• Sonuç bulunamadı

(14/1) Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hamîd (hamd edilmeye yegâne lâyık) olan (Allah')ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.

(14/2) O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!

(14/3) Dünya hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allahın yolundan alıkoyanlar ve onun eğri ve çelişkili (bir yol olduğunu göstermek ) isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.

(14/4) (Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah (İnkar yolunu tercih ederek sapkınlıkta kalanları) isteyenleri sapkınlığında bırakır.

(Hidayete ve doğru yola ulaşmayı) isteyenleri de doğru yola iletir. Zira O, Azîz (kudreti daîmâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(14/5) Andolsun ki Musa'yı da: Kavmini, karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (kendilerinden önce gelen ümmetlerin başlarına getirdiğ felâket ve nimet) günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle

gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

(14/6) Hani Mûsâ kavmine; “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı.

Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, (yeni doğan) oğullarınızı boğazlayıp, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı” demişti.

(14/7) Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! Diye de bildirmişti.

(14/8) Musa dedi ki: Eğer siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi (Allah’a iman etmeyerek) nankörlük etseniz bile, bilin ki Allah elbette Ganî (hiçbir şeye muhtaç olmayan), Hamîd (hamd edilmeye hakkıyla lâyık olan) dır.

(14/9) Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve (sayılarını ve durumlarını ) Allahdan başka kimsenin bilemeyeceği, onlardan sonraki nicelerinin haberlerinden size gelmedi mi? Peygamberleri kendilerine apaçık mucizeler getirdiler de onlar, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırarak) dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye (Tek bir İlah hükmüne) karşı derin bir kuşku içindeyiz.

(14/10) Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında mı şüphe ediyorsunuz? Halbuki; O sizi günahlarınızı affetmeye çağırıyor ve belirlenmiş bir süreye kadar size mühlet veriyor. Onlar dediler ki:

93 Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden

döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!

(14/11) Peygamberleri onlara dediler ki: «(Evet) biz de sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Ancak Allah nimetini (Peygamberlik görevini ve mucizelerini) kullarından dilediğine lütfeder. Allah'ın izni olmadan da bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. O halde müminler yalnızca Allah'a dayanıp güvenmelidirler.

(14/12) Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenlerde yalnızca Allah'a tevekkülde sebat etsinler.

(14/13) Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki: Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz! (bunun üzerine) Rableri de Peygamberlerine: O zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!

Diye vahyetti.

(14/14) Ve (ey inananlar!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerlerde yerleştireceğiz. İşte bu, (uyarılar ise) makamımdan (huzûrumda durup da kötü hesaba çekilmekten) korkan ve (Rızama kavuşamayarak Cehennem) tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.

(14/15) (Peygamberler ve müminler Allah’dan yardım) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı zorba da hüsrana uğradı.

(14/16) Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir!

(14/17) Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun). Ardından da şiddetli bir azap vardır.

(14/18) Rablerini inkâr edenlerin durumu (şudur): Onların (İyilik adına bile olsa) amelleri (işledikleri) fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte budur yoldan çıkış ve asıl kayıp.

(14/19-20) Allah'ın gökleri ve yeri hak ile (anlamsız ve boş yere değil, belli bir hikmete uygun olarak ve mükemmel bir sistem hâlinde) yarattığını görmezmisin? O dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah'a güç değildir.

(14/21) (Kıyamet gününde) hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve (O inkarcı toplumun) zayıfları o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: Biz size tabi olanlar idik. Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz? Onlar da diyecekler ki: (Bu azaptan kurtuluş için) Allah bize bir yol gösterseydi biz de size kesinlikle bir yol gösterirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.

(14/22) (Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan (cehennemliklere) diyecek ki: Şüphesiz Allah size gerçek olanı vâdetti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Zaten benim sizin üzerinize zorlayıcı bir gücümde yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı da reddettim. Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.

(14/23) İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere gireceklerdir ve orada selam (sözü) ile birbirlerini tebrik edip selâmlayacaklar dır.

(14/24) Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları göklere uzanan güzel bir ağaca (benzetti).

(14/25) (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.

(14/26) Kötü bir sözün misali ise gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı da bulunmayan çürük bir ağaca benzer.

(14/27) Allah Teâlâ sağlam sözle (Kelimei Şehadetle) iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. (Allahın birliğini ve ayetlerini inkar eden) Zalimleri ise Allah sapkınlıklarında bırakır.

Allah dilediğini yapar.

(14/28) Allah'ın nimetlerine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini de helâk yurduna (cehenneme) sürükleyenleri görmedin mi?

(14/29) Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü bir varış yeridir.

(14/30) (İnsanları) Allah yolundan saptırmak için O'na ortaklar koştular. De ki: (dilediğiniz gibi) yaşayın!

hiç şüphesiz varacağınız yer ateş (cehennem) olacaktır.

(14/31) (Ey Resulüm ve müminler) İman eden kullarıma söyle (yin ve onlara iletin ki) : Kendisinde hiçbir pazarlığın ve kayırmanın bulunmayacağı bir gün gelmeden önce; Namazlarını dosdoğru kılsınlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık olarak harcasınlar.

94 (14/32) (O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü nimetler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.

(14/33) Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.

(14/34) (Rabbiniz) Size istediğiniz (hayatınızı idame ettirebileceğiniz) her şeyden verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. (Bununla birlikte) Gerçek şu ki, insan pek zalim ve nankördür. (İnsanların çoğu şükretmek yerine şekavete yönelmektedir.)

(14/35) (Bir zamanda) İbrahim şöyle duâ etmişti: “Ey Rabbim! Bu şehri (Mekkeyi) güvenli kıl, beni ve evlatlarımı (neslimi) putlara tapmaktan uzak tut.

(14/36) Zira ( O putpereslik inanışı ile o putlar), onlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular;

Rabbim şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık şüphesiz ki sen, Gafûr (çok bağışlayan)sın, Rahîm (çok merhametli olan)sın.

(14/37) Ey Rabbim! Doğrusu ben ailemden bir kısmını (oğlum İsmâîl ile annesi Hâcer'i), senin Beyt-i Harâm'ının (Kâ'be'nin) yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim; Rabbim! Namazı hakkıyla edâ etsinler (sana hakkıyla kulluk etsinler) diye (emrin üzere, böyle yaptım)! Artık (sen) insanlardan bir kısım gönülleri onlara meylettir ve onları mahsûllerden rızıklandır! Umulur ki şükrederler.

(14/38) Ey Rabbim! Şüphesiz ki sen bizim gizlediğimizi de açıkladığımızı da bilirsin. Zira ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.

(14/39) İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.

(14/40) Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Ey Rabbimiz duamı kabul buyur.

(14/41) Ey Rabbimiz! hesabın görüleceği (O mahşer) günü beni, ana-babamı ve müminleri bağışla! (amin) (14/42) (Ey Resûlüm ve Müminler) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin donup kalacağı bir güne erteliyor.

(14/43) (O dehşet gününde), Başları (göğe) dikilmiş, bakışları (bir noktaya) kilitlenmiş ve yürekleri bomboş bir hâlde, (Rab’lerinin huzuruna varmak üzere) koşacaklar.

(14/44) (Ey Resûlüm ve müminler!) O hâlde insanları, azâbın geleceği gün ile uyar! Zîrâ (o gün) o

zulmedenler: “Rabbimiz! Bizi (dünyaya tekrar gönderip) kısa bir zaman için bile olsa, (ecelimizi) ertele ki, senin davetine uyalım ve o peygamberlere tâbi olalım!” derler. (Onlara şöyle denilir:) “Hâlbuki daha önce (dünyada iken) sizin için hiçbir (şekilde) zarar olmadığına dâir yemîn etmemiş miydiniz?”

(14/45) (Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin (eski kavimlerin) yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik.

(14/46) Onlar, (İnsanlara karşı) hile ve tuzaklar kurdular. Allah katında ise onların tuzaklarına karşı azap vardır; isterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak olsun.

(14/47) O halde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şübhesiz ki Allah, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, intikam sâhibidir!

(14/48) O gün, (kıyamet günü) yer başka yere gökler de (başka göklere) çevrilir ve (herkes) Vâhid (bir olan), Kahhâr (kahredici üstünlük sâhibi) olan Allah'ın huzûruna toplanırlar.

(14/49) O gün, suçluların zincirlere vurulmuş olduğunu görürsün.

(14/50) Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.

(14/51) (Bunlar) Allahın herkese kazandığının karşılığını vermesi içindir. Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.

(14/52) İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek İlah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.

(15) HİCR SURESİ (15/1) Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın, apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.

(15/2) Bir zaman gelecek ki inkâr edenler arzu ederler ki, keşke Müslüman kimseler olsaydılar!

(15/3) Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü akibetin kimin üzerine olacağını) yakında bilecekler!

(15/4) Helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir yazgısı olmasın.

(15/5) Hiçbir millet, ecelini ne öne alabilir ne de onu geciktirebilir.

95 (15/6-7) Dediler ki: Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun! Eğer doğru söyleyenlerden olsaydın, bize melekleri getirmeliydin.

(15/8) Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet de verilmez.

(15/9) Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

(15/10) (Ey Resulüm) Andolsun ki, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.

(15/11) Onlara bir peygamber gelmeye dursun, hemen onunla alay ederlerdi.

(15/12) İşte böylece biz onu, suçluların kalplerine sokarız.

(15/13) Geçmiş toplumların başlarına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) inanmıyorlar.

(15/14-15) Onlara gökten bir kapı açsak ve oradan yukarı çıksalar, yine de; -Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapıldı, derler.

(15/16) Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.

(15/17) Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk.

(15/18) Ancak, kulak hırsızlığına kalkışan olursa, onu da parlak bir ateş alevi kovalar.

(15/19) Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar varettik ve yine orada belli bir ölçüye göre ayarlanmış nice bitkiler yetiştirdik.

(15/20) Orada hem sizin için, hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık.

(15/21) (Göklerde ve yerde, nimet ve lütuf nâmına) hiçbir şey yoktur ki, (ana kaynağı ve) hazinesi Bizim katımızda olmasın, ancak Biz onu belirli bir hikmet ve ölçü ile göndermekteyiz.

(15/22) Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa onun kaynağını elinde tutan sizler değilsiniz.

(15/23) Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz! ve her şeyin asıl sahibide biziz.

(15/24) Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, gelecek olanları da biliriz.

(15/25) Şüphesiz Rabbin onları (kıyamette) toplayacaktır. Çünkü O, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır, Alîm (herşeyi bilen)dir.

(15/26) Andolsun biz insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

(15/27) (Cinlerin atası olan) Cânn'ı da, daha önce (nüfuz eden bir) ateşten yaratmıştık.

(15/28) Rabbin meleklere demişti ki: «Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan insanı yaratacağım.

(15/29) Onun yaradılışını tamamlayarak ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!

(15/30) Meleklerin hepsi (Allahın emrine uyarak, Âdem’ e hürmet kastıyla) hemen secde ettiler.

(15/31) Ancak (Cinlerden olan Azazil) İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.

(15/32) (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.

(15/33) (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim, dedi.

(15/34) Allah şöyle buyurdu: Öyle ise çık oradan! Artık sen kovuldun!

(15/35) Şüphesiz ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!

(15/36) (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar diriltileeceği güne kadar bana mühlet ver, dedi.

(15/37-38) Allah: Sen (Kıyametin ilk kopma anı öncesinde) bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

(15/39) (İblis) dedi ki: Ey Rabbim! Benim (senin emrine karşı gelerek isyanımdan) azgınlığımdan ötürü (aleyhimde hüküm vermene karşılık) ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

(15/40) Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.

(15/41) (Allah) şöyle buyurdu: İşte bana varan (O İhlaslı kullarımın izleyeceği) dosdoğru yol budur.

(15/42) Şüphesiz senin kullarım üzerinde bir hâkimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.

(15/43) Ve muhakkak ki cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.

(15/44) Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır.

(15/45) (Allah'ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.

(15/46) «Oraya emniyet ve selâmetle girin» (denilir, onlara).

96 (15/47) Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; artık onlar tahtlar üzerinde karşılıklı oturan kardeşler olacaklar.

(15/48) Onlara orada hiçbir yorgunluk (huzursuzlık ve sıkıntı) gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.

(15/49) (Resûlüm!) Kullarıma, benim, Gafûr (günahları çok bağışlayan), Rahîm (onlara çok merhamet eden) olduğumu haber ver.

(15/50) Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.

(15/51) Onlara İbrahim'in (gerçekte birer melek olan, İnsan suretinde gelen) misafirlerinden de haber ver.

(15/52) Onun (İbrahim’in) yanına girdikleri zaman, «selam» dediler. (O da onlara yemek ikrâm etmesine rağmen, yemediklerini görünce): “Doğrusu biz, sizden endişe eden kimseleriz!” dedi.

(15/53) Dediler ki: Korkma; (Bizler rabbin tarafından görevlendirilmiş Melekleriz) biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.

(15/54) (İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen mi, beni müjdeliyor musunuz? Ne garip bir müjde veriyorsunuz.

(15/55) Sana gerçeği müjdeledik, sakın (İhtiyar bir kimseyim, nasıl çocuğum olabilir diye) ümitsizliğe düşenlerden olma! Dediler.

(15/56) (İbrahim:) dedi ki: Rabbimin rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit keser ki?

(15/57) «Ey elçiler! (Başka) Göreviniz nedir? Dedi.

(15/58) Dediler ki: Biz, suçlu bir topluma (Lut kavmine, onları helâk etmek üzere) gönderildik.

(15/59-60) Geride kalanlardan olması kesinleşen karısı dışında, Lût ve ailesinin hepsini kurtaracağız.

(15/61-62) Elçiler Lût âilesine gelince, Lût onlara: Hakikaten sizler tanınmayan kimselersiniz dedi.

(15/63) Dediler ki: Bilakis biz sana onların, hakkında şüphe edip durduklarını (azabı) haber vermeye geldik.

(15/64) Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.

(15/65) Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de arkasına bakmasın, emrolonduğunuz yere doğru yürüyün.

(15/66) Ona (Lût'a) şu hükmümüzü bildirdik: Sabaha çıkarlarken mutlaka onların kökü kesilmiş olacaktır.

(15/67) (Lut’ un karısının haber vermesi üzerine, şehre gelen genç ve yakışıklı yolcuların, Lut’un evinde misafir olduğunu haber alan) Şehir halkı, (iğrenç zevklerini tatmin edeceklerini düşünerek) sevinç içerisinde (Lut Peygamberin evine) geldiler.

(15/68-69) (Lût) onlara: Bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni utandırmayın; Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin! dedi.

(15/70) (Onlar ise): Biz seni başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?” dediler.

(15/71) Lut, evlenecekseniz işte kızlarım, onları (nikâhlayıp) alın dedi.

(15/72) (Ey Resûlüm Muhammed!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içerisinde bocalayıp duruyorlardı.

(15/73) Ve Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.

(15/74) Böylece ülkelerinin altına üstünü getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

(15/75) İşte bunda ibret almak isteyenler için işaretler vardır.

(15/76) O şehrin kalıntıları hâlâ mevcut olan bir yol üzerinde duruyor.

(15/77) Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.

(15/78) Eyke halkı da gerçekten zâlim kimselerdi.

(15/79) Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.

(15/80) Andolsun ki, Hicr halkı da (Semud kavmi) peygamberlerini yalanlamışlardı.

(15/81) Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.

(15/82) Onlar, dağların yüzeyinde emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı.

(15/83) Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı.

(15/84) Kazandıkları (mülkleri ve imkânları) onlara hiç bir fayda sağlamadı.

(15/85) Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri elbette boşuna değil, gerçek bir gaye ve hikmetle yarattık. Hiç şüphe yok ki o kıyamet saati elbette gelecektir. (Ey Resulüm ve müminler insanlara) Öyleyse sen onlara hoşgörülü ve güzel davran.

(15/86) Şüphesiz ki Rabbin; Hallâk (herşeyi yaratan), Alîm (herşeyi bilen)dir.

(15/87) (Ey Resulüm) Andolsun ki, biz sana tekrarlanan (Her namazda okunan) yedi âyeti (Fatiha Suresini)

97 ve yüce Kur'an'ı verdik.

(15/88) (Ey Resulüm ve müminler) Onlardan (inkârcılardan) bir kısmını faydalandırdığımız şeylere karşı sakın imrenme! (İman etmiyorlar diye) Onlar için üzülme de. Müminlere kol kanat ger, onlara şefkatli ol.

(15/89) De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.

(15/90) Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara (Hükümlerin bir kısmını alıp birkısmını bırakanlara) da (kitap) indirmiştik.

(15/91) Onlar ki, (şimdi de) Kuranın (bir kısmını kabul, bir kısmını reddederek) paramparça etmek istiyorlar.

(15/92-93) Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.

(15/94) Sen sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!

(15/95) (Seninle) alay edenlere karşı (yardım ve desteğimizle) biz sana yeteriz.

(15/96) Onlar ki Allah ile beraber başka bir İlah (lar) edinenlerdir. (Kimin doğru sözlü olduğunu) yakında bilecekler!

(15/97) Andolsun ki onların söyledikleri şeyler yüzünden senin göğsünün daraldığını biliyoruz.

(15/98) Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!

(15/99) Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!