• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM: KAVRAMSAL VE KURAMSAL TARTIŞMALAR

B. Demokratikleşme Paradigması

1. Demokratikleşmenin Yerel Faktörler Üzerinden Açıklaması

Demokratikleşme olgusunu yerel faktörler üzerinden açıklarken sosyo-ekonomik yapısal faktörler kullanılabileceği gibi, elitlerin seçimlerine dayanan aktör temelli açıklamalar da yapmak mümkündür. Örneğin Seymour Martin Lipset, ekonomik gelişme sonucu yaşanan modernleşmenin demokratikleştirici etkisine dikkat çekerken, Guillermo O’Donnell ve Philippe Schmitter gibi isimler başta rejim elitleri olmak üzere aktörlerin rolüne vurgu yaparlar zira hüküm süren ekonomik koşullardan bağımsız olarak demokrasi en nihayetinde siyasi aktörler tarafından “seçilir, uygulanır ve sürdürülür”.17 Tüm bu yapı temelli veya aktör temelli açıklamaları demokratikleşmenin yerel faktörleri adı altında genel bir şekilde kategorize etmek mümkündür. Aynı şekilde – ileriki kısımlarda da görülebileceği üzere – demokratikleşmenin uluslararası faktörlerinde de yapı/aktör temelli bir sınıflandırma yapmak olasıdır.

a. Modernleşme Teorisi ve Demokratikleşme (Yapı Temelli Açıklama)

Seymour Martin Lipset, 1959 yılında, nicel bir metodoloji kullanarak yaptığı analiz sonucu, ekonomik gelişme – veya ekonomik kalkınma – ve demokratikleşme arasında bir nedensellik ilişkisi olduğunu öne sürmüştür.18 Schumpeterci ve Weberci bir demokrasi anlayışı benimseyen19 Lipset’e göre bir ulus, ekonomik alanda başarılı olduğu müddetçe demokrasiyi sürdürebilme şansını arttırabilir.20 Lipset tarafından, birbirinden bağımsız bir şekilde sunulan zenginlik, – yani kişi başına düşen gelir, kişi

17 Philippe C. Schmitter, “Interest Systems and the Consolidation of Democracies,” içinde Reexamining Democracy: Essays in Honor of Seymour Martin Lipset, der. Gary Marks ve Larry Diamond (Newbury Park: Sage, 1992).

18 Seymour Martin Lipset, “Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and Political Legitimacy,” The American Political Science Review vol. 53, no. 1 (1959).

19 ibid. s. 71.

20 ibid. s. 75.

başına düşen motorlu araç sayısı, kişi başına düşen doktor sayısı ve bin kişiye düşen radyo, televizyon ve gazetelerin sayısı – sanayileşme, kentleşme ve eğitim değişkenleri, birbirleriyle yakın etkileşim içine girerek ortak bir faktör olan ekonomik gelişmeyi oluştururlar ve Lipset’e göre, bu ortak faktör ile demokrasi arasında bir bağıntı vardır.21 Lipset, savunduğu bu görüşle, modernleşme teorisinin en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. Andrew Linklater, kendi ifadesiyle “ağır bir biçimde kusurlu” olan modernleşme teorisini şu şekilde özetler:

“1950’lerde ve 1960’larda, pek çok Batılı entelektüel, eski kolonilerin, Batı’nın ekonomik ve siyasi gelişmesini takip edeceğine inanıyordu. ‘Modernleşme teorisyenleri’, ‘geleneksel’ toplumların yaklaşan ekonomik ve siyasi kalkınmaları hakkında konuşuyorlardı. Onlar, yeni devletlerin, Avrupa’da gerçekleşmiş olan ulus inşa sürecinden geçeceklerinden eminlerdi. Yeni devletler demokratikleşecek ve Batı serbest pazar ekonomisini taklit edeceklerdi.

Kısaca, artan küresel bağlılık, ideal toplum ve yönetim üzerinde geniş bir uzlaşıya varılmasına yol açacaktı”.22

Genel olarak modernleşme teorisi, daha spesifik olarak ise Lipset’in görüşleri başka yazarlar tarafından da ele alınmıştır. Örneğin, Harvard Üniversitesi ekonomi profesörü Robert Barro, kendi yaptığı ülkeler arası çalışmanın sonuçlarının, Lipset’in kuramını doğrular bir nitelikte olduğunu öne sürmektedir23; Adam Przeworski ve Fernando Limongi ise, Lipset’in kuramını genişletmek ve geliştirmek amacıyla eleştirme yoluna gitmişlerdir.24 Przeworski ve Limongi, Lipset’in ortaya attığı ekonomik gelişme ve demokrasi arasındaki ilişkinin iki farklı biçimde açıklanabileceğini iddia ederler.

21 ibid. s. 75-80.

22 Andrew Linklater, “Globalization and the Transformation of Political Community,” içinde Globalization of the World Politics, der. John Baylis, Steve Smith ve Patricia Owens (New York: Oxford University Press, 2011), s. 533.

23 Robert J. Barro, “Determinants of Democracy,” Journal of Political Economy vol. 107, no. 6 (1999): s.

160.

24 Adam Przeworski ve Fernando Limongi, “Modernization: Theories and Facts,” World Politics vol. 49, no. 2 (1997).

Bunlardan birincisi demokrasinin doğrudan ekonomik gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkmasıdır, ikincisi ise demokrasilerin, ekonomik gelişmeden bağımsız olarak ortaya çıkması, fakat bir kez ortaya çıktıktan sonra demokrasilerin, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde ayakta kalma olasılığının daha fazla olmasıdır. Przeworski ve Limongi, ilk açıklamanın, yani modernleşme teorisinin ‘içsel’ bir açıklama olduğunu öne sürerler, ikinci açıklama ise “dışsal” bir açıklamadır.25 Yani kısacası, Przeworski ve Limongi, demokrasinin ortaya çıkması ve demokrasinin sürdürülebilmesi arasında bir ayrıma gitmişlerdir. Przeworski ve Limongi, ekonomik gelişme ve demokratikleşme arasındaki içsel nedenselliğin zayıf olduğunu belirtirler, öte yandan dışsal nedenselliğe yönelik kuvvetli ampirik kanıtlar vardır: kişi başına düşen geliri 4.000 Amerikan dolarının üzerinde olan bir ülkede demokrasinin ortadan kalkma olasılığı sıfıra yakındır.26

Stephen J. King ekonomik gelişme ve demokratikleşme arasındaki ilişkiye karşı çıkmamakla beraber farklı ekonomik gelişme modelleri arasında ayrım yapma yoluna gitmektedir. King’in kendi ifadesiyle, politik kültürü “ham ve etno-merkezci” olan modernleşme teorisi, kapitalist ekonomik gelişme ve demokratikleşme arasındaki ilişkiyi layıkıyla yorumlayamamaktadır, dolayısıyla pazar ekonomisine yönelik reformların, demokratikleşme potansiyeli taşıyıp taşımadığının doğru bir şekilde değerlendirilmesi mümkün değildir.27 King, ekonomik gelişme sağladığına inanılan piyasa reformlarına yönelik iki farklı yaklaşım olduğunu öne sürer: neoliberal yaklaşım ve “paylaşmacı büyüme”. Ticaretin serbestleştirilmesi, fiyatların arz-talebe göre belirlenmesi yani serbest bırakılması, devletin ekonomideki rolünün azalması ve özelleştirmelerin yaygınlaşması gibi temel özellikleri olan ve tüm bunlara ilaveten artan gelirin eşit bir şekilde dağılmaması yönündeki kaygılardan muaf olan neoliberal model,

25 ibid. s. 156-158.

26 ibid. s. 165-167.

27 Stephen J. King, Liberalization Against Democracy: The Local Politics of Economic Reform in Tunisia (Bloomington: Indiana University Press, 2003), s. 8.

demokratikleşmeye yol açmak bir yana, demokratikleşmeyi tehdit etme potansiyeline sahipken, Asya ülkelerinin tecrübelerinden ortaya çıkan paylaşmacı büyüme modeli, toplumsal dengeleri demokratikleşmenin lehine çevirme yetisine sahiptir.28 Yani kısacası King, ekonomik gelişme ve demokratikleşme arasındaki ilişkiyi sorgulamak yerine, ekonomik gelişmeye giden yollardan biri olan neoliberal modeli problematize etme yoluna gitmektedir.

b. Orta Sınıflar ve Demokratikleşme

Modernleşme teorisiyle bağlantılı olarak kabul edilebilecek bir diğer ekonomi temelli yapısalcı açıklama, demokratikleşmenin varlığını orta sınıfların gelişmesi üzerinden yapılmaktadır. Örneğin Lipset, artan zenginliğin, demokratikleşmeye yol açtığını öne sürerken bunu orta sınıfların gelişmesi üzerinden açıklama yoluna gitmektedir. Lipset’e göre, artan zenginlik yalnızca işçilerin toplumsal koşullarını değiştirmekle kalmaz, genel olarak toplumun dinamikleriyle de oynar. Toplumun yapısı “alt sınıfların büyük yer kapladığı uzatılmış bir piramitten, içinde büyüyen bir orta sınıfın olduğu elmas şeklinde bir yapıya” dönüşür.29 Lipset’e göre, orta sınıfların, demokratikleşmede önemli bir rolü vardır, zira büyük bir orta sınıfın, merkez ve demokrat partileri ödüllendirmek ve ayrıca aşırı grupları devre dışı bırakmak gibi çeşitli misyonları vardır.30

Elbette, orta sınıflar ve demokratikleşme arasındaki ilişkiye tek dikkat çeken tek yazar Lipset değildir. Geçmişte Aristoteles’ten31, günümüzde Francis Fukuyama’ya kadar32 pek çok yazar, orta sınıflar ve demokratikleşme arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.

28 ibid. s. 12-14.

29 Lipset, Social Requisites of Democracy, s. 83.

30 ibid.

31 Aristotle, Politics, (Harmondsworth, Middlesex: Penguin Books, 1962), s. 171-173.

32 Fukuyama, 2013 yılında Brezilya’da ve Türkiye’de gerçekleşen protestolarda orta sınıfların başı çektiğini savunur. (Francis Fukuyama, “The Middle Class Revolution,” The Wall Street Journal, 28

Haziran 2013, erişim tarihi 6 Eylül 2016,

http://www.wsj.com/articles/SB10001424127887323873904578571472700348086)

Orta sınıfların varlığının, demokratikleşme açısından olumlu bir etki yarattığı yönündeki inanç, Barrington Moore Jr. tarafından şu şekilde özetlenmiştir: “Burjuva yoksa, demokrasi de yoktur.”33 Moore’un çalışmasından etkilenen – ve yazdıkları kitabın adını, Moore’un kitabına gönderme yapacak şekilde seçen – Daron Acemoğlu ve James A. Robinson da, orta sınıfların demokratikleştirici rolüne dikkat çekerler.

Acemoğlu ve Robinson’a göre, elitler ve kitleler arasında bir tampon bölge olan orta sınıflar, demokrasiyi elitler için daha katlanılabilir hale getirmekte – çünkü kitlelerden göreceli olarak daha varlıklı olan orta sınıflar, genel olarak elitlerin tercih ettiği politikaları destekleme eğilimindedir – ve kitleleri ayaklanmaktan alıkoyan siyasi değişimlerin ortaya konmasını sağladığından dolayı, demokrasinin ortaya çıkmasında sürücü koltuğundadırlar.34

Her yazar, Moore’un orta sınıfların dönüştürücü gücü hakkındaki kati görüşlerine katılmamaktadır. Örneğin, Ergun Özbudun orta sınıfların büyümesinin demokratikleşmeye yol açacağı yönündeki önermenin test edilmek için çok geniş bir hipotez olduğunu öne sürer – ayrıca orta sınıf kavramı da, sosyal bilim analizine tabi tutulabilme açısından çok geniştir – Özbudun’a göre, orta sınıflar her zaman demokratik bir güç olmak bir yana, bazı koşullar altında otoriter rejimleri bile destekleyebilirler.35 Dietrich Rueschemeyer, Evelyne Huber Stephens ve John D. Stephens üçlüsü ise, demokratikleşmede, orta sınıflardan çok, işçi sınıfının etkili olduğunu öne sürerler.36

c. Modernleşme Teorisinin Karşıtları (Aktör Temelli Açıklamalar)

33 Barrington Moore Jr., Social Origins of Dictatorship and Democracy: Lord and Peasant in the Making of the Modern World (Boston: Beacon Press, 1966), s. 418.

34 Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, Economic Origins of Dictatorship (New York: Cambridge University Press, 2006), s. 38-40.

35 Ergun Özbudun, “The Role of the Middle Class in the Emergence and Consolidation of a Democratic Society,” Ankara Law Review vol. 2, no. 2 (2005): s. 100.

36 Dietrich Rueschemeyer, Evelyne Huber Stephens ve John D. Stephens, Capitalist Development and Democracy (Chicago: Chicago University Press: 1992).

Lipset’in en önemli karşıtlarından biri olan Arjantinli siyaset bilimci Guillermo O’Donnell ve onun ortaya atmış olduğu ‘bürokratik otoriteryanizm’ kavramı modernizasyon teorisinin karşısında durur. O’Donnell’a göre, özellikle ithal ikameci bir modele dayalı ekonomik büyüme, Latin Amerika’da demokratikleşmeye yol açmak bir yana, “yeni, daha güçlü ve daha kalıcı otoriter yönetim biçimlerinin” ortaya çıkmasına yol açmıştır.37 Samuel Huntington da tıpkı O’Donnell gibi ekonomik-gelişme ve demokratikleşme arasındaki mekanik ilişkinin karşıtları arasındadır. Huntington’a göre, ekonomik gelişme bir ülkeyi demokratikleşmeye değil politik sistem değişikliğine iter.

Huntington’ın burada bahsetmek istediği şey şudur: Bir ülkenin ekonomik olarak gelişmesi demek, o ülkenin bir ‘seçim alanına’ veya ‘geçiş alanına’ ulaşması demektir.

Bu geçiş alanına ulaşan ülkenin seçecek olduğu modern politik sistem mutlaka demokrasi olmak zorunda değildir – elbette demokrasi de yapılabilecek seçimlerden biridir. – Eğer demokrasiye geçiş gibi bir zorunluluk olsaydı, Doğu Asya’daki yeni sanayileşen ülkelerin veya Güney Amerika’daki bürokratik otoriter devletlerin de demokrasiye geçmesi gerekirdi. Kesin olarak tahmin edilebilecek bir şey varsa o da ekonomik olarak kalkınan ülkelerdeki eski ve geleneksel olan politik kurumların, modern versiyonlarıyla değişecek olmasıdır. Bu yeni kurumların veya genel olarak konuşacak olursak yeni politik sistemin demokratik olup olmayacağını belirleyecek başka faktörler vardır, örneğin kültürel değerler, elitlerin tavrı ve dış etkiler.38

Lipset’in aksine O’Donnell demokratikleşmede yerel aktörlerin rolüne vurgu yapar.

Örneğin O’Donnell, Schmitter ile beraber yazdığı kitabında demokratikleşmenin gerçekleşebilmesi için geçilmesi gereken kademeleri detaylı bir şekilde işlemiştir.

O’Donnell ve Scmitter demokrasiye giden yolu şu şekilde tanımlamışlardır: Otoriter

37 Guillermo O’Donnell, Modernization and Bureaucratic Authoritarianism, (Berkeley: University of California, Institute for International Studies, 1973), s. 3-15, ve s. 113-114.

38 Samuel P. Huntington, “Will More Countries Become Democratic?” Political Science Quarterly vol.

99, no. 2 (1984): s. 218.

rejimlerin yönetiminde yer alan ‘ılımlı’ grupların muhalefetle girmiş olduğu

‘antlaşmalar’ sonucu bir liberalleşme ve geçiş süreci başlar.39 Liberalleşme sürecinin etkisiyle, toplumun farklı kesimlerinin de katılımıyla sivil toplumun hareketlenmesi gerçekleşir.40 Sivil toplumda yaşanan bu ani değişimler otoriter rejimlerin hem ılımlı hem de ‘tutucu’ kanatlarını mevcut açılımları devam ettirme mecburiyetinde bırakır, örneğin tutucu kanat açısından bakacak olursak, açılımların bir askeri darbe sonucu boşa çıkarılmasının bedeli gitgide daha da artmaktadır.41 Sivil toplumun hareketlenmesi, serbest ve adil seçimlerin düzenlemesine varan bir demokratikleşme sürecinin ortaya çıkmasına neden olur.42

Otoriter rejimlerin bir geçiş süreci yaşayarak demokratikleşmesini sağlayan yukarıdaki aşamaları birer doğa kanunu olarak nitelendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Zaten O’Donnell ve Schmitter’ın da belirttiği gibi her an bir şeylerin ters gitmesi ve geçiş süreci yaşayan ülkelerin tekrardan en başa dönmeleri olasıdır. Örneğin sivil toplumda yaşanan hareketlenmenin fazla aktif ve saldırgan bir hal alması, geçiş sürecinin başındaki otoriter yönetimin çok daha baskıcı bir formuna geri dönüş yaşanmasını mümkün kılabilir.43 Ayrıca liberalleşme süreci, demokratikleşmenin öncesinde ortaya çıkıp daha sonrasında demokratikleşmeye yol açıyor olsa da, bazı durumlarda liberalleşmenin, demokratikleşme olmadan da ortaya çıkması mümkündür, O’Donnell ve Schmitter bu türden rejimleri “liberalleşmiş otoriteryanizm” (dictablanda) olarak sınıflandırır.44 Demokratikleşmenin gerçekleşmesi açısından yaşanabilecek aksilikler bir yana burada vurgulanması gereken husus – özellikle de demokratikleşme/geçiş paradigması açısından – liberalleşmeyle başlayan bir sürece giren tüm otoriter

39 Guillermo O’Donnell ve Philippe C. Schmitter, Transitions from Authoritarian Rule: Tentative Conclusions about Uncertain Democracies (Baltimore, MD: The Johns Hopkins University Press, 2013), s. 42-54.

40 ibid., s. 55.

41 ibid. s. 62.

42 ibid. s. 66-74.

43 ibid., s. 76.

44 ibid., s. 9-10.

rejimlerin, demokrasiye giden yolda olan geçiş ülkeleri olarak kabul edilebilmesidir yani yukarıda bahsedilen demokratikleşme mantığı bu aktör temelli açıklamanın temelinde bulunmaktadır.