• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: AB’NİN AKDENİZ POLİTİKALARINDA DEMOKRASİ TEŞVİKİ-İSTİKRAR ARAYIŞI DENGESİ

A. AB-Güney Akdeniz İlişkileri

1. Barselona Süreci

AB’nin Güney Akdeniz’e yönelik ilk önemli ve büyük çaplı bölgesel politikası 27-28 Kasım 1995 tarihlerinde Barselona şehrinde gerçekleşen Avro-Akdeniz Konferansı’nın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Konferansa katılan 15 AB üyesi ülkenin ve Filistin Ulusal Yönetimi’nin de dahil olduğu 12 Akdeniz ülkesinin161 imzalaması sonucu ortaya çıkan Barselona Deklarasyonu’nu gerek Güney Akdeniz’e yönelik bölgesel politikalar açısından, gerekse de bu bölgeye yönelik demokrasi teşviki faaliyetleri açısından bir milat olarak kabul etmek mümkündür çünkü Akdeniz bölgesinde demokrasinin güçlendirilmesi, Barselona Deklarasyonu’nun hedeflerinden biridir.162

Barselona Deklarasyonu, AB üyesi ülkeler ve üye olmayan Akdenizli ülkeler arasında üç farklı alanda yapılacak bir iş birliği sürecini öngörmektedir. Aynı zamanda “sepet”

(basket) olarak da adlandırılan bu üç alan siyasal ve güvenlik ortaklığı, ekonomik ve finansal ortaklık ile sosyal, kültürel ve insani meselelerde ortaklıktır. Barış ve istikrara dayanan ortak bir alan oluşturmak gibi genel bir hedefe sahip siyasal ve güvenlik sepeti demokrasiye ilaveten hukukun üstünlüğü, ifade, düşünce ve toplanma özgürlüğü gibi temel hürriyetler ile insan hakları gibi normların gözetilmesi de bu sepetin hedefleri

161 Barselona Konferansı’na yalnızca Güney Akdeniz ülkeleri değil, o dönemde henüz AB’ye tam üye olmayan ama yine de katılım sürecinde olan Türkiye, Malta ve Kıbrıs gibi Kuzey Akdeniz’de yer alan ülkeler de iştirak etmiştir.

162 “Barcelona Declaration,” European Union External Action, erişim tarihi 13 Nisan 2017, http://www.eeas.europa.eu/archives/docs/euromed/docs/bd_en.pdf

arasındadır. Demokrasinin yanı sıra tüm bu diğer normların da sepete eklenmesi, AB’nin demokrasiyi ele alırken liberal modele yakın durduğunun bir kanıtı olarak gösterilebilir.

Barselona Süreci’nin öncüllerine (GAP ve YAP) göre en önemli farklılıklarından biri bu diğer iki girişime kıyasla çok taraflı bir yapıya sahip olmasıdır. Barselona Süreci’nin çok taraflı olmasının altyapısı Barselona Deklarasyonu ile beraber atılmıştır. Bu doğrultuda atılan bir adım AB troikasından ve her Akdenizli ortaktan seçilen bir temsilciden oluşan ‘Barselona Süreci için “Avro-Akdeniz Komitesi’nin’ kurulmasıydı.

Bu komitenin amacı dışişleri bakanlarının toplanmasına kadar olan sürede düzenli toplantılar düzenleyip gerekli hazırlıkları yapmaktı.163

Bu doğrultuda atılan bir diğer adım ise uzun vadede, Orta Doğu Barış Süreci’ne de yönelik bir Avro-Akdeniz paktının kurulmasıydı. Bu proje Barselona Deklarasyonu’nun kabul edilmesinden yaklaşık 4 yıl sonra Stuttgart’ta düzenlenen Avro-Akdeniz Bakanlar Konferansı’nın sonuç bildirgesinde ‘Barış ve İstikrar için Avro-Akdeniz Şartı’ adı altında ortaya konulmuş olsa da Barselona Süreci’nin Güney Akdenizli ortaklarının itirazlarının da etkisiyle bu proje hiçbir zaman hayata geçmemiştir. Güney Akdenizli ortakların temel itiraz noktası İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki işgaliyle ve Filistin’e bir devlet statüsü verilmemesiyle alakalıydı. Güney Akdenizli ortaklar bu gibi önemli ‘sert güvenlik’ meseleleri çözüme kavuşmadan daha derin bir güvenlik iş birliğine girmek istemiyorlardı. Aksine AB’nin önerdiği modelde Akdeniz bölgesindeki tüm çatışmaların kaynağı yerel faktörlere bağlanıyor ve bu yerel faktörlerle bölge

163 ibid.

rejimlerinin ilgilenmesi gerektiği belirtiliyordu dolayısıyla Orta Doğu Barış Süreci gibi sistemik konular göz ardı ediliyordu.164

Barselona Süreci’nin çok taraflı anlayışı yalnızca politik konularla alakalı birinci sepette değil, ekonomik ve finansal konularda iş birliğini hedefleyen ikinci sepette de mevcuttur. Ekonomik ve finansal konulardaki iş birliğinin amaçlarından biri Barselona Süreci’nin katılımcıları arasında bir serbest ticaret bölgesinin kurulmasıydı. Avro-Akdeniz Serbest Ticaret Bölgesi (AASTB) olarak adlandırılan bu serbest ticaret bölgesinin 15 yıl içinde yani 2010 yılı itibarıyla tamamlanması hedefleniyordu. Tüm Güney Akdeniz ülkelerini – ve ayrıca AB üyelerini de – kapsayacak bir şekilde bir serbest ticaret bölgesinin kurulması gibi iddialı bir proje AB’nin/AT’nin Barselona Süreci öncesi Güney Akdeniz politikalarında mevcut değildi. Örneğin GAP kapsamında yapılan iş birliği antlaşmaları çok taraflı bir serbest ticaret bölgesinin kurulmasını öngörmemekteydi, bu antlaşmaların temel amacı, antlaşmanın tarafları arasında ticareti arttıracak engellerin ortadan kaldırılmasıydı, örneğin endüstriyel ürünlerde gümrüklerin indirilmesi gibi. Yapılan bu antlaşmalar yalnızca antlaşmalarının taraflarını yani AT’yi ve antlaşmanın yapıldığı Akdenizli ortağı bağlıyordu. Tıpkı Avro-Akdeniz şartı gibi, bölgenin siyasi koşullarının da etkisiyle, AASTB de günümüzde hayata geçebilmiş bir proje değildir.

Barselona Süreci’ni genel hatları ile çok taraflı bir araç olarak nitelendirmek mümkünse de tıpkı GAP’ın iki taraflı iş birliği antlaşmaları gibi, sürecin Güney Akdenizli ortaklarıyla AB arasında ikili iş birliğine zemin hazırlayan ortaklık antlaşmaları da Barselona Süreci’nin bir parçasıdır. Barselona Konferansı’nı takip eden yıllarda Libya

164 Hans Günter Brauch, Mohammad El-Sayed Selim ve P. H. Liotta, “Security Concepts for Cooperation in the Mediterranean: Conclusions and Outlook for the 21st Century,” içinde Security and Environment in the Mediterranean: Conceptualising Security and Environmental Conflicts, der. Hans Günter Brauch et al. (Berlin, Heidelberg ve New York: Springer-Verlag, 2003), s. 986.

ve Suriye hariç bütün Güney Akdenizli ülkelerle ortaklık antlaşmaları imzalanmıştır.

1995 yılında Tunus ve İsrail’le, 1996 yılında Fas’la, 1997 yılında Filistin ve Ürdün’le, 2001 yılında Mısır’la ve 2002 yılında Cezayir ve Lübnan’la imzalanan bu antlaşmalar, antlaşmanın imzalandığı ülkelerin koşullarına bağlı olarak spesifik farklılıklar gösterebilse de içerikleri itibarıyla tüm antlaşmaların benzerlikler gösterdiğini söylemek mümkündür. Örneğin tüm antlaşmaların 2. maddesine göre demokratik prensiplere ve insan haklarına saygı bu antlaşmaların “zaruri bir unsurudur” (essential element).

Demokratik prensiplere ve insan haklarına saygıyı içeren bu ikinci madde yalnızca Barselona Süreci’ne dahil ülkelerle yapılan ortaklık antlaşmalarında değil AB’nin dış ülkelerle yapmış olduğu tüm ticaret antlaşmalarının 2. maddesinde “zaruri unsur maddesi” (essential element clause) olarak yer alır.

Ortaklık antlaşmaları, Barselona Deklarasyonu’nda ortaya konan hedeflerin gerçekleşebilmesini sağlayabilmek amacıyla bir nevi yol gösterici nitelikte olan çerçeve belgelerdir. Yasal dayanağını Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın165 (ABİHA) 237. maddesinden alan bu antlaşmalar AB ve Güney Akdenizli ülke arasında kurulan ortaklık ilişkisinin hangi koşullar altında ve hangi kurumlar üzerinden yürütüleceğine dair hükümler içermektedir. Bu hükümlerden biri bakanlar düzeyinde bir ortaklık konseyinin kurulmasıdır. Belirli aralıklarla toplanan ortaklık konseyleri, AB ile ortak üye arasındaki ortaklık sürecine yönelik değerlendirmelerde ve açıklamalarda bulunurlar.

165 Lizbon Antlaşması’nın imzalanması sonucu adını değiştiren 1957 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğunu Kuran Antlaşma (Treaty establishing the European Economic Community) veya bilindik adıyla Roma Antlaşması günümüz itibariyle tüm AB kurumlarının işleyişini belirleyen iki temel dokümandan biridir öyle ki AB yetkilileri bulundukları tüm eylemlerin antlaşmalarla uyumlu olup olmadığını devamlı kontrol etmektedirler (Ian Bache, Stephen George ve Simon Bulmer, Politics in the European Union [New York: Oxford University Press, 2011], s. 225-227).

Ortaklık antlaşmaları özellikle antlaşmanın tarafları arasındaki serbest ticaretin işleyişi konusunda oldukça teknik detaylara sahip belgelerdir. Örneğin AB ile Mısır arasında imzalanan ve 2004 yılından beri yürürlükte olan ortaklık antlaşmasının en geniş kısmı, ikinci başlık altında toplanan ve malların serbest dolaşımıyla alakalı hükümleri içeren bölümdür. Antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç 12 yıl içerisinde AB ile Mısır arasında bir serbest ticaret bölgesinin faaliyete geçmesini öngören AB-Mısır ortaklık antlaşmasının ikinci başlığı (madde 6) endüstriyel ürünlere ek olarak hayvansal ürünler ile işlenmiş ve işlenmemiş tarım ürünlerine yönelik gümrük vergilerinin kademeli bir şekilde düşürülmesine yönelik detaylı hükümler içermektedir.166 Bu bakımdan AB demokrasi teşviki politikalarının altında yatan liberal mantığın özellikle de neoliberal mantığın Barselona Süreci’ne ve bu sürecin en önemli unsurlarından biri olan ortaklık antlaşmalarına yansıdığını söylemek mümkündür. Zaten Patrick Holden’ın da belirttiği gibi Barselona Sürecine dahil olan bir ülke eğer halihazırda üye değilse DTÖ’ye katılmalıdır.167

AB-Mısır Ortaklık Antlaşması’nda ya da genel olarak bahsetmek gerekirse AB’nin diğer Güney Akdeniz ülkeleriyle yaptığı ortaklık antlaşmalarında serbest ticarete yönelik hükümlerin geniş yer kaplaması şaşırtıcı değildir. Asıl şaşırtıcı olarak kabul edilebilecek husus, AB ile Güney Akdenizli ortaklar arasındaki politik iş birliğini öngören kısma, yani Barselona Deklarasyonu’nun birinci sepetiyle alakalı olan konulara üstünkörü bir şekilde değinilmesidir. Barselona Deklarasyonu’nun amaçlarından biri demokrasinin güçlendirilmesi olmasına rağmen ortaklık antlaşmalarında demokrasinin güçlendirilmesine veya teşvik edilmesine yönelik kapsamlı hükümler yoktur.

166 “Euro-Mediterranean Agreement: Establishing an Association between the European Communites and their Members States, of the one Part, and the Arab Republic of Egypt, of the other Part” EUR-Lex, erişim tarihi 17 Nisan 2017,

http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2004:304:0039:0208:EN:PDF

167 Patrick Holden, “The European Union’s MEDA Aid Programme: What Kind of Development Partnership?,” erişim tarihi 18 Nisan 2017, http://www.business.mmu.ac.uk/edpsg/docs/DP28.pdf

Demokrasinin Güney Akdeniz bölgesine yönelik ortaklık antlaşmalarındaki rolü; barış, güvenlik ve kalkınma gibi diğer kavramlarla beraber “politik diyalogun” içerdiği konulardan biri olmaktan ibarettir. Halbuki AB’nin diğer bölgelerdeki ülkelerle imzaladığı ortaklık antlaşmalarında AB ve ortak üye arasındaki politik diyaloğun hedefleri açık bir şekilde belirtilmiştir. AB ve Ukrayna arasında 2014 yılında imzalanan ve 2016 yılında yürürlüğe giren Ortaklık Antlaşması’nın hedeflerinden biri demokratik prensiplere saygının güçlendirilmesidir.168 Bu bakımdan AB’nin Barselona Süreci kapsamında Güney Akdenizli ülkelerle imzaladığı ortaklık antlaşmalarının yine Güney Akdenizli ülkelerle 1960’lı yıllarda imzalanan ortaklık antlaşmalarından ve 1970’li yıllarda Barselona Süreci kapsamında imzalanan iş birliği antlaşmalarından fazla bir farkı yoktur. Barselona Süreci’nin ortaklık antlaşmaları her ne kadar politik konularda iş birliğine değiniyor olsa da – aynı şekilde sosyal ve kültürel meselelere de – bu antlaşmaların özünde serbest ticaret antlaşmaları olduğunu öne sürmek yanlış bir yaklaşım olmaz.

Barselona Süreci’nin tam anlamıyla bir başarısızlık örneği olduğunu öne sürmek abartılı değildir. Barselona Süreci’nin 10. yıl dönümünde Birleşik Krallık ve özellikle de İspanya’nın girişimleriyle tıpkı ilk konferansta olduğu gibi Barselona şehrinde ve liderler düzeyinde toplanan Barselona Konferansı, genel sürecin başarısızlığını vurgularcasına tam bir fiyasko olmuştur. Bu konferansa üst düzey katılım AB tarafında Lüksemburg hariç tam olarak gerçekleşmişse de AB üyesi olmayan ortaklarda üst düzey katılım sadece iki ülkenin yetkilileriyle sınırlı kalmıştır yani Türkiye’yi temsilen dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Filistin Ulusal Yönetimi’nin başkanı olan Mahmud Abbas. 2005 tarihli bu konferans yalnızca katılım açısından değil, ulaşılan sonuçlar açısından da oldukça sınırlı kalmıştır. Bu konferansta nispeten önemli

168 “Association Agreement: Between the European Union and its Members States, of the one Part, and Ukraine, of the other Part,” EU Law and Publications, erişim tarihi 17 Nisan 2017,

http://publications.europa.eu/resource/cellar/4589a50c-e6e3-11e3-8cd4-01aa75ed71a1.0006.01/DOC_1

sayılabilecek sadece iki konuda uzlaşıya varıldığını söylemek mümkündür, bu konular

‘terörizme karşı Avro-Akdeniz tüzüğü’ ve 5 yıllık bir çalışma planının oluşturulmasıdır.

Ancak bu sınırlı sonuçlarda bile ikinci Barselona Konferansı’nın ya da daha genel bir biçimde konuşacak olursak 10 yıl boyunca devam eden Barselona Süreci’nin zayıflıklarını yansıtan bulgulara rastlamak mümkündür. İlk bakışta terörizme karşı bir tüzük üzerinde uzlaşıya varmak bir başarı olarak gözükse de, Richard Gillespie’nin de belirttiği gibi bu tüzük, terörün tanımı üzerinde bir uzlaşıya varılmadan yapılmıştır.169 Kabul edilen tüzükte bir tanımı andıran en yakın ifade terörizmin tüm tezahürleriyle kınanmasına ilişkindir, ancak tüzük bu tezahürlerin detaylandırılması konusunda herhangi bir madde içermemektedir.170 Bu durumun eksikliğinden dolayı hassas ve aynı zamanda göreceli bir kavram olan terörizmle mücadele daha zor bir hale gelmektedir.

Terörizmin tanımı üzerinde uzlaşıya varılamaması şüphesiz ki önemli bir durumdur ancak bu durumdan daha da önemlisi – veya Barselona Konferansı açısından konuşacak olursak, bu durumdan daha da kötüsü – ortaklar arasında uzlaşıya varılamamasından dolayı bir sonuç bildirgesinin yayımlanmamasıdır. Alvaro Vasconcelos’a göre ortak bir sonuç bildirgesinde uzlaşıya varılamamasının en önemli sebeplerinden biri İsrail’in Filistin meselesinde BM kararlarının tanınmasına yönelik olan itirazıdır.171

Barselona Süreci’nin başarısızlığının tek gerekçesi, 10. yıldönümünde gerçekleşen Barselona Konferansı’nın bu süreci yeniden canlandıramaması değildir. Elbette bu konferansın başarısız olması bu sürecin başarısı açısından önemli bir göstergedir, ancak bu konferansın öncesindeki dönemi ele alacak olursak, ilk olarak 1995 yılında ortaya konan Barselona Deklarasyonu hedeflerinin, özellikle de çok taraflı hedeflerin

169 Richard Gillespie, “Onward but not Upward: The Barcelona Conference of 2005,” Mediterranean Politics vol. 11, no. 2 (2006): s. 274.

170 “Euro-Mediterranean Code of Conduct on Countering Terrorism,” European Union External Action, erişim tarihi 02 Mayıs 2017, http://eeas.europa.eu/archives/docs/euromed/summit1105/terrorism_en.pdf

171 Alvaro Vasconcelos, “Barcelona 2005: The Democratic Issue Comes into the Picture,” erişim tarihi 02 Mayıs 2017, http://www.iemed.org/anuari/2006/aarticles/aVasconcelos.pdf

gerçekleştirilebildiğini iddia etmek oldukça güçtür. Akdeniz bölgesinde bir serbest ticaret bölgesi kurulması hedefini ele alacak olursak, 2005 yılı itibarıyla Barselona Süreci bu hedefi gerçekleştirebilmekten oldukça uzak kalmıştır. 1997 yılında 15 Arap ülkesi arasında imzalanan ve bu ülkeler arasında bir serbest ticaret bölgesi (Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi, BASTİB) kurulmasını hedefleyen antlaşma ile 2004 yılında imzalanan ve 2007 yılında yürürlüğe giren, Fas, Tunus, Mısır ve Ürdün arasında bir serbest ticaret bölgesi oluşturan Agadir Antlaşması gibi olumlu gelişmeler yaşansa da söz konusu süreci elde edilen sonuçlar itibarıyla değerlendirdiğimizde başarılı olarak nitelendiremeyiz.172

Barselona Süreci’nin başarısız olduğu tek bölgesel iş birliği alanı ekonomi değildir.

Politik ve güvenlik konularında iş birliğini öngören ve barış ile istikrara dayalı bir Akdeniz bölgesi oluşturmayı planlayan birinci sepette de istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır. Barselona Süreci boyunca bölge güvenliği açısından önemli bir problem teşkil eden Filistin-İsrail meselesi ve bu mesele üzerinden tüm Güney Akdeniz coğrafyasında hissedilen Arap dünyası-İsrail gerginliği ortadan kalkmadığı gibi 2000 yılında başlayan İkinci İntifada ve Barselona Süreci’ne dahil ülkelerin önemli kentlerinde – tarihsel sırayla Kazablanka, İstanbul, Madrid ve Londra173 – gerçekleşen terör saldırıları gibi yeni gelişmeler bölge barışının, güvenliğinin ve istikrarının daha da sarsılmasına yol açmıştır.

Yalnızca bölgesel iş birliğini değil, iki taraflı ilişkileri de göz önünde bulunduracak olursak – yani Güney Akdenizli ortaklarla AB arasındaki iki taraflı ilişkileri – farklı bir

172 Belirtmemiz gerekir ki, AASTB’nin faaliyete geçmesi için öngörülen son tarih 2005 değil 2010 yılıydı. Ancak tahmin edilebileceği üzere AASSTB bölgedeki siyasal olayların da etkisiyle 2010 yılında faaliyete geçme hedefini ıskalamıştır ve daha önce de belirtildiği gibi bu tezin yazıldığı tarih itibarıyla hayata geçebilmiş değildir.

173 Londra bir Akdeniz şehri değildir ama Birleşik Krallık Barselona Süreci’nin bir parçasıdır, dolayısıyla Barselona Süreci’nin birinci sepetini değerlendirirken Londra’da yaşanmış bir terör saldırısını da göz önünde bulundurmak mümkündür çünkü birinci sepetin hedeflerinden biri terörizmle mücadeledir.

tabloyla karşılaşmayız. Hem demokratik prensiplere hem de insan haklarına saygı gösterme, Barselona Deklarasyonu’nun da açık bir şekilde belirttiği gibi tüm ortakların üstlenmesi gereken bir yükümlülük olmasına rağmen, Barselona Süreci’ne dahil olan hiçbir Güney Akdeniz ülkesinde, insan hakları ve demokratikleşme konularında, kayda değer bir iyileşme yaşanmamıştır.

EK 1’deki tablodan da anlaşılabileceği üzere Barselona Süreci boyunca, Lübnan hariç hiçbir ülkede politik sistemin niteliğinde, olumlu veya olumsuz, bir değişme olmamıştır.

Lübnan’da yaşanan olumlu yönde değişim ise hem politik haklarda hem de sivil özgürlüklerde yaşanan nispeten küçük değişimlerin neticesinde olmuştur. Yani ifade edebiliriz ki, Lübnan’ın yaşamış olduğu değişim, örneğin Suriye veya Libya gibi kapalı rejimlerin yaşaması muhtemel değişimlerden farklıdır, Lübnan’da bu iki ülkeye kıyasla, halihazırda birtakım politik ve sivil hakların bulunduğunu öne sürmek mümkündür.

Dolayısıyla Lübnan’daki politik ve sivil haklardaki birer puanlık değişim Lübnan’ın politik sisteminde değişiklik olmasına yol açmıştır.

Başarısız sonuçlarına rağmen Barselona Süreci’ne AiB adı altında günümüz itibarıyla devam edilmektedir. Ancak AiB, Barselona Süreci’nin faaliyet gösterdiği alanlarda aktif olmaktan çok – tezimizle de alakalı olarak demokrasi teşviki de bu alanlara dahil edilebilir – bazı teknik konularda, örneğin iş gelişimi, enerji, çevre, ulaşım, anti terörizm ve göçmenlik gibi, dar iş birliği alanlarını kapsamaktadır. Barselona Süreci’nin 2008 yılında AiB adı altında yeniden canlandırılması Güney Akdeniz bölgesine yönelik yeni bir yükümlülükten çok dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir projesidir. Sarkozy bu yeni projenin Türkiye’nin AB tam üyeliğine yönelik bir alternatif olmasını hedeflemiştir. Ancak projenin hayata geçmesi, Almanya’nın itirazları sonucu, Sarkozy’nin kafasında olan

modelden yani Akdeniz Birliği’nden farklı olarak, daha dar kapsamlı bir şekilde AiB adı altında olmuştur.