Bunlardan en önemlisi, ABD’nin demokrasinin teşvik edilmesi adına ortaya koyduğu girişimlerden biri olan “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Girişimi’ne” (The Broader Middle East and North Africa Initiative, BMENA) paralel bir girişim olarak kabul edebileceğimiz ve aynı zamanda bir demokrasi teşviki aracı olan Avrupa Komşuluk Politikası’na (Komşuluk Politikası) AB’nin yalnızca doğulu komşularının değil güneyli komşularının da dahil edilmesidir.

Komşuluk Politikası doğrudan 11 Eylül’e veya Akdeniz’e yönelik hazırlanmış bir politika aracı olmaktan çok AB’nin 2004 genişlemesine yönelik planladığı adımlardan

(24)

biri olsa da yine de bu araca Akdeniz’in güneyinde yer alan ülkelerin de dahil edilmesi demokrasi teşviki bakımından, en azından kâğıt üzerinde, önemli bir adımdır. Zaten 11 Eylül sonrası Akdeniz’de demokrasinin teşvik edilmesine ilişkin değişimler bununla sınırlı kalmamış hem AB’nin hem de üye ülkelerin Orta Doğu’ya yönelik yönetişim yardımlarının miktarı artmış ayrıca demokrasi teşviki politikalarının içeriğinde değişikliğe gidilmiştir, örneğin 2003 yılında demokrasi ve insan haklarının teşvikine yönelik yeni prensipler kabul edilmiştir.

AB’nin 11 Eylül sonrası demokrasi teşvikinde gittiği değişikliklerin ne kadar sahici ne kadar kozmetik olduğu başka bir çalışmanın konusu olsa da söyleyebileceğimiz tek şey, 2006 yılında yaşanan bir olayın söz konusu değişikliklere bir son vermesidir. AB’nin demokrasi teşviki politikalarını şekillendiren ikinci önemli olay kabul edebileceğimiz bu gelişme Filistin’de düzenlenen seçimlerdir. 2006 yılında Filistin’de gerçekleşen ve AB’nin kendi seçim gözlem misyonu tarafından da serbest ve adil olduğu tescillenen seçimler sonucu siyasal İslamcı Hamas, El-Fetih’i geride bırakarak parlamentoda çoğunluğu ele geçirmiştir. Demokrasinin minimal şartı olarak kabul edebileceğimiz serbest ve adil seçimler sonucu AB’nin – ve aynı zamanda ABD’nin – terör örgütleri listesinde yer alan, İsrail şehirlerine sıklıkla roket saldırıları düzenleyen ve 1988 sözleşmesinde İsrail’i “yok etmekten” söz eden – her ne kadar yakın geçmişte yayımladıkları sözleşmelerinde 1967 sınırlarını kabul edeceklerini belirseler de – bir örgütün görev başına gelmesi hem AB hem de ABD açısından önemli bir açmaza yol açmıştır. Sonuç itibarıyla AB’nin teşvik ettiği demokratik prensiplerin pratiğe dökülmesinin sonucu olarak gerçekleşen seçimler başta İsrail’in güvenliği olmak üzere bölge barışını ve dolayısıyla da istikrarı tehdit etme potansiyeline sahip bir örgütün Filistin’inde iş başına gelmesiyle sonuçlanmıştır.

(25)

İşte 2006 Filistin seçimleri tam olarak da AB normlarının ve çıkarlarının kafa kafaya çarpıştığı bir vakadır. Seçimler sonrası AB, Hamas’a demokrasiyle veya demokratik koşulsallıkla bağdaştıramayacağımız ültimatomvari şartlar sunmuş, söz konusu şartların kabul edilmemesinden sonra da Hamas’a yönelik, yardımların kesilmesi suretiyle yaptırımlar uygulama yoluna gitmiştir. Yani başka bir ifadeyle AB, çıkarları ve normları çatıştığı zaman, normları ikinci plana atarak serbest ve adil bir şekilde gerçekleşen ve dolayısıyla Filistin seçmeninin demokratik arzularını yansıtan bir seçimi yok sayma yoluna gitmiştir.

Sonuç itibarıyla 2006 Filistin seçimleri hem AB’nin hem de ABD’nin siyasal İslam’ı bir güvenlik sorunu olarak görme yönündeki tutumlarını perçinlemiştir. Dolayısıyla da siyasal İslamı Güney Akdeniz de dahil Orta Doğu’nun herhangi bir kesiminde iktidara taşıma potansiyeli olan seçimler veya genel biçimiyle demokrasinin teşviki tamamen olmasa da büyük ölçüde askıya alınmıştır. Bu durum özellikle de 11 Eylül sonrası, çoğunlukla retoriksel düzeyde de kalsa, demokrasinin teşviki için önemli bir taarruz başlatan ABD açısından geçerlidir. Ancak AB de 2006 Filistin seçimlerine kayıtsız kalmamış ve demokrasi teşviki faaliyetlerinin boyutu ve içeriğinde birtakım kısıtlamalara gidilmiştir. Bu duruma en büyük kanıt olarak “Akdeniz için Birlik” (AiB) projesini gösterebiliriz. 2007 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından can çekişen Barselona Süreci’ni canlandırmak amacıyla – elbette projenin Türkiye’nin AB adaylığına alternatif olması amacıyla da dizayn edildiğini göz ardı etmemeliyiz – ortaya atılan ‘Akdeniz Birliği’ 2008 yılında AiB adıyla faaliyete geçtiğinde demokrasi ve demokratikleşmeyle ilgili konuları baypas ederek enerji, ulaşım ve çevre gibi teknik konularda iş birliğine odaklanmıştır.

(26)

Arap Baharı’nın AB’nin demokrasi teşviki politikalarında ne ölçüde değişiklik yarattığı tartışma konusudur. Ayaklanmaların hemen ertesinde AB üst düzey yetkililerinden adeta günah çıkarma niteliğinde açıklamalar gelmiştir. İlerleyen bölümlerde de detaylı bir biçimde işleneceği üzere, AB yetkilileri otoriter rejimlerin desteklenmesine veya söz konusu rejimlerle iş birliği yapılmasına dayalı modelin uzun vadede sürdürülebilir olmadığına dikkat çekmişler ve farklı modellerin ön plana çıkarılması gerekliliğini belirtmişlerdir. O dönemde ortaya atılan veya ön plana çıkarılan ‘sürdürülebilir demokrasi’ ve ‘sürdürülebilir istikrar’ gibi kavramları bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Bu açıklamalara paralel olarak AB gerçekten de Arap Baharı sonrası, demokrasi teşvikiyle bağlantılı olarak birtakım politika değişikliklerine gitmiştir. Bu değişiklikleri gerek yeni araçlar ortaya koymak gerekse de mevcut araçların içeriğinde değişikliğe gitmek, örneğin daha fazla kaynak ayrılması, olarak sıralayabiliriz. AB’nin Arap Baharı sonrası yeni politikalar ortaya koyması şaşırtıcı olmamalıdır çünkü her şeyden önce AB, rüzgârın otoriter rejimler değil de protestoculardan yana esmeye başladığını anladığı anda göstericileri kazanmak adına veya daha uzun vadeli düşünecek olursak, Arap Baharı sonrası kurulacak düzende daha fazla söz sahibi olabilmek adına demokrasinin daha ön planda olduğu bir retorik benimsemiş ve bu doğrultuda adımlar atmıştır. Jose Manuel Barroso’nun genç Araplara hitaben “sizin yanınızdayız” demesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Henüz yakın geçmişte AB politikalarının reform ya da değişim yanlılarından değil de otoriter rejimlerden yana olduğunu göz ardı etmeden söyleyebiliriz ki AB, Arap Baharı sonrası demokrasi teşviki politikalarında belirli bir değişimi öngören bir irade ortaya koymuştur.

AB’nin Arap Baharı sonrası yeni politikalar ortaya koymasının şaşırtıcı olmamasının bir diğer sebebi bölgedeki otoriter rejimlerin niteliğiyle alakalıdır. Arap Baharı öncesinde

(27)

bölgenin kapalı rejimleri olan ve söz konusu nitelikleriyle bölgede istikrar sağladıkları öne sürülen Mısır ve Tunus gibi ülkelerdeki rejimlerin aslında sanıldıkları kadar sağlam temellere dayanmadıkları ve popüler halk ayaklanmaları karşısında adeta birer kâğıttan kaplan olduklarının ortaya çıkmasından sonra AB, bölgeye yönelik politikalarında demokrasinin veya genel manasıyla yönetişimin önemine daha fazla dikkat çekmeye başlamıştır. Arap Baharı öncesi AB’nin bölgede yürüttüğü sınırlı politik reform politikalarına başarıyla iştirak eden Fas veya Ürdün gibi ülkelerde Arap Baharı’nın nispeten daha az çalkantılı geçmesinin – elbette Arap Baharı’nın söz konusu ülkelerde nispeten daha az çalkantılı geçmesini sadece sınırlı politik reformlara bağlayamayız, başka faktörlerin de devrede olduğunu söyleyebiliriz örneğin Fas monarşisinin dayandığı dini meşruiyet – AB’nin sınırlı politik reformların teşvik edilmesi yönündeki kararlılığını arttırdığını söyleyebiliriz.

AB’nin Arap Baharı sonrası demokrasinin teşviki konusunda getirmiş olduğu retoriksel ve kurumsal değişiklikler – örneğin yeni araçların ortaya konması – demokrasi teşvikinin Güney Akdeniz’de daha kararlı – eskiye nazaran – yürütülmesine yol açmış mıdır? Veya cevaplamamız gereken başka bir soru olarak, Arap Baharı sonrası AB’nin demokratikleşme-istikrar ikilemine yönelik bakış açısında veya başka bir şekilde ifade edecek olursak istikrarın demokratikleşmenin önüne konulmasına yönelik AB tutumunda herhangi bir değişiklik olmuş mudur? Bu soruların yanıtını verebilmemiz için incelememiz gereken olay Arap Baharı’ndan yalnızca 2 sene sonra Mısır’da gerçekleşmiştir. Bu bakımdan söyleyebiliriz ki Mısır’ın örnek ülke olarak seçilmesi tezimiz bakımından oldukça önemlidir çünkü Mısır örneği Arap Baharı sonrası AB’nin demokrasi teşviki politikalarının test edilmesi bakımından önem teşkil etmektedir.

(28)

Detaylarına bu bölümde değil de 3. bölümde değineceğimiz Mısır gelişmelerine AB, başka ülkelerde yaşanan askeri darbelere verdiği kararlı tepkilerden uzak bir tepki vermiş, hatta yaşananları bir darbe olarak nitelemekten kaçınmıştır. Daha sonrasında ise AB, Mısır’daki askeri yönetime herhangi bir yaptırım uygulama yoluna gitmemiştir ve günümüzde Mısır’a yönelik yardımların olağan bir şekilde aktarılmaya devam ettiğini söyleyebiliriz, hatta pek çok AB ülkesi darbe sonrası Mısır güvenlik güçlerine silah satışının yasaklanması yönündeki kararı askıya almıştır. Burada önemli olan, Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından serbest ve adil seçimler sonucu iş başına gelen Muhammed Mursi yani Müslüman Kardeşler iktidarının demokratik nitelikleri değildir, ki zaten üçüncü bölümde de detaylı bir biçimde değinileceği üzere Mursi iktidarı demokratik açıdan tartışılabilecek kararlara imza atmış ve yeteri kadar kapsayıcı bir yönetim ortaya koyamamıştır. Burada önemli olan nokta demokrasinin minimal şartı olduğu kabul edilen serbest ve adil seçimler sonucu iş başına gelmiş bir iktidarın askeri darbeyle devrilmesine neredeyse sessiz kalınması hatta üstü kapalı olarak kabullenilmesidir. Söz konusu olayda, AB, Arap Baharı öncesi eğilimlerini anımsatır bir biçimde, askeri yönetimin Mısır’da ve dolayısıyla bölgede gerekli olan istikrarı sağlayabileceği düşüncesiyle – özellikle Mursi döneminde yaşanan karışıklıkları da göz önüne aldığımızda – askeri darbeyi üstü kapalı bir biçimde kabullenmiştir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak tıpkı Arap Baharı öncesinde olduğu gibi AB, istikrar ve demokrasi gibi bir norm karşı karşıya geldiğinde demokrasiden yana değil istikrardan yana olmuştur, yani bu bağlamda söyleyebiliriz ki AB açısından güney Akdeniz’de demokratikleşme-istikrar ikilemi hala tam anlamıyla çözülebilmiş değildir.

Bu tezin temel sorunsalı AB’nin farklı bölgelerde veya farklı bağlamlarda uyguladığı demokrasi teşviki politikalarından farklı sonuçlar almasıyla bağlantılıdır. AB neden başka bağlamlarda örneğin genişleme süreci veya – belirli bir ölçüye kadar – doğu

(29)

bölgesi, uyguladığı demokrasi teşviki politikalarında başarılı sonuçlar alırken Akdeniz bölgesine yönelik uyguladığı politikalarda, tüm iddialı retoriğe ve harcanan paraya rağmen, başarılı sonuçlar alamamaktadır, hatta başarılı sonuçlar bir yana demokrasi teşvikinin hedefi ülkelerde neden göz ardı edilemeyecek demokratik gerilemeler yaşanmaktadır? Bu sorunsal tezin ilerleyen bölümlerinde tartışılırken Müslüman istisnacılığı veya Arap istisnacılığı gibi özcü açıklamalar kullanılmayacaktır. Aynı şekilde Güney Akdeniz’de neden demokratikleşmenin gerçekleşmediğini açıklamaya yönelik rant ekonomisi veya milli gelir gibi yerel değişkenler kullanılmayacaktır. Bu demokratikleşmede – veya demokratikleşememede – yerel faktörlerin önemsiz olduğu anlamına gelmemelidir. İlerleyen bölümlerde de görüleceği üzere yerel faktörler bir ülkenin demokratikleşmesinde oldukça önemli yer tutarlar, zaten literatürde de ağırlıklı olan görüş bir ülkenin demokratikleşmesinde yerel faktörlerin rolünün, uluslararası faktörlerin rolünden daha önde olduğudur.

Ancak son yıllarda uluslararası veya dış faktörlerin de en az yerel faktörler kadar önemli olduğunu belirten oldukça önemli çalışmalar yayımlanmıştır. Bu çalışmalar spesifik olarak dış faktörlerden birine, hatta belki de en önemlisine, yani demokrasi teşvikine odaklanmaktadır. Son yıllarda yayımlanan bu çalışmaların bazıları demokrasi teşvikinin hedef ülkelerde hangi araçlar veya yöntemler üzerinden yürütüldüğünü tespit edip demokrasi teşvikinin daha efektif bir şekilde işleyebilmesine yönelik saptamalarda bulunur. Yani söyleyebiliriz ki, demokrasi teşvikine yönelik çalışmaların azımsanamayacak bir kısmı ‘problem çözme’ mantalitesine sahiptir. Bir kısmı da demokrasi teşviki aktörleri tarafından finanse edilen söz konusu çalışmalar sonuç kısımlarında demokrasi teşvikinin nasıl daha efektif işleyebileceğine yönelik tavsiyelerde bulunurlar.

(30)

Bu tez de tıpkı yukarıda bahsi geçen çalışmalar gibi AB’nin demokrasi teşvikinde kullandığı araçlar ve yöntemlerin – tezimiz bağlamında konuşacak olursak Akdeniz’de kullanılan araçlar ve yöntemlerin – ortaya konmasına yer vermektedir. Ancak diğer çalışmalardan farklı olarak bunun yapılmasının sebebi demokrasi teşvikinin daha efektif işleyebilmesini sağlamak değildir, başka bir şekilde ifade edecek olursak bu tez

‘problem çözme’ mantalitesine sahip değildir. AB’nin Akdeniz’e yönelik demokrasi teşviki faaliyetlerinin temel sorunu az kaynak ayrılması veya söz konusu ayrılan kaynakların efektif olarak harcanmaması değildir. AB’nin Akdeniz’deki demokrasi teşviki politikalarının temelinde demokratikleşme-istikrar ikileminin çözülmemesi yatar, bu ikilem ortadan kalkmadan söz konusu politikaların demokratikleşme sağlaması bir yana otoriter rejimleri daha güçlü kılması yani demokratikleşmenin aleyhine sonuçlar doğurması bile olasıdır. Yani Akdeniz’deki demokrasi teşviki politikalarına daha fazla para harcanması sonucunda bölgede kayda değer bir demokratikleşmenin gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir, zaten bugüne kadar uygulanan politikalardan herhangi bir sonuç alınamaması da – ve hatta demokratik alanda gerilemelerin yaşanması – bu durumu doğrular niteliktedir.

Bu tez, AB’nin Akdeniz’deki mevcut demokrasi teşviki politikalarının otoriter rejimlerin hayatta kalma stratejileriyle önemli ölçüde uyuştuğunu, dolayısıyla da söz konusu rejimlerin otoriter niteliklerinin artmasına katkı sağladığını iddia ederek literatüre katkı yapmayı hedeflemektedir. Demokrasi teşviki literatürünü geniş olarak nitelendirmemiz mümkündür, ancak bu çalışmaların önemli bir çoğunluğu yukarıda belirtilen önermeye ilişkin görüş bildirmemektedir. AB’nin Akdeniz’deki demokrasi teşviki faaliyetlerinin inefektif olduğuna dair görüşler yaygın olsa da bölgedeki demokratik eğilimlerin veya çabaların demokrasi teşviki politikalarından zarar gördüğüne ilişkin görüşler yaygın değildir. İlerleyen bölümlerde de bahsedileceği üzere,

(31)

Francesco Cavatorta ve Vincent Durac ikilisi gerek birlikte hazırladıkları çalışmalarında gerekse de bireysel çalışmalarında demokrasi teşviki politikalarının – en azından Akdeniz bağlamında – otoriter yönetim biçimlerine destek sağlayan yönüne değinen nadir yazarlardandır.

Demokrasi teşvikine ilişkin geniş bir literatür olsa da aynı durumun Türkçe literatür için de geçerli olduğunu söylememiz mümkün değildir. Demokrasi teşvikiyle alakalı son yıllarda bazı tezler yazılmış olsa da söz konusu tezler sayı olarak diğer uluslararası ilişkiler konularının oldukça gerisinde kalmaktadır. Demokrasi teşvikinin alt konuları olarak ya ABD’nin ya da AB’nin demokrasi teşviki faaliyetleri seçilmiştir. AB’nin Akdeniz’deki demokrasi teşviki faaliyetlerine yönelik yazılmış herhangi bir doktora tezi bulunmamaktadır, söz konusu bölgeye ilişkin yazılmış yalnızca 1 adet yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Aynı şekilde, demokrasi teşvikine ilişkin yazılmış Türkçe makalelerin sayısı da oldukça azdır, yine de son yıllarda farklı adlar altında da olsa örneğin

‘demokrasi yayma’ veya ‘demokrasi geliştirme’, demokrasi teşvikine ilişkin makalelerin yayımlanmaya başlandığı gözlemlenebilir. Son olarak, bu tezin yazarının bildiği kadarıyla demokrasi teşvikine ilişkin yazılmış herhangi bir Türkçe kitap mevcut değildir, ancak Belgin Akçay ve İlke Göçmen’in editörlüğünde hazırlanan Avrupa Birliği: Tarihçe, Teoriler, Kurumlar ve Politikalar adlı kitabın demokrasi teşvikine ilişkin özel bir bölüm ayırdığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak belirtebiliriz ki, bu tez, demokrasi teşviki açısından oldukça sınırlı olan Türkçe literatüre katkıda bulunmayı hedeflemektedir.

Bu tezin birinci bölümü demokratikleşme ve demokrasi teşvikine ilişkin kuramsal ve kavramsal tartışmalara ayrılmıştır. Üstteki kısımlarda da belirtildiği gibi – ve ayrıca ilerleyen bölümlerde de tekrar değinileceği üzere – demokratikleşmenin uluslararası

(32)

faktörlerinin, demokratikleşmenin yerel faktörlerinden daha baskın olduğu düşünülmediğinden kavramsal tartışmalara demokratikleşme ve söz konusu demokratikleşmenin yerel faktörlerinden başlanmıştır. Ancak tezimiz açısından uluslararası faktörler yani demokrasi teşviki de oldukça önemli olduğundan dolayı 1.

bölümün 2. kısmı demokrasi teşvikine ilişkin kavramsal ve kuramsal tartışmalara ayrılmıştır. Demokrasi teşvikine ilişkin teoriler incelenirken Jeff Bridoux ve Milja Kurki’nin gitmiş olduğu sınıflandırma kullanılacaktır, yani demokrasi teşviki teorileri üç kampa ayrılacaktır, realist teori, liberal teori ve eleştirel teori.

İkinci bölümde AB’nin demokrasi teşviki faaliyetleri bölgesel bir analiz üzerinden yani Akdeniz bölgesinin güneyi üzerinden incelenecektir. Burada önemli olan husus, odak noktanın Birlik düzeyinde politikalar olacağıdır, Birlik üyelerinin ülke bazında yürütmüş olduğu demokrasi teşviki faaliyetleri bu tezin kapsamı dışındadır. Ancak AB’nin birlik bazındaki politikalarını etkileyecek üye devlet politikalarına, örneğin Mısır’a yönelik alınmış silah satış yasağı kararını delen üyeler, tezde değinilecektir.

Tezin bu bölümünde AB’nin Akdeniz’in tamamındaki demokrasi teşviki faaliyetleri incelenirken Peter Kotzian, Michele Knodt ve Sigita Urdze üçlüsünün yaptığı sınıflandırmadan faydalanılacaktır yani AB’nin demokrasi teşviki faaliyetleri devletler üzerinden, sivil toplum üzerinden ve yaptırımlar olmak üzere üç ayrı kanaldan ele alınacaktır. Devletler üzerinden demokrasi teşviki incelenirken temel odak noktaları AB’nin bu amaca yönelik kullandığı araçlar olan Barselona Süreci ve Komşuluk Politikası olacaktır. Ne Barselona Süreci ne de Komşuluk Politikası, doğrudan demokrasi teşvikine yönelik tasarlanmış ve sadece bu amaca hizmet eden araçlar olmasa da ilerleyen bölümlerde de görüleceği üzere söz konusu araçların finansal kolları olan Mesures D’accompagnement (MEDA) ve Avrupa Komşuluk Ortaklığı Aracı (European Neighbourhood Partnership Instrument, ENPI) demokrasi teşvikine önemli bir yer

(33)

vermektedir, en azından kâğıt üzerinde. Akdeniz’de demokrasi teşvikinin sivil toplum üzerinden incelenmesinde ise temel alınacak esas araç AB’nin bu konuya ilişkin özel olarak kullandığı Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı’dır (DİHAA).

DİHAA’nın yanı sıra, Arap Baharı sonrası ortaya koyduğu yeni araçlar da incelemeye tabi tutulacaktır.

Üçüncü ve son bölümde, ikinci bölümde bölgesel incelemeye tabi tutulan demokrasi teşvik araçları bu sefer örnek ülke Mısır’ın incelenmesi için kullanılacaktır. Mısır’ın örnek ülke olarak incelenmesi tezimiz açısından oldukça önemlidir çünkü Arap Baharı sonrası AB’nin demokrasi teşviki politikalarında yaşanmış olduğu iddia edilen değişimin en iyi test edilebileceği ülke, Arap Baharı sonrası önce serbest ve adil seçimlerin yürütüldüğü, daha sonrasında ise bir askeri darbenin yaşandığı Mısır’dır.

AB’nin söz konusu gelişmelere verdiği – veya vermediği – tepki, AB’nin Arap Baharı sonrası demokrasi teşviki politikalarında kayda değer bir değişimin yaşanıp yaşanmadığını test edebilmek açısından oldukça önemlidir. Ayrıca, özellikle Mübarek döneminde Mısır, Güney Akdeniz gibi istikrar açısından problemli olarak bir bölgede istikrar kaynağı olarak görüldüğünden Mısır’ın örnek ülke olarak seçilmesi, Güney Akdeniz’de var olduğu iddia edilen demokratikleşme-istikrar ikileminin de teste tabi tutulması açısından önemlidir.

(34)

BİRİNCİ BÖLÜM: KAVRAMSAL VE KURAMSAL

TARTIŞMALAR

(35)

Demokratikleşme, basit bir şekilde tanımlamak gerekirse “demokratik olmayan bir rejimden, demokratik bir rejime geçiştir”1 Demokratikleşmeyi, bu dikotomik ifadeden farklı olarak, “bir politik sistemin – bu sistem ister demokratik, ister otoriter veya isterse de ikisinin arasında olsun – daha demokratik hale gelme süreci” şeklinde de tanımlamak olasıdır.2 1980’li ve 1990’lı yıllarda dünya siyasetinde yaşanan gelişmeleri demokratikleşme/geçiş paradigması üzerinden değerlendirmek oldukça popüler bir hal almıştı.3 Demokratikleşme/geçiş paradigması kısaca otoriter rejimlerin çeşitli aşamalardan geçerek demokrasiye yöneleceklerine dair inançtır.4 Thomas Carothers’a göre demokratikleşme/geçiş paradigmasının en önemli özelliği otoriter bir rejimden uzaklaşma emareleri gösteren veya kısmi bir politik liberalleşme yaşayan her ülkenin, demokrasi olmaya aday bir geçiş ülkesi olarak gösterilebilmesidir.5 “Ekonomik düzey, siyasi geçmiş, kurumsal miras, etnik yapı, sosyokültürel gelenekler veya diğer “yapısal”

özelliklerin” geçiş ülkelerinin dönüşümünde çok önemli bir rol oynamaması Carothers’ın belirttiği bir diğer önemli özelliktir, zaten bu sebepten dolayı demokratikleşme “Moğolistan, Arnavutluk veya Moritanya gibi beklenmedik yerlerde”

ortaya çıkabilmiştir.6 Yani özetlemek gerekirse demokratikleşme paradigmasını savunan yazarlar her ülkenin belirli kademeleri olan bir geçiş sürecinden sonra demokratikleşebilme kapasitesine sahip olduğunu belirtirler.

Ancak her yazar yukarıda bahsi geçen türden bir demokratikleşme potansiyeline yönelik inancı paylaşmamaktadır. Bu sebepten dolayı demokratikleşme/geçiş paradigmasının

1 Richard Rose, “Democratic and Undemocratic States,” içinde Democratization, der. Christian W.

Haerpfer et al. (New York: Oxford University Press, 2009): s. 11.

2 Patrick Bernhagen, “Measuring Democracy and Democratization,” içinde Democratization, der.

Christian W. Haerpfer et al. (New York: Oxford University Press, 2009): s. 25.

3 Michelle Pace ve Francesco Cavatorta, “The Arab Uprisings in Theoretical Perspective,” Mediterranean Politics vol. 17, no. 2 (2012): s. 127.

4 Laurel E. Miller ve Jeffrey Martini, “How Does Arab Spring Compare to Third Wave Transitions?”

Ağustos 2012, erişim tarihi 25 Ocak 2017, http://www.rand.org/blog/2012/08/how-does-arab-spring- compare-to-third-wave-transitions.html).

5 Thomas Carothers, Critical Mission: Essays on Democracy Promotion (Washington DC: Carnegie Endowment for International Peace, 2004), s. 168.

6 ibid., s. 170.

(36)

tam karşısında yer alan rakip bir paradigmanın varlığından bahsetmek mümkündür.

Özellikle 2000’li yıllarda demokratikleşme paradigmasına yönelik eleştirileriyle gündeme gelen ve ‘otoriter mukavemet’ olarak adlandırılabilecek bu paradigma kısaca Arap dünyasında varlığını uzun süreler sürdürmeyi ‘başaran’ otoriter rejimlerin bu

‘başarısını’ açıklayabilmek için otoriter yönetimlerin neden ve nasıl ayakta kaldığına yönelik mekanizmaların incelenmesi gerektiğini savunur.7 Demokratikleşme/geçiş ve otoriter mukavemet arasında gerçekleşen paradigmalar-arası bu tartışma tezimiz açısından da önemlidir çünkü demokrasi teşviki politikalarının başarılı olma şansı doğrudan bu paradigmalar-arası tartışmanın sonuçlarıyla da alakalıdır. Örneğin Güney Akdeniz bölgesindeki ülkelerde herhangi bir sebepten dolayı demokratikleşmenin gerçekleşemeyeceğine yönelik bir varsayım doğruysa ya bu devletlere yönelik demokrasi teşviki faaliyetleri nafile bir çabadır ya da bu devletlere/bu bölgeye yönelik, diğer bölgelerden farklı bir strateji geliştirilmesi gerekmektedir.

A. Otoriter mukavemet paradigması

Otoriter mukavemet paradigması içinde iki ayrı kamp arasında yaşanan bir paradigma içi tartışmanın varlığından söz edilebilir. Bunlardan ilki Arap istisnacılığı veya Müslüman istisnacılığı gibi, özcü temele dayalı kültürel varsayımlardır. İkinci varsayım ise bu kültürel yaklaşımları reddedip – veya bu kültürel yaklaşımların rolünü minimalize edip – başta petrol gelirleri olmak üzere çeşitli materyal faktörlerle, Arap dünyasında otoriter rejimlerin süregelirliğini bağdaştırmaktır. Bu iki kamp, otoriter rejimlerin varlığını farklı veriler üzerinden açıklasalar da vardıkları sonuç aynıdır.

Demokratikleşme/geçiş süreci paradigmasının iddia ettiğinin aksine, otoriter rejimleri demokratikleşmeye taşıyan, belirli önkoşullardan bağımsız, bir süreçler bütünü yoktur.

Demokratikleşme/geçiş paradigmasının, demokratikleşme yolunda olduğunu iddia ettiği

7 Pace ve Cavatorta, “The Arab Uprisings,” s. 127.

(37)

geçiş ülkelerinin yalnızca ufak bir kısmı demokratikleşme yönünde pozitif adımlar atabilmektedir –100 ülkeden yalnızca 20’ye yakını – geri kalan ülkeler diktatörlük ve demokrasi kutupları arasında yer alan ‘gri bir bölgeye’ girmişlerdir. Bu bölgedeki ülkeler demokratik rejimlerin bazı özelliklerini taşısalar da söz konusu ülkelerde önemli demokratik noksanlıklar mevcuttur.8

1. Arap İstisnacılığı/Müslüman İstisnacılığı (Kültürel Faktörler/Dini Faktörler) Arap istisnacılığı/Müslüman istisnacılığı kısa bir şekilde tanımlayacak olursak batılı liberal demokratik sistemin, İslami değerlerle veya Araplara ait kültürel değerlerle uyumsuz olduğu iddiası üzerinden Arap dünyasındaki otoriter rejimlerin muvaffakiyetini açıklamaktır. Arap istisnacılığıyla ilişkilendirilebilecek görüşleri savunan en önemli yazarlardan biri olan tarihçi Bernard Lewis’e göre, İslam uygarlığında Batılı liberal demokrasinin gerçekleşme olasılığı – diğer uygarlıklara nazaran – oldukça azdır.9 Aynı şekilde Elie Kedourie de temsili ve anayasal bir demokrasiyle eşleştirilebilecek kavramların – seçimler, bağımsız yargı ve yasalarla denetlenen yürütme organı gibi – İslami politik kültüre tamamen yabancı olduğunu öne sürer.10

2. Materyal Faktörler

Arap/İslam dünyasında otoriter rejimlerin muvaffak olma olgusunu kabul eden, fakat bunu etnik veya dini sebepler yerine farklı materyal veriler üzerinden açıklamaya çalışan yazarlar otoriter mukavemet paradigmasının bir diğer kampını oluşturur.

Örneğin Larry Diamond açısından, Arap siyasi yaşamında otoriter rejimlerin hakimiyet sürmesinin sebebi bu rejimlerin bir kısmının önemli petrol kaynaklarına sahip olması

8 Carothers, Critical Mission, s. 171-172.

9 Bernard Lewis, “Islam and Liberal Democracy,” The Atlantic, Şubat 1993, erişim tarihi 25 Ağustos 2016, http://www.theatlantic.com/magazine/archive/1993/02/islam-and-liberal-democracy/308509/

10 Ellie Kedourie, Democracy and Arab Political Culture (Londra ve Portland: Frank Cass & Co. Ltd., 1994), s. 2.

Referanslar

Benzer Belgeler

Önce 25 Mayıs 1983’te Halkçı Parti (HP) ve hemen ardından, 6 Haziran 1983’te, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kurulmuş, 3 Kasım 1985’te bu iki parti

Limited şirkette müdür veya yöneticilerin kamu alacaklarından sorumluluklarına ilişkin VUK m.10 ve AATUHK mük. m.35 hükümleri yürürlüktedir. Şirket müdür veya

Bu yüzden demokratik, rasyonel ve müzakereci bir konuşma talebi toplumun içerisinden çıkacağı için böyle bir talep karşısında modern anlamdaki kamusal alan olan

Siyasal anlamda sistem demokratik olarak değerlendirilse de demokrasinin kurumsallaşması ve demokratik sistemin ve demokratik siyasal kültürün toplumsal ve bireysel

Siyasal anlamda sistem demokratik olarak değerlendirilse de demokrasinin kurumsallaşması ve demokratik sistemin ve demokratik siyasal kültürün toplumsal ve bireysel

Bu nedenle refah devleti yönündeki politikaların ikili bir görev üstlendiği söylenebilir; refah devleti ve bunun arkasındaki sosyal eşitlik, sosyal adalet ve

“yeni dünya düzeni”ninde yaşanan tüm bu gelişmelerde ABD’nin hedefi, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde üstünlüğünün devam etmesiydi. Doğu Bloku ve

Türkiye’nin insan hakları ihlallerine dair sesi daha çok çıkan Avrupa Parlamentosu haricinde AB, Erdoğan’ın muhaliflerini susturmak için yargıyı kullanma,