• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: AB’NİN AKDENİZ POLİTİKALARINDA DEMOKRASİ TEŞVİKİ-İSTİKRAR ARAYIŞI DENGESİ

C. Akdeniz’de Demokrasi Teşviki-İstikrar Dengesi: İstikrar Uğruna Demokrasi Teşvikinin Geri Plana Atılması

2. Demokrasi Teşvikinin Geri Plana Atılması

izlemesi daha olasıdır. Genel olarak halkının taleplerine daha duyarlı bir rejimin yalnızca Irak’ın işgali meselesinde değil diğer konularda da başta AB ve ABD olmak üzere Batı dünyasının çıkarlarına aykırı politikalar izlemesi muhtemeldir.

AB’nin ikinci seçeneği takip etmesi, bir başka deyişle Akdeniz’de iddialı retorikle uyuşan bir demokrasi teşviki politikaları bütünü uygulaması, AB’nin söz konusu bölgedeki çıkarlarını riske atması anlamına gelmektedir. Böyle bir uygulamayı ancak Wilsoncu bir idealizm ile açıklamamız mümkündür, AB’nin, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerini üye olmayan Akdenizli ülkelere ihraç etmesi, ancak AB’nin – ve AB’yi oluşturan üye ülkelerin – kendi çıkarlarını geri plana atması sayesinde gerçekleşebilir. Ancak AB demokrasi politikalarının incelemeye tabi tutulmasından da anlaşılabileceği gibi AB, birinci seçeneği takip etmeyi tercih etmektedir, bölgede otoriter rejimlerin sağladığına inanılan istikrarın ve bu istikrar altında gerçekleştirilen çıkarların korunması adına bölgedeki demokrasi teşviki faaliyetlerinin içeriğinde önemli bir kısıtlamaya gidilmektedir. Bu kısıtlamanın sonucunda da demokrasi teşviki retoriği ve uygulaması arasında önemli bir uyuşmazlık ortaya çıkmaktadır.

yürüttüğü demokrasi teşviki faaliyetleri bölgedeki baskıcı rejimleri karşısına almaktan çok, söz konusu rejimlerle iş birliğine dayalı bir modeli benimsemektedir. Bunun en önemli kanıtı AB’nin bölge rejimlerine karşı yaptırımlara, negatif koşulsallık da dahil hiçbir şekilde başvurmamasıdır. Negatif koşulsallık yerine AB’nin tercih etmiş olduğu model, zorlamaya dayalı unsurlardan arındırılmış olduğu öne sürülen pozitif koşulsallıktır. AB’nin bölge rejimlerini karşısına almaktan kaçındığının bir diğer kanıtı MEDA ve ENPI/ENI kapsamında yürütülen bütün projelerin – doğrudan demokrasinin teşvikine yönelik projeler de dahil – üye ülkelerin rejimlerinin onayına tabi olmasıdır.

MEDA ve ENPI/ENI kapsamında, bölge rejimlerinin dahli olmayan veya bu rejimlerin onayını almayan herhangi bir projenin yürütülebilmesi söz konusu değildir. Yani başka bir şekilde ifade edecek olursak, ENPI/ENI projelerinin demokratikleştirici potansiyeli ancak bölge rejimlerinin izin verdiği ölçüde gerçekleşebilmektedir.

Demokrasi teşvikinin içeriğinin kısıtlanmasının tek belirtisi iş birliğine dayalı bir model benimsenmesi değildir. Genel olarak demokrasi teşvikinin oldukça sınırlı yürütülmesinin veya başka bir ifadeyle demokrasi teşvikinin geri plana atılmasının üç farklı belirtisi vardır. Bunlardan birincisi MEDA ve ardılı ENPI/ENI kapsamında yürütülen projelerin çoğunluğunun demokrasi teşvikiyle bağlantısı olmayıp, kapasite oluşturmaya yönelik olmasıdır.357 Kapasite oluşturmaya yönelik olmayan projelerde ise politik alanın demokratikleştirilmesinden çok ekonomik alanın liberalleştirilmesine odaklanılmaktadır.

İkinci olarak bahsedebileceğimiz belirti DİHAA kapsamında yürütülen projelerle alakalıdır. DİHAA kapsamındaki projeler, projelerin yürütüldüğü ülkelerin

357 Kapasite oluşturmaya verilen önem yalnızca Akdeniz bölgesinde değil diğer bölgelerde de geçerlidir örneğin AB’nin doğudaki komşularına yönelik uygulanan politikalarda (Natalia Shapovalova ve Richard Youngs, “EU Democracy Promotion in the Eastern Neighbourhood: A Turn to Civil Society?” FRIDE Working Paper, no. 115 [2012]: s. 2).

yönetimlerinin onayına tabi olmadıklarından dolayı iş birliğine dayalı model kapsamına girmeseler de AB’nin bu projeleri yürütme tarzı, AB’nin demokrasi teşvikinin içeriğinin kısıtlı olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir. AB’nin demokratikleştirmeye yönelik sivil toplum desteği teoride sorunsuz gibi gözükse de uygulamadaki bazı meseleler AB’nin sivil toplum desteğini oldukça problemli hale getirmektedir. Bu meselelerden ilki AB’nin sivil toplum desteğine bölge ülkelerinde faaliyet gösteren “hükümet tertipli sivil toplum örgütlerini de” (Government organized non-governmental organization, GONGO) dahil etmesidir. İkinci ve daha önemli olarak kabul edebileceğimiz mesele ise AB’nin, taban desteğine sahip olmalarına rağmen İslamcı örgütleri sivil toplum desteğinin dışında bırakmasıdır.

Üçüncü ve son olarak bahsedebileceğimiz belirti Güney Akdeniz ülkelerinde yaşanan demokrasi ihlallerinin AB tarafından yaptırımsız bırakılması, yaşanan ilerlemelerin ise tutarlı bir şekilde ödüllendirilmemesidir. Demokratik koşullsallık genişleme kapsamında gayet etkili kullanılan bir yöntem olmasına rağmen Barselona Süreci ve Komşuluk Politikası kapsamında demokratik koşulsallığa nadiren başvurulmuştur, yani başka bir ifadeyle AB’nin Akdenizli ortaklarıyla kurduğu ilişkilerin temel değerlerinden biri olan demokrasinin ihlal edilmesi AB tarafından yaptırımsız bırakılmıştır.

a. MEDA ve ENPI/ENI Projelerinde Demokrasi Teşvikinin Geri Planda Kalması Yukarıdaki bölümlerden anlaşılabileceği üzere, MEDA ve ENPI/ENI projelerinde genel olarak yönetişime ayrılan pay diğer önceliklerin yanında oldukça mütevazi kalmaktadır.

Kapasite oluşturma belirli bir tanımı olmayan, muğlak bir kavram olsa da bu kavramı – tezimizle de bağlantılı olarak – devlet kurumlarının güçlendirilmesi olarak

tanımlamamız mümkündür.358 Kapasite oluşturmanın reformlar için gerekli olan kurumların inşasına yönelik teknik ve finansal yardım sağladığı iddia edilse de359 devlet kurumlarının baştan inşasının/güçlendirilmesinin demokratikleşmeye yol açacağı kesin değildir. Örneğin MEDA kapsamında Fas’ta yürütülen kapasite oluşturma projelerinden biri yargının modernizasyonuna yöneliktir. Aynı zaman diliminde yürütülen iki yönetişim projesinin tam olarak 6 katı bütçeye sahip bu projenin360 ne derece demokratikleşmeyle alakalı olduğu tartışmalıdır çünkü daha önce de bahsedildiği gibi otoriter bir rejimde de yargının modernize edilebilmesi mümkündür, demokratikleşme açısından önemli olan yargının modernizasyonu değil yargının bağımsız olması ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır.

Kapasite oluşturmaya yönelik projeler de dahil, AB’nin MEDA ve ENPI/ENI kapsamında yürüttüğü bütün projelere üstü kapalı bir mantık hakimdir. Neoliberal olarak tanımlayabileceğimiz bu mantık yüzünden MEDA ve ENI/ENPI kapsamında yürütülen projelerde politik koşulsallık yerine ekonomik koşulsallık uygulanmaktadır yani ekonomik reformlara yönelik projeleri başarıyla gerçekleştiren ülkeler MEDA ve ENPI/ENI’nin finansal araçları tarafından ‘ödüllendirilmektedir’.361 Bu neoliberal mantık yalnızca ekonomik alanın liberalleştirilmesine yönelik projelerde değil tüm projelerde kendini gösterir, örneğin yargının güçlendirilmesine yönelik uygulanan projelerde amaç – demokrasinin teşvik edilmesi hedefiyle de uyumlu olarak – güçler ayrılığı ilkesini sağlamlaştırmak değil yolsuzluk ve kara para aklama gibi konularla mücadeledir yani esas amaç demokratikleşmenin sağlanması değil serbest pazar

358 Rosa Balfour, Francesca Fabbri ve Richard Youngs, “Report on Democracy Assistance from the European Union to the Middle East and North Africa,” erişim tarihi 11 Ekim 2017,

https://www2.warwick.ac.uk/fac/soc/pais/research/researchcentres/irs/euspring/euspring_eu_demo_assist ance_on_template.4.pdf

359 Tanja A. Börzel ve Yasemin Pamuk, “Pathologies of Europeanisation: Fighting Corruption in the Southern Caucasus,” West European Politics vol. 35, no. 1 (2012): s. 81. Börzel, Risse ve Dandashly

“The EU, External Actors and the Arabellions,” s. 148.

360 Van Hüllen, EU Democracy Promotion and the Arab Spring s. 92.

361 Vicky Reynaert, “Explaining EU Aid Allocation in the Mediterranean: A Fuzzy-Set Qualitative Comparative Analysis,” Mediterranean Politics vol. 16, no. 3 (2011): s. 408.

ekonomisinin kusursuz bir şekilde işlemesini sağlamaktır.362 Bu bağlamda AB’nin Akdeniz’e yönelik politikalarında demokrasinin teşvik edilmesinden çok iyi yönetişim prensiplerinin teşvik edilmesinin ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Yalnızca demokratik rejimlerde değil, demokratik olmayan rejimlerde de bulunabilecek iyi yönetişim prensipleri, demokratikleşmeden çok serbest pazar ekonomisinin daha verimli işleyip işlememesiyle ilgilidir.

Belirli bir bakış açısından AB’nin desteklediği ekonomik liberalleşmeye yönelik reformları da demokrasinin teşvik edilmesiyle ilişkilendirmek mümkündür çünkü birinci bölümde de bahsedildiği gibi bir ülkede gerçekleşen ekonomik gelişmenin demokratikleşmeye olanak sağladığı iddia edilmiştir. Modernleşme teorisiyle bağdaştırabileceğimiz bu tarzdan görüşler AB’nin Akdeniz bölgesine yönelik politikaları için de esin kaynağı olmuştur. Ancak daha önce de belirtildiği gibi AB’nin ekonomik kalkınma için seçmiş olduğu modelin – yani başta serbest ticaret olmak üzere, serbest pazar ekonomisinin hâkim kılınmaya çalışılması – Akdeniz bölgesinin güneyinde bir demokratikleşme dalgasına yol açtığını iddia etmemiz mümkün değildir.

Dahası neoliberal ekonomik modelin – en azından kısa vadede – yol açtığı/daha da derinleştirdiği sosyo-ekonomik eşitsizlik, Güney Akdeniz halklarının demokratik haklarını kullanabilme kapasitesini daha da azaltmıştır.

Sonuç olarak belirtebiliriz ki, MEDA ve ENPI/ENI projelerinde ekonomik konulara veya daha spesifik olarak ifade edecek olursak ekonomik kalkınmaya verilen önem, yönetişimle alakalı konulara verilen önemin oldukça önüne geçmiştir, AB’nin ekonomik kalkınma için seçtiği modelin – yani neoliberal modelin – etkilerini de göz önünde bulundurduğumuzda MEDA ve ENPI/ENI projelerinin demokratikleştirici

362 Vicky Reynaert, “Preoccupied with the Market: The EU as a Promoter of ‘Shallow’ Democracy in the Mediterranean,” European Foreign Affairs Review vol. 16, no. 5 (2011): s. 628.

potansiyeli oldukça problemli hale gelmektedir. Ancak söz konusu potansiyelin sınırlı kalması yalnızca ekonomik liberalleştirmeye verilen önemden kaynaklanmamaktadır.

MEDA ve ENPI/ENI finansal araçlarını demokrasi teşviki açısından problemli kılan başka bir mesele yönetişimle ilgili projelerin içeriği ile alakalıdır. AB’nin söz konusu finansal aracı üzerinden desteklediği projelerin yalnızca çok az bir kısmı doğrudan demokrasinin teşvikine yönelik projelerdir. Geriye kalanlar ise ya iyi yönetişimin teşvik edilmesine yöneliktir ya da yukarıdaki kısımlardan da anlaşılabileceği kadın ve çocuk hakları gibi apolitik nitelikte yani otoriter rejimlerin varlığını tehdit etmeyen, doğrudan değil de ancak dolaylı bir şekilde demokratikleşmeyle bağdaştırabileceğimiz türden projelerdir.

b. DİHAA’da GONGO’ların Desteklenmesi ve İslamcı Aktörlerin Devre Dışı Bırakılması

Daha önce de bahsi geçen GONGO’lar, bulundukları toplumlardaki hükümetlere bağlı veya bu hükümetlerin yoğun etkisi altında kalan sivil toplum örgütleri olarak otoriter rejimlerin etkisini zayıflatıp bireylerin demokratik haklarını kullanabileceği alanlar açmak bir yana, bu rejimlere meşruiyet kazandırma yönünde faaliyet göstermektedirler.

GONGO’lar pek çok farklı bölgede var olsalar da Akdeniz bölgesindeki otoriter rejimlerde, özellikle de rejim liderlerinin eşlerinin de önemli katkılarıyla, örneğin Suzan Mübarek, Leyla Trabelsi veya Kraliçe Rania, oldukça yoğun bir biçimde faaliyet göstermektedirler. Haliyle GONGO’ların AB’nin Akdeniz’deki demokrasi teşviki faaliyetlerinde, özellikle de tabandan yukarı sivil toplum desteği açısından oldukça önemli etkileri vardır.

GONGO’ların devletin gücünü kontrol altında tutmak bir yana devleti daha güçlü kıldığı düşünüldüğünde363, önemli bir demokrasi teşviki aktörü olarak kabul edebileceğimiz AB’nin sivil topluma yönelik faaliyetlerinde GONGO’ları desteklemekten kaçınması beklenmektedir. Ancak ilginç sayılabilecek bir şekilde AB – bir başka önemli demokrasi teşviki aktörü ABD’den farklı olarak – faydalı olacağı düşüncesiyle, GONGO’ların desteklenmesinde ısrarcı olmaktadır.364

AB’nin destekleyeceği sivil toplum örgütlerini seçerken toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir yaklaşım benimsemekten çok ideolojik kökenli belirli kısıtlamalara gitmesi, sivil toplum üzerinden demokrasi teşvikinin demokratikleştirici potansiyelini zayıflatan bir başka etkendir. AB, bulundukları ülkelerdeki otoriter rejimlerin siyasi olarak en önemli karşıtı olarak kabul edilebilecek siyasal İslamcı gruplarla etkileşim içine girmemeyi tercih etmektedir.365 Batı toplumlarının aksine daha geleneksel bir sivil toplum yapısına sahip olan Güney Akdeniz ülkelerinde “sufi hareketleri, köy ve şehirdeki ulemalar, cami görevlileri, ihtiyarlar meclisi” gibi geleneksel aktörler, sivil toplum örgütlerinin gösterdiği fonksiyonu üstlendiğinden dolayı366 bu aktörlerin AB tarafından devre dışı bırakılması demek AB’nin sivil toplum üzerinden sürdürdüğü demokrasi teşviki çabalarının etkisinin zayıflaması anlamına gelmektedir. Ayrıca,

363 Salam Kawakibi, Suriye’deki GONGO’ları incelediği makalesinde GONGO’ların devlete üç farklı fayda sağladığını belirtir. Bunlardan birincisi ekonomik reformlardan dolayı sosyo-ekonomik servislerin sağlanmasından çekilen devletin yarattığı boşluğu doldurmaktır. İkinci sağlanan fayda yeni ortaya çıkan sosyal grupları gerek maddi gerekse manevi imkanlar sunarak devlete bağlamaktır. Üçüncü ve son olarak sağlanan fayda ise yabancı donörlerden – örneğin Suriye bağlamında düşünecek olursak Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (United Nations International Children’s Emergency Fund, UNICEF) – alınan hatırı sayılır finansmandır (Salam Kawakibi, “The Paradox of Government-Organized Civil Activism in Syria,” içinde Civil Society in Syria and Iran: Activism in Authoritarian Context, der. Paul Aarts ve Francesco Cavatorta [Boulder ve Londra: Lynne Rienner Publishers, 2013], s. 172-173).

364 Richard Youngs, “European Approaches to Democracy Assistance, Learning the Right Lessons?”

Third World Quarterly vol. 24, no. 1 (2003): s. 134.

365 Federica Bicchi, “Want Funding? Don’t Mention Islam: EU Democracy Promotion in the Middle East,” CFSP Forum vol. 4, no. 2 (2006): s. 10. Youngs, “European Approaches to Security,” s. 423.

366 Michelle Pace, “Interrogating the European Union’s Democracy Promotion Agenda: Discursive Configurations of ‘Democracy’ from the Middle East,” European Foreign Affairs Review vol. 15, special issue (2010): s. 622

İslamcı aktörlerin devre dışı bırakılması, demokrasinin en önemli iki boyutundan biri olan “kapsayıcılığın” da ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.367

c. Negatif Koşulsallığın Devre Dışı Bırakılması ve Pozitif Koşulsallığın Potansiyelinden Faydalanılmaması

Hem negatif hem de pozitif koşulsallık zaman içinde AB’nin Akdeniz ülkeleriyle olan kurumsal ilişkilerinin, en azından kağıt üzerinde, bir parçası olmuştur – sırasıyla Avro-Akdeniz ortaklık antlaşmalarının zaruri unsur maddesi ve Komşuluk Politikası’nın resmi olarak başlaması – Ancak AB’nin Akdeniz ülkeleriyle olan ilişkilerinde pozitif koşulsallık ve negatif koşulsallığın uygulanması bakımından bir farklılık göze çarpmaktadır, yani negatif koşulsallık Akdeniz bağlamında tamamen gözden çıkarılmışken pozitif koşulsallık ise demokrasiden başka kriterler üzerinden uygulamaya konmaktadır. Negatif koşulsallığın devre dışı bırakılması bölgede yaşanan bütün demokrasi ve insan hakları ihlallerinin yaptırımsız kalmasına yol açmakta ve söz konusu ihlallerin faili devletleri ileride benzer eylemlerde bulunma konusunda cesaretlendirmektedir. Demokrasi ve insan hakları ihlallerinin Akdeniz bölgesinde gitgide daha da kötüye gitmesi, örneğin Mısır’da olduğu gibi, bu durumun en önemli kanıtıdır. Pozitif koşulsallığın demokrasi hariç başka kriterler üzerinden uygulanması ise zaten Akdeniz bağlamında etkinliği tartışmalı olan demokrasi teşvikinin daha da etkisiz hal gelmesine yol açmaktadır.

Akdeniz’in güneyinde demokratik prensiplerin nasıl ihlal edildiğinin detaylı bir analizi bu tezin kapsamı dışındadır. Ancak 3. bölümde de kullanılacak bir sınıflandırma üzerinden bölgedeki ihlalleri 3 grup altında kategorize etmek olasıdır. Bu gruplar

367 Daha önce de bahsi geçen poliarşi, Robert Dahl’ın günümüz demokrasilerini tanımlamak için ortaya attığı bir terimdir. Dahl’a göre bir poliarşinin iki temel boyutu vardır yani kapsayıcılık ve “mücadele”

(contestation) (Robert A. Dahl, Polyarchy: Participation and Opposition [New Haven ve Londra: Yale University Press, 1971], s. 4).

muhaliflere yönelik baskılar/muhalefetin susturulması, seçimlerin serbest ve adil düzenlenmemesi/seçimlere hile karıştırılması ve son olarak yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasıdır. Tezimiz açısından önemli olan kısım bu üç grup altındaki ihlallerin AB tarafından yaptırımsız bırakıldığının ortaya konmasıdır.

Barselona Süreci’nin başlangıcından Arap Baharı’na kadar olan süreçte, İsrail hariç hiçbir ülkede, istisnai durumlar hariç serbest ve adil seçimler düzenlenmemiştir. İki istisnai durum olarak Filistin ve Fas’taki seçimleri ortaya koymamız mümkündür. 2006 yılında Filistin’de düzenlenen ve AB’nin kendi seçim gözlem misyonu tarafından da serbest ve adil olduğu tescillenen parlamento seçimlerini AB’nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas kazanmıştır. AB, seçimler sonrası ortaya çıkan Hamas yönetimini boykot etmiş ve söz konusu yönetime yönelik yardımları durdurma kararı almıştır. İkinci istisna olarak Fas’ta düzenlenen seçimleri öne sürebiliriz. Bölgedeki diğer Arap ülkelerinin aksine Fas’taki seçimler göreceli olarak daha serbest ve adil bir biçimde düzenlenmektedir. Ancak Fas’ta düzenlenen seçimlerin en önemli sorunu serbest ve adil olmamasında değil seçimlerin ‘anlamlı’ olmamasıyla ilişkilidir.

Seçimlerin anlamlı olması demek, seçilen kişilerin ‘güce’ erişimlerinin olmasıyla alakalıdır. Ancak Kral 6. Muhammed ve çevresindeki elitler (Mahzen) gücü ellerinde bulundurmaya devam ettiklerinden dolayı – 2011 reformlarına rağmen – Fas’ta böyle bir durum söz konusu değildir, 2017 itibarıyla da bu durumun değiştiğini söylememiz mümkün değildir.

Fas ve Filistin harici ülkelerde serbest ve adil seçimlerin düzenlenmesi bir yana, mevcut seçimlerin zaten problemli olan demokratik niteliklerinde önemli gerilemeler yaşanmıştır. 3. bölümde detaylı bir şekilde incelenecek olan Mısır seçimleri bu konuda verilebilecek en önemli örnektir. Aynı şekilde Tunus açısından da benzer bir durum söz

konusudur, örneğin 2009 seçimleri öncesi anayasada yapılan “hesaplanmış” bir değişiklik sonucu pek çok parti liderinin seçimlerde aday olabilmesinin önü tıkanmıştır.368

Barselona Süreci’ne dahil ülkelerde bu gelişmeler yaşanırken yani demokrasinin temel şartı olarak kabul edilebilecek serbest ve adil seçimlerin düzenlenmesi sistematik olarak engellenirken AB söz konusu ülkelere yönelik negatif koşullsallık mekanizmasını işletmeme yoluna gitmiştir. AB’nin bölge ülkelerine yönelik hazırladığı “ilerleme raporlarında” seçimlerde yaşanan tüm düzensizliklere değinilmiş olmasına rağmen369, AB Liderler Zirvesi bu raporları – veya raporun seçimlere yönelik içeriğini – dikkate almama yoluna gitmiştir. Seçimlerde yaşanan düzensizliklerin AB Liderler Zirvesi tarafından dikkate alınıp alınmaması önemlidir çünkü bir ülkeye yönelik negatif koşulsallık mekanizmasının işletilip işletilmeyeceğine dair karar ‘nitelikli çoğunluk oylamasıyla’ AB Liderler Zirvesi’ne aittir.370

‘Daha fazlaya daha fazla’ prensibiyle çalışan ve dolayısıyla hedef ülkelerin demokrasi ve insan hakları kriterleri açısından geriye gitmesini engelleyecek bir mekanizmaya sahip olmayan pozitif koşulsallık, yalnızca söz konusu ülkeleri daha ileriye taşıma potansiyeline – vaadedilen ‘ödüllerin’ niteliğine bağlı olarak – sahiptir. Ancak pozitif koşulsallığın söz konusu potansiyelinin Akdeniz bağlamında ortaya çıktığını söylememiz mümkün değildir. Bunun sebebi olarak literatürde farklı açıklamalar yapılmaktadır, örneğin ödüllerin demokrasi kriterlerine bağlı olarak değil de başka

368 Guadalupe Martinez Fuentes, “Divisive Electoral Policies within Authoritarian Elections: The Tunisian Casuistry (1989-2009),” The Journal of North African Studies vol. 15, no. 4 (2010): s. 531.

369 Örneğin 2008 Mısır yerel seçimlerindeki düzensizliklere yönelik tespitler (“Implementation of the European Neighbourhood Policy in 2008: Progress Report Egypt,”European Commission, erişim tarihi 11 Aralık 2017, http://eeas.europa.eu/archives/docs/enp/pdf/pdf/progress2009/sec09_523_en.pdf )

370 Van Hüllen, EU Democracy Promotion and the Arab Spring, s. 68.

kriterlere – örneğin bazı ekonomik ve stratejik çıkarlara – bağlı olarak verilmesi371 veya hedeflerin açık bir şekilde belirtilmemesi ve ilerlemeyi ölçecek kıstasların ortaya konmaması gibi.372 Sebep ne olursa olsun söyleyebiliriz ki, Arap Baharı’na kadar olan süreçte pozitif koşulsallığın tutarlı ve kararlı bir şekilde uygulanması Akdeniz bağlamında gerçekleşmiş değildir. Arap Baharı sonrası dönemde ise pozitif koşulsallık, en azından önceki döneme kıyasla, daha etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır, örneğin Tunus özelinde konuşacak olursak, Tunus’un demokrasiye yapmış olduğu geçiş gerek ileri statü gerekse de artan finansal destek olarak Tunus’a geri dönmüştür.

3. ‘Demokrasi Teşviki’ Politikalarının Bölge Rejimlerini Güçlendirmesi

AB, demokratikleşme-istikrarı sağlama ikileminde, kendisini oluşturan üye devletlerin çıkarlarının da etkisiyle demokratikleşmeden veya demokrasi teşvikinden yana değil istikrardan yana olmuştur. Bunun sonucu olarak AB’nin Akdeniz’e yönelik politikaları, bölge ülkelerinde demokrasinin gerçekten teşvik edilmesine yönelik değil otoriter rejimlerin statükosunu korumaya yönelik türden politikalar olmuştur. Ağırlık yönetişimle ilgili konulara değil ekonomik konulara, daha spesifik olarak belirtecek olursak, ekonominin liberalleştirilmesine verilmiştir. Bu elbette yönetişimle ilgili konuların tamamen gözden çıkarıldığı anlamına gelmemelidir, ancak yönetişimle ilgili konular genel olarak ikinci plana atılmıştır, atılmayıp göz önünde oldukları durumlarda ise ilgi odağı ya demokratikleşmenin özüne ilişkin meseleler olmaktan çok dolaylı meseleler olmuştur – örneğin kadın ve çocuk hakları – ya da pazar ekonomisinin verimliliğine ilişkin iyi yönetişim prensipleri olmuştur. Uzun vadede geçerliği tartışmalı olsa da otoriter rejimlerin istikrarı sağladığı/istikrarı koruduğu inancı yüzünden, AB’nin bölgeye yönelik demokrasi teşviki politikaları bölge rejimlerini karşısına almaktan çok onlarla iş birliğine gitmeye dayalı, siyasi alanın liberalleştirilmesine yönelik – sınırlı

371 Behr, “The EU and Arab Democracy,” s. 82.

372 Börzel ve Pamuk, “Pathologies of Europeanisation,” s. 83.

türden reform hareketleri hariç – değil de ekonomik alanın liberalleştirilmesine dayalı olmuştur.

Tüm bu anlatılanlar ışığında belirtebiliriz ki, AB politikalarının bölge ülkelerinde yüzeysel değil de anlamlı bir şekilde demokratikleşme sağlaması – veya ilk bölümde kullanılan mantığı burada da işletecek olursak – anlamlı bir demokratikleşmenin ortaya çıkmasına yardımcı olması mümkün gözükmemektedir. Aksine, AB politikalarının bölgedeki otoriter yönetim biçimlerinin daha da güçlenmesine katkıda bulunduğunu söylememiz mümkündür. Literatürde de değinilen373 bu durumu daha iyi anlayabilmemiz için öncelikle bahsetmemiz gereken kavram, Steven Heydemann’ın

“yükseltilmiş otoriteryanizm’idir”374 (upgraded authoritarianism). Heydemann’e gröe Arap dünyasındaki otoriter rejimler, 5 özellik geliştirerek otoriter yönetim biçimlerini

“yükseltmişlerdir”, yani başka bir ifadeyle söz konusu rejimler çeşitli yöntemlerle kendilerini daha dayanıklı veya güçlü hale getirmişlerdir. Bu 5 özellik veya yöntem: 1)

“Sivil toplumun sahiplenilmesi ve kontrol altına alınması”, 2) “siyasi mücadeleyi yönetme”, 3) “selektif ekonomik reformların faydalarından yararlanma”, 4) “yeni iletişim teknolojilerini kontrol etme”, 5) “uluslararası bağlantıları çeşitlendirmek”.375 Özellikle 1. ve 3. maddeler, otoriter rejimlerin gerçekten de daha dayanıklı hale gelmelerinde önemli rol oynamışlardır, örneğin AB gibi demokrasi teşviki aktörleri tarafından da desteklenen GONGO’lar sayesinde otoriter rejimlerin sivil toplumu kontrol altına almaları veya pasifize etmeleri kolaylaşmıştır.

373 Örneğin (Vincent Durac ve Francesco Cavatorta, “Strengthening Authoritarian Rule through Democracy Promotion? Examining the Paradox of the US and EU Security Strategies: The Case of Bin Ali’s Tunisia,” British Journal of Middle Eastern Studies vol. 36, no. 1 [2009]), (Cavatorta ve Durac,

“Diverging or Converging Dynamics?” s. 7), (Vincent Durac, “The Impact of External Actors on the Distribution of Power in the Middle East: The Case of Egypt,” içinde The Foreign Policies of the European Union and the United States in North Africa, der. Francesco Cavatorta ve Vincent Durac, [Abingdon: Routledge, 2009]: s. 73), (Francesco Cavatorta, “International Politics of the Middle East,”

içinde The Middle East, der. Ellen Lust, [Thousand Oaks: CQ Press, 2014]: s. 409).

374 Steven Heydemann, “Upgrading Authoritarianism in the Arab World,” The Saban Center for Middle East Policy at the Brookings Institution Analysis Paper no.13 (2007).

375 ibid. s. 5.

İşte tezimizdeki analizin Heydemann’ın analizinden ayrıştığı nokta tam olarak burada ortaya çıkmaktadır. Bu tez, ‘yükseltilmiş otoriteryanizm’ gerçeğini kabul ederken, söz konusu gerçeğin ortaya çıkışı konusunda farklı bir gerekçe öne sürmektedir.

Heydemann, ‘yükseltilmiş otoriteryanizm’ yöntemlerinin özellikle ABD’nin yürüttüğü demokrasi teşviki politikalarına ya da başka bir ifadeyle ABD’nin demokratikleşme için baskı uygulamasına karşılık bir adaptasyon mekanizması olduğunu savunurken376, bu tezde demokrasi teşviki politikalarının – spesifik olarak AB’nin demokrasi teşviki politikalarının – otoriteryanizmin yükselmesine doğrudan katkıda bulunduğu iddia edilmektedir.

Batılı donörler ve özellikle de AB tarafından uygulanan demokrasi teşviki politikalarının hedef aldıkları otoriter yönetimleri iki farklı boyuttan daha güçlü kıldıkları iddia edilebilir. Bunlardan ilki siyasi, ikincisi ise ekonomik açıdandır.

Ekonomik açıdan daha güçlü hale gelmeyi ise dolaylı ve doğrudan olmak üzere iki farklı biçimde sınıflandırmak mümkündür, otoriter rejimlerin demokrasi teşviki faaliyetleri sonucu doğrudan bütçe desteği alması söz konusu rejimlerin doğrudan güçlenmesine yol açarken, (selektif) ekonomik liberalleşme sonucu rejim elitleri veya rejim yanlısı elitlerin güç kazanması ise otoriter rejimlerin dolaylı olarak güçlenmesine sebep olmaktadır.

a. AB Tarafından Desteklenen Sınırlı Politik Liberalizmin Otoriter Rejimlerde

‘Baskı Azaltıcı’ Etki Yapması

Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, AB’nin Akdeniz bölgesine yönelik demokrasi teşviki faaliyetleri, özellikle de söz konusu faaliyetlerin politik boyutu, rejim

376 ibid. s. 31.

değişikliğine – yani demokratik olmayan bir rejimden demokratik rejime geçiş – yol açacak kadar iddialı ve kararlı türden faaliyetler olmaktan çok sınırlı ölçekte değişime yol açan, dolayısıyla siyasal İslamcıların iktidara gelme olasılığını ortadan kaldıran türden faaliyetlerdir. Richard Youngs bu türden faaliyetleri – ya da genel olarak AB’nin Orta Doğu’daki demokrasi teşviki faaliyetlerini – “baskı azaltıcı” faaliyetler olarak nitelendirir.377 Gerçekten de Youngs’ın belirttiği gibi, sınırlı türden politik reformlar – veya politik alanın sınırlı bir şekilde liberalleştirilmesi – otoriter rejimlerin üzerindeki toplumsal baskının azalmasına katkıda bulunarak söz konusu rejimlerin daha stabil hale gelmesine yol açmaktadır. Arap Baharı’nın daha şiddetli yaşandığı ülkelerin, Mısır ve Tunus gibi, nispeten kapalı rejimler olması bir tesadüf değildir. Aynı şekilde, Arap Baharı’nın nispeten daha ılımlı yaşandığı ülkelerin, Fas veya Ürdün gibi, bölgenin göreceli olarak daha açık rejimlere sahip olması da tesadüf değildir.

Aslına bakılacak olursa, belirli bir bakış açısından, Fas ve Ürdün gibi ülkelerin, AB’nin de desteklediği reform faaliyetlerinin etkisiyle – elbette ki söz konusu ülkelerdeki reform hareketlerini yalnızca AB’nin desteğine bağlamak doğru bir yaklaşım olmaz – daha demokratik bir hale geldiği iddia edilebilir. Zaten Freedom House, Fas ve Ürdün’ü

“kısmen özgür” olarak nitelendirirken, Mısır’ı – veya Arap Baharı öncesi dönemde Tunus’u – özgür olmayan ülkeler olarak tanımlamıştır.378 Başka bir demokrasi endeksi olan EIU da Fas’ı hibrit bir rejim olarak tanımlarken Mısır’ı otoriter bir rejim olarak tanımlamaktadır.379 Ancak bu türden bir sınıflandırma, demokrasinin özüne ilişkin olanı

377 Youngs, “Democracy Promotion as External Governance?,” s. 911.

378 Freedom House, bir ülkedeki hak ve özgürlükleri – “politik haklar” (political rights) ve “temel özgürlükler” (civil liberties) – ölçtüğünden dolayı ülkeleri demokratik/demokratik olmayan/yarı demokratik veya hibrid rejim terimler üzerinden sınıflandırmak yerine ‘özgür’, ‘özgür olmayan’ ve

‘kısmen özgür’ gibi terimler üzerinden sınıflandırmak yoluna gitmektedir. Ancak bu terimlerin demokrasi/otoriteryanizm sınıflandırmasında karşılığı olduğunu iddia etmek yanlış bir değerlendirme olmaz, yani Freedom House tarafından ‘özgür olmayan’ diye nitelendirilen bir rejimin otoriteryan,

‘özgür’ diye nitelendirilen bir rejimin demokrasi ve son olarak ‘kısmen özgür’ olarak nitelendirilen bir rejimin de hibrit bir rejim olduğunu belirtmek mümkündür.

379 İlgili ülkelerin demokrasi endeksleri için bakınız: (“The Economist Intelligence Unit’s Democracy Index.”)