• Sonuç bulunamadı

(17/1) Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir;

Şübhesiz ki O Semî'(herşeyi işiten), Basîr (hakkıyla gören), dir.

(17/2) Biz, Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına da: «Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin» diyerek o Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.

(17/3) (Ey) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi.

(17/4) Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.

(17/5) Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.

(17/6) Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık;

sayınızı daha da çoğalttık.

(17/7) Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girildiği gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kılacağız.)

(17/8) (Eğer tevbe ederseniz) umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Fakat tekrar (fesâda) dönerseniz, biz de cezâya döneriz. Ve cehennemi, kâfirler için bir zindan yaptık.”

(17/9) Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir. İyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.

(17/10) Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için de elemli bir azap hazırladık.

(17/11) İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!

103 (17/12) Gece ile gündüzü de (kudretimize) iki delil olarak yarattık; sonra gece delîlini silip (yerine) gündüz delîlini (etrâfınızı) gösterici (bir aydınlık) yaptık ki, Rabbinizin fazlından (rızkınızı) arayasınız, hem yılların sayısını ve (vakitlerin) hesâbı(nı) bilesiniz. İşte biz, herşeyi açık açık beyân ettik.

(17/13-14) Her insanın amelini (Günah ve sevaplarını) boynuna bağladık. Mahşer Günü onun karşısına, (dünyada yapmış olduğu her şeyin kaydedildiği) önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız. (Ve o gün ona;) Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.

(denilecektir.)

(17/15) Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek de değiliz.

(17/16) Ve bir şehri (isyanları yüzünden) helâk etmek istediğimiz zaman, oranın şımarık ileri gelenlerine (Allah'a itâat etmelerini Elçi veya kitaplarımız aracılığıyla) emrederiz de (onlar) orada (emrimize) isyân ederlerse; böylece oraya (azab) sözü hak olur; artık (biz de) orayı tamâmen mahvederek helâk ederiz.

(17/17) Nuh'tan sonrada nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir.

(17/18) Her kim; çarçabuk geçen dünyayı dilerse, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.

(17/19) Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.

(17/20) Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. (Allahım dünyada ve ahirette iyilik ve güzellikler nasip et amin.)

(17/21) Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.

(17/22) Allah ile birlikte başka bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın.

(17/23) Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama;

ikisine de güzel söz söyle.

(17/24) Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl (merhametle) yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.

(17/25) Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tövbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.

(17/26-27-28) Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti beklerken (darlık dolayısıyla, onlara verecek bir şey bulamayıp) onlara yüz çevirmek zoruda kalırsan da, bu durumda onlara yumuşak söz söyle.

(17/29) Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra, kınanmış ve pişman bir hâlde oturup kalırsın.

(17/30) Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine de daraltır. Şüphesiz ki O, Habîr (kullarından hakkıyla haberdâr olan)dır, Basîr (onları hakkıyla gören)dir.

(17/31) Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.

(17/32) Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.

(17/33) Ayrıca, haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, Allah’ın kutsal kıldığı cana kıymayın! Her kim haksız yere öldürülürse, onun mirasçılarına, (kâtilin kısas edilerek öldürülmesini isteme veya kendilerine kan diyetinin ödenmesini isteme konusunda (2. Bakara: 178) hukûkî bir) yetki tanımışızdır. O hâlde onlar, (kâtilin öldürülmesini yeterli görmeyip, kan davası güderek başkalarını da öldürmeye kalkarak) öldürme konusunda sınırı aşmasınlar. Zira kendilerine, (haklarını alabilmeleri için Allah tarafından) yardım edilmiştir.

(17/34) (Anne, babası vefat edipde onların mallarını ve çocuklarının bakımını üzerinize aldığınız

durumlarda.) Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, (onu korumak ve eksiltmemek adına) ancak en güzel bir niyetle yaklaşın (Akılları erince de mallarını onlara verin). Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Zira

(verdiğiniz sözlerden, yaptığınız sözleşmelerden) muhakkak sorguya çekileceksiniz.

104 (17/35) Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi

bakımından daha güzeldir.

(17/36) Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Zira kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

(17/37) Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de boyca dağları geçebilirsin.

(17/38) Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.

(17/39) İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.

(17/40) (Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

(17/41) Biz, onların akıllarını başlarına toplamaları için bu Kur'an'da (çeşitli ikaz ve ihtarları) türlü şekillerde tekrar ettik. Fakat bu, onların sadece haktan kaçarak nefretlerini artırdı.

(17/42-43) De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı. Allah, onların söyledikleri şeylerden

münezzehtir; son derece yücedir ve pek uludur.

(17/44) Yedi kat gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih ederler. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. Şübhesiz ki O, Halîm ( cezalandırmada hiç acele etmeyen mühlet veren)dir, Gafûr (çok bağışlayıcı) dır. (Subhanallah diyerek bizde seni tesbih ederiz Rabbim.)

(17/45) Biz, Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz.

(17/46) Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini yâdettiğinde onlar, canları sıkılmış bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler.

(17/47) Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: «Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!» dediklerini çok iyi biliriz.

(17/48) Baksana; senin için (şâir, sihirbaz ve ya kâhin diyerek) ne türlü benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, (öyle) saptılar ki, artık (doğru) yolu bulamazlar.

(17/49) Bir de onlar derler ki: Sahi biz, bir kemik yığını ve toprak olmuş iken, yepyeni bir yaratılışla diriltileceğiz, öyle mi!

(17/50-51) De ki: İster taş olun, ister demir, isterse dirilmesine ihtimal vermediğiniz herhangi bir mahlûk!

(Bunlar, Allah'ın sizi yeniden diriltmesini güçleştirmez.) Diyecekler ki: «Bizi tekrar (hayata) kim

döndürecekmiş?» De ki: Sizi ilk kez yaratan. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayacak ve «Ne zamanmış o?» diyecekler. De ki: Yakın olsa gerek!

(17/52) (Kıyametin kopması sonrasında, Haşir meydanına hesaplarınız görülmek üzere) Allahın sizi

çağıracağı gün, kendisine hamdederek (kabirlerinizden kalkarak onun) çağrısına uyacaksınız ve (dirilmeden önceki halinizde Dünya hayatınızda ve ölümünüzden sonraki Berzah âleminde) çok az kaldığınızı

hissedeceksiniz.

(17/53) Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

(17/54) Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. (Günahlarınızdan dolayı) Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. (Ey Resulüm) Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.

(17/55) Rabbin, göklerde ve yerde olan herşeyi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik.

(17/56) (Resûlüm!) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın bakalım onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.

(17/57) Onların yalvardıkları bu varlıklar ( Haşir meydanında diriltildiklerinde) Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile (yollar) ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.

(17/58) Hiçbir şehir halkı yoktur ki (azgınlıkları sebebiyle) kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin bir şekilde (kıtlık, salgın hastalık, deprem ve benzeri afetlerle) azaplandıracağız. Bu, Kitap'ta (levh-i mahfuz'da) yazılıdır.

(17/59) Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere dişi bir deve vermiştik. Onlar ise, (bu

105 deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalimlerden oldular. Oysa biz âyetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz.

(17/60) (Ey Resulüm) Hani sana: Rabbin, insanları (ilim ve kudretiyle) çepeçevre kuşatmıştır, demiştik.

Sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur'an'da lânetlenen (Zakkum) ağacını, ancak insanlara bir imtihan vesilesi kıldık. Biz onları (ahiret azabı ile) uyarıyoruz da, bu onların, azgınlıklarını artırmalarından başka bir şey sağlamıyor.

(17/61) Meleklere: Âdem için secde edin (saygı ile eğilin) demiştik. İblis'in dışında hepsi secde ettiler. İblis:

«Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!»

(17/62) Dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!»

(17/63) Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Eksiksiz ve tam bir ceza!

(17/64) Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ;

mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.

(17/65) Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.

(17/66) Rabbiniz, lütfundan nasibinizi arayasınız diye sizin için denizde gemileri yüzdürendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir.

(17/67) Denizde başınıza bir musibet gelse, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında da, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.

(17/68) Peki; O'nun, sizi karada (bir depremle) yerin dibine geçirmeyeceğinden yahut başınıza taş yağdırmayacağından emin mi oldunuz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.

(17/69) Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya (denize) gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak,

nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra bunun için bize karşı kendinize bir yardımcı da bulamazsınız.

(17/70) Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.

(71) Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.

(17/72) Bu dünyada (Allaha imana karşı) kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.

(17/73) (İnkârcılar) Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.

(17/74) Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.

(17/75) O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.

(17/76-77) Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). (Onları yurtlarından çıkaranlar hakkında) Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.

(17/78) Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.

(17/79) Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere (Teeccüd) namazı kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama (Makam-ı Mahmud’a) ulaştıracağı umulur.

(17/80) Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.

(17/81) Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.

(17/82) Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca hüsranını artırır.

(17/83) İnsana nimet verdiğimiz zaman, (şükürden) yüz çevirip yan çizer. Ona şer (bir musibet) dokunduğu zaman da iyice ümidsiz olur.

(17/84) De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.

106 (17/85) Sana ruh (insanın ruhu hakkında ya da Cebrail melek) hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.

(17/86) Celâlim Hakkı için, eğer dilersek sana vahyettiğimizi (Kur'ân'ı) tamâmen ortadan kaldırırız; sonra onun (geri getirilmesi) için bize karşı kendine bir vekîl de bulamazsın.

(17/87) Ancak Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmadık. Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür.

(17/88) De ki: Andolsun ki, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya koyamazlar.

(17/89) Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler.

(17/90) Onlar: «Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız.»

(17/91) «Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.»

(17/92) «Yahut iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin.»

(17/93) «Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap

indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» (EyResulüm onlara) De ki: Rabbimi tenzih ederim.

Ben, sadece beşer bir elçiyim.

(17/94) (İnkâr eden) İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, (kendilerine bir bahane olarak) “Allah, bir beşeri mi peygamber olarak bize gönderdi?” demeleri engel olmuştur.

(17/95) (O inkârcılara) Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.

(17/96) De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah kâfidir. Zira O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.

(17/97) Allah kime doğru yolu gösterirse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de sapkınlığında bırakırsa, artık onlar için Allah'tan başka bir veli (sahipler ve himaye ediciler) bulamazsın. Biz onları Kıyamet günü yüzleri üzeri, kör, sağır ve dilsiz olarak haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Sönmeye yüz tuttukça onun alevini artırırız.

(17/98) Cezaları işte budur! Çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr etmişler ve şöyle demişlerdi: «Sahi bizler, bir kemik yığını ve toprak haline geldikten sonra mı, yeni bir yaratılışla tekrardan diriltilecekmişiz?»

(17/99) Düşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir! Allah, onlar için bir vâde takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler, inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.

(17/100) De ki: “Eğer Rabbimin rahmet hazînelerine siz sâhib olsaydınız, o zaman (dahi) harcamak (la tükenir) korkusuyla gerçekten cimrilik ederdiniz. Zâten insan çok cimridir.

(17/101) Musa’ya elçiliğini ispatlayan dokuz belge(mucize) verdik. Sor İsrailoğullarına; o belgeler geldiğinde Firavun ona demişti ki “Ben senin büyülenmiş biri olduğuna kanaat getirdim.”

(17/102) (Musa Firavun'a:) «Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolacağını zannediyorum!»

(17/103) Derken Firavun (kendisine karşı gelenleri işkence etmek ve öldürmek suretiyle) o yerde onların kökünü kazımak istedi. Biz de onu (Firavun) ve taraftarlarını hep birden suda boğduk.

(17/104) Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda (Kudüs ve çevresi) yerleşin! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

(17/105) Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi. Seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

(17/106) Kur'an'ı; insanlara duyurman için zamana yayarak, (âyet âyet, sûre sûre) bölümler halinde birbiri ardınca indirdik.

(17/107-109) De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. Ve derler ki: “Rabbimizi tenzîh ederiz; Rabbimizin (kitablarımızda haber verdiği üzere âhir zaman peygamberi hakkındaki) va'di, yerine getirilmiş oldu.” (Böylece) Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'anı okumak) onların (Allaha karşı olan derin) saygı ve bağlılığını artırır. (Secde Ayeti)

(17/110) De ki: «İster Allah diyerek dua edip yalvarın, ister Rahman diyerek. Hangisiyle dua etsenizde en güzel isimler onundur. Namazında sesini çok yükseltme; onda o kadar da gizleme de; bu ikisi arasında bir

107 yol tut.

(17/111) De ki: -Hamd, (şükür ve övgü) çocuk edinmeyen, hâkimiyetinde ortağı olmayan, acizlikten ötürü, bir yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan Allah'a mahsustur. Tekbir getirerek (Allahu Ekber) O'nun şanını yücelt de yücelt.