• Sonuç bulunamadı

(11/1) Elif, Lâm, Râ. (Bu,) Hakîm (her işi hikmetli olan), Habîr (herşeyden haberdâr olan Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir Kitab'dır.

(11/2) (Ey Resulüm De ki: Bu Kitap) «Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, size onun tarafından (gönderilmiş, inkâr edenleri Cehennemin varlığı ile) uyarıcı ve (iman edecekleri ise Allahın rızası ve Cennetin varlığı ile) müjdeleyiciyim.

(11/3) “Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi (dünyada) belirli bir vakte kadar güzel bir ni'metle faydalandırsın ve (âhirette) her fazîlet sâhibine mükâfâtını versin! Eğer yüz çevirirseniz, artık şübhesiz ki ben, sizin üzerinize (dehşeti) büyük bir günün azâbından korkarım!”

(11/4) (Ölümünüzün ardından) Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

(11/5) Haberiniz olsun ki; gerçekten onlar (münafık ve marazlı olanlar) O’ndan (Cenab-ı Hakk’tan ve Resulüllah’tan) gizlenmek için göğüslerini büker (ve Hakk davadan yan çizerler.) Ve yine bilin (ve uyanık bulunun) ki; onlar (hıyanet ve nifak) örtülerine büründükleri (gizli ve kirli işler çevirdikleri) zaman, O (Allah) onların sakladıklarını da açığa vurduklarını da bilmektedir. Çünkü O, gönüllerin içinden geçip duranı bilendir.

(11/6) Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin duracakları yeri de, emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.

(11/7) O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): «Ölümden sonra muhakkak

diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler.

(11/8) Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek, mutlaka «(Alaycı bir tavırla) Onun gelmesini engelleyen nedir?» derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün de, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.

(11/9) Eğer insana (dünya hayatının bir imtihanı olarak) tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.

(11/10) Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette «Kötülükler benden gitti» der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.

(11/11) Ancak (musibetlere) sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve büyük bir mükâfat vardır.

(11/12) Şimdi sen, (inkârcıların) “ Ona gökten bir hazine indirilmeli, yâhut onunla beraber bir melek gelmeli

80 değil miydi?” şeklindeki alaycı sözlerinden ötürü yüreğin daralıyor diye, sana gönderilen

ayetlerin (arasından, kâfirlerin çıkarlarına dokunacak) bir kısmını duyurmaktan vaz mı geçeceksin? sen ancak bir uyarıcısın; her şeyi görüp gözeten vekil (koruyucu ve destekleyici) ise, Allah’tır.

(11/13) Yoksa, «Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.

(11/14) Eğer (onlar) size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tilah yoktur. Artık siz müslüman oluyor musunuz?

(11/15) Kim, (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada (Dünya da) onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar.

(11/16) İşte onlar öyle kimselerdir ki, âhirette onlar için ateşten başka bir şey yoktur. (Dünyada iyilik adına) yaptıkları şeyler ise, orada (âhirette) boşa gitmiştir ve yapmakta oldukları şeyler bâtıldır.

(11/17) Rabbi katından açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse gibi midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur’an) ve bir de ondan (Kur’an’dan) önce bir önder ve bir rahmet olarak

(indirilmiş olan) Mûsâ’nın kitabı (Tevrat) desteklemektedir. İşte bunlar ona (Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkâr ederse, ateş onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin

tarafından (bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

(11/18) Kim Allah adına yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) şahitleri (yazıcı melekler ve onların bu hallerine şahit olanlar) ile birlikte Rablerine arz edilecekler o şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan uyduranlardır diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir!

(11/19) Onlar ki, (insanları) Allah'ın yolundan alıkoyan, onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir.

Ahireti inkâr edenler de onlardır.

(11/20) Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakabilecek değillerdir; kendilerini Allahın azabından

kurtarabilecek bir dostlarıda yoktur. Onların azabı (İnsanları Allahın yolundan alıkoymaya çalışmaları ve onu çelişkili göstermeye çalışmaları nedeniyle) kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı.

(11/21) İşte onlar kendilerini hüsrana uğrattılar. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti.

(11/22) Şüphesiz onlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır.

(11/23) İman edip güzel işler yapanlar ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.

(11/24) Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır olan ile gören ve işiten kimseler gibidirler. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret almıyor musunuz?

(11/25) Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara: «Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.

(11/26) Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.»

(11/27) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz.

Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu da görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılardan olduğunuzu düşünüyoruz.»

(11/28) (Nuh ) -Ey Halkım, dedi. Eğer ben, Rabbim tarafından açık bir belge ile gelmişsem ve O'nun yanından bana, bir rahmet de verilmişse; siz de bunu görmüyorsanız? İstemediğiniz halde sizi (onu kabul edin diye) zorluyor muyuz?

(11/29) Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri (siz onları alt sınıf görüyorsunuz, onlarla bir arada bulunmak istemiyorsunuz ve sırf sizler beni dinleyeceksiniz diye, gerçekte iman etmeyeceğiniz halde inananları benden uzaklaştırmak için kurduğunuz tuzağınıza düşecek ve kendi aleyhimde bulunarak) yanımdan kovacak da değilim; zira onlar (her şeyi görmekte olan) Rablerine kavuşacaklardır. Bilakis ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.

(11/30) Ey kavmim! Ben onları (sizin kalbinizi hoş etmek için yanımdan) kovarsam, beni Allah'tan (onun öfkesinden) kim koruyabilir? Düşünmüyor musunuz?

(11/31) Ben size: «Allah'ın hazineleri benim yanımdadır» demiyorum, gaybı bilirim de demem. «Ben bir meleğim» de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, «Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir» diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.»

(11/32) Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğru

81 sözlü isen, bizi kendisiyle tehdit ettiğin (azabı) getir de görelim!

(11/33) (Nuh) dedi ki: «Onu size ancak Allah dilerse getirir. Ve (o bunu isterse de artık) siz (Allah'ı) âciz bırakacak (bunu engelleyebilecek) değilsiniz.

(11/34) Eğer Allah sizi azgınlığınızda bırakmayı dilerse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz.»

(11/35) (Ey Resûlüm Muhammed!) Yoksa onlar «Bunu (Kuranı) uydurdu» mu diyorlar? De ki: « (Bundan önce aranızda bir ömür yaşayıp yalan söylemediğimi bildiğiniz halde, şimdi Allah adına yalan

söyleyebilecek isem) Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım.»

(11/36) Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak.

Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.

(11/37) Gözetimimizde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve artık zulmedenler hakkında bana (kurtuluşları için) dua da bulunma! Onlar mutlaka boğulacaklardır!

(11/38) Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı.

Dedi ki: «Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki vakti geldiğinde biz de sizinle alay edeceğiz!

(11/39) (Bu dünyada) Alçaltıcı azabın kime geleceğini ve (Ahirette) sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında anlayacaksınız.

(11/40) Nihayet emrimiz gelip de yerden sular kaynamaya başlayınca Nuh'a dedik ki: «(Canlı çeşitlerinin) her birinden ikişer çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde sözü geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!» Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.

(11/41) (Nuh) dedi ki: «Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şübhesiz ki Rabbim, elbette Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

(11/42) Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna:

Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.

(11/43) Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): “Bugün (Allah'ın) merhamet ettiği kimse müstesnâ, Allah'ın emrinden (azâbından) koruyucu kimse yoktur!” dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

(11/44) (Sonunda) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; Gemi Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.

(11/45) Nuh Rabbine dua edip dedi ki: «Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin.»

(11/46) Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı (inkarcılık) kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana, cahillerden olmamanı öğütlerim.

(11/47) Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum!

(11/48) Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! (Sonraki gelecek nesiller içinde, inkar edecek olanlardan) Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.

(11/49) (Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip günahlardan) sakınanlarındır.

(11/50) Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Sizler (bu halinizle) yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.

(11/51) Ey kavmim! Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?

(11/52) Ey kavmim! Rabbinizden af dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin.

(11/53-54) Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle ilahlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz. Ancak şu kadarını diyebiliriz ki: Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış.” dediler. (Hûd) dedi ki: «Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.»

(11/55) O'ndan (Allahdan) başka (taptıklarınız ile birlikte). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra bana mühlet de vermeyin!

(11/56) Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Zira hareket eden hiçbir varlık

82 yoktur ki, idare ve tasarrufunu O tutmasın. Şüphesiz ki Rabbimin (düzeni) dosdoğru yol üzeredir.

(11/57) Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi

gözetendir.

(11/58) Azap emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.

(11/59) İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.

(11/60) Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Yine) bilin ki Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı.

(11/61) Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin; sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O, sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. O'ndan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin! Şübhesiz ki Rabbim, Karîb (kullarına pek yakın)dır, Mücîb(duâlarına mutlaka cevab veren)dir.

(11/62) Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde (zeka ve kişiliği ile) ümit beslenen birisiydin.

(Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu bizi, kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.

(11/63) (Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan (O'nun azabından) kim koruyabilir? (Şu halde sizlere uyacak olsam) Sizin bana, ziyanımı artırmaktan başka bir katkınız olamaz.

(11/64) (Salih Peygamber, Mucize isteyen kavmine şöyle seslendi) Ey kavmim! İşte size bir mucize olarak (Yarılan kayaların arasından çıkan), Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.

(11/65) Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helâk olacaksınız)!» Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.

(11/66) Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şübhesiz ki, Rabbin Kaviyy (pek kuvvetli olan), Azîz (kudreti herşeye galib gelen) dir.

(11/67) Zulmedenleri ise o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında cansız olarak yığılıp kaldılar.

(11/68) Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.

(11/69) Andolsun ki elçilerimiz ( den olan melekler) İbrahim'e müjde getirdiler ve: «Selam (sana) » dediler.

O da: «(Size de) selam» dedi ve hemen kızartılmış bir dana getirdi.

(11/70) Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü.

Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût kavmini helak etmek üzere gönderildik.

(11/71) O esnada hanımı ayakta idi ve (Meleklerin evini şereflendirmelerine veya o pis kavmin helak edilecek olmasına) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da (torunu) Ya'kub'u müjdeledik.

(11/72) (İbrahim'in karısı:) Vay bana, bu olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.

(11/73) (Melekler) dediler ki: (Onun her şeye gücü yeterken) Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı!

Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şübhesiz ki O, Hamîd (hamd edilmeye yegâne lâyık olan)dır, Mecîd (ihsânı bol olan)dır.”

(11/74) İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, (iman etmelerine bir ümit varmıdır diye) Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.

(11/75) İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi.

(11/76) (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!

(11/77) Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût onların azap emriyle gelen melekler olduklarını bilmeden, pis işler yapan kavminin onlara musallat olacağından) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da (onları koruyabilecek bir gücü de olmayışından dolayı) «Bu, çetin bir gündür» dedi.

(11/78) (Lut’un karısı da, gizlice pis işler yapan kavme Lut’un onların hoşuna gidecek misafirlerinin geldiğini haber verdi) Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri

83 yapmaktaydılar. (Lût): «Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir.

Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!» dedi.

(11/79) Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız (isteğimiz) olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.

(11/80) (Lût:) Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!

Dedi.

(11/81) (Melekler) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?

(11/82) Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.

(11/83) (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir.

(11/84) Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum.

Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.

(11/85) Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin;

yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

(11/86) Eğer mümin iseniz Allah'ın (helâlinden) bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim. (Sizleri doğruyu yapmaya zorlayacak değilim, yapacağınız davranışların sorumluluğunu sizler taşıyacaksınız.)

(11/87) Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!

(11/88) Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranacak değilim. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim.

(11/89) Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.

(11/90) Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever.

(11/91) Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz! Eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. Zaten senini bize karşı bir üstünlüğünde yok.

(11/92) (Şuayb:) «Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah'tan daha mı güçlü ve değerli ki, (kabîlemden korkup çekiniyorsunuz da), Onun (Allah'ın emirlerini) arkanıza atıp umursamıyorsunuz.

Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.

(11/93) (Kavmine meydan okuyarak şöyle seslendi) Ey kavmim! (Beni susturabilmek, insanlara Allahı anlatmak olan davamı durdurmak adına) Elinizden geleni yapın! Ben de (Onu anlatmak için elimden geleni) yapacağım! Kendisini rezil edecek azabın kimin başına geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim.»

(11/94) Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık;

zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

(11/95) Sanki orada hiç barınmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu.

(11/96-97) Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.

(11/98) Firavun ise, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir.

Varacakları yer ne kötü yerdir!

(11/99) Onlar burada (Dünyada) da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!

(11/100) (Ey Muhammed!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.

84 (101) Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar (Bir olan Allahı inkar etmeleri ve yaptıkları seçimleriyle)

kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir yarar sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir işe de yaramadı.

(11/102) Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.

(11/103) Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gündür.

(11/104) Biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz.

(11/105) O gün geldiğinde ise Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu.

(11/106) Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki.

(11/107) Rabbinin dilediği müstesna, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî olarak kalacaklardır.

Şüphesiz Rabbin, dilediğini hakkıyla yapandır.

(11/108) Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği müstesna, gökler ve yer durdukça (yani sonsuza dek) onlar da orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu (nimetler, cennet müminler için) bitmez, tükenmez bir lütuftur.

(11/109) O halde onların tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları azaba götürdüğünden) şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.

(11/110) Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz (dünya hayatınınimtihan mahalli olduğuna, hesaplarının ahirette görüleceğine dair) geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti (ve işleri de bitirilmişti). Şüphesiz ki onlar (Mekkeliler) de Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

(111) Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

(11/112) O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı (Dini bağnazca yaşamak, Allahın emretmediği ruhbanlığa yönelmek, Allahın ve Peygamberin adına yalan uydurup insanları yönetmeye kalkışmak gibi) da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.

(11/113) (Gerek inkârcılardan gerekse İman ettiğini beyan edenlerden her kim olursa) Zulmedenlere

meyletmeyin (Yaptıkları zulümlere susarak dahi olsa destek olmayın); sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım da göremezsiniz!

(11/114) Gündüzün iki ucunda (Sabah ve Akşam), gecenin de ilk saatlerinde (Yatsı) namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.

(11/115) Sabırlı ol, zira Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez.

(11/116) Sizden önceki nesillerden yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak fazilet sahibi kimseler bulunsaydı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler ve günahkâr kimseler oldular.

(11/117) Halkı iyi kimseler olduğu halde Rabbin, haksızlıkla o kimseleri helâk edecek değildir.

(11/118) Rabbin dileseydi elbette bütün insanları tek bir (inanca mensup) ümmet kılabilirdi. (Fakat) onlar yinede ihtilafa düşmeye devam ederlerdi.

(11/119) Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin (İnsanları ve cinleri özgür iradeleriyle Rabbine kulluk etsinler diye) onları bunun için yarattı. (Bununla birlikte bir olan Allahı inka edenler ve münafıklardan) Rabbinin, «Andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle tümüyle dolduracağım»

sözü yerini buldu.

(11/120) Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini pekiştireceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve uyarı gelmiştir.

(11/121) İnkârcılara de ki: Elinizden geleni yapın! Biz de (gerekeni) yapmaktayız!

(11/122) Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz!

(11/123) Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

85 (12) YÛSUF SURESİ

(12/1) Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

(12/2) Anlayasınız diye biz onu (dönem itibariyle vahye ve tebliğe muhatap olan kavmin anadili olan) Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

(12/3) (Ey Muhammed!) biz Sana bu Kur'ân'ı vahyetmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.

(12/4) Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı.

(12/5) (Rüyanın manasını kavrayan babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık düşmandır.

(12/6) Demekki Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumunu iç yüzünü kavramayı öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır.

Şübhesiz ki Rabbin, Alîm (hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(12/7) Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinin kıssasın da (öğüt almak) isteyenler için nice ibretler vardır.

(12/8) (Anneleri ayrı olan kardeşleri) dediler ki: (Anneleri bir olan) Yusuf'la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz (on kardeş, güçlü kuvvetli) kalabalık bir grubuz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanılgı içindedir.

(12/9) (Aralarından birisi dedi ki:) Yusuf'u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da sâlih kimseler olursunuz!

(12/10) Onlardan biri: Yusuf'u öldürmeyin, eğer mutlaka birşey yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da, geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.

(12/11-12) (Bir plan yaparak) dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize

güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.»

(12/13) (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.

(12/14) Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.

(12/15) (Böylece, babalarını iknâ ederekYûsuf’u yanlarına alıp yola çıktılar.) Onu götürüp bir kuyunun içine atmaya karar verdiklerinde, (büyük bir üzüntü ve endişe içinde olan) Yûsuf’a şöyle vahyettik: (“Ey Yûsuf!

Sakın korkma, ümitsizliğe kapılma! Çünkü Biz seni buradan kurtaracak ve yüce makâmlara ulaştıracağız.

Yıllar sonra, kardeşlerinle tekrar karşılaşacaksın. İşte o gün,) onlar (seni tanımadıkları için olup

bitenlerin) farkında bile değillerken, bu çirkin davranışlarını onlara haber vereceksin. (O zaman, hepsi utanç ve pişmanlıkla başlarını öne eğip senden özür dileyecekler.”)

(12/16-17) (Yûsuf’un kardeşleri, onu kuyuya atmadan önce gömleğini almışlardı. Öldürdükleri bir hayvanın kanına buladıkları bu gömleği de yanlarına alarak.) Akşamleyin (yalandan) ağlaşarak babalarına geldiler. Ey babamız! Dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf'u eşyamızın yanında nöbetçi bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Hernekadar biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.

(12/18) Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Ya'kub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.

(12/19) Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusuf'u görünce)

«Müjde! İşte bir oğlan!» dedi. Onu bir ticaret malı, köle olarak satmak üzere (velisini araştırıp

«Müjde! İşte bir oğlan!» dedi. Onu bir ticaret malı, köle olarak satmak üzere (velisini araştırıp